Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Güncel Tartışma Konuları

Haluk Yurtsever İleri haber'deki bugünkü yazısını AKP döneminin bilançosu'suna ayırmış. Bir anlamda AKP'nin iktidardaki 16 yıllık kesitinin fotoğrafını çıkarmış. Kimi eksik yanlarıyla doğru sayılabilecek bir fotoğraf olarak yorumlanabilir. Çözüm konusunda en son paragrafta yazdıkları da yanlış değil. Ama hem bu fotoğraf ve hem de bu fotoğrafın olumsuzluğundan kurtulacak çözüm önerileri yeterinde açık değil. Bu konuya kafa yormaya çalışan hemen her aydınımız üç aşağı beş yukarı benzer şeyleri yazıyorlar. Bu bakımdan Haluk Yurtsever'in yazısında yeni bir şey olmadığını söylemek çok yanlış değil. Daha farklı, daha somut çözüm önerileri ve değerlendirmelerine ihtiyaç var, diye düşünüyorum. Hatayı nerede yaptığımız çok daha somutlukla irdelenmeden ve çözüm konusundaki sosyalizm vurgusunu çok daha netliğe kavuşturmadan AKP'yi iktidarda pekiştiren hatalardan kurtulduğumuz   anlamı çıkarılmamalıdır. Bu yüzden Yurtsever'in yazdığı konu bir başlığı hak ediyor.

Tekrar tekrar okumak ve yeniden yorumlayabilmek için...

Bilanço - Haluk Yurtsever

Birbirini izleyen seçim zaferleri, “sivil darbe ” tanımını hak eden operasyonlar zinciri, provokasyon mu, “Allah’ın lütfu” mu olduğu tartışmalı 15 Temmuz “darbe girişimi”, nihayet Afrin savaşı…Totaliter İslamcı tek adam devletine çıkan yolun önemli kilometre taşlarını kabaca böyle sıralayabiliriz.

AKP, 2002’de yüzde 34 oyla tek başına hükümet kurduğunda, bu partinin, 1923’te kurulan cumhuriyeti bu kadar kolay ve hızlı tasfiye edeceğini hemen hiç kimse öngörmüyordu. TSK, yargı, devlet bürokrasisi, üniversiteler başta olmak üzere “eski rejim”in erk odaklarının direneceği, Erdoğan’ın da Erbakan gibi siyaseten “halledileceği” bekleniyordu. Bu beklenti, zaman geçip Erdoğan iktidara yerleştikçe yeni ve sahte “umut” özneleri yaratan bir bilinç kapanına dönüştü. TSK, Avrupa Birliği, “emperyalist üst akıl”, liberal aydınlar, Gülen cemaati, Erdoğan’ı dizginleyecek, olmazsa düşürecek güç merkezleri olarak algılandı. “Açılım” ve “çözüm” manevraları, Kürt siyasal hareketinin AKP karşısında tutum belirlemekte bocalamasına yol açtı.

AKP’nin sıradan bir düzen partisi ve hükümeti değil, devleti ve toplumu ideolojik siyasal amaçları doğrultusunda dönüştürmeye koyulmuş “asli kurucu iktidar” olduğu çok geç, atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra anlaşıldı.

Eski rejim güçleri direnemediler. Birçok neden sayılabilir. Belirleyici neden, 1923 cumhuriyetinin temel kurumlarının,   tepe noktası 12 Eylül olan uzun bir sürecin sonunda, topluma yabancılaşmış, yıpranmış, hatta çürümüş olmalarıydı.

“Yeni Türkiye” küresel sermayenin, ABD ve AB’nin desteğinde inşa edildi.   AKP, işçi sınıfına, emekçilere yönelik neoliberal uygulamalarla, yeni Osmanlıcılık söylem ve siyasetleriyle, ucuz emek ve “dışa açılma” özlemleri kabaran sermaye öbeklerinin tam desteğini aldı.

AKP,   Fethullahçılarla el ele, TSK’yı Ergenekon ve Balyoz davalarıyla çözdü ve dönüştürdü. Önce fiili, sonra yasal düzenlemelerle yargıyı ve üniversiteleri denetimine aldı; KCK yargılamalarıyla Kürt hareketinin legal hareket zeminini yok etti.

Bunları yaparken, seçtiği ana düşmana göre karşısındakileri bölmeyi, her yeni duruma uygun bir ittifak siyasetiyle destekçilerini çoğaltmayı başardı.

***

AKP’nin “yeni Türkiye” inşası itirazsız, muhalefetsiz bir ortamda seyretmedi. Başta komünistler ve solcular olmak üzere toplumun ilerici, seküler kesimleri başından itibaren tehlikeyi gördüler; seslerini, eylemlerini yükselttiler.

2010 tekel direnişi, 2010 Anayasa referandumundaki etkili “hayır” bloku, Haziran 2013 Gezi isyanı, 7 Haziran 2015 seçimi ve 16 Nisan referandumunun “hayır” çoğunluğu, 12 Eylül 1980’den bu güne, 37 yıldır devlet eliyle yürütülen dinci gerici ideolojik bombardımana, devlet ve kamu gücünün İslamcı totaliter rejim kuruculuğu için seferber edilmesine rağmen bu toplumun gerici bir yığına dönüştürülemediğini gösterdi.

Ne var ki, kabaca toplumun yarısını oluşturan heterojen toplam, tek adam partisi (bir noktadan sonra devleti) karşısında, Erdoğan karşıtlığının ötesine geçen, pozitif bir seçenek, topluma heyecan veren bir siyasal dinamizm yaratamadı. Yaratamadığı için de etkili olamadı.

***

Farklı sınıf ve siyaset güçleri üzerinde etki ve basınç uygulayacak emekçi, sol, sosyalist bir odağın yokluğu toplumsal muhalefetin temel eksikliğidir.

12 Eylül’den   bu yana geçen 37 yıl, “demokrasi”, “kimlik” eksenli tekil ya da birleşik mücadele hedeflerinin beklenen sonuçları yaratmadığını gösteriyor.

Sorun, uygulanmasına geçilecek olan tek adam anayasasının püskürtülmesi olarak alındığında bile, bugünkü döngüden sınıf, emek ve toprak kardeşliğini yükseltmekten başka bir çıkış yolu görünmüyor.  

Evet, zarlar hileli. Silahlar eşit değil. Karşımızda gitmemek için Türkiye’yi ateşlere atmaktan çekinmeyecek bir iktidar var.

Madalyonun öteki yüzünde ise toplumun yarısının yalnız zorla sağlanması mümkün olmayan desteği var.   Bizler için negatiften bir güç kaynağı olan yüzde ellinin, Erdoğan için tek lider etrafında toplanmış pozitif bir güç kaynağı olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunların içinde milyonlarca emekçi var.

Öyleyse, Türkiye’nin ilerici sol güçleri açısından, güncel ve dönemsel başarının anahtarı, emekçi damarının en azından bir bölümünü neoliberal-totaliter-İslamcı hegemonyadan kurtarmaktan başka bir şey olamaz.

Bunun ise, sömürüye, her türlü toplumsal baskıya, adaletsizliğe karşı, eşitlik, özgürlük ve toprak kardeşliği için sosyalizm mücadelesini yükseltmekten, toplumsallaştırmaktan, reel politik bir güç, seçenek haline getirmekten başka bir yolu yoktur.


melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
03.04.2018- 06:13

“Yeni Türkiye” küresel sermayenin, ABD ve AB’nin desteğinde inşa edildi.   AKP, işçi sınıfına, emekçilere yönelik neoliberal uygulamalarla, yeni Osmanlıcılık söylem ve siyasetleriyle, ucuz emek ve “dışa açılma” özlemleri kabaran sermaye öbeklerinin tam desteğini aldı.

AKP,   Fethullahçılarla el ele, TSK’yı Ergenekon ve Balyoz davalarıyla çözdü ve dönüştürdü. Önce fiili, sonra yasal düzenlemelerle yargıyı ve üniversiteleri denetimine aldı; KCK yargılamalarıyla Kürt hareketinin legal hareket zeminini yok etti.''


Eksik bir değerlendirme bu. 2002'den bu yana, Türkiye tek adam devletine dönüşmüşse, bu süreci sadece ''ABD ve AB'nin desteği'' ve Gülen cemaati ortaklığıyla açıklayamayız. Böyle bir yorumlama oldukça eksikli bir yaklaşım olur. AKP hemen her dönemde bugün kendisine karşıtmış gibi görünen pek çok çevrenin desteğini alabilmiştir. AKP'nin asıl ''başarısı'' burada yatar. Örnekse, çok uzun bir dönem liberallerin ve sol döneklerin desteğini alabilmiş; ayrıca Ergenekon ve Balyoz davalarıyla Kürt hareketinin ve KCK operasyonlarıyla da bir kısım ulusalcı çevrelerin desteğini yanında bulabilmiştir.   Cumhuriyet kazanımlarını ortadan kaldıran, siyasal ve toplumsal yapıyı dini hurafeler temelinde yeniden yapılandırmaya çabalayan ve devleti tek adam devletine dönüştüren gücü sadece AKP ve cemaat ortaklığına bağlamak doğru bir yaklaşım değildir.

( AKP'ye verilen destek bugün de AKP'nin Suriye ve Irak politikasının yanlış okunması nedeniyle Perincek ulusalcılığı tarafından destek görmektedir. Yani aynı yanlışlık bugün de bir kısım ulusalcı siyaset sahipleri tarafından sürdürülmektedir.)

Dönüp dolaşıp aynı soruyu sormak durumunda kalıyoruz: Çözüm ne? Bu cendereden kurtulmanın yolu nerede yatıyor? Haluk Yurtsever hemen hepimizin söyleyip geçtiği bir yanıt veriyor bu soruya:

Çözüm '' ...emekçi damarının en azından bir bölümünü neoliberal-totaliter-İslamcı hegemonyadan kurtarmaktan başka bir şey olamaz.

Bunun ise, sömürüye, her türlü toplumsal baskıya, adaletsizliğe karşı, eşitlik, özgürlük ve toprak kardeşliği için sosyalizm mücadelesini yükseltmekten, toplumsallaştırmaktan, reel politik bir güç, seçenek haline getirmekten başka bir yolu yoktur.''


Evet çözüm bu; ''sosyalizm mücadelesini yükseltmek...''

Bu yanıttan sonra sorulması gereken ikinci soru da ''peki nasıl?'' olmalıdır!

Evet, sosyalizm mücadelesini yükseltmenin yolu nedir?


melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
08.04.2018- 08:52

''Evet, sosyalizm mücadelesini yükseltmenin yolu nedir?'' diye tamamlamıştık bir üstteki yazıyı. Bunun yanıtı duygusallığa kapılıp, ''hep beraber olmalıyız'', ''komünistler birlik olmalı'', ''neden birleşmiyoruz'' biçiminde sorular sormak ve cümleler kurmak değildir. Türkiye 12 Eylül yenilgisinden beri bu halde. Sol bölük pörçük. Her siyaset en küçük bir farklı yorumda amip gibi bölünmeyi bir alışkanlık haline getirmiş. Çözüm ''solun birleşmesi'' falan değil. Akla aykırı bir ezber bu. Birleşebilse, birleşirler zaten. Çok temel konularda görüş aykırılıkları varsa bu görüş aykırılıklarının bir araya gelip tek ses olabilmesi mümkün mü? Ya da aynı ideolojik ve siyasi yapıları olmasına karşın farklı oluşumlarda ısrar etmek sürdürülüyorsa ve bu konuda temel etken bireysel çıkarlar olmuşsa, buradan bir birleşme çıkar mı? Kaldı ki, üç beş aynı ideolojik yapıların bir araya gelmesi, sosyalizm mücadelesinin yükseltmeye doğrudan yol açmaz. Yararlıdır belki ama çözüm değildir.

Pek çok defa yineledim; Türkiye'de bir sosyalist partiyi öne çıkarmak gerekiyor. Türkiye'de bir sosyalist partinin öne çıkması ve ''kalabalık'' hale gelmesi gerekiyor. Kalabalık olunmadan kalabalıkları etkilemenin olanağı yok. Bu yüzden sosyalizmin en temel çıktılarını savunabilen bir partiyi öne çıkarmamız gerek. O partinin yoğun bir örgütlenme çabası içinde olması gerek. Ve dışardan ''ahkam'' kesenlerin, ve dahi samimi olduklarına inanmak istediğim ''kerameti kendinden menkul solculuğun'' bu tavırları bir kenara bırakıp   böyle bir sürece omuz vermesi gerekiyor. Kurtuluş buralardadır. Sosyalizm mücadelesi buralardan yükselecektir. Yoksa, sadece yakınma, sadece başka alanlarda oyalanma ve sadece ego tatmini sosyalizme sırt çevirmekten başka bir şey değil.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
12.04.2018- 07:15

Kurtuluşun sosyalizmde olduğunu hepimiz söylüyoruz. Ama yetmiyor. Kurtuluşun sosyalizmde olduğunu Rosa da ''ya barbarlık ya sosyalizm'' sözüyle ifade etmiş. Aynısını yinelemenin, sürekli yinelemenin bir yerden sonra yararı olmuyor. Sonrası önemli. Evet, kurtuluş sosyalizmde de, nasıl olacak, ne yapılmalı?

Çok hata yaptık; yapmıştık. Hatırlayın o günleri; sözde sol-sosyalist forumlarda solculuğun kürt ulusalcılığına yedeklenmekten   geçtiği algısı köpürtüldükçe köpürtülürdü. Böyle davranmayaların hemen hepsi ulusalcı, sosyal şoven, neo-faşistti. AKP'nin torba yasaları gibiydi. Kürt milliyetçisi arkadaşlarımızın ve onların kuyrukçularının beğenmediği hemen her siyasi görüş bu torbanın içine atılırdı. Solun kendi gündemi ve kendi mücadelesi olabileceği bir türlü akla gelmezdi.

(Hatırlıyorum, şimdilerde ''ben kuyrukçu değilim'' diyen ve aklınca bunu kanıtlamaya çalışan bir ''enternasyonal komünist(!)'' o dönemde ''zaten işçi sınıfı da güçsüz'' gerekçesini ileri sürerek kürt hareketine yedeklenmek gerektiğini vaaz ederdi. Hepsi unutuldu. Zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışılıyor şimdilerde.)

Hemen her gün aynı konularda yazmaya çalışıyoruz. Önemli çünkü. Türkiye'de gerçekten ilerici bir damar var ve-fakat   ne yapılması gerektiği konusunda bir kararsızlık yaşanıyor. Ne yapılması gerektiğini bilmiyorlar. Artık solculuğun kürt hareketine biat etmek anlamına gelmediği ve emperyalizmi geriletme amacı taşımayan, dahası ABD emperyalizmiyle kol kola giren ve bölgede ABD'nin bir kara gücü haline dönüşen bir anlayışın sol tarafından desteklenemeyeceği geniş yığınlar tarafından anlaşılmıştır. Yapılması gereken öncelikle buralardaysak, bu saflarda ve bu anlayıştaysak bundan kurtulmak olmalıdır. Buralara yakın bir duruşun solla bir ilintisi bulunmamaktadır.

İkincisi mutlaka legal ve siyasal devrim perspektifi olan bir parti içinde yer almamızdır. Ne yapılması gerektiği konusunda sorulan ve sorulacak olan sorunun öncelikli yanıtı burada yatıyor. Bunun dışında söylenmeye çalışılan her şey bir gevezelikten başka bir şey değildir. Teorik bilinç de zaten bu legal sosyalist partilerde edinilecektir. Böyle bir süreç sol sempatizanları sanalın şarlatanlığından da koruyacaktır.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
17.04.2018- 09:20

Türkiye'nin kurtuluşu siyaseti belirleyen bir sosyalist-komünist partinin varlığıyla mümkün. Siyaseti belirleyebilmek ve bu konularda etkin olabilmek de sözünü ettiğimiz sosyalist öznenin kitleselleşebilmiş olması anlamına gelir. Kitle partisi değil, kitleselleşebilme...

Bu konuda da solda ve özellikle sanalın sözde sol-sosyalist forumlarında Kürt hareketinin silahlı eylemselliği bağlamında yanlış bir kanı var. Buralara ''takılan'' sol sempatizanlar bir sosyalist partinin devrimci olabilmesinin kriteri olarak mutlaka ve tıpkı Kürt ulusalcıları gibi ''devletle çatışıyor olması'' gerektiğini savunurlar. Bu düşüncenin, bu algının bir ölçüde forum yöneticilerinin tavrından da kaynaklandığı ileri sürülebildiği gibi, sosyalist ideolojinin iktidara gelmesinin zor yoluyla olacağı tezinin kaba-vulgar bir yorumundan kaynaklanmaktadır. Devrimcilik zor siyaseti benimsemekse, o zor'un siyasete yansıyış biçimi de elde patlayıcı, ''omuzda tüfenk'' şeklinde olabilmeli ve belki her gün de bir asker, bir polis indirmenin yolları aranmalıdır! Devrimcilik biraz da Kürt hareketine öykünerek, bu şekilde yorumlandı. Leninizmin böyle bir tavır olduğu sanıldı! Ve zaten böyle davranmadıklarını sandıkları sol ve sosyalist yapılar için en hafifinden ''reformist'' etiketi kullanıldı. ''Devletin çizdiği sınırlar içinde mücadele etmek'' de bu yanlış algı ve bilinç nedeniyle bir ezbere dönüştürüldü. ASlında uzun uzadıya düşünmeden, -böyle bir becerileri de çoğunun bulunmuyor- sadece eleştirmek, çamur atmak ve hakaret etmek için de böyle bir tavrı sanki sol bir tavırmış gibi benimsendi...

Hiç kuşku yok, bu tavır da yanlıştı.

Leninizmden söz edenlerin, Leninizmi benimsediklerini söyleyenlerin Leninizm'den habersiz olduklarının bir göstergesiydi bu yanlış tavır. Leninizm böyle bir şey değildi. Kapitalizmin bir hayli yol aldığı ve temel sınıfların ortaya çıktığı bir ülkede Leninizmi   fokoculuğa indirgemek kadar yanlış ve Lenin'e aykırı bir siyasi tutum olamaz. Bir ülkede devrimin nasıl olabileceği, ve devrimci öznenin o koşullarda neler yapması gerektiğinin bu tür söylemlerle hiçbir ilgisi yoktu. Leninizm böyle bir tavrın benimsenmesi anlamına gelmiyordu. Reformizmi de sanki böyle bir tavırmış gibi göstermek yanlıştı.

( Sözde sol-sosyalist forumları sürekli eleştiriyor olmamın nedenlerini bu, sürekli üretilen ve sosyalist ideolojiyle, Leninizmle hiç ilgisi bulunmayan algılardır. Kürt ulusalcılığına yaklaşım, UKKTH, Enternasyonalizm ve reformizm dahil pek çok konuda bu forumlar, bu forumlarda yazanlar ve buralardaki yöneticiler bilimsel sosyalizme ihanet etmekten başka bir işlev yüklenmediler.   Etkileri eskisi gibi değil, oldukça tavsadı, maskeler düştü. Ama hala içlerinde bulundukları bataklığın çamurunu sağa sola fırlatmaya çabalayan   şarlatanların varlığı da göz ardı edilmemeli!)

Hatalarımız mı?
Özellikle sanalda o kadar çok ki!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
20.04.2018- 17:06

''Hatalarımız mı?
Özellikle sanalda o kadar çok ki!''
diyerek bitirmiştik bir önceki yazımızı. Peki bu hatalarımız somut olarak neydi, sorusunun yanıtı nasıl verilebilir?

En birinci hatamız, solculuğu hep Kürt hareketine endeksli olarak algılayışımızda yatıyor. Sanalın sözde sol-sosyalist forumları bu konularda ellerinden geleni yaptılar ve solcu olabilmenin ve enternasyonalist sayılabilmenin yolunun Kürt hareketine ikirciksiz yedeklenmekten geçtiği algısı yarattılar. Kürt hareketine yedeklenmeyen her parti ve örgüt konusunda ağza alınmayacak küfür ve hakaretler ettiler. Öyle ki, kenarından köşesinden Kürt hareketine küçük bir eleştiri getirmek zorunluluğu duyan forum üyelerinin söze girerken ''yanlış anlamayın TKP'li değilim'' diyerek başlaması buralarda bir gelenek haline gelmişti :) Öncelikli yanlışımız buydu. Ve böyle bir genel tavrımız ve yanlışımız olduğu için bir sosyalist için olmazsa olmaz sayılabilecek ölçütümüz, yani ulusal ölçekte siyasal devrim perspektifimiz unutulup gitmişti. Kürt hareketinin belirlediği biçimde tutum alınırken ulusal ölçekteki siyasal devrim perspektifi de hem ulusalcılık ve hem de sosyal şovenizm ve neo-faşizm gibi şarlatanlıklarla nitelenir olmuştu. Zaten ondan sonrasının dikiş tutması beklenemezdi.

Türkiye'nin bağımsız bir çizgide sınıf mücadelesini belirleyici olarak kabul eden ve sosyalist devrim perspektifiyle mücadelesini sürdüren ve örgütlenmesini daha ileri noktalara taşımaya çalışarak kitlesellik yolunda mesafe kat edebilen bir partiye ihtiyacı var. Türkiye'nin sorunu bu. Siyasi gündemin belirlenmesi noktasında güçlü bir sosyalist-komünist partinin eksikliği meydanın tamamen burjuva partilerine bırakmakta ve belirleyicilik işçi sınıfının iradesi dışına çıkmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçi halkımızın yaşam koşullarının her geçen gün daha da kötüleşmesinin nedeni budur. Yıllardır hem ekonomik alanda kötüye gidiş ve hem siyasal ve toplumsal alanda gericiliğin giderek egemenlik kurmasının bir türlü önüne geçilememesinin nedeni de budur.

Kürt hareketi kendi milliyetçi gündeminin peşinden giderken, kuyrukçu ve kerameti kendinden menkul bir solculuğun sesinin fazla çıkması ve solculuk olarak Kürt hareketinin siyasetini işaret etmeleri bilimsel sosyalist ideolojinin özellikle sanalda gerilemesinin de en önemli nedeniydi. Ayrıca, liberal tez ve yaklaşımların bu dönemde solun alanına girdi yapması da solculuk adına liberal yaklaşımların savunulmasına da yol açmıştı. Yıllar böyle geçti.

Tavsadı şimdi, bu durum.
Maskeler düştü.

Umarım bundan böyle bu şarlatanların şarlatanlıkları   artık ciddiye alınmaz.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]