Seçimler ve yaklaşımlar
Takvim çalışıyor, seçim süreci başladı.
Önce devlet memurları ve sendikacılar falan görevlerinden istifa ettiler. Zekeriya Öz dışında neredeyse herkes siyasete atılmaya karar verdi.
Hakim ve savcılar patır patır döküldüler. Hani hiç siyasal bir iş yapmıyorlardı ya, şimdi atılacaklar siyasete! Önceden? Ceplerinde duruyordu!
Salim Uslu, işçilerin ünlü önderi, sıkı savunucusu, işçi düşmanı paketlerin destekçisi, AKPden aday olmak üzere istifa etti. Önceden hiç AKPli olduğu belli olmuyordu doğrusu! Hiç uğraşmazdı siyasetle!
Süleyman Çelebi farklı mı? CHPden aday olacağını açıkladı. Eh hiç işçi olmayacak olsa bile bir-iki sendikacı adayı olsun bari CHPnin! Hakimler şunlar bunlar, ama tümü üst tabakadan olanlar doluştular onun da kapısına. Ama zaten, beceremese bile, koca İstanbul teşkilatının başına getirmek üzere bula bula Aydın Doğanın CEOsunu bulmuştu. Geçim derdi diyordu Kılıçdaroğlu, ev kadınlarına maaş bağlayacaktı, ama hep zengin-burjuva takımıyla iş görüyordu. Yeni bir sadakacı anlayış yani! Erdoğanınki gibi fitreci değil belki, daha düzenli, ama yine de zenginin gönlünden ne koparsa yoksulun sofrasına o kadar.
TKP de fena değil hani! İlanla beş yüz bin boyun eğmeyecek kişi arıyor. Komünist mi komünist! Bildiğimiz komünist partiler işçi sınıfının öncü müfrezeleridir, işçi sınıfının ileri unsurlarından oluşurlar. TKPnin ilginçliği odur ki, işçi sınıfının ileri unsurlarından oluşmuyor, öyle öngörülüp tasarlanmıyor. Sağlam olsun, boyun eğmesin de çamurdan olsun!
Sınıfın öncü müfrezesi olarak örgütlenmiyor, ortalıkta dolaşan, kim oldukları hiç mi hiç önemli olmayan, yeter ki boyun eğmeyecek türden olsunlar diye düşünülen birileri aranıyor örgütlenmek için! Maşallah! Yalçın Küçük ya da Doğu Perinçekin boyun eğdiklerini kim ileri sürebilir. Kendi kavillerince boyunlarını dik tutuyorlar. Ama bu dik tutma onların olsun!
Ve komünist Türkiyede Kürt milliyetçiliği olmazmış, ayrılıkçılık olmazmış! Kafaya bağlı. Ve tabii ki işçi sınıfının iktidarda olup olmamasına. Hayal bu ya, işçilerin iktidarda olmadığı, o beş yüz binlerin iktidarında öyle ayrılıkçılıklar olur ki! Şimdiden belli. Dayatmayla çözülmez çünkü ulusal sorunlar. Tek yolu gönüllülüktür, gönülleri kazanmaktır.
Peki, bizim cenahta da sorunlar yok mu? Olmaz olur mu? Sorunsuz siyaset mi olur? Yeter ki burjuva siyaseti, yani iğrençlikler toplamı olmasın!
TKP türü kırmızı çizgilerim var diye tutturmadan kuşkusuz, her ilerici, devrimci parti seçimlere hazırlanıyor. Kuşkusuz tek başına girecekmiş gibi hazırlanılıyor. Bu, her partinin hakkı. Kimse karışamaz. Ama aynı zamanda bugüne kadar bir demokratik blok oluşturulamadığının da kanıtı.
Bir demokratik blok lafı dolaşıyor ortalıkta. 2002den yana böyle bu. Ancak bu blokun, bir türlü mücadele bloğu olarak oluşturulması başarılamadı. Seçimler kapıya dayanınca akıllara düşüyor. Ve görüntü, burada da adaylıklarla sınırlı bir tartışma ya da hatta çekişmeye ilişkin oluyor. Ama kesin ki, gerçek bir bloklaşma görüntüsü verilemiyor.
BDP, örneğin, o da, diğer partiler gibi, aday belirleme ve açıklamadan önce adlarını sızdırma yolunu tuttu. Blok diyor, kuracağız diyor; ama adaylarını da açıklıyor ya da sızdırıyor. Tabii ki bunların blok adayları olması olanağı yok. BDP adayı olabilirler, ama ortak adaylar olmadıkları bellidir. Bir ortaklığın, bir bloklaşma ve yaklaşım ve politikalarına ilişkin iki çift sözlük bir tartışmanın ürünü ve sonucu değillerdir.
Böyle blok olabilir mi? Olacaksa, bu emri vaki değil midir? Blok olacaksa, bloğun adına tek yanlı açıklamada bulunmak neyin nesidir?
Tüm Türkiye halkını kucaklayacak bir ulusal ve demokratik bloklaşma elzemdir. Halkın bir alternatife ihtiyacı vardır. Politik ve halkçı dayanakları önemlidir ve kendi adımıza, adaylıklara takılıp kaldığımız yoktur. Ama blok da ya vardır ya yoktur! Varmış gibi davranılması kabul edilemez. Var denmesi, ama kararlarının tek başına verilmesi, işte bu olmaz.
Kuşkusuz birliği isteyecek, gereğini yapacak, ama hiç zaman yitirmeden tek başına girecekmiş gibi yürüyeceğiz.
evrensel.net