Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Farkındaym, başlık tam yerine oturmadı.

İLERİportal'da Metin Çulhaoğlu'nun yazısnı okurken aklıma gelmişti. İlginç bir başlık da olabilir. Sanırım SOL cenahta, yani bizde epeydir eksik olan bir durum bu. Biliyoruz, kendimizce anlatıyoruz, solculuğumuzu belli edecek bir sol jargon da kullanıyoruz ama bir türlü benimsenemiyoruz. Nedense, toplumda bir karşılık bulamıyoruz. Geçen gün Halktv.de, Şirin Payzın'ın programında TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan konuktu. Sayın Okuyan 2019 İstanbul Belediye seçimlerinden bu yana savunageldiği siyasete uygun bir dil kullanıyor (ayrı konu ama) ve AKP karşıtı muhalefete muhalefet etmeye çalışıyordu. Ne olması gerektiğini de söylemiyor değildi ama sanırım konjöktür başka bir söylemi dayatmasına rağmen ısrarla yinelediği muhalefete dönük sözleri bir tepkiye yol açıyordu. Şirin Payzın da dayanamadı ve ''o zaman siz neden halkta bir etki yaratmıyorsunuz'' anlamında bir çıkış yapmıştı. Yıllardır, neden hep aynı kısır döngünün içinde binde iki, üç, beşlerdesiniz, demek istiyordu. Okuyan'ın buna yanıtı biraz gümbürtüye gitti. Zaten sınırlı bir zamanın dayattığı baskı da varken, burjuva partileri gibi imkan, para yok, anlamında bir kaç cümle kurabildi.

Metin Çulhaoğlu'nun yazısı   ''halktan biri'' olmanın ve halkta böyle bir algı yaratıp, pekiştirmenin öneminin altını çiziyor. Kuşkusuz içi boş da olmamalı, özellikle soldaki siyasetin toplumda karşılık bulabilmesi için. Örnekse televizyonlarda hatta meydanlarda kitlelerde böyle bir algı yaratamayan siyasetçiler ne kadar doğru ve gerekli şeyler söylüyor olsalar da pek dinlenmiyorlar, toplumda karşılık da bulamıyorlar. Halk için ''doğruları konuşmak'' ve samimi olmak elbette önemli ama yeterli mi? Pek sanmıyorum, ille de ''halkçı adam'', ''bizden biri'' olabilmek, toplumda böyle bir yaygın algı da oluşturabilmek, becerisine sahip olmak gerekiyor. Olmadığında ilgi bir yerden sonra tıkanıyor. Liderler, parti sözcüleri bu bakımdan önemli, diye düşünüyorum.

Devam ederiz; Metin Çulhaoğlu'nun söz konusu yazısından sonra...

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
23.04.2022- 08:59

Hadi biraz popülizm yapalım

Burjuva demokrasilerinde insanlar adaylara kendilerini temsil etsin, çıkarlarını savunsun, sorunlarını dile getirsin diye oy verip onları Meclis’e yollar. Kimi durumlarda seçilenler yerel ölçekte halk tarafından bilinen, tanınan kişilerdir; “onlardan biri” sayılır.

Metin Çulhaoğlu

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş 19 Nisan günü TV’de Candaş Tolga Işık’ın bir sorusunu yanıtlarken şöyle dedi: “Halk bizi kendisini Meclis’te temsil eden kişiler olmanın ötesinde kendinden biri gibi görmeye başladı…”

Basit gibi görünen bu değerlendirme temsili/parlamenter demokrasi açısından üzerinde durulması gereken bir derinliğe işaret ediyor.

Çerçevenin temsili/parlamenter demokrasi olduğunu yeniden hatırlatarak açmaya çalışacağız.

***

Burjuva demokrasilerinde insanlar adaylara kendilerini temsil etsin, çıkarlarını savunsun, sorunlarını dile getirsin diye oy verip onları Meclis’e yollar. Kimi durumlarda seçilenler yerel ölçekte halk tarafından bilinen, tanınan kişilerdir; “onlardan biri” sayılır. Başka durumlarda ise oy verilen adayların güçlü, bilgili, dirayetli, lafı sözü dinlenir kişiler olduklarına inanılır.    

Bu demokrasilerde “halktan biri” olmanın ya da öyle sayılmanın özel bir yeri vardır. Çok partili düzene geçildikten sonra insanlar örneğin İsmet İnönü’ye oy vermiş olsalar bile bunu İnönü’yü “kendilerinden biri” olarak gördüklerinden değil dirayetli bir “devlet adamı” saydıklarından yapmıştır. CHP’nin bu “makus talihini” yenebilen kişi ise Bülent Ecevit olmuştur. Halk, 1970’lerde “halkçı Ecevit” demiş, “Karaoğlan” demiş, kendinden biri saymıştır.  

Bir de (o zamanlar) Ecevit’in samimiyetine inanmıştır.

Gene temsili/parlamenter demokrasi bağlamında sosyalist siyasete bakarsak örüntünün pek bozulmadığı bir durum görüyoruz. 1965-1969 döneminde TİP’e oy verenler ve sempati duyanlar örneğin M. Ali Aybar ve Behice Boran’ı ciddi, güvenilir, “doğruları konuşan” siyasetçiler saysalar bile “kendilerinden biri” olarak gördüklerini söyleyemeyiz. Buna karşın halk “onlardan biri” olması pek mümkün görünmeyen Çetin Altan’ı konuşmaları ve özellikle yazdıklarıyla bağrına basmış, “kendilerinden biri” saymıştır.

“Örüntü” dedik; silsile şöyle: Doğruları konuşmak, samimi olmak ve “halktan biri” sayılmak…

Ne var ki silsilenin bu üç halkasına bakıldığında birincisinden diğerlerine doğrudan geçiş olduğunu, yani ilkinin diğer ikisini de otomatikman beraberinde getireceğini söyleyemiyoruz.

Başta sözünü ettiğimiz “derinlik” de burada devreye giriyor.

***

“Buraya kadar meramını anladık, işi neden karıştırıyorsun” tepkisini göze alarak pek bilinmeyen iki kavrama başvuracağız: ‘Spin doctor’ ve ‘parrhesia.’

‘Spin doctor’ nispeten yeni bir kavramdır. İletişim teknolojisi ve araçlarındaki çarpıcı gelişmeler temsili demokrasilerin kriziyle birleştiğinde özel bir “uzmanlık alanı” ortaya çıkmıştır. ‘Spin doctor’ adı verilen bu uzmanlık alanındakilerin görevi, olayları, durumları ve gelişmeleri belirli bir siyasal gücün lehine ve diğerlerinin aleyhine olacak şekilde maniple etmek, çarpıtmak, sentezlemek ve halka öyle sunmaktır (*). Yerleşik burjuva demokrasilerinde, özellikle ABD’de, bu işin özel uzmanları vardır ve bunlar öyle eften püften kişiler de değildir.

‘Spin doktorluk’ işinin Türkiye’de de ziyadesiyle yapıldığı çok açık. Ancak bizdekiler batıdaki gibi belirli bir entelektüel formasyonu olan kişiler değil; bu işi doğrudan iktidar siyasetçileri ile onların medyadaki ham uzantıları yapıyor. En formasyonlu olanı Mehmet Barlas ise gerisini siz düşünün…

O zaman bir tarafa not edelim: Temsili demokrasilerin krizi ve kitle iletişiminin ulaştığı boyutlar, yalanı, tahrifatı, olayların aldatıcı ve yanlış yönlendirici kimi sentezlerde birbirine eklenmesini başlı başına bir siyaset tarzı haline getiriyor.

İkinci kavram, ‘parrhesia’ ise eski Yunan’a kadar gerilere gidiyor. En kısa tanımıyla, siyasette yaygın düşünce ve inançlara karşı, her tür riski göze alarak doğruları konuşmak, gerçekleri söylemek anlamına geliyor.    

Bu durumda mesele, parrhesia’nın ‘spin doctor’ karşısında verdiği mücadelede düğümleniyor.

***

Artık toparlayabiliriz.

Günümüz temsili/parlamenter demokrasilerinde, bu arada özellikle Türkiye’de düzen siyasetinin yaşadığı tıkanmalar spin doktorluğunu başlı başına özel bir meşgale haline getirip sonuçta bir siyaset-halk yabancılaşmasına yol verirken, parrhesia alanının önü eskisine göre daha fazla açılmaktadır.

Başka türlü söylersek, parrhesia giderek daha fazla önem kazanırken doğruları söylemenin ötesinde samimiyet ile “halktan biri” olarak görülmek arasındaki mesafe de kısalmaktadır. Öyle ki halk adına doğruları söyleyip gerçekleri konuşanların geçmişleri, aldıkları eğitim, görünüşleri, kılık kıyafetleri ya da meclis lokantasında tas kebabını kaç liraya yedikleri geri planlara düşmekte, kendilerine kulak verenler başka her şeyden önce samimiyet ögesine bakmaktadır.

Temsili/parlamenter demokrasi ortamlarında sosyalistler dışında doğruları söyleyen başkaları da elbette vardır. Ancak, böyle olsa bile halkın gözünde “parti çıkarı” ya da “siyasi hesap” çağrışımları söylenen doğruları, bu arada samimiyet öğesini önemli ölçüde gölgeleyebilmektedir.

Sonuç: Mesafeler kısalmıştır; doğruları parti çıkarı ve siyasi hesap izafesinden uzak bir samimiyetle dile getirenlerin önü açılmıştır; bunu yapanların hepsi olmasa bile (üslup, tarz, vb. ile birlikte) bir kısmı “halktan kişiler” olarak öne çıkacaktır.

Ve nihayet bizim gibilerin önüne de bu tür yazılarla “popülizmin teorik kılıfını hazırlama” fırsatı çıkmış olacaktır!  

________________________________________________________________________

(*) Bu konuya ilişkin akademik bir makale için bakınız, Ebru Özgen ve Nurdan Bayraktar, “Spin doctor” kavramının tehdidi altında halkla ilişkiler”, Marmara İletişim Dergisi sayı 21, 2014 (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/206438).

https://ilerihaber.org/yazar/hadi-biraz-populizm-yapalim-139738

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
27.04.2022- 04:49

Bir üstte söylemeye çalıştıklarımdan farklı bir konu da var. Örneklerden gidilecekse Kılıçdaroğlu'nun da ''halktan biri'' olduğunu düşünüyorum. Samimi olduğundan da sanırım hiç kimse kuşku duymaz. CHP gibi bir partinin de başında olmasına rağmen, halkta pek ilgi uyandırabildiği ve heyecan yaratabildiği   iddia edilemez. O zaman halktan biri olmanın da kitlelerde karşılık bulabilmesi her zaman mümkün olmuyor denilebilir. Klasik söz, mutlaka gerekli ama yeterli değil. Peki ne olması gerek? Özllikle soldaki siyasetçiler için daha fazla ilgi görebilmesinin, toplumda bir heyecan dalgası yaratabilmesinin belli bir formülü var mı?

Soru orada dursun, sonra döneriz, İmamoğlu örneğine değinmek isterim. Sorulsa hem İmamoğlu ve hem de Kılıçdaroğlu sosyal demokrat bir siyasetçi olduğunu söyleyebilirler. Sosyal demokrat bir siyaset bu coğrafyada ne anlama gelir, bu iki lider bu değerlendirmeye ne kadar uyar, ayrı bir konu ama ikisinin de sosyal demokrat siyasetçi olduğunu söylersek yine iki siyasetçinin de samimiyetinden ve bu samimiyeti topluma yansıtabildiğinden söz etmek mümkündür, diye düşünüyorum. Düzen bağlamında doğruları da söylüyorlar.   Bu başlığın konusu olduğu için ''halktan biri'' olarak da sayılablirler. Ama (bence) aralarındaki fark İmamoğlu'nun Kılıçdaroğlu'na göre daha ''halktan biri'' olabilmesi. Bu ''daha'' sözcüğüyle anlatılmak istenen de halkla temas kurmaya çalıştığında   bireysel özelliklerinin onu çok daha fazla öne çıkarması, daha inandırıcı, daha benimsenebilir olmasıymış, gibi geliyor bana. En azından böyle bir algıya yol açabliyor. Yoksa, İmamoğlu'nun daha halktan biri olarak nitelemek yerine onun Kılıçdaroğlu'na göre halktan biri olarak nitelemek daha doğru mu olur?

Şuraya gelmek istiyorum, eminim ki, bugün Kılıçdaroğlu'nun yerinde İmamoğlu olsaydı, CHP'nin durumu çok daha farklı olur, kitlelerde ''Karaoğlan'' Ecevit'in yarattığı etkiye benzer bir etki yapabilirdi. Aralarında bir fark var. Sosyal demokrat kuramı çok daha iyi özümsemiş olmasından değil bu fark. Samimiyetleri arasında çok fark olması da değil. Belki İmamoğlu'nun ''daha'' halktan biri olmasıdır ama, bence üzerinde duruması gereken fark da burada. Bu farkı olabildiğince maddi bir temele oturtmak gerekiyor.

Tekrar soldaki liderlere döndüğümüzde, bu anlamda bir eksiklikten söz edilebilir. Doğruları söylüyorlar, samimiler ama halktan biri, bizden biri değiller, olamıyorlar. Çulhaoğlu'nun değindiği gibi Erkan Baş'ta bu özellik var ve toplumda böyle bir algıya yol açabiliyor. Önemli.

Bu, halktan biri olabilmenin, daha fazla halktan biri, bizden biri olabilmenin yolu, eğer bir sıraya konulacaksa elbette doğruları söylemek, samimi olmak ve bunun yanıda ağzı laf yapabilmek, inandırıcı olmak, (belki) bir elektriği de olmak...-sayılabilir. Sanırım halktan biri, bizden biri olabilmenin yolu da buralardan geçiyor.   Liderde birtakım bireysel özelliklerin de bulunması gerekiyor. Lideri halktan biri yapabilen şey bece biraz da bu özellikler. İmamoğlu'nda bu fazlasıyla var. Kılıçdaroğlu'nda yeterli değil. Sosyalist solda ise -ne yazık ki- mumla aranan bir özellik bu, diye düşünüyorum.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]