Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Tercih meselesi…-Aydemir Güler


Ama zevk meselesi değil. O kadar da değil!

İki üç güne oy kullanacağız ve memlekette “oy davranışı”, yer yer, zevkler ve renkler hakkındaki tuhaf deyişi çağrıştırıyor. Görünüşte oylar çok tartışılıyor; ama aslında tartışılamıyor. Nasıl tartışacaksınız ki? Her kesim için geçerli, ama bizim cenahtan örnek vereyim; memlekette sosyalist hatta marksist ve leninist olduğunu söyleyip sosyalizm seçeneğinin varlığını hoşgöremeyenler çıkabiliyor.  

Şeriatçıysan şeriata, faşistsen faşizme, milliyetçiysen milliyetçiliklerden kendini ait hissettiğine, öyle zannettiğine oy ver. Solcuysan da sağcılık yarışındakilere değil, komünizme!

Davranış akılcı olsa, böyle olurdu… Ama seçim tuhaf bir alandır ve hiç de böyle bir rasyonalite çalışmaz. Uzun vadede sınıfsallık, dolayısıyla ekonomik faktörler ağır basabilir. Ama belli bir seçimin verili takvimi hiç de uzun vadeli değildir ve konuyla ilgili teoriler bir noktadan sonra açıklayıcı güçlerini yitiriverirler.

Kendisi akılcı olmayan seçimin akılcı olan bir versiyonunu özlüyor değilim. Kendisi adaletsiz olan kapitalizmin demokratiğini aramadığımız gibi...

Ama her şeyin bir sınırı olmak gerekir. Deliliğin de adı deliliktir! Sosyalizmin bir seçenek olarak kaybolmasını istemek, bu dünyada zerre umut, damla insanlık, gram akıl kalmasın demekle eşdeğerdir.

Ve bir nesnel, maddi analizin konusu olan da bu kadardır. Sosyalizm umudu yoksa insanlık bitmiştir! Bu son derece bilimsel ve biricik bilimsel olandır!

Gerisi, zihin açan ama zihinleri büsbütün netliğe kavuşturması imkansız bir egzersiz. Örneğin, seçimden yine düğüm çıkar ve düğümü daha önce Gülencilerin yapamadığını yapıp AKP’yi bölerek çözer Gül’ler, Arınç’lar. Bu bir yol. CHP ile HDP’yi büyük koalisyona götürecek bir yol.

Düğümü kimse çözemez de bir süredir alenen tartışıldığı gibi paşaların kesmesi. Bir seçenektir, çünkü kariyerleri hep bizzat Erdoğan’ın imzasını taşımış olan bu üniformalı gericilerin mesleklerinin bir parçası da budur: Düzenin bekası. İcabında karşı-devrim, icabında restorasyon.

Veya düğümcü Erdoğan takımı tutanacak birtakım dallar bulmayı sürdürür ve MHP’yle devam ettirir direnişini… Bu da mümkündür. Ne kadar sürer, tartışırız…

Tercih meselesi her defasında devreye girecektir. Erdoğan’dan kurtulmak için Gül-Arınç-Babacan ve diğerleri tercih edilir (!) mesela. Darbeye karşı çıkmak lafta kolaydır. Nasılsa memleket kana alışmışken bu uğurda akıtacak kan da bulunur. Lakin büyük koalisyonun altyapısını döşemek için yapılan bir darbeye “can kurban” diyeceklerin kimler olacağını düşünebiliyor musunuz? Veya son olasılıktan çok daha alışıldık bir ezber çıkar: “Faşizme karşı” diye diye parlatılacaktır büyük koalisyon.

Bu yol ağzında ne tavır alınacağının analizle, bilimle alakası pek sınırlıdır. Bu bir tercih meselesidir! Büyük koalisyon mu, sosyalizmin bir toplumsal seçenek olarak örgütlenmesi mi?

Ey Türk ve Kürt solcusu; Kutlu doğum haftalarında arzı endam etmeye hazır mısın? O faşist ve şeriatçı askerlerin açacağı demokrasi yoluna sürecek misin arabayı? Faşizme karşı diye diye ABD’yi göreve çağırmak, NATO’ya sığınmak nasıl geliyor kulağına?

Bu bir tercih meselesidir eninde sonunda.

Konumuz Türkiye’de solun önünün “objektif olarak” ne kadar açık veya aralık veya kapalı olduğuyla ilgili olmakla birlikte buna indirgenemez. O yolu açmak için her şeyi yapmaya hazır mıyız? Bizim tercihimize yön veren soru budur işte. Bu ülkede sosyalizmi, komünistliği anlamlandırmak için önce ilke olarak sömürüsüz bir toplumu, adaleti, kardeşliği, emeğin hakkını “istemek” gerekir. Bunlar ilke değil de, olanaklar ve olasılıklarsa, hangisi gerçekçi diye analiz yapacak ve öyle karar vereceksek… baştan kaybettiğimizin resmidir!

Bilim, ama aptalca olasılık hesaplarından ötesini göremeyen zihni sinirlik olarak değil de, tarih bilimi ve bilinci bizden yanadır. Sömürü varsa bizim kavgamız da var. Bizim kavgamız umutsuzluğa boğulmuşsa sömürü düzeni insanlığın bittiği yere vardı demektir.

Bu yüzden “hiç boyun eğer mi insan” sorusu, Türkiye Komünist Partisi’nin 2010’da, doksanıncı yaşında ortaya attığı soru hakikidir. Yanıtı bir tercih meselesidir.

Tercihler tartışılır. Ölçüt insanlıktır.

Toplumun, halkın, aydınların, gençlerin, kadınların, işçi sınıfının… bizim en büyük, en öncelikli gereksinimimiz daha güçlü bir komünist partidir!

Ki, sosyalizm bir taraf olabilsin.

Ki, insanlık boyun eğmesin.

Ki, toplumun gelecek umudu yaşasın.

Seçim bu sonuca su taşıyorsa iyidir. Diğer sonuçlar ve seçenekler çöptür. Çöp diye zevk olur mu?

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
30.10.2015- 16:47

Bugün sahibi alevi olan bir tanıdığımın iş yerindeydim. Televizyon da kapalıydı, CNNtürk'ü açtırdığımda karşımıza Selahattin Demirtaş'ın Trabzonspor Başkanı'nın o haddini bilmez konuşmalarını eleştiren konuşması çıkmıştı. Dinledik, arkadaşım '' CHP olmaz bu adama oy verirdim'' dedi, ''delikanlı adam!'' Bir iki gelenler de oldu. Laf lafı açtı ve konu seçimlere geldi. Konuşmalardan hepsinin de AKP aleyhtarı olduğu belliydi. Ne yapılacağı, ne yapılması, seçimlerde nasıl davranılması gerektiğine konusunda CHP ve HDP öne çıktığında ''tartışma'' biraz daha inceldi, komünist partiyi savunmaya başlamıştım. Genellikle söylenenleri kabul ediyorlardı ama ''komünist parti güçsüz'' dü. Meclise 25 30 vekil sokabilecek olanağa sahip olsalardı kesinlikle oylarını KP'ye verirlerdi. Söyledikleri buydu.

Daha önce de yazmıştım, sanırım yazıyazforum'daydı. Yıllar boyu hep CHP'ye oy vermiştik. Komünistlere oy vermek oyun boşa gitmesi anlamına geliyordu. İktidarda faşist, faşizan partiler varken, ne kadar sol olduğu tartışılsa bile hiç olmazsa laik ve aydınlanmacı kimliğini öne çıkartabilen CHP'ye oy vermek çok daha akıllıcaydı. KP'li bir kadın arkadaşımız vardı. Dökmediği diller kalmazdı, anlayamadığını söylerdi, hem komünizmi anlatmak, hem dünyanın ancak komünizmle daha güzel olacağını savunup ve hem de sonuçta bir düzen partisi olan CHP'ye meyletmek kabul edilemez bir hataydı. Saatlerce konuştuğumuz, tartıştığımız olurdu. (O arkadaşımızın başına sonradan kötü şeyler geldi. Başka bir nedenle gittiği doktordan beyninde ur olduğu ortaya çıktı ve bir zaman sonra da kaybettik. Sağlığında hiçbir sonuç vermemişti o tartışmalar. Onu yitirdikten sonra...Ne yazık ki, çok istediğini göremeden...)

Düzen solu diyebileceğimiz iki partinin toplam oyu 20 milyona yakın sanıyorum. Bu 20 milyon kişinin kaçı solcudur. Bu solcu olarak nitelediklerimizin kaçı sosyalizmi savunuyordur, kaçı kurtuluşun sadece bilimsel sosyalizmde olduğuna inanıyordur? 50, 100, 200 bin; olabilir mi? 500 bin olsun diyelim. Bu 500 bin kişinin sosyalist bir partiye yanaşması, düzen solundan kopması, bu iki partide hangi olumsuzluğa yol açar? Bu 500 bin oyun ne CHP'de ve ne de HDP'de sola çekim yaratmadığını da biliyoruz. HDP ''medine sözleşmesi''nin referansı olduğunu, CHP de İmam hatip'lerden memnun olduğunu açıklayıp duruyorlar. Her iki parti de ne kadar gerici varsa partilerine doldurmaktan çekinmiyorlar. Komünist bir partiye oy vermek yerine bu düzen partilerine oy vermekle mi sosyalizme alan açacağız, gericiliği gerileteceğiz? Üstelik bu 50, 100, 500 bin, artık ne kadarsa oyun bu partilerden çekilip kendi mecrasına akması, hiç kuşkum yok, Türkiye solunda yadsınamaz bir enerjinin ortaya çıkmasına da yol açabilecektir. Bu kadar sayıda sosyalistin hiç bir yarar getirmediği belli olan düzen partilerine girmesi yerine, komünist bir partiye gitmesi bir başka yorumla, aklımıza bile gelmeyen gelişmelerin tetikleyicisi olacaktır. Sadece şu kanıksadığımız alışkanlıkları bir kenara bırakmak gerekecek. Sadece yerimizin düzen solunda olmadığını artık anlamamız gerekli.

Aydemir Güler'in kısaca ifade ettiği şekliyle; ''Şeriatçıysan şeriata, faşistsen faşizme, milliyetçiysen milliyetçiliklerden kendini ait hissettiğine, öyle zannettiğine oy ver. Solcuysan da sağcılık yarışındakilere değil, komünizme!''

Sadece bu.
Çok mu zor?

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]