Gıllıgışlı (kin ve hile dolu) bir gönülle bin yıl namaz kılsan hiçbir sevap kazanamazsın! (Varidattan)
Günümüzde İslam coğrafyasının büyük bölümünde sosyal hayat; hoşgörüsüzlük, düşmanlık, intikam ve vahşete varan ölümlü olaylarla gündeme gelmektedir. Afganistan, Irak, Suriye, Arabistan ve Afrikadaki ülkelerde İslam; en karanlık çağlarından birini mi yaşıyor sorusu çokça sorulmaktadır.
Biz ise bugün, yüzyıllar önce bu topraklarda yaşamış, etkileri günümüzde farklı halkların kültürleri içinde hâlâ yaşayan bir İslam âliminin; Şeyh Bedreddinin İslamı, Hıristiyanı, Museviyi, Mecusiyi(ateşe tapan) bir ve kardeş sayandüşünce ve eyleminden söz edeceğiz.
Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı
1936 yılında Nazım Hikmet, şiir serüveninin doruk noktalarından sayılacak o ünlü, Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanını yayımlayana kadar Şeyh Bedreddinin kimliği, düşünceleri ve eylemi unutulmaya yüz tutmuş bir meseleydi. Bu Destandan sonra Şeyh Bedreddin, gittikçe büyüyen bir ilginin odağı olmaya başlayacaktır.
Nazım Hikmetin Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanıında15. Yüzyıl Anadolusuna yaptığı düşsel bir yolculukta; şiirin ve nesirin bütün imkânlarını kullanarak, Şeyh Bedreddin İsyanını anlatmakta, o dönemi kendi dinamiğiyle, kendi imkân ve imkânsızlıkları içinde, toplumsal ve insansal ilişkilerin bütünü içinde ele almaya çalışmaktadır.
Nazım Hikmet Şeyh Bedreddini ne zaman duymuştu?
1 Ocak 1921de Anadoluya silah kaçıran bir örgütün yardımıyla Sirkeciden kalkan Yeni Dünya adındaki vapura dört şair binmişti. İnebolu üzerinden Ankaraya gideceklerdi. Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Nazım Hikmet, Vâlâ Nurettin. Milli Mücadeleye yardıma, mümkünse cepheye gideceklerdi.
İneboludayken, Almanyadan gelen ve orada Spartakist hareketin tanığı olan gençler; (daima boynundaki kırmızı atkısıyla) Sadık Ahi, Vehbi Sarıdal, Nafi Kansunun anlattıkları; İstanbuldaki işgal ile sarsılmış heyecanlı şairleri bambaşka bir dünya ile tanıştırmıştı. Alman Sosyal Demokrat Partisini, Spartaküse Mektuplar adlı yer altı gazetesini, Roza Luxemburgu, Karl Marxı, Kautskyyi ilk kez orada duymuşlardı. Eğinli bir eşraf ailesinden gelen Sadık Ahi; Anadoluda sınıfları, zulüm gören halk tabakalarını, köylü isyanlarını; sırları ve teşkilatlarıyla bir nevi doğu komünistliği saydığı Ahiliği ve muhtemelen Bedreddin isyanını da o zaman anlatmıştı.
Destan, Nazımın; o dönem Bedreddin üzerine yazılmış en önemli kaynaklarından biri olan Darülfünun İlahiyat Fakültesi Tarih-i Kelam Müderrisi olan Mehemmet Şerafettin Efendinin Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin adlı risalesini okumasıyla başlamaktadır. Nazım bir süre sonra kapağında üstünlü, esreli, süslü bir tuğra bulunan risalenin sararmış yapraklarına kendisini iyice kaptıracak, sonra yüzyıllar öncesine doğru işleyen bir zaman makinesinin marifetiyle büyük bir yolculuğa çıkacaktır.
Şeyh Bedreddinin yaşamı
Bedreddinin yaşamının ayrıntıları torunu Hafız Halilin yazdığı Menakıbnameye (menkıbeden: Hayat hikâyesi) dayanmaktadır. Ancak o çağda ve devamı demek olan Osmanlı devletinde, düzene muhalif bir figür olarak Bedreddinin yaşamı ve görüşleri üzerinde sistemli bir karartma uygulandığından bu alanda büyük boşluklar bulunmaktadır.
Elimizdeki bilgilere göre Bedreddinin ailesi Selçuklulara dayanmaktadır. Büyükbabası Abdülaziz, Selçuklu Sultanı Keykubatın vezirlerindendir. Bedreddinin babası Gazi İsrail, 2. Osmanlı Sultanı Orhan (Gazi) adına Rumeliyi fethe giden yedi Gaziden biridir. Gazi İsrail, Edirne yakınlarındaki Simavnayı fethedince oraya yerleşmiş, Bedreddin (1358-59da) burada doğmuştur. (Tarihçilerin bir bölümü baba İsrail için Simavna Kadısı derken, Orhan Şaik Gökyay, Simavna Gazisi diyecek ve yanlışlığı, Osmanlıcanın yanlış okunmasına bağlayacaktır.) Bedreddin, Edirne fethedildikten sonra ilk eğitimine burada başlamış, -ilk öğretmeni- bir İslam Hukukçusu olan Molla Yusuf, ilerde Bedreddinin uzmanlık alanı olacak fıkıhla (İslam Hukuku) onu tanıştırmıştır. Döneminde çok iyi bir eğitim alan Bedreddin bundan sonra öğretim hayatına Bursa, Konya ve Kahire medreselerinde devam etmiştir.
Bursada Kadı Koca Mahmut Efendi hocası olmuş, Konyada Feyzullahdan (mantık ve astronomi) dersleri almış, o dönemin en büyük ilim metropolü olan Kahirede Müberakşah Mantıki ve Ekmeleddin el- Bayburti gibi ünlü hocalardan ilahiyat, mantık ve felsefe dersleri almıştır. Burada dünyanın çeşitli yerlerinden gelen tasavvufçularla tanışmış, Memlük Sultanı Berkukun oğluna hoca tayin edilmiştir. Bedreddin bu dönemde pek çok çevrenin saydığı önemli bir Sünni-Hanefi İslam hukukçusu olmuştur.
İslam Hukuku âlimi Bedreddinden, derviş Bedreddine
Bedreddinin yaşamındaki büyük değişim aynı dönemde olmuştur. Kahirede büyük tasavvufçu Hüseyin Ahlati ile tanışmış, Ahlatiden dersler almış, onun müridi olmuştur. Kimi kaynaklar Hüseyin Ahlatinin Şii inancında olduğunu yazmaktadırlar. Bedreddin, Ahlatinin isteğiyle (İrana) Tebriz ve Kazvin şehirlerine giderek bu kentlerde bir süre kalmış, İran ve Azerbaycanda bulunan Şii din önderleriyle bir araya gelmiş, bu temaslarından sonra Kahireye dönmüştür.
Bedreddin artık derin bilgisiyle bir Sünni-Hanefi İslam hukukçusu değil, ateşli bir derviştir. Kıl aba giymeye başlamış, bütün servetini yoksullara dağıtmış ve eski bir geleneğe uyarak kitaplarını Nil nehrine atarak yok etmiştir. Bununla Bedreddin, simgesel olarak eski savunduğu düşünceyle bağını koparmaktadır.
Hüseyin Ahlati, ölümünden önce Bedreddini halifesi olarak ilan ettiği halde, Ahlatinin ölümünden sonra Şeyh Bedreddin Kahirede kalmayarak Kudüs, Halep, Konya, Aydın, Tire ve İzmire gelmiş, buradan da Edirneye gitmiştir. Bedreddinin geçtiği yerlerde öğrencileri, onu izleyenler ve müritleri bulunmaktaydı. Bu yolculukta, âlim ve ortodoks İslam hukukçusunun saygınlığını; kökleri Selçukluya dayanan bir önderin nüfuzunu; ve yoksul, dünyevi bir dervişin kalenderliğini kişiliğinde birleştiren Bedreddin vardı; ve o, farklı cemaatler, din ve tarikatlardan pek çok çevre ile ilişki kurmaktaydı. Bunlar arasında Halep Türkmenleri, Antakyanın dervişleri, Anadolu Karaman ve Germiyan Beyliğinin dinsiz olduğu yazılan beyleri, Aydınoğulları topraklarında Türkmenler, İzmirlioğlu Cüneyd Bey de bulunmaktaydı. Bedreddin, Manisa ve Karaburunda isyana önderlik eden Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ile de bu dönemde buluşmuştur. Bunlar, Bedreddinin düşüncelerini Anadoluyla sınırlı kalmayarak halkı Hıristiyan olan komşu Sakız adasında da yaymışlardır. Bu konuda tanıklık yapan ve 1436da Sakız adasında yaşayan bir Macar gezgin, Bedreddin dervişlerinin düşüncelerini doğrudan Hıristiyan halk ile paylaştıklarını, kiliselere girip kutsanmış su serperek Hıristiyanlık ve Müslümanlığın eşdeğer olduğunu açıkça ilan ettiklerini yazmaktadır.
İznik sürgünü Bedreddin ve isyan
Bedreddinin Anadoluya döndüğü dönemde bütün Anadoluda tam bir kaos hüküm sürmektedir. 1402deki Ankara savaşında Yıldırım Bayezid yenilmiş, Timur orduları Anadoluyu baştanbaşa çiğnemiş, Timurun çekilmesiyle Bayezidin oğullarının iktidar savaşı başlamıştır. Yıldırımın oğlu Mehmet Çelebi Anadoluda, Musa Çelebi Edirnede padişahlığını ilan etmiştir. Edirneye gelen Bedreddinin ilim ve erdemi, Musa Çelebi tarafından da bilindiğinden önemli bir makam olan- Kazaskerlik görevine getirilmiştir. Kazasker Bedreddin, bu makamın sağladığı güçlü konumu kullanarak Deliorman, Varna, Silistre, Edirne, Serez ve dolaylarında görüşlerini yayma imkânını elde etmiştir. Osmanlı vakanüvisleri 1411-13 yılları arasında Kazasker olan Bedreddinin, yanına kethüda olarak Börklüce Mustafa adında bir kişiyi aldığını yazmaktadırlar. 1413de Anadoluda ve Rumelide; şehzadeler, gaziler, ulemalar, derebeyler, uç beyleri, vb. arasında kurulan, bozulan ittifaklar, savaşlar, baskınlar sonucunda Mehmet Çelebi kardeşi Musayı öldürerek saf dışı bırakmıştır. Padişah Mehmet Çelebi, Musanın yandaşlarına ölüm ve hapis cezaları yağdırırken, Bedreddin de İznike sürgün edilmiştir. Bedreddin, İznikte Teshil adlı eserini (Eylül1915de) tamamlamış ve duygularını şöyle dile getirmiştir: Bu kitabı tamamladığım şu sırada doğduğum kentten uzaktayım; üzüntü ve felaket içindeyim. Yüreğimde yanan ateş günden güne büyüyor
Börklüce Mustafanın (Aydında) ve Torlak Kemalin (Manisada) ayaklanması başladığında Bedreddin İznikte bulunuyordu. Ayaklanmanın başladığını haber aldıktan sonra Sinopa, oradan deniz yoluyla (Trakyadaki) Deliormana geçmiştir.
Börklüce Mustafa adında âdi bir Türk Köylüsü!
Bedreddin ayaklanmasının sosyal boyutlarının daha iyi anlaşılmasını bu olayları hiç onaylamayan- Bizanslı tarihçi Dukasa borçluyuz. Dukas, 1462de kaleme aldığı kitabında şöyle yazmaktadır:
O zamanlar İyonya körfezi girişinde ve avam lisanında Stilaryon-Karaburun denilen dağlık bir memlekette adi bir Türk köylüsü meydana çıktı. Karaburun Sakız Adası karşısındadır. Mezkûr köylü Türklere vaaz ve nasihatte bulunuyor ve kadınlar müstesna olmak üzere erzak, melbusat (giyecekler), mevaşi (koyu, inek, vb. hayvanlar) ve arazi gibi şeylerin kâffesinin umumun mal-ı müştereki addedilmesini tavsiye ediyor idi. Diyordu ki: Ben senin emlakini tasarruf edebildiğim gibi, sen de benim emlakimi aynı suretle tasarruf edebilirsin. (Bu) köylü, avam-ı halkı bu nevi sözleriyle kendi tarafına cezb ettikten sonra Hıristiyanlarla dostluk tesisine çalıştı. Köylünün ifadesine göre Hıristiyanların Allaha mutekid (inanmış) bulunduğunu inkâr eden her Türk, bizzat kendi dinsiz idi. Köylünün bütün fikir arkadaşları tesadüf ettikleri Hıristiyanlara dostane muamelelerde bulunuyorlar ve Cenab-ı hak tarafından gönderilmiş gibi hürmet ediyorlar, ben de senin kulluk ettiğin aynı Allaha ibadet ediyorum (diyorlardı)
Çelebi Mehmetin Saruhan Valisi Sisman, bu sahte rahibe karşı hareket ettiyse de Karaburunun dar geçitlerinden ileri geçemedi. Karaburunlular ise 6000 kişilik bir kuvvetle hemen geçilmesi hayli zor dar geçitlerden geçerek Sisman ile bütün ordusunu perişan etti. Bu muvaffakiyet üzerine Börklüce Mustafa tesmiye edilen bu köylüye, peygamber ismini taşıyan bu yalancının maneviyatına kapılan büyük bir ekseriyet iltihak etti. Bunlar zerkülah tabir edilen başlık ile örtünmeyip yalnız yekpere kumaştan yapılmış libas giymeye, baş açık gezmeye ve Türklerden ziyade Hıristiyanlara meyl göstermeye karar verdiler.
Nihayet (Padişah) Mehmet, Saruhan Beyi Ali Beyi bütün Saruhan, İyonyen-Aydın kuvvetleriyle Karaburun üzerine sevk etti. Dağ girişlerini zabt ederek daha ileride boğazlara doğru yürüdüğü sırada mezkûr kuvvet köylüler tarafından o suretle perişan edildi ki, Ali Bey pek az maiyetiyle birlikte bin müşkülat Manisaya kaçarak hayatını kurtarabildi. Padişah durumdan haberdar olunca oğlu Muradı Trakya ordusuyla birlikte padişahın has adamı Bayezid Paşa refakatinde Mustafa üzerine gönderdi. Bayezid Paşa; Bitinya, Frigya, Lidya ve İyonyanın bütün silahlı kuvvetlerini topladı. Aynı geçilmesi zor derbentlerden geçti. İhtiyar, çocuk, erkek ve kadın her kime tesadüf edildiyse hepsi gaddarca katledildi. Nihayet dervişler tarafından tahkim edilen dağa kadar ilerlendi. Vukua gelen pek kanlı mücadelede Muradın mahiyeti etrafından birçokları şehit oldu. Mamafih bütün dervişler sahte keşiş ile birlikte arz-ı teslimiyet ettiler Ayasluğa (Selçuk) getirildiler. Börküceye tatbik olunan en müthiş işkenceler bile onu fikr-i sabitinden çeviremedi. Mustafa bir deve üzerinde çarmıha gerildi. Kolları yekdiğerinden ayrı olarak bir tahta üzerine çivilendikten sonra büyük bir alay ile şehirde gezdirildi. Kendisine sadık kalan mahmeranı Mustafanın gözü önünde katledildi. Bunlar Dede Sultan iriş! nidalarıyla tevekkül ile ölüme tevdi-i nefs ettiler
Bayezid, genç Murad ile birlikte Saruhan ve havalisini baştanbaşa dolaşarak rast geldiği âlem-i terk ve inzivada yaşayan bütün Türk dervişlerini işkenceler ile idam etti
Dukası destekleyen diğer kaynaklar da olayları benzer biçimde anlatmaktadır.
Ayaklanma Anadoluda büyük bir darlığın, yağmanın, çapulun hüküm sürdüğü, yerel beylerin, paşaların büyük zulüm uyguladıkları, kimsenin can güvenliği olmadığı, köylülerin ve yoksul tabakaların ezildiği bir döneme denk gelmiştir.
Dukasın yukarda anlattığı gibi Börklüce Mustafa ve Torlak Kemalin örgütlediği köylüler, Saruhan Valisi Sisman ve Ali Bey kuvvetlerini dağıtmış, daha sonra Sadrazam Bayezid Paşanın üstün kuvvetleri karşısında dayanamamış, tarihçilerin yazdığı gibi Karaburunda gerçekleşen mübalağa cenk sonucunda yenilmiştir.
Padişah Mehmet Çelebi, 1416 sonbaharında Bedreddin üzerine yürümüş, Serez civarındaki çarpışmada Şeyh Bedreddin ele geçirilmiş, İranlı Molla Haydarın kanı helal ama malı haramdır fetvasıyla 18 Aralık 1416 tarihinde Serez Çarşısında idam edilmiştir.
Gıllıgışlı (kin ve hile dolu) bir gönülle bin yıl namaz kılsan hiçbir sevap kazanamazsın!
Yukarıda yazılanlar ışığında Bedreddin hareketinin iki önemli ayağa oturduğu görülmektedir.
Bedreddin, dönemine göre ileri görüşleri olan bir hukuk adamıdır. Toplumda adalet kavramına çok önem vermektedir. Ve dönemin en büyük sorununun toprak sorunu olduğu ve müritlerinin toprakta ortak mülkiyetten söz ettikleri bilinmektedir. Şeyh Bedreddin hareketinin can damarı da buradadır. Toprakta ortak mülkiyet kavramı, milliyete ve dinsel inanca bağlı olmayan ortak talep olarak ortaya çıkınca; Anadolu ve Rumelideki Türk, Osmanlı, Cenevizli, Aydınoğulları vb. gibi beylikler halinde bölünmeleri anlamsız hale getirmekteydi. Bu nedenle de bu melun fikirler! dönemin bütün egemenleri, hepsinden önce de Osmanlının korkulu rüyasıydı.
İkinci olarakta, Bedreddin hareketinin, Müslüman ve Hıristiyanların yani aynı Tanrıya bağlı iki inanç sisteminin birleştirilmesi, yerleşik biçim ve kuralların reddedilmesi yolunda attıkları adımlar sarsıcı olmuştur. Dinlerüstü bir anlayışı dillendiriyor olmaları; Müslüman ve Hıristiyan- ulema tarafından en hafifinden zındıklık olarak kabul edilmiştir -ve ortadan kaldırılması- feodal düzenin bu ilmi sınıfı nezdinde toprak sorunu kadar hayati bulunmuştur.
Şeyh Bedreddin birçok eser yazmıştır. Özellikle fıkıh (İslam Hukuku) , tasavvuf, tefsir ve Arap grameri ile ilgili eserlerinin birçoğunun nüshaları bugün mevcut değildir. Ölümünden sonra eserlerinin birçoğu gizlenmiş, imha edilmiş veya kaybolmuştur. Menakıbnameye göre 48, başka kaynaklara göre 38 eseri vardır. Bazı eserlerin adı bilinmekle beraber günümüze ulaşmamıştır.
En bilinen eseri Varidattır. Varidat, Vecihi Timuroğluna göre Bedreddinin verdiği derslerden oluşmaktadır. Varidat bir tasavvuf kitabıdır; ahiretin düşsel bir olgu olduğu, yasaların zorunluluklara göre yenilenmesi gerektiği, hukukun ve dinin insana özgürlük getiren bir araç olduğu, adalet kavramına yaptığı göndermeler vb. kitabı ilginç kılmaktadır.
İnsanlar tapınıyorlar. Birbirlerine, paralara, altınlara, sana ve yiyeceklerine ve de üne. Sonra dönüp yüce Tanrıya taptıklarını söylüyorlar gibi satırlarda ise bütün sisteme yönelik eleştiriler görülmektedir.
Varidatta dile getirilen kimi düşünceler, Osmanlı ulemasının ve padişahların daima tepkisini çekmiştir. Fatih döneminde Şeyh Bedreddinin zındık (dinsiz) olduğuna ve eserlerinin okunmamasına fetva verilmiştir. Ünlü Şeyhülislam Ebusuud Efendi, Bedreddin taifesinin dinsiz oldukları aşikâr olup, katlonurlar demektedir. Şeyhülislam Arif Hikmet Bey ise nerede bulunursa bulunsun Varidatın toplatılmasını ve yakılmasını emretmiştir.
Bedredinin diğer bilinen eserleri: Camiul-fusulin, Letaifül-işarât, Teshil, Meserretül-kulûb, Ukudül-cevahir, Çerağul-fütuh, Nurül-kulub adlarını taşımaktadır.
Şeyh Bedreddin hareketi, Mustafa Suphinin Yeni Dünyasında
Yeni Dünya gazetesinin Moskovada yayımlanan 7. sayısı (15 Ağustos 1918) Merkez Müslüman Sosyalistler Komitesinin Türkçe Naşir-i Efkârı adına çıkarılmaktaydı.
Yeni Dünyanın bu sayısında Hüseyin Hüsnü imzalı bir makale bulunmaktadır. Şark ve Sosyalizm başlıklı makalede Hüseyin Hüsnü, Şeyh Bedreddini ve Bedreddin hareketini okurlarına tanıtmaktadır.
Hüseyin Hüsnünün uzun yazısının bir bölümü şöyledir:
Bedreddin: Allah dünyayı yaratmış insanlara bahşetmiştir. Servet, mahsulât ve arazi cümlenin müşterek malıdır. İnsanlar müsavidir (eşit). Birinin büyük servetlere sahip olması, diğerinin ekmeğe bile muhtaç kalmaları maksud-u ilahiye münafidir (aykırı) demiştir.
İşte altı yüzyıl önce Küçük Asyada özünü İslamdan alıp, ancak ondan uzaklaşarak; servetin, mahsulâtın ve arazinin cümlenin müşterek malı olduğunu ilan eden, İslamı, Hıristiyanı, Museviyi, Mecusiyi bir ve kardaş sayan; sarayı, saltanatı, muharebeyi, tekkeleri, dervişleri ve ulemayı zulüm ve baskının aletleri kabul eden, nikâhlı kadınlardan başka dünyada her şey müşterek olmalı diyen ve Karl Marxdan altı yüz sene evvel aynı maksat, aynı niyet, aynı isteklerlerle insanlığa seslenen ve sırf bu uğurda feda-yı can eden bir büyük sosyalisti okurlarımıza tanıtmak isteriz diye yazmaktadır.
Kaynaklar
Nazım Hikmet, Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Adam Yayınları, İstanbul 1998
Abdülbaki Gölpınarlı, Şeyh Bedreddin ve Manakıbı, Milenyum Yayınları, Ankara 2008
Michel Balivet, Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve İsyan- Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000
Vecihi Timuroğlu, Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve Varidat, Yazko, İstanbul 1982
Çetin Yetkin, Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, May Yayınları, İstanbul 1974
Orhan Şaik Gökyay, Şeyh Bedreddinin Babası Kadı mı İdi?, Tarih ve Toplum, Sayı 2
Nedim Gürsel, Şeyh Bedreddin Destanı Üzerine, Cem Yayınları, İstanbul 1978
Mete Tunçay, Mustafa Suphinin Yeni Dünyası, BDS Yayınları, İstanbul 1995
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.