Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

12.11.2018- 18:53

Faşizmi düşünmek - I

Ergin Yıldızoğlu


Çağımızın en tehlikeli özelliği, faşizmin yeniden yükselmeye başlamasıdır.

Tarihsellik...

Faşizm, kapitalizmin belli bir “durumunun” (yapısal krizinin) içinde, giderek egemen sınıfın tercihine dönüşen bir siyasi-toplumsal hareket olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, faşizm, kaçınılmaz olarak, kapitalizmin andaki durumunun, örneğin, sermayenin örgütlenme biçimlerinin, değerlenme coğrafyasının, teknolojik altyapısının, düzenini doğallaştırmak için dayandığı ideoloji ve kültürün, bu ideoloji ve kültürün üretim/ yeniden üretim süreçlerinin, nihayet, belki de en önemlisi, işçi sınıfının, orta sınıfların yapısal özelliklerinin, egemen sınıfın gereksinimlerinin damgasını taşıyacaktır.

Bu yüzden, bugün, 1930’ların, emeğin ve sermayenin örgütlenme biçimlerinden, analog teknolojiye dayanan kültür ve iletişim endüstrisinden, hazlara değil de işlevselliğe dayanan tüketim normlarının yarattığı öznelliklerden farklı özellikleri yansıtan bir faşizm düşünmek gerekiyor. Örneğin, bugünkü faşizm,
o dönemin, geniş kitleleri, devleti kontrol etmenin standart aracı olan dikey bürokratik örgütlenmelere, sokaklarda Yahudilere saldıran, halkı sindiren üniformalı milislere gerek duymayabilir.

Bugün faşizmi düşünürken, öncelikle, onun sergilediği biçimleri değil, hep sabit kalan, zamanla değişmeyen, onu kendisi yapan özelliklerini tanımlamaya çalışmak gerekiyor. Ancak bu özelliklerin hepsi birden bir araya gelmiyor, belli bir “oluş süreci” yaşanıyor. Ne yazık ki çoğu kez, özellikle liberal demokrasi bu oluş sürecinin ayırdına zamanında(!) varamıyor.
Birincisi, faşizm, herkesi buyruğuna uymaya zorlayan otoriter rejimlerden, örneğin askeri diktatörlüklerden, daha fazla bir şeydir. Faşizm, salt bireyin kendisine uymasını talep etmez; onun bireyin, yaşamının her düzeyini, dahası bedenini ve zamanını, belli bir “hakikat rejimine” uygun biçimde denetlemek ister. Faşizmde birey salt devlete, lidere uymaya değil, aynı zamanda belli biçimde düşünmeye ve yaşamaya, bundan da haz almaya zorlanır. Bu anlamda faşizm totaliter bir rejimdir. Ancak bu totaliterliği mutlak olarak değil, bir eğilim, arzu, bu arzuyu gerçekleştirme çabaları olarakdüşünmek gerekir. Örneğin Alman faşizmi, totaliter bir rejim kurma çabalarında, İtalyan faşizminden çok da ileriye gidebilmiştir.

Faşizmin özü

Faşizmi “kendisi yapan”, zaman içinde değişmeyen özelliklerini (özünü oluşturan bileşenleri) daha önce Eco’dan aktarmıştım.

Özetle:
1) Gelenek kültü. Geçmiş bir zamandaki yaşam pratiklerine, kullanılan dile özel ilgi.

2) Aydınlanma’yı, dejenerasyonun başlangıcı olarak görmek.

3) Uzmanlara, eğitilmişlere karşı bir düşmanlık: Muhalif entelektüelleri simgesel ve fiziki şiddetle susturmaya, tasfiye etmeye çalışmak.

4) Liderden farklı düşünmeyi ihanet olarak görmek.

5) Etnik kökeni, dini, cinsel pratikleri farklı olandan korkmak.

6)
Düş kırıklığı yaşayan bir kitleden oluşan bir toplumsal taban.

7) Belirgin bir toplumsal kimlikten yoksun bırakılanlara sunulan, aynı ülkede doğmuş olmak (aynı dinden, mezhepten olmak-EY) gibi bir ortaklıktan kaynaklanan, soyut bir kimliği yüceltmek.

8) Düşmanlarının refahından, siyasi gücünden korkmak. “Öteki”ni, hazlarını yaşayabildiğini hayal ederek kıskanmak.

9) Halkçı bir seçkincilik. Bir taraftan her vatandaş (grup üyesi-EY) dünyanın en iyi kümesine aittir, harekete katılanlar ise en iyileridir. Diğer taraftan, halk o kadar zayıftır ki güçlü bir liderin varlığına gereksinim duyar.

10) Kahramanlık kültü: Faşizmde “kahraman”, ölümü arzular, ölmek için sabırsızlanır, bu sabırsızlıkla birçok insanı ölüme gönderir.

11) Faşizm, kadın-erkek eşitliğini yadsır. Standart olmayan cinsel pratiklere (LGBT) yönelik kuşkuyu, nefreti körükler. Faşist silahla oynamayı sever. Bu oyun ona, savaş ve seksin yerine ikame edilen bir fallusa erişme fantezisi sağlar.

12) Faşist popülizmde bireylerin hakları yoktur, bir halk olarak homojen bir bütünlük oluştururlar. Lider bu bütünlüğün iradesini temsil eder. Faşizm parlamenter pratiklerden nefret eder.

13) Faşizm, bir “yeni dil” konuşur. Sözcük hazinesi yoksullaştırılmış, basitleştirilmiş dil, karmaşık, eleştirel akıl yürütmeye olanak veren araçlara ulaşımı engeller.

Bugün, yalnızca merkez ülkelerde değil, Brezilya, Macaristan, Polonya, Hindistan gibi ülkelerde de yükselirken, bu özellikleri sergilemeye başlayan (oluş sürecindeki) toplumsal hareketleri, liderleri sağ popülizm, otoriterlik eğilimleri olarak nitelemek, eksik ve siyasi sonuçları açısından yanlıştır. Örneğin, toplumsal bir harekete dayanmayan otoriter rejimlerden, bir liderin ya da kliğin, ailenin, seçimlerle ya da başka bir yolla tasfiye edilmesiyle çıkılabilir. Faşizmden çıkabilmek için, çoktan işlevini kaybetmiş bir parlamentonun sınırlarını aşan, kapsamlı bir siyasi kültürel çatışma, geniş bir toplumsal katılım, devlet ve toplumda derinlere nüfuz edecek bir tasfiye süreci gerekecektir.

(Devam edecek.)

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1138213/Fasizmi_dusunmek_-_I.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
20.11.2018- 09:56

Faşizmi düşünmek - II - Ergin Yıldızoğlu


Faşizmin, kapitalizmin bugünkü “durumunun” içinde yeniden yükselmeye başladığını, ancak, 1930’lardakine benzer bir “görüntü” sunmayabileceğini vurgulamıştım. Bugün, 1930’lara benzer hareketler yerine, faşizmin, özünü oluşturan unsurları düşünerek, bunların bugünün kapitalizmi içinde bir araya gelme sürecini anlamaya, egemen sınıfların tercihi haline gelmeden durdurmaya, süreç tamamlandıysa, kurtulmanın yollarını, liberalizmin fantezilerine kapılmadan bulmaya çalışmak gerekiyor.

Kapitalizmin dünü ve bugünü

Bugünün kapitalizmini, 1930’larda ilk bileşenleri ortaya çıkmaya başlayan, ancak esas olarak II. Dünya Savaşı’ndan sonra şekillenmiş Fordist sermaye birikim rejiminin yapısal krizi temsil ediyor. Fordist sermaye birikim rejiminde Taylorist emek yönetimi ve elektrikli bant sistemine dayalı bir sanayi üretimi -homojen maddi emek- egemendi. 1930’larda, egemen sermaye, ulusal merkezlerde yoğunlaşmıştı, en önemli faaliyet alanı olan ağır sanayinin, silah ve otomotiv sektörleri üzerinden devletle çok girift bağları vardır. Giderek gelişen kitlesel üretim modeli açısından, disiplinli, homojen bir işçi sınıfı ve tüketicinin varlığı, hammadde, enerji kaynaklarına ulaşmak özellikle önemliydi.

Egemen kültürde, verimlilik anlayışının örgütsel yansıması, sermayenin merkezi bürokratik, karmaşık iş bölümü ve çok katmanlı hiyerarşik yapılanma eğilimiydi. Kültür endüstrisi, radyo, fotoğraf makinesi, sinema gibi araçlarla yeni şekillenmekteydi. “Gösteri Toplumu”nun ilk işaretleri vardı, ancak bunlar henüz evlerin içinde değil, belli zamanlarda devasa meydanlarda, sinema salonlarındaydı.

Bugün, egemen sermaye ulusal merkezlerini korumakla birlikte, alt merkezler, tedarik zincirleri, edinimler ve birleşmeler üzerinden uluslararası, kimi durumlarda çokuluslu özellikler sergiliyor. Fordist üretimin dikey ve bürokratik yapıları, büyük üretim birimleri, homojen piyasaları büyük ölçüde parçalandı, yerini yatay örgütlenmiş üretim ve yönetim gruplarına, “kalite çemberlerine” bıraktı. Bu gelişmeler işçi sınıfının parçalandığını, yapısının ve mekânlarının değişmekte olduğunu söylüyor. Bugün, tüketim alanında, işlevsel değil hazlara dayalı, reklamcılık sektörü üzerinden kültür endüstrisiyle bütünleşmiş bir yapılanma gelişmiştir. Sanayi üretimi, maddi emek hâlâ yaygın biçimler olmakla birlikte, artık stratejik sanayiler, bilişim, iletişim, eğlence; emek biçimi de dijitalleşmeye paralel gelişen gayri maddi, programlanabilen, kendini programlayan emektir. Bu yeni emek biçimleri yeni sınıf şekillenmelerine işaret ediyor. Gerek üretimin, gerekse de tüketimin yönetiminde dikey değil, “düğüm” noktalarını birbirine ağlayan, ağlar üzerinde yaşayan yatay bir örgütlenme gelişmektedir. Bugün, kültür endüstrisinin, sermaye birikiminin belki de en stratejik parçasını oluşturması, televizyon yayınlarının ötesinde, cep telefonlarıyla ofisi, yüzlerce kanal ile sinemayı internet üzerinden ev içine sokan, Amazon, Sky, Netflix gibi hizmet sunucuları, Googe, Facebook, Twitter gibi, “veri hasadı” yapan sosyal medya şirketleri, en önemli gelişmelerdir. Arttık “gösteri toplumunun” etkisinin (izleme/eğlence) ve devletler, şirket tarafından izlenme ağlarının dışına düşebilmek son derecede zordur.


Ve faşizmler...

“Dünkü” faşizmde, merkezi bürokratik partiler, hem taraftarlarını harekete geçirmenin, toplumu kontrol etmenin, hem de devleti ele geçirmenin aracıydı. Parti, hareketin her noktasında var olmayı amaçlarken, devletin içinde, giderek devletin yerine geçen ikinci bir devlet aygıtı oluşturuyordu. Faşist parti ve hareket, rakiplerini susturma, “ötekini” aşağılama, yok etme sürecinde, devletin yanı sıra, üniformalı milislerden yararlanıyordu.

Bugün, faşist partinin, hareketin her yerinde var olmasının aracı artık, toplumu oluşturan bireylerin izlemekte olduğu “gösteri toplumunun” ekranlarıdır. Milislerin işlevini, satın alınmış, sindirilmiş bir medya, tüm izlenme zamanlarını doldurarak, yaygın biçimde simgesel şiddet uygulayarak üstlenmiştir. Artık muhalefeti susturmak için, özel durumlar dışında fiziki şiddet gerekmez. Muhalefetin kendini ifade etme olanaklarının, hatta yaşama alanlarının yok edilmesi yeter. Aynı yöntem parlamenter sistem için de geçerlidir. Parlamenter sistemin ortadan kaldırılması, partinin devletin yerine geçmesi gerekmez. Güçler ayrılığının, seçimlerin ve parlamentonun işlevsizleşmesi, idari ve ekonomik kararların, yasa yapma pratiğinin bir merkezde birleşmesi yeterlidir.

Fiziki şiddet uygulama sorunu da, yargıda ve polis-ordu gibi şiddet araçlarında kadrolar, harekete sadık olanlarla değiştirilerek, milislere gerek kalmadan çözülür. Faşist partiler bugün bir lider ve lider kadrosu etrafında, yanlamasına ancak toplumun tüm hücrelerinde var olacak biçimde, bir “hakikat rejiminin” desteklediği maddi ve manevi ödüllendirme/cezalandırma pratiği üzerinde yaşayan network tarzı bir örgütlenmeyle yetinebilir.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1141277/Fasizmi_dusunmek_-_II.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
20.11.2018- 09:59

Faşizmi düşünmek - III - Ergin Yıldızoğlu


Faşizm üzerine düşünme çabalarımı, birkaç noktaya değinerek tamamlamaya çalışacağım.

1) Önceki iki yazımda, faşizmi düşünürken, onu “kendisi” yapan özünün, ilk ortaya çıktığında sergilediği biçimlerle değil, kapitalizmin bugünkü koşullarda sergileyeceği biçimlerle tanımaya çalışmak gerektiğini savunmuştum. Faşizmin bugün sergileyeceği biçimler, bugünkü kapitalizmin, teknolojik, kültürel özelliklerini, örgütlenme biçimlerini ve bunların sınıf yapılarındaki ifadelerini yansıtacaktı.

2)
Faşizmi, bir süreç olarak, üç farklı aşamadaki durumunda düşünebiliriz: a) Bir grup faşist entelektüelin, belli bir “toplumsal kesimi” (aşağıda değineceğim) etki altına alarak onların, öfke, tepki ve arzularını bir toplumsal harekete dönüştürmeye başladıklarındaki durum. Bu durumun bir özelliği de siyaset merkezinin sağ ve sol kanatlarının erimeye başlamasıyla toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesidir. b) Siyasetin merkezinin “düzeni” koruma ve yönetme becerisini kaybetmesiyle oluşan durumdur. Bu durumda egemen sınıfların liderliği, faşist hareketle, “kaos” (belirsizlik) olarak algıladığı bir durum arasında bir seçim yapmak zorunda kalır ve faşizmi seçer. c) Bu da faşizmin, çoğu kez parlamenter seçimler yoluyla, hükümete gelerek, devletin yönetimini ele geçirmeye, rejimi değiştirmeye başladığındaki durumdur.

3) Tarihsel deneyler ve teorik analiz bize, faşizme karşı direnişin bu üç durumun özelliklerine uygun biçimde şekillenmesi gerektiğini, bütün durumlarda geçerli bir formül olmadığını söylüyor. Faşizm, demokratik duyarlıkların (ekonomik krizin, toplumsal kutuplaşmanın ve faşist ideolojinin saldırılarının altında) henüz zayıflamaya başlamadığı 1. durumda, demokratik rejimin olanaklarıyla durdurulabiliyor. Faşizme karşı geniş bir ittifak, faşist hareketin her kitleselleşme çabasını, çok daha büyük bir kitleyle sokakta durdurabiliyor, destekçilerini yıldırarak siyaset dışına itebiliyor.

Toplumda ve egemen sınıflarda bir kaos algısının yerleştiği durumlarda, egemen sınıfların tercihleri belirlendikten sonra demokratik araçlar hızla tükeniyor ve artık direnebilmek için yaratıcı olmak, yeni, daha önce denenmemiş araçlar geliştirmek gerekiyor.
Tarih, üçüncü durumda faşizme karşı mücadelenin araçlarına, yöntemlerine ilişkin, pratikte sınanmış, başarılı bir örnek sunmuyor. Almanya ve İtalya’da faşizm bir savaşın sonunda, dış etkenlerin basıncı altında yıkıldı. Ancak bu aşamada dahi faşizme karşı direnmenin yollarını, skolastisizme, şablonculuğa düşmeden, toplumun “sınıflar matrisinin” ve kültürel şekillenmesinin özelliklerini değerlendirerek bulabileceğimizi düşünüyorum.

4) Her üç durumda da doğru direniş biçimlerini geliştirebilmek için, faşist ideolojinin (propagandanın) etkilerine, “Hangi toplumsal tabakalar ve sınıflar (ekonomik koşulları, kültürel eğilimleri açısından) daha çok ya da az dirençlidir” sorusuna cevap vermek gerekiyor.

5) Faşist ideolojinin bileşenlerinin, büyük çoğunluğunun, ekonomik krizden, hızlı değişimlerden en çok zarar gören kesimlerinin haklı kaygılarına, arzularına cevap verdiğini vurgulamıştım. Faşist ideoloji, bu cevaplar, bir “ana göstergenin” belirleyiciliği altında anlam kazandığında şekillenmiş oluyor. Bu “ana gösterge” hem geçmişteki güzel günlere özlemi, hem de bugün toplumun mutlu ve ahenkli bir yaşam kurmasını önlediği iddia edilen “ötekiye” (Yahudi, yabancı, Müslüman göçmenler, hatta ateistler, modernist seçkinler) yönelik nefret ve düşmanlığı temsil ediyor.

Çözülmekte olan ekonomik etkinlik alanlarında yaşayanların, toplumdaki statüleri ve refah düzeyleri gerilemekte olan kesimlerin, durumlarını koruma refleksleri, onları, bu nostaljiyi ve “öteki” düşmanlığını kabul etmeye, toplumun geri kalanından daha eğilimi kılıyor.

6) Örneğin, Brookings Institue’nün yaptığı bir araştırmanın, ABD’de son seçimlerde, Trump taraftarlarının, Cumhuriyetçi Parti’ye oy verenlerin ezici çoğunluğunun, gittikçe küçülmekte, sönmekte olan, geleneksel imalat sanayiinde, tarımda, maden-mineral çıkarma sektörlerinde çalışan, eğitim düzeyi görece düşük seçmenden oluştuğunu gösteriyor. Buna karşılık, Demokrat Parti seçmeni, esas olarak, finans sektörüyle beslenen profesyonel hizmetlerde, dijital inovasyon alanında çalışan, görece iyi eğitimli kentlilerden oluşuyormuş.

7) Ben bunlardan, ilk elde iki sonuç çıkarabiliyorum. Faşizme karşı, nostaljik, geriye doğru bakan akımlara güvenerek, başarılı bir mücadele hattı yaratılamaz. Faşizme karşı, bir “öteki” nefreti içeren duyarlıklara sahip akımlarla birlikte direnilemez. İkincisi, faşizme karşı mücadeleye, karşıt hareket yaratma çabalarına, ancak ve öncelikle, işçi sınıfının (çalışanların) gelişmekte olan sektörlerde çalışan, iyimser, özgüveni ve özgürlük refleksi güçlü, faşizmin propagandasının içeriğini kolaylıkla görebilen, nostaljiye kapılmayan kesimleri önderlik edebilir.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1144825/Fasizmi_dusunmek_-_III.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
22.11.2018- 18:23

Ekran, camii, parlamento: Faşizm yerleşik hale geldi mi?
Ebru Pektaş



Yıllardır AKP rejiminin “faşist karakteri” hakkında pek çok tartışma yürütülmekte malumunuz. Bu tartışmaların yararlı yanlarından biri, klasik faşizm deneyimleri ile günümüzün karşılaştırılmasıdır.

Burada hem tarihsel olarak faşizm denilirken “konunun özü nedir” anlamında soyutlamaya yönelen bir tartışma hem de genelden özele Türkiye denilirken, AKP rejimi denilirken “ortak ve farklı olana”, adıyla “özgül olana” yönelen bir tartışma yürütmek mümkündür.
Cumhuriyet Gazetesi’nin değerli yazarı Ergin Yıldızoğlu da “Faşizm Notları” yazılarında benzer bir kaygıyla bugünkü faşizmi tanımlamaktadır. Biraz uzunca bir alıntıyla ifade edelim:
“Bugün, faşist partinin, hareketin her yerinde var olmasının aracı artık, toplumu oluşturan bireylerin izlemekte olduğu ‘gösteri toplumunun’ ekranlarıdır. Milislerin işlevini, satın alınmış, sindirilmiş bir medya, tüm izlenme zamanlarını doldurarak, yaygın biçimde simgesel şiddet uygulayarak üstlenmiştir. Artık muhalefeti susturmak için, özel durumlar dışında fiziki şiddet gerekmez. Muhalefetin kendini ifade etme olanaklarının, hatta yaşama alanlarının yok edilmesi yeter. Aynı yöntem parlamenter sistem için de geçerlidir. Parlamenter sistemin ortadan kaldırılması, partinin devletin yerine geçmesi gerekmez. Güçler ayrılığının, seçimlerin ve parlamentonun işlevsizleşmesi, idari ve ekonomik kararların, yasa yapma pratiğinin bir merkezde birleşmesi yeterlidir.

Fiziki şiddet uygulama sorunu da, yargıda ve polis-ordu gibi şiddet araçlarında kadrolar, harekete sadık olanlarla değiştirilerek, milislere gerek kalmadan çözülür.”(1)
Tüm bu tezlerdeki anahtar nokta aslında “işlevsizleşme” tespitindedir.

Geleneksel faşizmdeki milisler “işlevsizleşmiştir”, çünkü artık gösteri toplumu vardır.
Geleneksel faşizmdeki muhaliflere karşı fiziksel/sistematik kaba şiddet çoğunlukla “işlevsizleşmiştir” çünkü artık muhaliflerin var olduğu ve kendilerini ifade edebildikleri bir alan yoktur.
Yine geleneksel faşizmdeki partinin devlet yerine geçmesi gereksiz hale gelmiştir çünkü parlamento ve siyasi partiler “işlevsizleşmiştir”.

Öyleyse tüm bu yorumlamalar basitçe “faşizmin yerleşik hale geldiğini” mi ifade etmektedir?
Doğalında bu kadar çok   “işlevsizleşme” vurgusu, su sızdırmaz bir düzeneği ve   “yerleşikleşmeyi” çağrıştırmaktadır.

Ne ki AKP rejimi örneğinde faşizmin kurumsallaşması, rejimin yerleşikleştiği anlamına gelmemektedir. Karşıtı olan yüzde elliye rağmen kurulan rejim, kurumsallaşmakta ama yerleşik/stabil/oturmuş hale gelememektedir.

Yerleşik hale gelmeyi engelleyen kaotik dinamikler hem dünya-konjonktürel süreçlerle bağlantılıdır hem de hala “dışarıdan getirtildiği” iddia edilen Gezi’nin hayaletiyle bağlantılıdır.
Peki gerçekten de “gösteri toplumu” milislerin yerini alabilir mi?

Böyle olduğunu düşünmüyoruz.

Klasik faşizm örneklerindeki milisler, faşizmi iktidara taşıyan ya da faşizmin iktidarını süreklileştiren toplumsal hareketler olarak, onun aygıt ve yapı dışında “öznesi” olarak görülebilir. Bugünkü AKP rejimiyle kıyasladığımızda kimi farklar olduğu kuşku götürmez.
Ne var ki AKP rejimi, gösteri toplumu gibi edilgenliğin bulutsu diyarlarına güvenemeyecek, tam da bu yüzden yoksullarla dirsek temasını yıllar yılı artıracaktır. (2) Sosyal yardım odaklı sosyal politikalar, krizde bile “en yoksul dilimi koruma arayışları” ekrana, camiye ve hatta parlamentoya güvenilmediğini göstermektedir.

Ama dahası AKP rejimi, henüz tek tek silah verilmeyecek olanların, kömürü, gıda paketini, engelli destek maaşını, belediye kreşini temin edenlerin ekranla, camiiyle, parlamentoyla kanmayacaklarını bilmektedir.

Zira açlığın gurultusu hiç hesapta yokken ekrana, camiiye, parlamentoya sızabilir…

Notlar:
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1141277/Fasizmi_dusunmek_-_II.html
Gösteri Toplumu ve Yorumları, Guy Debord, Ayrıntı Yayınları(1996), s.16

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]