Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Gerçek bir öncülüğe duyulan ihtiyaç- Erkin Özalp  

Bir rivayete göre, TEKEL direnişi sırasında, bazı solcular, çadırlarda kalan işçileri, Stalin’in yaptığı kötülükleri anlatarak bilinçlendirmeye çalışmış.

Böyle bir olay gerçekten yaşanmış mıdır, yaşanmışsa tam olarak neler olup bitmiştir, bilemeyebiliriz. Ama gönül rahatlığıyla “kesinlikle böyle bir şey olmamıştır” diyebilir miyiz?

Özellikle küçük sol örgütler, işçi eylemlerine de, öğrenci hareketlerine de, daha geniş ölçekli toplumsal hareketlere de aynı kaygıyla yaklaşır: En azından birkaç yeni üye daha kazanmak. İnsanları ikna etmeyi kolaylaştıracak kadar güçlü bir örgüte sahip olunmadığında, uç tartışmalara başvurulabilir ve dahası bunlarla bazı kazanımlar da elde edilebilir.

Tanıdığım bir kişi, 1980’li yılların sonlarında bir sol örgüt adına Boğaziçi Üniversitesi’nde örgütlenme çalışması yürütmüştü. Dış görünümlere vb. bakmaksızın herkesle konuşuyordu. O dönemde öğrencilere verilen kahvaltı fişleriyle ilgili bir sorun nedeniyle düzenlenen toplantıdaki konuşması da dahil olmak üzere her konuşmasında aynı tezi savunuyordu: Silahlı mücadele yürütmeden olmaz! Ve inatla çalışarak istediği sonucu elde etmiş, üniversitedeki en büyük (sanırım 15-20 kişilik) sol gruplardan birini oluşturmuştu.

Hayli uç örnekler vermiş oldum elbette. Ama belirli bir güce ulaşan sosyalist örgütlerin, “sürdürülebilir” olmayan bu örgütlenme ve “öncülük” yapma tarzını tümüyle aştıklarını söyleyebilir miyiz?

Şöyle de sorulabilir: Gezi Direnişi sırasında ortaya çıkan bayrak-flama alerjisinin tek nedeni, “kitlelerin siyasal bilinç düzeyinin geriliği” ya da “liberalizmin etkisi” miydi? Sosyalist örgütlerin “öncülük” yapmaya çalışma tarzlarında hiçbir sorun yok muydu?

Aynı “öncülük” tarzının ürünü olarak direniş forumlarında yaşanan sol içi tartışma ve ayrışmalar, bazılarında “solcularla iş yapılmaz”, bazılarında da “diğer solcularla iş yapılmaz” fikrini güçlendirmedi mi?

Oysa Gezi Direnişinin ortaya çıkardığı en önemli ihtiyaç, gerçek bir öncülüktü. Ve direniş ruhu ölmedikçe, bu ihtiyaç sürecek.

“Her şeyin en doğrusunu bildiğini iddia eden birilerinin diğerlerini bilinçlendirmesi ve onlara en doğru yolu göstermesi” değil, kastettiğim.

Toplumun farklı kesimlerinin, ortak çıkarlarını yansıtan somut ve gerçekçi hedefler doğrultusunda, mümkün olan en geniş birlikteliklerle mücadele etmesini ve mücadeleye katılan herkesin özgün katkılarda bulunabilmesini sağlamaya yönelik bir öncülükten söz ediyorum.

Daha somut bir tartışma için yine direniş forumları örneği üzerinde durabiliriz.

İnsanların bir araya gelmesi ve eşit koşullar altında görüşlerini paylaşması elbette çok önemlidir. Ama bundan daha önemlisi, bir araya gelişin, bir protesto yürüyüşü daha yapmakla sınırlı kalmayan, elle tutulur bazı sonuçlar doğurmasıdır. Yoksa, başlangıçta son derece ilgi çeken ve heyecan uyandıran konuşmalar ve tartışmalar, kısa bir süre içinde sıkıcı ve anlamsız bulunmaya başlar. Öncülük ihtiyacı da bu noktada belirginleşir. Az sayıda insan, çoğunluğun desteğini kazanacak somut hedeflerin ve bunlara uygun çalışma tarzlarının belirlenmesini sağlayabilir. Dayatmada bulunarak değil, ikna ederek elbette...

Forumlara katılmış olanlardan, “bizimkinde şu ve şu kişiler, bir de filanca kişiler bulunduğundan, o dediğin şey mümkün değildi” türü itirazlar gelebilir. Ama öncülük denen şey, tam da bu tür sorunların üstesinden gelmenin yollarını bulma sanatı değil mi? Gerektiğinde geri adım atarak, gerektiğinde bazı özverilerde bulunarak, gerektiğinde insanları ikna etmek için saatlerce görüşerek, gerektiğinde “dışarıdan” baskı yapılmasını sağlayarak vb. vb.

Aslına bakılırsa, “dar örgüt çıkarları” açısından bakıldığında bile, forumlar, “dar örgüt çıkarları”nın bir yana bırakılmasını gerektiriyordu. Çünkü birincisi, sosyalistlerin içtenlikle ve özveriyle yürüttüğü çalışmalar sayesinde bazı kazanımların elde edilmesi durumunda, bunun sosyalistler sayesinde gerçekleştiği her durumda bilinir ve ilgili sosyalistlerin güvenilirlikleri artardı. İkincisi, mücadele yoluyla bazı kazanımların elde edilmesi, genel olarak sosyalizm mücadelesinin ve dolayısıyla tek tek sosyalist örgütlerin önünü açardı.

Gezi Direnişi sırasındaki biçimleriyle forumları yeniden canlandırmak pek olası görünmüyor.

Ama direniş ruhunu somut kazanımlarla ete kemiğe büründürme ihtiyacı sürüyor.

Bunu sağlayabilecek bir öncülüğün yokluğunda, direnişi etkisizleştirmekten başka bir işlevi olmayan CHP hakkındaki verimsiz tartışmalar da, bu partiye yönelik temelsiz beklentiler de aşılamayacaktır.

Tam da CHP geniş kitleleri bir kez daha hayal kırıklığına uğratmışken, sosyalist sola düşen görev, direnenlerin önüne gerçek mücadele hedefleri ve bunlara uygun örgütlenme biçimleri koymaktan başka bir şey olabilir mi?

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
09.12.2014- 01:59

Erkin Özalp'ın   eleştirilerine genelde katılıyorum. Bu eleştirilere katılmayacak bir sosyalist olduğunu da düşünmparti içinde oluşturduğu sorunlarüyorum. Ne var ki, bu eleştirel yaklaşım bir sorunun yanıtını vermekte yetersiz kalıyor. Daha açık, daha somut örnekler üzerinden bu konu tartışılmalıdır. Erkin Özalp, Haluk Yurtsever, Ali Mert örnekleri üzerinden gidilecekse bildiğim kadarıyla bu kişiler TKP'de bulunmuyorlardı, üyesi değillerdi. Başka isimler de verilebilir. Bu kişilerin sosyalistliğini, sosyalist olup olmadıklarını tartışmak mümkün değildir. Ama parti örgütlenmesinde yer almadıklarında veya daha doğru olarak, belli bir zaman partide görev aldıktan sonraki ayrılıklarda hangi nedenler öne çıkıyor? Bunu tam olarak bilmek mümkün olmuyor. Çünkü bu konular somut olarak da ''dışarı'' yansımıyor.

Konuyu şuraya getirmeye çalışıyorum. Komünist partilerde bulunması gerektiğini düşündüğüm Leninist örgütlenme tarzı, -''demokratik merkeziyetçilik''- bu tür ayrılıklara neden oluyor. Erkin Özalp'ın üstteki eleştirilerine katılmakla birlikte demokratik merkeziyetçilik ve parti yönetim organlarının işleyişi konusunda bir açıklık getirmiyor. Geçenlerde HTKP'den parti meclisi bir kaç kişiyle konuştuğumda edindiğim izlenim onların bu konuda daha gevşek bir yapılanmayı savunduklarıydı. Haluk Yurtsever ve Erkin Özalp konusunda isim vererek partiye davet edeceklerini söylüyordu. Bu konuda gevşek bir yapılanmayı savunurlarken demokratik merkeziyetçilik konusunun ne olacağını sorduğumda, sadece ''bir problem olmaz, demokratik merkeziyetçiliği savunuyoruz'' da diyorlardı.

Bu konu tartışmalı bir konu. Kişisel olarak komünist bir partinin demokratik merkeziyetçi bir örgüt anlayışına sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Ne var ki, bu durumda pek çok sosyalist aydının parti dışında kalması da bir problem oluyor. Ne yardan ne serden durumu!

Üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]