Evrende Yalnız Mıyız? Yalnızsak Diğerlerini Kim Yok Etti?
Yiğit Kocagöz
Evrende tek başımıza olup olmadığımız sorusu şüphesiz başını kaldırıp gökyüzünü seyretmiş herkesin hayatında bir kez olsun düşündüğü bir mesele. Sayısız senaryoya kapı açtığı için kimi insan bu soruya merak, kimisi ise korkuyla yaklaşıyor. Konuyla ilgili yapılan araştırmaların ise şimdiye kadar net bir cevap verdiği söylenemez. Evrenle ilgili yapılan kimi keşifler uzayda kompleks (ve akıllı) yaşam formlarının ihtimalini güçlendirirken kimi bulgular da aksi yönde bir durumu destekliyor.
Dünyadışı akıllı yaşam formları üzerine fikir üretmek için evrenin boyutları hakkında varsayımlarda bulunmak zorunlu. Fiizik ve astronomi bilimleri, nihai sorunun cevabı için en çok emek veren alanlardan. Evrendeki akıllı yaşam ile ilgili verilen en meşhur tartışmalardan biri fizikçi Enrico Ferminin 1950lerde öne attığı Fermi Paradoksundan doğmaktadır. Paradoks, dünyadaki yaşamın kaynağı olan güneşimizin evrendeki diğer yıldızlara göre oldukça genç olduğunu ve bizimkisine benzeyen yaşam koşullarının evrenin derinliklerinde milyonlarca yıl önce sağlanmış olabileceğini dile getirir. Buna göre, bu bizimkinden yaşlı olan bir varsayımsal ortamda oluşan ve gelişen yaşamın yeterli zaman verildiğinde dünyadakine benzer bir süreç geçirmesi ve medeniyetler kuracak kadar gelişmesi de yüksek bir ihtimaldir. Yani bizden sadece bir milyon yıl önce (evren için kısa bir süre) gelişme sürecine başlamış bir yaşam formunun şimdiye tüm evrende, galaktik bir hakimiyet kurması ve varlığının hissedilebilmesi gerekir. Böyle bir duruma rastgelmiyor olmamız (paradoksa göre) evrende yalnız olduğumuzun göstergesidir.
Fermi Paradoksunun depresif bakış açısına karşın astrofizikçi Frank Drake 1961 yılında paradoksa cevap niyetine özel bir denklem geliştirmiştir. Drake denklemi olarak bilinen bu denklem çeşitli değişkenler üzerinden Samanyolu Galaksisindeki akıllı yaşam ihtimalini sorgulamaktadır. Denkleme dayanarak Drake ve arkadaşlarının NASA'da 1961'de yaptığı hesaplamalar en az 20, en çok 50.000.000 uygarlık öngörüyordu. Bugün bu aralık 2 ila 280.000.000 arasına genişlemiştir.
Açıkçası evrendeki akıllı yaşam formların işin bir üst boyutu olarak görülebilir. Öncelikle sorulması gereken, evrenin ne kadarının dünya üzerindekine benzer bir yaşama elverişli olduğu. Kudüs Üniversitesinden Tsvi Piran ve Barselona Üniversitesinden Raul Jimenezin yaptıkları son araştırma, tüm evrenin sadece yüzde 10unun kompleks yaşam formları için elverişli olduğunu öne sürmekte.
Physics Review Lettersda yayınlanan teorik araştırma, evrendeki yaşanılabilirliği Gama-Işını Patlamaları (Gamma-Ray-Burst) üzerinden değerlendiriyor. Bilinen en güçlü patlamalardan olan Gama-Işını patlamaları, en temelde kısa süreli ve uzun süreli olarak ikiye ayrılmakta. Kısa süreli patlamalar iki karadeliğin birbirine girmesi sonucu oluşabilirken 2 saniyenin altında sürmekteler. Uzun süreli patlamalar ise bir yıldızın sönmesinin ardından oluşuyorlar ve onlarca saniyelik ömre sahipler (Bunların dışında makaleye göre çok zayıf ve görece sık gerçekleşen patlamalara da parlama (flare) adı veriliyor).
Bu sayılanlar arasından çok nadir gerçekleşen ancak büyük enerji barındıran uzun süreli gama patlamaları en tehlikeli olanlar, zira açığa çıkan enerji gezegenimizin ozon tabakasını rahatlıkla yokedip dünyayı yaşanmaz hale getirecek düzeyde. Piran ve Jimeneze göre uzun süreli gama patlamaları, evrende pek çok bölgenin yaşamdan ıssızlaşmasının arkasındaki neden, bu patlamaların mevcut yaşam formlarını yok etmiş olması da olası.
Araştırmaya göre geçmişte ölümcül bir gama-ışını patlaması dünyayı etkileyecek mesafede gerçekleşmiş olabilir. Böyle bir patlamanın son 5 milyar yıl içinde % 90, son 500 milyon yılda ise % 50 ihtimalle gerçekleştiği düşünülüyor.Bu durum da yaklaşım 500 milyon yıl önce gerçekleşen ve dünyadaki canlı türlerinin % 70inden fazlasını yokeden Ordovician-Silurian Soytükenişi vakasını gündeme getiriyor. Diğer bir deyişle dünya tarihinde yaşamın tehlikeye girdiği en önemli dönemlerden birinin sorumlusu yakınlarda beliren bir Gama-ışını patlaması olabilir.
Ancak Gama-ışını patlamaları her daim ürkmemiz gereken bir olay değil, çünkü galaksimizdeki yüksek metal oranı bu patlamaların ihtimalini ciddi ölçüde düşürmekte. Peki bu patlamaların şiddeti göz önüne alındığında evrenin ne kadarı bizimkisine benzer, karbon tabanlı bir yaşama uygun? Piran ve Jimeneze göre bu oranı sadece % 10.
Tabii ki tüm evrenin % 10unun da çok büyük bir alanı kapsadığı tartışılmaz. Ancak bu durum bizim uzaydaki akıllı yaşam umutlarımızı (ya da korkularımızı) ister istemez Fermi Paradoksunun karamsarlığına yaklaştırıyor. Buna rağmen unutmamak gerekir ki uzayda gerçekleşen olayların bu sayılardan çok farklı işleme ihtimali de var. Radyasyona ve gama ışınına bizden çok daha dirençli yaşam formları, şüphesiz Gama-ışını patlamalarından daha az etkilenecek ve evrenin %10undan daha geniş bir bölgede varolma şansı bulacaklardır.
Gezegen bilimcilerin araştırmasına göre, galaksimizde yüz milyarlarca dünya benzeri gezegen olabilir.
Abartılı gözüken bu iddianın arkasında aslında 200 yıllık bir keşifler tarihi var. Avustralyalı bilim insanlarının çalışması, temellerini Kepler Uzay Teleskopunun keşiflerine dayandırıyor. Keplerin verilerine göre, yıldızların çevresinde, yaşama elverişli bölgelerde ortalama iki adet gezegen bulunuyor.
Suyun sıvı olarak bulunabildiği bu bölgelere goldilocks bölgesi denmekte. Sıvı suyun hayat için en önemli şartlardan biri olduğunu düşünürsek, bu yaşanabilir bölgelerdeki gezegenlere dünya benzeri demek için yeterli sebep olarak görülebilir.
Ancak bu milyarlarca dünya benzeri gezegen olması, zekaya sahip canlıların ortaya çıkacağını garanti etmiyor. Hayatın ortaya çıkması, ve bizimle iletişime geçecek kadar gelişkin bir seviyeye ulaşması için su dışında çok sayıda farklı etmen rol oynamakta.
Tahmin edildiği kadar çok dünya benzeri gezegen olsa da bunlarda hayat bulamamamız biraz can sıkıcı olabilir. Ancak bu araştırmanın sonuçları yine de heyecan verici. Kepler Uzay Teleskopu aslında goldilocks bölgesindeki gezegenleri göremiyor, sadece yıldızlara yakın, hayata elverişsiz gezegenleri algılayabiliyor. Ancak bu veriler üzerinde yapılan hesaplama ve yorumlamalar sonucunda bahsettiğimiz yüz milyarlarca sayısına ulaşabiliyoruz.
Henüz göremesek de, oralarda bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen milyarlarca başka dünya var.
(ScienceDaily)
More about Ali Emre Eyol
Ali Emre Eyol tarafından 17 Şubat 2015 tarihinde hazırlanmıştır.
İleri bilim
Sirius-B yıldızını atalarından bu yana bilen bir kabile: Dogon kabilesi. Bu yıldızı ve gökteki hareketlerini bilim dünyamız daha sonra keşfetti. Üstelik Dogon'lar yazılı bir bilgi aktarımına sahip değillerdi. Kuşaktan kuşağa geçen aktarımla, eski atalarının kozmik bilgisini günümüze dek taşımışlar.
Bu konuda internet araması karşımıza ilginç bilgiler ve soru işaretleri çıkaracak.
taş devrinde yaşıyormuş gibi yaşantıları olan bir topluluğun astronomi bilgisi olduğuna inanmıyorum. yazılanlar çok inandırıcı gelmedi bana.
Dogon kabilesi Sirius-B'nin gökteki spiral hareketlerini ve bu hareketlerin süresini çok büyük bir doğruluk payıyla biliyorlarmış. NASA bunu daha sonra keşfetmiş.
Bu kabile bunu tabii ki kendi araştırmaları sonucu bulmuş olamazlar. Bunu onlara başka bir uygarlıktan gelenler anlatmış olmalı.
Bildiklerimiz ve bildiğimizi sandıklarımız aslında gerçeklerin küçük ve çarpıtılmış bir kısmı olabilir. Yazılı tarih öncesini pek de fazla bilmiyoruz. Bazı şeyleri yeni yeni öğrenmeye başlıyoruz. Eski önkabullerimizin ve şartlanmışlıklarımızın etkisi altında ele aldığımız konuları şimdi daha farklı bir gözle almaya başlıyoruz.
taş devrinde yaşıyormuş gibi yaşantıları olan bir topluluğun astronomi bilgisi olduğuna inanmıyorum. yazılanlar çok inandırıcı gelmedi bana.
Dogon kabilesi Sirius-B'nin gökteki spiral hareketlerini ve bu hareketlerin süresini çok büyük bir doğruluk payıyla biliyorlarmış. NASA bunu daha sonra keşfetmiş.
Bu kabile bunu tabii ki kendi araştırmaları sonucu bulmuş olamazlar. Bunu onlara başka bir uygarlıktan gelenler anlatmış olmalı.
Bildiklerimiz ve bildiğimizi sandıklarımız aslında gerçeklerin küçük ve çarpıtılmış bir kısmı olabilir. Yazılı tarih öncesini pek de fazla bilmiyoruz. Bazı şeyleri yeni yeni öğrenmeye başlıyoruz. Eski önkabullerimizin ve şartlanmışlıklarımızın etkisi altında ele aldığımız konuları şimdi daha farklı bir gözle almaya başlıyoruz.
ben bu haberlere inanmıyorum. çok fazla spüekülatif geliyor bana. uzaylıların dünyaya gelmiş oldukları haberleri beni heyecanlandırıyor. ama bu şekilde haberlerin hiç inandırıcılığı yok.uzaylılarla temasa geçen bir topluluk aradan geçen yüzlerce yıla rağmen hala taş devrinde yaşamaz.
Evrende Yalnız Mıyız? Yalnızsak Diğerlerini Kim Yok Etti?
Yiğit Kocagöz
Evrende tek başımıza olup olmadığımız sorusu şüphesiz başını kaldırıp gökyüzünü seyretmiş herkesin hayatında bir kez olsun düşündüğü bir mesele. Sayısız senaryoya kapı açtığı için kimi insan bu soruya merak, kimisi ise korkuyla yaklaşıyor. Konuyla ilgili yapılan araştırmaların ise şimdiye kadar net bir cevap verdiği söylenemez. Evrenle ilgili yapılan kimi keşifler uzayda kompleks (ve akıllı) yaşam formlarının ihtimalini güçlendirirken kimi bulgular da aksi yönde bir durumu destekliyor.
Dünyadışı akıllı yaşam formları üzerine fikir üretmek için evrenin boyutları hakkında varsayımlarda bulunmak zorunlu. Fiizik ve astronomi bilimleri, nihai sorunun cevabı için en çok emek veren alanlardan. Evrendeki akıllı yaşam ile ilgili verilen en meşhur tartışmalardan biri fizikçi Enrico Ferminin 1950lerde öne attığı Fermi Paradoksundan doğmaktadır. Paradoks, dünyadaki yaşamın kaynağı olan güneşimizin evrendeki diğer yıldızlara göre oldukça genç olduğunu ve bizimkisine benzeyen yaşam koşullarının evrenin derinliklerinde milyonlarca yıl önce sağlanmış olabileceğini dile getirir. Buna göre, bu bizimkinden yaşlı olan bir varsayımsal ortamda oluşan ve gelişen yaşamın yeterli zaman verildiğinde dünyadakine benzer bir süreç geçirmesi ve medeniyetler kuracak kadar gelişmesi de yüksek bir ihtimaldir. Yani bizden sadece bir milyon yıl önce (evren için kısa bir süre) gelişme sürecine başlamış bir yaşam formunun şimdiye tüm evrende, galaktik bir hakimiyet kurması ve varlığının hissedilebilmesi gerekir. Böyle bir duruma rastgelmiyor olmamız (paradoksa göre) evrende yalnız olduğumuzun göstergesidir.
Fermi Paradoksunun depresif bakış açısına karşın astrofizikçi Frank Drake 1961 yılında paradoksa cevap niyetine özel bir denklem geliştirmiştir. Drake denklemi olarak bilinen bu denklem çeşitli değişkenler üzerinden Samanyolu Galaksisindeki akıllı yaşam ihtimalini sorgulamaktadır. Denkleme dayanarak Drake ve arkadaşlarının NASA'da 1961'de yaptığı hesaplamalar en az 20, en çok 50.000.000 uygarlık öngörüyordu. Bugün bu aralık 2 ila 280.000.000 arasına genişlemiştir.
Açıkçası evrendeki akıllı yaşam formların işin bir üst boyutu olarak görülebilir. Öncelikle sorulması gereken, evrenin ne kadarının dünya üzerindekine benzer bir yaşama elverişli olduğu. Kudüs Üniversitesinden Tsvi Piran ve Barselona Üniversitesinden Raul Jimenezin yaptıkları son araştırma, tüm evrenin sadece yüzde 10unun kompleks yaşam formları için elverişli olduğunu öne sürmekte.
Physics Review Lettersda yayınlanan teorik araştırma, evrendeki yaşanılabilirliği Gama-Işını Patlamaları (Gamma-Ray-Burst) üzerinden değerlendiriyor. Bilinen en güçlü patlamalardan olan Gama-Işını patlamaları, en temelde kısa süreli ve uzun süreli olarak ikiye ayrılmakta. Kısa süreli patlamalar iki karadeliğin birbirine girmesi sonucu oluşabilirken 2 saniyenin altında sürmekteler. Uzun süreli patlamalar ise bir yıldızın sönmesinin ardından oluşuyorlar ve onlarca saniyelik ömre sahipler (Bunların dışında makaleye göre çok zayıf ve görece sık gerçekleşen patlamalara da parlama (flare) adı veriliyor).
Bu sayılanlar arasından çok nadir gerçekleşen ancak büyük enerji barındıran uzun süreli gama patlamaları en tehlikeli olanlar, zira açığa çıkan enerji gezegenimizin ozon tabakasını rahatlıkla yokedip dünyayı yaşanmaz hale getirecek düzeyde. Piran ve Jimeneze göre uzun süreli gama patlamaları, evrende pek çok bölgenin yaşamdan ıssızlaşmasının arkasındaki neden, bu patlamaların mevcut yaşam formlarını yok etmiş olması da olası.
Araştırmaya göre geçmişte ölümcül bir gama-ışını patlaması dünyayı etkileyecek mesafede gerçekleşmiş olabilir. Böyle bir patlamanın son 5 milyar yıl içinde % 90, son 500 milyon yılda ise % 50 ihtimalle gerçekleştiği düşünülüyor.Bu durum da yaklaşım 500 milyon yıl önce gerçekleşen ve dünyadaki canlı türlerinin % 70inden fazlasını yokeden Ordovician-Silurian Soytükenişi vakasını gündeme getiriyor. Diğer bir deyişle dünya tarihinde yaşamın tehlikeye girdiği en önemli dönemlerden birinin sorumlusu yakınlarda beliren bir Gama-ışını patlaması olabilir.
Ancak Gama-ışını patlamaları her daim ürkmemiz gereken bir olay değil, çünkü galaksimizdeki yüksek metal oranı bu patlamaların ihtimalini ciddi ölçüde düşürmekte. Peki bu patlamaların şiddeti göz önüne alındığında evrenin ne kadarı bizimkisine benzer, karbon tabanlı bir yaşama uygun? Piran ve Jimeneze göre bu oranı sadece % 10.
Tabii ki tüm evrenin % 10unun da çok büyük bir alanı kapsadığı tartışılmaz. Ancak bu durum bizim uzaydaki akıllı yaşam umutlarımızı (ya da korkularımızı) ister istemez Fermi Paradoksunun karamsarlığına yaklaştırıyor. Buna rağmen unutmamak gerekir ki uzayda gerçekleşen olayların bu sayılardan çok farklı işleme ihtimali de var. Radyasyona ve gama ışınına bizden çok daha dirençli yaşam formları, şüphesiz Gama-ışını patlamalarından daha az etkilenecek ve evrenin %10undan daha geniş bir bölgede varolma şansı bulacaklardır.
Forumda dolaşır ve bir şeyler yazmaya çalışırken bir yandan da tv.de bir belgesel kanalını izliyorum. Konu ''Nasa'nın Açıklanamayan Dosyaları''. Önceleri bu tür programlar çok fazla ilgimi çeker, merak uyandırırdı. Şimdi eskisi gibi meraklandırmıyor, ilgi duyuyorum ama bana bu konuda söylenenler, iddialar çok gerçekçi gelmiyor.
Program Ay konusunda farklı ve bir hayli iddialı şeyler söylüyor. 17. Apollo yolculuğu sırasında Ay'da yürüyen son astronot olan kişinin ayda farklı ayak izlerine rastlamış. Ayın jeolojik yapısının rüzgar ve deprem oluşumuna izin vermemesi bu izlerin milyarlarca yıldır orada bulunduğu anlamına geliyormuş. İkinci cümle doğru da, birincisinin doğru olduğunu nereden bileceğiz?
Benim bu konudaki görüşlerim yıllardır aynı: Evrende yalnız olmadığımıza inanıyorum. Evrende ve trilyonlarca gök cisminin sadece birinde -dünyamızda- bir biyolojik yaşamın oluştuğuna inanabilmek mümkün değil. İnorganik bir evrimin organik bir yaşama evrilmesinin sadece dünyada olduğu gerçeği mantıklı değil. Dünyada olmuşsa başka yerlerde, başka gök cisimlerinde de olmuştur. Bu konuda yapılan istatistiki çalışmalar, bilimsel akıl yürütmeler sadece galaksimizde milyonlarca gezgende bir canlı yaşamın olabileceğini ortaya koyuyor. Aynı şekilde bu canlılık içeren gezegenlerin binlercesinde de teknoloji yaratan bir uygarlığın ortaya çıkmış olması olasılık dahilinde.
( Sadece bizim galaksimizin binlerce gezegeninde uygarlık yaratabilen bir canlık varsa ( en azından böyle bir potansiyel varsa) görünen evrendeki yüz binlerce gökada düşünüldüğünde evrende yalnız olduğumuz yolundaki yaklaşımların bir gerçeği yansıttığını savlayabilmek pek akıllıca değil.)
Peki gerçeğin böyle olması, olgunun böyle yorumlanması gelişmiş bir uygarlığın dünyayı ziyaret ettiği ve örnekse ayda birtakım ayak izlerini bıraktığı yorumuna yol açar mı?
Bence orada durmak ve çok da savrulmamak gerek.
Evrendeki gök cisimleri arasındaki mesafelerin büyüklüğü göze alındığında pek de mümkün değil gibi duruyor bu tür yorumlar.
Ama yine de ilgi çekiyor; ( bende artık olmasa da) merak uyandırıyor!
Ne diyelim; tıpkı fal konusunda söylendiği gibi, ''inanma ama eksik de kalma!''
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.