Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Bu ülkede Marksizm'i içselleştirebilmiş üç beş aydın varsa M.Çulhaoğlu'nun bu aydınların en önemlilerinden biri olduğu söylenir. Diğerleri için de Y.Küçük, Aydemir Güler ve Kemal Okuyan'ın adı hep ön planda geçer. Ama sadece Marksizm konusunda değil, bilimin hemen her dalı ve felsefe konuları da dahil sadece bilmenin ve içselleştirmenin yeterli olmadığı da bir gerçek. Özellikle insanı ve doğayı değiştirebilmenin teorisi olan Marksist bilginin işlevsellik kazanabilmesi ve toplumsal bir maddi güce dönüşebilmesi için toplum tarafından anlaşılabilmesi ve benimsenmesi gerçeği ona farklı bir nitelik kazandırılmasıyla mümkün. O da kuşkusuz anlatabilmektir. Sosyalist aydınların öncelikli sorunu anlatabilmek ve anlatabilmenin yol ve yöntemini bulabilmekten geçmektedir.. Bilgiyi, özellikle Marksist bilgiyi ( ve yorumu) yararlı hale getirebilmenin başka da yol ve yöntemi bulunmamaktadır. Anlamanın daha değerli olanı edinilen bilgiyi ve o bilginin güncele uygun yorumlarını kitlelere anlatabilmekten, kitlelerin anlayacağı bir biçime sokmaktan geçer. Anlamak anlatabilmek için temel bir koşul olsa da, yeterli koşul değildir, bu yüzden. M.Çulhaoğlu başta olmak üzere özellikle pek çok Marksist aydınımızın böyle bir sorunu olduğunu düşünüyorum. Hatta üstte adı geçen Marksist aydınlar içinde bu sorunu en fazla hissettirenin M.Çulhaoğlu olduğunu düşünüyorum. (Bence netlik ve anlaşılabilirlik konusunda Kemal Okuyan birinci sırada, Yalçın Küçük ikinci ve Aydemir Güler de üçüncü sıradadır.)

Sabahın ilk ışıklarının söktüğü bu saatlerde M.Çulhaoğlu'nun İLERİdeki yazısını okuyunca bunlar geldi aklıma. ''Eski Kafalı'' Olmak başlıktaki yazının çok daha somut yazılabilmesi ve hatta   biraz daha güncel bir konuyu, örnekse Kürt sorunu ve TİP'in devrimci cumhuriyet perspektifini de içine alacak şekilde somutlaştırılması ve sadeleştirilmesi mümkün olamaz mıydı? Böyle yapıldığında bugünkü yazısı okurlar tarafından daha anlaşılabilir hale gelmez miydi?

Çulhaoğlu yazısında ''...bir bütünlüğü oluşturan parçalardan (bileşenlerden) herhangi birini özel duyarlılıklardan hareketle seçip bu bileşene bütünlüğü temsil eden, bu anlamda “evrensel” bir konum atfetmek mümkün müdür?'' diye sorarken aslında yanıtını yazısının içinde vermektedir.''

''Herhangi bir ulusun, halkın, etnik grubun sorunları ve ulusal hareket(ler)''in çözümü yolunda sürdürülecek bir mücadelenin '' teorik planda da pratikte de toplumun tüm kurtuluşunu temsil edemez'' der.

Çulhaoğlu ''kadının durumu ve feminizm, LGBTİ bireylerin yaşadıkları, çevrenin tahribi, çevrecilik...'' örneklerini de verir. Buna ülkenin demokrasi konusundaki eksikliği ve dolayısıyla çokça yinelenen ''demokrasi mücadelesi'' de eklenebilir.

Bütün bu ve benzer parçaların bir bütünlük oluşturduğu, bu bütünlüğü oluşturan sorunlardan kurtulabilmenin yolunun da bütünlüğü oluşturan parçalardan yola çıkmak olmadığını söyler: ''Bütünlükten kalkarak kendi özel duyarlılık alanlarının güncel belirlenimlerine ulaşabilirler, ama tersini yapamazlar: Kendi özel duyarlılık alanlarından hareketle ve o duyarlılık alanının sınırları içinde kalarak belirli bir toplumsal formasyonun bütününe ulaşamazlar.'' Her bir parçadaki sorunun çözümü o parçayı merkeze alarak yürütülecek bir mücadele ile çözülemez. Çulhaoğlu'nun söylediği budur. İster Kürt sorununu alın, isterseniz ülkedeki demokrasi yoksunluğunu.

Çulhaoğlu sonra, ''...işçi sınıfının kendi sınıfsal sorunları ve gündemleri dışında toplumdaki başka her tür tepkinin, arayışın ve hareketin temsilcisi olması gerektiği''nin altını çizerken aslında çok da farklı bir şey söylememektedir. Bütün bunlardan sonra bence uygun düşenin TİP'in taslak programındaki ''demokratik cumhuriyet'' perspektifinin yazıdaki yaklaşımların neresine oturup oturmadığı konusu olmalıydı. Sanırım M.Çulhaoğlu'nun bugünkü yazısı sadece kimin eski kafalı olup olmadığının yanıtı üzerine yazılmamıştır!

Metin Çulhaoğlu'nun yazısı:
https://ilerihaber.org/yazar/eski-kafali-olmak-91533.html






melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
18.11.2018- 17:49

Somutlaştırmayı bekleyen o kadar çok konu var ki!

Güncel olduğu için söyleyeyim, hem Kürt hareketinin ve hem de Kürt hareketiyle birlikte siyaset yapan veya bu yola giren solcularımızın bu destek ve birlikteliğinin somut ve anlaşılabilir olduğunu söyleyebilmek mümkün mü? Örnekse, Kürt hareketinin ayrılıktan yana olmadığı ve Türkiye sınırları içinde eşit yurttaşlık için mücadele ettiği, eşit yurttaşlıktan neyi kastettiği yeterince açık mıdır? Bu konuda bir netlik var mı?

Ya da varlığını neredeyse Kürt hareketinin varlığına adamış bir yığın örgüt, dergi çevresi, hareket vb. bu tür birliktelikten sola nasıl bir katkı bekliyorlar? Bu zamana kadar nasıl bir yarar gördüler? Kürt hareketi daha sola mı kaydı, yoksa daha sağ-liberal bir yol mu tutturdu? Veya bu birliktelik kendilerine   alan mı açtı? Kitlesellik mi kazandılar?

Elden geldiğince net olmakta yarar ve elden geldiğince de karşımızdakilerden somut olmasını beklemeye hakkımız var! Kim ya da kimler lafı eveleyip geveliyorsa, kim ya da kimler siyasal ve toplumsal alanı netleştirmek yerine daha da karmaşıklaşmasına yol açıyorsa uzak duralım.

''Devrimci'' gevezeliklerin bu ülkeye ve bu ülke insanına hiçbir fayda getirmediğini anlamış olmamız gerekiyor.







Sosyalist27  |  Cvp:
Cevap: 2
18.11.2018- 20:37

Alıntı Çizelgesi: kim yazmış
Güncel olduğu için söyleyeyim, hem Kürt hareketinin ve hem de Kürt hareketiyle birlikte siyaset yapan veya bu yola giren solcularımızın bu destek ve birlikteliğinin somut ve anlaşılabilir olduğunu söyleyebilmek mümkün mü? Örnekse, Kürt hareketinin ayrılıktan yana olmadığı ve Türkiye sınırları içinde eşit yurttaşlık için mücadele ettiği, eşit yurttaşlıktan neyi kastettiği yeterince açık mıdır? Bu konuda bir netlik var mı?



Bugün soldaki kimi fraksiyonların Kürt hareketine eklemlenme şeklinde gösterdikleri kuyrukçu tavır, sadece Türkiye soluna has bir özellik olmayıp, sol içerisinde küresel ölçekte yaşanan değişimlerin bir sonucudur.
90'ların başında Sovyetler Birliği ve Doğu blokunun yıkılması ile birlikte dünyada yeni bir sol akım kendisini göstermeye başladı.
Sınıf mücadelesini reddeden, solu salt etnik,dinsel, kültürel ve cinsel özgürlükler kapsamında ele alan ve soyut bir demokrasi savunusuna sahip olan bu akım, Türkiye'de de kendisini salt bu meseleler üzerinden kurguladı.
Orta Doğu'ya demokrasi(!) getirme misyonunu üstlenen Yahudi ve Amerikan sermayesine dayanan düşünce kuruluşları, açık toplum vakıfları tarafındanda fonlanan bu sol akımlar, artık sınıf mücadelesinin modasının geçtiğini, eski sovyetik tezlerin geçerliliğini yitirdiğini, zaten Sovyetler Birliği'nin de demokrasi yetmezliğinden öldüğünü söyleyip, sınıfsal bağlamından kopardıkları ne idüğü belirsiz bir demokrasi savunusunu solculuk olarak gördüler.
Bunun Türkiye'de ki tezahürüde kendisini Kürt sorunu veya Ermeni meselesi üzerinden siyaset yapmak şeklinde kendisini gösterdi.
Bunlar zor olanı yapmak, yani bir sınıf ya da işçi sınıfının öncülüğünde bir kitle partisi yaratmak yerine Kürt ulusculuğu üzerine kurgulanmış bir harekete kuyruk olmayı kafi gördüler.
Bir kısmıda ( ki bunların çoğu kullanıldıktan sonra son bir kaç yılda bir kenara atıldı) AKP'nin, demokrasinin önündeki en büyük engel olan Kemalist vesayeti (!) yok edeceği saikiyle İslamcılara yanaştı ve AKP yanlısı yazılı-görsel medyada kendilerine yer buldular.
Bununla birlikte Kürt sorunu özelinde şunuda belirtmek gerekir ki, solcular tabi ki ezilen azınlık halkların hakkını savunur ve her türlü etnik, dinsel baskının, ayrımcılığın karşısında dururlar.
Zaten aksi bir tutum, ulusal baskıları geri plana iten ve yok farz eden bir yaklaşım, bir sol hareketi şovenizme götürür.
Fakat solun öncelikli mücadele alanı sınıfsaldır ve kendisini sadece etnik problemler ile sınırlayarak, işçi sınıfının politik mücadelesinin öncüsü olma şeklindeki esas misyonunu ikinci plana atamaz.


Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]