Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Fatih Yaşlı'nın Birgün'deki yazısının konusu biraz farklı; isteyen okuyabilir. Alıntıladığım bölüm ise tam da attığım başlığa uygun düşüyor: Bu sömürü düzeni naden ve nasıl sürdürülebilir hale geliyor?


Marx, din için “Kitlelerin afyonu, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir dünyanın ruhu” demişti. Doğrudur, din yaşanan sefalete katlanmanın en önemli aracıdır, ancak yetmez. Bir hakikat olarak sefaletten fantezi dünyasına kaçışta milliyetçilik de muazzam bir araçtır. Evine ayda bir et girenler, çocuğunun cebine okul harçlığı koyamayanlar, iki yakası bir araya bir türlü gelemeyenler için bugünün sefalet, yarının ise endişe yüklü hakikatinden görkemli ve şanlı bir geçmişe kaçış en kolayıdır. Orada sığınılacak bir “altın çağ” vardır, orada padişahlar, ganimetler, savaşlar, mutlak bir adalet, masallardaki gibi bir zenginlik vardır.

Ama mesele sadece geçmişe sığınmak değildir, o geçmişin yeniden var edilebileceğine inanmak da önemlidir, yani “yeniden doğuş” efsanesine inanmak gereklidir. Bir zamanlar dört kıtada at koşturulmuşsa bu yine olabilir, bir zamanlar dünyaya hükmedilmişse yine hükmedilebilir, bir zamanlar padişahlar sayesinde cihan devleti olmuşsak, padişahlar kadar güçlü bir liderin öncülüğünde bu yine mümkün olabilir. İşte burada güce tapma, güçle özdeşleşme devreye girer. Patronundan, amirinden, müdüründen, ustasından tüm gün azar işiten, varlığı ciddiye alınmayan, horlanan, ezilen, eve gittiğindeyse karısını, çocuğunu döven kitleler için liderle, başkomutanla, reisle vs. özdeşleşmek, onu tanrısallaştırmak en kolayıdır. Bütün faşizmler de büyük ölçüde bu ikisi üzerine kuruludur zaten, “faşizmin kitle ruhu anlayışı” böyle işler: “Yeniden doğuş” miti ve lidere tapınma.


http://www.birgun.net/haber-detay/hayaller-gercekler-osmanli-lozan-130365.html

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]