Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Ustalardan ve yazarlardan

Devir teslim işlemleri hakkında

Metin Çulhaoğlu


Eylül ayına girdik, önümüz sonbahar...

Fazla yazılıp çizilmese bile özel sohbetlerde sıkça dillendirilen konulardan biri de şuydu: Önümüzdeki sonbahara ilişkin beklenti çıtasının bu kadar yüksek tutulması doğru muydu? Ya sokaklar ve alanlar Haziran'daki gibi dolup taşmazsa? Şu "Eylül sendromu" işini bu kadar dile dolamasak (dolamasaydık)"

Demek ki "sonbahar öngörüleri" ya yanlış anlaşılmış ya da yeterince açımlanmadan konuşulmuş, yazılmış...

Oysa söylenen şunlardı: Haziran Direnişi'nde korku duvarı aşılmıştı, gündelik siyasetin ve halkın bu siyasetle ilişkilenme tarzının yerleşik parametreleri altüst olmuştu...Halka özgüven gelmişti ve bu işlerin eskisi gibi gitmeyeceği ortaya çıkmıştı... Sonra, bir tarafın ezberi bozulmuştu; dış politika fiyaskolarının bir de içerden gelen güçlü bir tepkiyle eşleşmesi, AKP iktidarını gerçekten şaşırtmıştı vb...

Bütün bunlar, geniş toplum kesimlerinin öyle dışarıdan izleyerek ve gözleyerek, edilgen bir "alıcı" olarak değil, bizzat eyleme geçerek kendine değerli bir "müktesebat" yaratması anlamına geliyordu. Müktesebat, "edinilmişler, kazanılmışlar" demektir. Edinilenlerin ve kazanılanların arasında yalnızca özgüven yoktur. Bunun ötesinde deneyim ve bu tür her deneyime eşlik etmesi kaçınılmaz olan bir bilgilenmişlik vardır; süreçlere bu kez farklı bir gözle bakma durumu vardır...

İşte, söylenen de tam tamına şuydu: Türkiye'de insanlar, önümüzdeki dönemin siyasal ve toplumsal gelişmelerine yukarıdaki donanımla bakacaklardır... İşçi-emekçi herhangi bir eyleme kalktığında artık Haziran sanki hiç yaşanmamış gibi davranmayacaktır... Öğrenci gençlik, okulundaki polise, eğitim sistemine, iktidar yalakası yönetimlere eskisinden farklı bir gözle, tepkilerini sırt çantasında biriktirmeden bakacaktır... Laik duyarlılıkları olan kesimler, iktidarın bu alandaki yeni girişimlerine "du bakali nolcek" modunda yaklaşmayacaktır... Dahası, "Kürt diyalogu", ";Suriye politikaları", aklınıza ne geliyorsa her başlıkta artık daha aktif ve müdahaleci tutumlar ortaya çıkacaktır...

Eğer buysa, bu söylenen, sokakların ve alanların ille de Haziran ölçülerinde ve sürekliliğinde olmak üzere on binlerle dolup taşması demek değildir.

***

Geniş kitlelerin kendiliğinden hareketlenmesi, genel olarak güçlü ve ayrıksı bir dış etmen tarafından tetiklenir.

Haziran direnişinin bu bakımdan ilginç bir yere oturtulması gerekir. İktidarın Gezi Parkı'na ilişkin niyetleri, bu hareketliliğin katılım anlamındaki boyutlarını ve coğrafi yaygınlığını açıklamaya yetmez. Ancak, bunun dışında "tikel" bir tetikleyici bulup göstermek de güçtür. Haziran, bu bakımdan ilginçtir ve bugün için yapılabilecek tek saptama "ertelenmiş tepki"dir. Yani halk tepki duyduğu gelişmeleri "içine atmış", açık tepkisini ertelemiş, uzun süren bu erteleme sürecinin bir noktasında da patlamıştır. Kim bilir, "yaprak kımıldamıyor" döneminin duyulmayan sloganı belki de şuydu:
"Birike birike patlayacağız!"

Her neyse, toplumsal süreçlerde böyle bir kendiliğindenliğin ikide bir tekrarlanması, kısa aralıklarla ve aynı boyutlarda yeniden ve yeniden ortaya çıkması, zaten beklenebilecek bir durum olmasa gerekir.

O zaman?

***

Az önce konulan şerhe rağmen bir olasılığın akılda tutulması gerekir: Kendiliğinden patlama sık aralıklarla yinelenecek bir durum olmamakla birlikte, özellikle Haziran gibi bir müktesebatın ardından "tetikleyici faktörler" devreye girdiğinde yeni patlamaların ortaya çıkması büsbütün gündem dışı değildir...

Bunu bir kenara not edelim ve şöyle bir gerilere bakarak devam edelim.

Türkiye tarihinde her toplumsal hareketlenme, gerçekleştiği dönemin ötesine taşmış, geleceğe mutlaka bir şeyler "devretmiştir."

Örneğin 1960'lar "demokratların sosyalistleştiği" dönem idiyse, bunun geri planında 1946'dan başlayarak ete kemiğe bürünen bir toplumsal-siyasal hareketlenme vardır. Bu hareketlenmenin daha sonra Demokrat Parti'den düş kırıklığına uğrayan bileşenleri yeni arayışlar içine girmiştir ve 1960'lı yıllarda Türkiye sosyalist hareketinin mücadeleyi ülke sathına yayan yeni unsurları arasında bu bileşenlerin önemli bir ağırlığı vardır.

Sonra, sınıf hareketinin, sendikal hareketin, bu arada örgütlü sosyalist mücadelenin 1970'li yıllardaki canlılığından söz edeceksek, "geleneksel" kadroların dışında, 15-16 Haziran 1970 patlamasından çıkıp gelen "öncü işçilerin" bu canlılıktaki özel paylarını göz ardı edemeyiz.

Daha da uzatılabilecek bu örneklerle şunu kastediyoruz: Türkiye solu, olursa zaten amenna diyeceği yeni "kendiliğinden" patlamalar dışında, 2013 Haziran'ında ön plana çıkan, ayrıca "ben yapacağımı yaptım, artık köşeme çekiliyorum" demeyeceği de belli olan yeni unsurlarla mutlaka ilişkilenmeli, ülkenin geleceğini birlikte konuşmaya, tartışmaya ve elbette örgütlenmeye başlamalıdır.

İşçi olabilir, mahalle önderi olabilir, genç emekçi-öğrenci olabilir, kadın olabilir...

Ve kimsenin tereddüdü olmaması gerekir: "Orta sınıflardan tuzu kuru kişilerin de olmasının hiçbir sakıncası yoktur...

Böyle bir birikimin, 1960'ları sırtlayan 1946 sonrası dönem ile 1970'leri omuzlayan 15-16 Haziran 1970'in "devirlerinden" çok daha zengin olacağını düşünmek için her tür neden vardır.

Bugünkü iktidarın ve özellikle başındaki kişinin bir bakıma "avantaj" olduğu da dikkate alınmalıdır.

Tek silahları vardır: Korkutmak...

Eğer bu silah işlemezse, yani korkutamazlarsa, süreç lehimize gelişecektir.


http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/devir-teslim-islemleri-hakkinda-79030

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]