Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

02.10.2018- 09:40

Yurttaşlık ve sınıf bilinci - Metin Çulhaoğlu


Bugün asıl yapılması gerekenin AKP’nin tabanını “eritmek”, AKP’yi destekleyen emekçi ve yoksul kesimleri “uygun söylemlerle” oradan koparmak olduğu Türkiye solunda sıkça dillendirilir.

İtiraz edilmesi mümkün olmayan pek çok görüş ve saptamada olduğu gibi burada da kimi boşluklar vardır.   İşin aslına bakılırsa solda kimsenin bu kesimler için “durdukları yerde dursunlar” dediği yoktur. Ayrıca solun, aynı kesimlerin duyarlı oldukları varsayılan işsizlik, pahalılık, düşük ücret, sömürü, kayıt dışı istihdam gibi sorunlarla hiç ilgilenmediği de söylenemez.  

Demek ki bir şeyler konuşuluyor, söyleniyor, yazılıp çiziliyor, ama sonuç alınamıyor…

***

Burada kalkıp ne tür söylemlerin bu alanda sonuç alıcı olabileceği konusunda birtakım iddialarda bulunacak değiliz. Çünkü işin en başında, sol muhalefetin bu kesimler üzerinde “söylem düzeyinde” etkili olabileceğine inanmıyoruz.   Doğrudur, AKP iktidarı ya da rejimi geniş emekçi ve yoksul kesimler üzerinde söylemleriyle etkili olabilmektedir; ama bu etkinin temelinde “söylemlerin” kendisinin cazibesi ya da iyi formüle edilmiş olmasından çok sahip olunan güç ve iktidar yatmaktadır.

Bir zamanların “söylemci” post-Marksist yaklaşımlarının en ciddi gediği, söylemin etkisini, mevcut egemenlik ve güç ilişkilerinin dışında, kendi başına mutlaklaştırarak ele almasıydı. Oysa söylemin etkisi için belirli bir güç eşiğinin aşılması gerekir ve bu eşiğe gene söylemle ulaşılması da mümkün değildir.

Sonuçta, sol muhalefet örgütlenerek, kimi konularda ortak davranarak, küçük ölçeklerden başlayıp kendi hegemonya alanlarını oluşturarak ve bunlardan kalkıp ortaya bir hareket koyarak belirli bir eşiğe ulaşabilecektir.

Sonra gelsin uygun, çarpıcı ve yaratıcı söylem arayışları…

Öbür türlü, geniş emekçi ve yoksul kesimleri AKP’den koparacak söylemler yarışması açalım olsun bitsin.

***

AKP’ye yönelik desteği eritme tezinin söylemle ilgili yanına kısaca değinmiş olduk.
Peki, ya haklı görünen bu tezin ima ettiği başka noktalar da varsa… Örneğin, insan hakları, kadınların sorunları, demokrasi, barış, çevre gibi temaların AKP’nin peşindeki emekçi ve yoksul kesimleri hiç ilgilendirmediği, dolayısıyla solun bunlara birinci planda yer vermemesi gerektiği düşünülüyorsa?

Eğer böyle bir düşünce varsa “oradaki” sorundan önce kendi içimizde bir sorun var demektir. Ve bu sorun, az önce sıralanan başlıkların kendi başlarına taşıdığı önem ve değerin de ötesinde başka ve daha “derin” bir konuya işaret eder.

***

Tarihsel olarak, kapitalizmin gelişmesi ve burjuva devrimler bağlamında “yurttaşlık bilinci” ile “sınıf bilincinin” iç içe geçmesi konusunda ne dersek diyelim bunlardan ilkinin ikincisini öncelediği konusunda fazla tartışmaya gerek olmadığını sanıyoruz.

Buradan, uzun bir sıçrayışla son dönemin Türkiye’sine gelirsek, ülkede en fazla yıpratılan, yok sayılmak, yerine başka şeyler geçirilmek istenen kavramlar arasında hakları ve sorumluluklarıyla birlikte yurttaşlığın, yurttaş haklarının ve yurttaşlık bilincinin yer aldığını söyleyebiliriz.

O kadar ki insanların maddi/sınıfsal konumlarıyla siyasal ve ideolojik tercihleri arasındaki açının bu kadar büyümesinde,   yurttaş kimliğindeki ve yurttaşlık bilincindeki eksilmenin önemli bir payı vardır. Tebaa ve ümmet anlayışları, az önce sözü edilen açıyı daha da büyüten katmanlar durumundadır.

Böyleyse, insan hakları, demokrasi, kadın hakları, çevre gibi başlıklar, kendi değerleri ötesinde doğrudan yurttaşlığı ve yurttaşlık bilincini çağrıştırır; hepsinin, sınıf bilincini “bulandırıcı” değil tersine bu bilince giden yolu temizleyici özellikleriyle değerlendirilmesi gerekir.

Eğer bunları hiç önemsemiyorsak, o zaman bırakalım bildikleri gibi yapsınlar; biz de ileride bu kez tebaaya bile değil kullara nasıl (hangi söylemlerle) sınıf bilinci kazandırılabileceğini tartışırız.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
08.10.2018- 20:05

Tarihsel olarak, kapitalizmin gelişmesi ve burjuva devrimler bağlamında “yurttaşlık bilinci” ile “sınıf bilincinin” iç içe geçmesi konusunda ne dersek diyelim bunlardan ilkinin ikincisini öncelediği konusunda fazla tartışmaya gerek olmadığını sanıyoruz.

Çulhaoğlu'nın yazısını okuduğumda önce farklı bir paragrafı yorumlamayı geçirmiştim içimden. Sonradan bu paragraf daha da önemli geldi. Çulhaoğlu'nun söylediği gibi ''yurttaşlık bilinci'' konusunda gerçekten ''fazla tartışmaya gerek olmadığını'' söyleyebilmek mümkün mü?

Hiç sanmıyorum!

Bu ülkede ve özellikle sanalda, kuyrukçuluk o kadar içtenlikle savunuldu ve solcu olmanın   kuyrukçuluk yapmaktan geçtiği   algısı o kadar köpürtüldü ki, bu kuyrukçu sol için ne Anadolu Aydınlanması'nın ve de cumhuriyet kazanımlarının hiçbir önemi kalmadı, olmadı. AKP'nin aydınlanmaya ve laikliğe saldırısı en hafifinden ''burjuva devlet'' şaşırmışlığı ile değerlendirildi. Kürt hareketinin kendi etnik çıkarları için konulara sağlıklı bakamaması, liberallerin yaklaşımlarını benimsemesi, AKP'yi demokrat olarak nitelemesi, ''sorunu çözerse AKP çözer'' demesi kuyrukçuların da aynı doğrultuda konumlanmalarına ve sürece akıllarınca Marksist(!) yorumlar getirmesine yol açtı. ''Hepsi aynı, AKP de bir burjuva devlet'' sapkınlığı bu konumlanış nedeniyle gerçekleşiyordu.

Sadece forumlara giren sol sempatizanların zihinlerini karartmadılar. Bu süreçte etkin rol almaları sonucu kendi zihinlerinin de bir daha düzelmesi bir hayli zor bir çarpıklığa uğramasına da yol açtılar. Cumhuriyet aydınlanmasının ve bu devrimler sonucu oluşturulmaya çalışılan yurttaşlık bilincinin sol açısından önemini bir türlü kavrayamadılar. AKP'nin bu alana oynadığını ve neo-osmanlıcılık'ın bu bilinci ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu, hortlatılmak ve yaygınlaştırılmak istenen biat kültürünün hem sömürüyü kolaylaştıracağını ve hem de solun ayaklarını basması gereken zemini ortadan kaldıracağını bir türlü kavrayamadılar.

(Kaba solculuk böyle bir şeydi ve bu konumlanışa solculuk denir miydi, o da ayrı konu.!)

Çulhaoğlu sadece değinmiş, toplumsal yapıda laiklik olmadığında toplumun bireyleri yurttaşlık bilinci yerine teba bilinci ve dolayısıyla biat kültürüyle donatıldığında o ülkenin laiklikten pek de nasibini almamış doğumuzda gerici devletlerden farksız hale gelir. Mollalar devleti olur. Tarikatların, cemaatlerin toplumsal alanda egemenlik kurduğu bir devlet olur. Evet, yine burjuva devlettir, ama böyle bir yaklaşım kişiyi solcu, Marksist yapmaz.

Örgütlenmek gerekiyor, özellikle genç sempatizanların bilinçlenmeleri   sanalın şarlatanları kanalıyla değil sosyalist-komünist partiler yoluyla olmalıdır. Aydınlanma ve laikliğin özetle yurttaşlık bilincinin ne olduğunu anlayamayan, anlamak da yetmez, içselleştiremeyen bir insandan solcu falan olmaz. Bu yüzden hem partilerde örgütlenebilmeli ve hem de sınıfsal bilincin yurttaşlık bilinciyle iç içeliğini   kavramak gerek.

Ve bu yüzden 1923 Kemalist Devrim'in yadsınamaz bir önemi vardır.
Ve bu yüzden gericiliğin bu alana yönelttiği basıncın ne anlama geldiğini de önemsemek ve anlamak gerek.

Çulhaoğlu'nun yazısının sol paragrafını bu çerçevede değerlendirmek gerek:

Eğer bunları hiç önemsemiyorsak, o zaman bırakalım bildikleri gibi yapsınlar; biz de ileride bu kez tebaaya bile değil kullara nasıl (hangi söylemlerle) sınıf bilinci kazandırılabileceğini tartışırız.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]