2007de Cumhuriyet mitingleri AKPye karşı ilk yaygın, ülke çapında kitle direnişi oldu. Henüz yobazlık kurumsallaşamamıştı, laik yapıda yeni yeni delik açılıyordu. Bu erken aşamada reaksiyon Birinci Cumhuriyetin direnç göstermesiydi.
Bu durumda o milyonluk mitinglerin siyasal şemsiyesi kemalizm, örgütsel adresi ordu olabilirdi yalnızca. Öyle de oldu.
Laiklik 1923ten beri devlet katına yerleşmişti. Koltuk sallandığında doğal olarak, yine o kattan müdahale edilirdi. 27 Mayısta samimi biçimde müdahale etti askerler. 12 Eylülde tamamen demagojik biçimde, MSPnin Konya mitingini dillerine doladılar...
2007de laiklik savunusu sokağa inmiştir. Bu o kadar büyük bir yenilikti ki, o güne dek yukarıdan yaptıkları müdahalelere sokaktan pasif destek bile aramayacak ölçüde burnu büyük gezen devlet kemalizminin, şeriatçı AKPden tedirgin olduğu kadar sokaktan da kaçtığı söylenebilir.
AKP yükselişine karşı bu ilk kitle mücadelesinin önüne Büyükanıt-Erdoğan anlaşması barikat kuracaktı. Ama asıl operasyonun adı Ergenekondur.
İnternet gazetesi Solun 23 Ocak 2008 sayısına internetten ulaşabilirsiniz. Liberallere gün Ergenekondan doğacak manşetinin altında şu satırları yazmışız: Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz gibi isimlerin içinde bulunduğu çoğu doğrudan ABD tezgâhında yetişmiş ulusalcı gruba yapılan operasyon ülkede esmesi istenen liberal-işbirlikçi rüzgârı kuvvetlendirecek. Operasyon bu kişilerden ziyade, girilecek sürece gösterilecek yurtsever tepkileri bertaraf etmeyi hedefliyor.
Bize MGKcı, darbe destekçisi, milliyetçi falan diye sataşılmasının arkasında bu sıkı öngörü vardır. Biz lafı dolandırmadık ve Ergenekon operasyonlarının AKPnin yeni rejim inşasının parçası olduğunu deşifre ettik. Ortada bir demokrasi-darbe çatışması yoktu.
Bu olurken, siyasal arenada kapışanlar da oyun oynamıyorlardı. Onlar gerçek aktörlerdi. Birbirlerinin gözünü oydular, aralarındaki mücadeleyi bizden birini, Hrant Dinki vurarak yürüttüler. İnsan canının yandığı yerde olup bitene suni, kurgusal falan denir mi?
Ama perdeye her yansıyanın hakikat olmadığını da bilmek durumundayız. Trenin beyaz perdeden fırlayıp seyircileri ezip geçmesinden korkmak, sinemanın ilk günlerinde hoşgörülebilir... Darbe tehlikesi bir sinema efektiydi.
Türkiyede aydınlanma, laiklik, bilim, sanat, çağdaşlık, özgürlükler namına nasıl bir tarihsel zemin var idiyse, AKP onu beton kırma makinasıyla kırıyor, perdeye ise darbe tehdidi yansıyordu.
Şimdi düzenin yamuk yumuk perdesinde paralel yapı, demokrasi kavgası gibi spotlar uçuşuyor. Yeni Ergenekon bu.
Yine birbirlerini sürdükleri, kırdıkları, gerçek bir kavga verdikleri, bu arada bizim çocuklarımızı öldürdükleri açıktır. Ama işin aslı, kavga İkinci Cumhuriyetin Tayyip merkezli yapılandırılması ile başka bir biçime kavuşturulması seçeneği arasındadır.
Öte yandan, artık sokakta tek başına laisizm yok. Sadeleştirilmiş ve yalnız haliyle 2007 laisizmi şemsiyeyi kemalizme, adresi orduya havale ediyordu.
Pemi, özgürlüklerle, bilimle, sanatla, kadınla, yurttaşlık bilinciyle, emekçinin hakkıyla, gencin gelecek kaygısıyla bütünleşmiş bir sokak, zenginleşmiş bir aydınlanmacılık... Bunun değil tarikatçılığa umut bağlaması, yanından geçmesi bile imkansızdır.
Daha önce askerle yobaz kapışırken, Türkiye aydınlanması askerden medet ummuş olabilir. Bugün bu yürekler, kesseniz Gülen için atmaz. Yobazın, işbirlikçinin tarikatı ile yobazın, işbirlikçinin partisi kapışırken, Türkiye aydınlanması Beter olun, birlikte batasıcalar diye içinden geçiriyor.
İkinci Ergenekon efsanesi ilki kadar bereket vaat etmiyor.
Yandaş Akşam gazetesi, bugünkü sayısında paralel yapının silahlı örgütü olarak "Ötüken" adlı bir oluşumdan söz etti. Balyoz ve bir dizi başka davadan sanık emekli hakim albay Ahmet Zeki Üçok'un ifadelerine dayandırılan haber, inandırıcılıkta ve yandaşlıkta sınırları zorlar nitelikte.
(soL - Haber Merkezi) AKP'nin yandaş gazetecilerinden Akşam, bugünkü sayısında paralel yapının silahlı örgütü olarak "Ötüken" adlı bir oluşumu manşetine taşıdı. "Ahmet Zeki Üçok'tan Türkiye'yi sarsacak açıklamalar: Paralelin silahlı örgütü Ötüken" başlığını taşıyan haberde, rahip Santoro, Hrant Dink, Zirve Yayınevi gibi cinayetlerde kullanılan Alperen Örgütü'nün paralel yapı tarafından ele geçirildiği ve emekli hakim albay Üçok'un da TSK içindeki cemaat yapılanmasını soruşturduğu için hapse atıldığı iddia ediliyor.
Aynı zamanda Balyoz ve bir dizi başka davanın da sanığı olan Üçok, hakimliği sırasında cemaatin TSK içerisindeki faaliyetlerine dair geniş bir soruşturma başlattığını, ancak MOSSAD tarzı hücresel yapılanma nedeniyle fazla ileriye gidemediklerini belirterek, Ötüken adında silahlı bir örgütün kurulduğuna ve rahip Santoro, Hrant Dink, Zirve Yayınevi, Danıştaş cinayetlerinde bu örgütün yönlendirdiği Alperen Ocakları'ndan milliyetçi-muhafazakar gençlerin kullanıldığına dair bilgilere sahip olduğunu iddia etti.
Üçok'a göre, Ötüken yapılanması Gezi eylemleri sırasında da kullanıldı. Yabancı istihbarat servislerinin hizmetinde olduğunu iddia ettiği Ötüken'in, "gemileri yaktığını" belirten Üçok, Başbakan Erdoğan'a suikast düzenlenebileceğini dile getirdi.
Yeni 'Ergenekon' mu? Akşam gazetesinin haberinde dikkat çeken unsur ise, Ergenekon davaları sırasında ortaya dökülen iddialarla büyük benzerlikler taşıması. Devletin içerisinde örgütlenmiş, yabancı servislerle bağlantılı, silahlı bir oluşuma sahip, hükümet karşıtı bir 'derin yapılanma' iddiaları, Ergenekon ve Ötüken haberleri arasındaki en önemli benzerlikleri oluşturuyor.
Söz konusu benzerlikler, AKP'nin önümüzdeki dönem yeni bir operasyon için düğmeye basmaya karar verdiği ve Ötüken haberlerinin de kamuoyunu hazırlamak için üretildiği yorumlarına neden oldu. Özellikle 17 Aralık yolsuzluk operasyonları ve tape ifşaatları sonrasında AKP ile cemaat arasındaki bağlar tamamen kopmuş, 30 Mart seçimleri sonrasında ise AKP'nin cemaate yönelik sert bir operasyon yapacağı iddia edilmişti. Ötüken haberinin ilk akla getirdiği ise, AKP'nin hazırladığı operasyonun muhtemel ismi ve çerçevesinin neler olacağı oldu.
Ayrıca Ötüken adı verilen oluşumla ilgili iddiaların Gezi Direnişi ile bağlantılandırılması da dikkatlerden kaçmadı. Genel kanıya göre, cemaatin silahlı örgütü Ötüken adıyla kurgulanan operasyonda, cemaat mensuplarının yanı sıra, çok sayıda AKP muhalifi isim de aynı çuvalın içerisinde yargılanıp cezalandırılmaya çalışılacak. AKP'nin Ergenekon davasında da benzer bir taktiğe başvurduğu, birbiriyle ilgisiz çok sayıda muhalif ismi tek bir örgüt çatısı altına sokmak için uydurma ve zorlama bir yargılama sürecini hayata geçirdiği biliniyor.
Ötüken iddiasının, AKP'nin cemaatle ittifak içerisinde gerçekleştirdiği birçok uygulamayı üzerinden atmak ve ortak suçlarının hepsini cemaate yüklemek için de kullanılacağı yorumlar arasında.
Karayılan'dan Ötüken iddiası Bir diğer ilginçi nokta ise, Ötüken adının ilk kez Murat Karayılan tarafından kullanılmış olması. Karayılan 3 yıl kadar önce Hasan Cemal'e verdiği bir mülakatta "Ergenekon'un yerine Ötüken geliyor" diyerek söz konusu iddiayı dile getirmişti.
Fikri Akyüz Akşam'dan ayrıldı Akşam gazetesinin haberine, gazete içerisinden de tepki geldi. Gazeteci Fikri Akyüz, Akşam gazetesinin "28 Şubat medyasından daha beter bir yayıncılığa soyunduğunu" belirterek, Akşam gazetesinin geçmişte terör örgütü üyesi olarak suçladığı Üçok'un ifadelerine itibar etmesini kabul edilemez bulduğunu söyledi. Akyüz Twitter hesabından yaptığı istifa açıklamasında, "Geçmişte yazdıklarımın da tamamen arkasındayım. 3 kuruşluk menfaat için, 9 takla atıp, 4 köşe olmayı da zelil bir tavır sayarım" dedi.
Fatih Yaşlı yazdı: Ergenekondan Ötükene, bir efsaneden diğerine
'Ergenekondan Ötükene, bir dönemden başka bir döneme geçiş sürecinin tam ortasındayız. Tıpkı Ergenekonda olduğu gibi Ötükende de herhangi bir tarafa yedeklenmeyecek, hegemonyaya hizmet eden bir tutum almayacak, bir karşı-hegemonya için mücadeleye devam edeceğiz elbette.'
Fatih Yaşlı - soL
Milliyetçilik literatüründe sıkça atıf yapılan bir söz vardır: Milletler milliyetçilikleri değil, milliyetçilikler milletleri yaratırlar.
Sözün anlattığı şey, milletlerin ya da aynı anlama gelmek üzere ulusların milliyetçi ideolojilerin birer yaratımı olduğu, milliyetçilik aracılığıyla inşa edildiğidir. Milliyetçilik önce yazarlar, şairler, düşünürler, yani elitler arasında ortaya çıkar; sonrasında ise bu elitler, efsaneler, destanlar, romanlar, şiirler aracılığıyla milleti kadim zamanlardan bugüne varlıklarını devam ettiren kolektif bir yapı olarak sunan inşa süreçlerine girişirler.
Şöyle de diyebiliriz: Bugün, her şeyden önce geçmişte kurulur; bugün arzulanan ulusal birlik, ancak geçmişe referansla, milletin/ulusun ezelden beri zaten bir arada bulunduğu, aynı dili, kültürü ve tarihi paylaştığı iddiası üzerine bina edilebilir.
Diğer halklarınkine kıyasla gecikmiş bir halde ve on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıktığında, Türk milliyetçiliğinin esas görevi Türk milletini/ulusunu inşa etmek olmuştur. Yani bir etnik grup olarak zaten var olan Türklerden bir ulus yaratmak amaçlanmıştır. Türk milliyetçiliğinin kurucu babası olarak kabul edebileceğimiz Ziya Gökalp ise ulus inşa sürecine sadece siyaset ya da sosyoloji yazılarıyla katkı yapmamış; milliyetçilikle dil ve tarih arasındaki ilişkinin farkında olduğu için, hem eski Türk destanlarını gündeme getirmiş, hem de Türklüğün kadim zamanlarını anlatan, mitolojik unsurlarla bezeli şiirler, metinler yazmıştır.
Türkçü Faşizmden Susurluka Ergenekon Gökalpin şiir ve yazılarında geçen Ergenekon da, Ötüken de Türklerin anayurdu olan Orta Asyada yer alan yarı gerçek/yarı mitolojik mekânlardı ve her ikisi de Türkler açısından kurucu semboller olma niteliğini taşıyor; on dokuzuncu yüzyılın ulus inşa sürecini kadim zamanlara bir tarih bilinciyle bağlamanın enstrümanları vazifesini görüyorlardı. Altı yüz yıllık bir imparatorluk çökerken Türkler bir varoluş mücadelesi veriyor ve çıkış için yüzlerini yeniden Orta Asyaya, Ergenekona dönüyorlardı yani.
Kemalist milliyetçilik anlayışı pantürkist/Turancı bir karakter taşımayıp Misak-ı Milli sınırlarını veri kabul ettiği ve irredantizmden, yani yayılmacı milliyetçilikten özenle uzak durduğu için, söylemine Orta Asyayı ve Turancılığı işaret eden sembolleri taşımaktan bilinçli bir şekilde kaçındı ve bunlar resmi ideoloji içerisinde kendilerine merkezi bir yeri hiçbir zaman bulamadılar.
1930lardan itibaren dünyanın hemen her tarafında faşist akımlar tarih sahnesinde güçlü bir şekilde boy göstermeye başladığında, Türkiyede de Rıza Nur, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan gibi isimler, Türkçü faşizmin ideologları olarak ortaya çıktılar. Türkçü faşizm, tıpkı Nazizm gibi ırk-merkezci bir anlayışa sahipti ve biyolojik milliyetçiliğe, yani kanın saflığına ve devletin görevinin bu saflığı korumak, yani melezleşmeyi engellemek olduğuna inanıyordu. Ayrıca yine tıpkı Nazizm gibi yayılmacı bir milliyetçilik anlayışına ve pan ideallere sahipti. Pantürkizmin, yani bütün Türklerin birleşmesi hedefinin coğrafi mekânı ise doğal olarak Orta Asya, yani o günkü Sovyetler Birliği topraklarıydı. Dolayısıyla sadece ırkçılık açısından değil, anti-komünizm ve Sovyetler Birliği düşmanlığı bağlamında da Nazilerle Türkçü faşistler stratejik ortak konumundaydılar.
Türkçü faşizm, 1930lardan 1944e, yani Nazizmin yenileceği anlaşılınca tek parti rejimi tarafından tasfiye edildiği tarihe kadar yoğun bir yayıncılık faaliyetine girişmişti ve çıkarılan dergilerin hemen hepsinin adları Orta Asya Türk mitolojisinden seçilmişti. Atsız ve Türkkan gibi faşist ideologlar Ergenekon, Orkun, Orhun, Gökbörü gibi sayısız dergi çıkardılar. Ötüken ise tasfiye sonrasında yeniden toparlanmaya çalışan Türkçü faşizmin en önemli ismi Atsızın 1960larda çıkardığı dergiye verdiği addı.
Ergenekon adı uzunca bir süre, yani 90lara kadar ülkücü hareketin mensupları dışında kimse için herhangi bir anlam ifade etmedi. Ancak, Susurluk kazasının ardından kontrgerilla/derin devlet tartışmaları kamuoyunun gündemine geldiğinde Can Dündar ve Celal Kazdağlı Ergenekon adlı bir belgesel çektiler ve sonrasında bunu kitaba da dönüştürdüler. Belgesel/kitap, Soğuk Savaşla birlikte NATOya üye olan Türkiyede TSK bünyesinde kurulan ve adı sonradan Özel Harp Dairesine dönüştürülecek olan Seferberlik Tetkik Kurulunu anlatıyordu. Türkiyenin Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesi halinde direnişi örgütlemek için ülkenin çeşitli yerlerinde silah depoları kuran ve aynı zamanda direniş esnasında devreye girecek uyuyan hücreleri olan bu örgütün kod adı Ergenekondu. Yani nasıl ki İtalyan kontrgerillasına Roma dönemine atıfla kılıç anlamına gelen gladio adı verilmişse, Türkiye kontrgerillasına da Ergenekon adı verilmişti.
Ergenekon: Yeni Rejimin Miti Susurlukun üzerinden yaklaşık on iki yıl geçmişken, Ergenekon adı kamuoyunun gündemine yine derin devlet tartışmaları üzerinden gelecek, Ergenekon bir operasyondan davaya ve oradan da bir politik dönemin, sürecin adına dönüşecekti. Operasyonun adının Ergenekon olduğunu kamuoyu ilk kez 2008 yılının Ocak ayında duydu ama sonradan yayınlanan görüntülere göre 2007 Haziranında polis Ümraniyedeki bir gecekonduyu bastığında, polislerden biri zaten operasyonun adı Ergenekonsa her şey olur minvalinde bir söz sarf ediyordu. Yani Ergenekonun örgüte, operasyona ve davaya kod adı olarak çok önceden seçildiği belliydi.
Bugünden geriye doğru bakıldığında Ergenekonu modern zamanların bir miti/efsanesi olarak değerlendirmek mümkün görünüyor. Öyle bir mit ki, derin devletle hesaplaşma, demokratikleşme, vesayetten kurtulma gibi iddialarla bezenen ve böylelikle tüm bunlarla mücadele iddiasındaki yeni rejimin hegemonyasının tesisini kolaylaştırıp onu meşrulaştıran bir mit.
Söz konusu mitolojik anlatı şöyle özetlenebilir: Bir yanda, kolları her yere uzanan, devletin bütün gözeneklerine sızmış, PKK, DHKP-C, Hizbullah gibi örgütleri aynı anda yöneten, gizliliği nedeniyle üyelerinin dahi birbirlerinden haberdar olmadıkları, rektörleri, generalleri, gazetecileri bünyesinde toplayan ve 1 numarası asla tespit edilemeyen karanlık bir örgüt; öte yanda onunla millet adına mücadele etmeye kararlı ak güçler.
Türkiyede AKP rejimi, Ergenekon mitinden beslendi, gücünü ve meşruluğunu bu mitten aldı, sağlı sollu liberal entelektüelleri bu mit sayesinde etrafına topladı, ideolojik hegemonyasını bu mit üzerinden tesis etti ve muhteşem bir ironi örneği olarak derin devletle demokrasi adına mücadele söylemi üzerine kurulmuş bu mitin de katkılarıyla Türkiyede tek adam tarafından yönetilen bir parti-devleti rejimi ortaya çıktı.
Ergenekon adlı mitolojik anlatının yazıcıları olan AKP ve Cemaat 17 Aralık 2013te gayri resmi koalisyonun sonuna geldiklerinde, mit de sona erdi ve çok geçmeden Ergenekon esirlerinin tutulduğu Silivri boşaltıldı. Hemen ardından ise AKP eliyle yeni bir mitolojik anlatının devreye sokulmak istendiğinin işaretleri ortaya çıkmaya başladı ve ona da tıpkı Ergenekon gibi Orta Asya Türk mitolojisinden bir ad verildi: Ötüken.
Ortaklıktan 17 Aralıka Ergenekondan Ötükene Aslında uzunca bir süredir Kürt hareketi kendisine yönelik operasyonlarının asıl öznesinin Cemaatin yargı-polis entegre gücü olduğuna dair farkındalığıyla Cemaatin derin devletin yeni sahibi olduğundan ve yeşil gladiodan söz etmekteydi; hatta Öcalan buna yeşil Türkçü gladio adını veriyordu. Karayılan ise 2011 yılında Hasan Cemalin kendisiyle Kandilde yaptığı röportajda aldığımız istihbarata göre bu yeni derin yapılanmanın adı Ötüken demişti.
Son derece ilginç bir şekilde, bu açıklamanın üzerinden üç yıl gibi bir süre geçmişken, Cemaatin esirlerinden biri olan Hâkim Albay Zeki Üçok, AKP medyasına konuştu ve tıpkı Karayılan gibi Cemaatin kontrolündeki derin devlet aygıtının adının Ötüken olduğunu söyledi. Böylece Ergenekon sonrası yeni mitolojik anlatının adının ve ne anlattığının geniş kesimlerince duyulmasının fitili de ateşlenmiş oldu.
Eğer seçim gecesi balkon konuşmasında da tekrar edilen inlerine gireceğiz söylemi gerçek hayatta karşılığını bulacaksa, yani Cemaate yönelik bir örgüt operasyonuna girişilecekse bunun kod adı da Ötüken olacak gibi görünüyor. Dolayısıyla Cemaatin Ergenekon isimli bumerangı bu sefer Ötüken adıyla Cemaati vuracak, Cemaatin rakiplerini tasfiye için kullandığı yöntemler şimdi Cemaat için kullanılacak.
Ergenekon miti, AKP-Cemaat koalisyonu etrafına liberalleri ve muhafazakârları toplamayı başarmıştı. Yeni mit ise belki böylesi sıkı bir ittifaka işaret etmiyor ama AKP-Cemaat savaşında hem ulusalcıların hem de Kürt siyasi hareketinin AKPyle aynı yerde konumlandığını gösteriyor. Perinçekin Akite, Üçokun Akşama mülakat vermesi, Öcalanın en başından beri 17 Aralık bir darbedir demesi, bir TSK mensubuyla bir PKK yöneticisinin aynı terminoloji içerisinden konuşması Ötüken mitinin merkezinde duracağı yeni sürecin yeni dengelerine, politik konumlanışlarına ve ittifaklarına dair önemli ipuçları veriyor.
Ergenekondan Ötükene, bir efsaneden başka bir efsaneye, bir dönemden başka bir döneme geçiş sürecinin tam ortasındayız. Tıpkı Ergenekonda olduğu gibi Ötükende de herhangi bir tarafa yedeklenmeyecek, hegemonyaya hizmet eden bir tutum almayacak, bir karşı-hegemonya için mücadeleye devam edeceğiz elbette. Ötükenin tıpkı Ergenekon gibi bir çuvala dönüştürülmesine ve içerisine gerçek muhaliflerin doldurulması ihtimaline karşı her zamankinden daha fazla uyanık olmamız gerektiğini söylemeye ise gerek dahi bulunmuyor.
6,7 yıl Ergenekon'la uğraştık, Ergenekon'la meşgul olduk, devran döndü hükümet saf saf ''meğerse kumpasmış'' dedi. Rüşvet ve yolsuzluk skandalları ortaya çıkıp hükümetin darbe ihtiyacı ortaya çıkınca bu kez Ötüken çıktı başımıza! Bir kaç yıl da bununla uğraşır, bununla idare ederiz!
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.