Büyük Dedem Karl Marx, Robert-Jean Longuet, Fransızcadan Çeviren: Renan Akman
Yordam Kitap, Ocak 2012.
Robert-Jean Longuet, aslında Marxın torununun oğlu. 1899 yılında dünyaya gelen Longuetin babası, Marxın kızı Jenny ile evli ve kayınbabasıyla limoni bir ilişkisi olan, Fransız devrimci geleneğinin önemli isimlerinden Charles Longuettir. Kendisi, büyük dedesi Marxla karşılaşmış değil, fakat babası Jeandan az da olsa anılarını dinleyerek büyümüş. Büyük filozof, Bilim insanı, politikacı ve eylemci Marxla arasındaki aile bağı biyografinin esas yönünü tayin ederken, klasikleşmiş Marx biyografilerinden farklı bir anlatı sunuyor. Bu özelliğiyle, piyasada sıkça karşılaşılan ve pek çoğu da oldukça iyi eserlerden olan Marx biyografilerinin arasından sıyrılabilir. Longuet, büyük dedesi Marxı daha çok ailevi ya da kişisel ilişkileri dolayımıyla anlatıyor.
Her ne kadar kitabın amacı, diğer Marx biyografilerinin benzerleri yanında kendine yer açmak olmasa da, Marxı daha kişiselleştirilmiş bir biçimde anlatmak, onun temel fikirlerinin hangi koşullarda oluştuğunu anlamayı güçleştirmiyor. Ancak şu noktayı önemle vurgulamak gerek, Marxı tanımanın öncelikle Marxın fikirlerini tanımak demek olduğu düşünülürse, Büyük Dedem Marx bu açıdan yapılan bir sıralamada önlerde yer almayacaktır. Kitabın kurgusundaki ailevi ilişkilerin yoğunluğu, çok daha başka bir ilgiyle örtüşebilir. O ilgi, Marxı torunundan okuma beklentisinin besleyeceği daha bireyselleştirilmiş bir öyküye olan ilgidir. Bu nedenle, örneğin Marxın Engelsle olan ilişkisi, babası, çocukları ya da damatlarıyla olan ilişkisinin yanında görünmez olur ve Engelsin adını ancak Marx ölmeden hemen önce ve sonrasında biraz görürüz.
Bunu bir kusur olarak görmektense, diğer biyografilerde sıklıkla karşımıza çıkan eğilimden sıyrılmanın bir sonucu olarak görmek gerekir. Marxın teorilerinin nasıl oluştuğunu, Trier, Berlin, Paris ve Londra günlerini, yoldaşı Engelsle ve diğer devrimci teorisyenlerle olan teorik ilişkilerini okumak isteyenler farklı kitaplara yönelebilirler. Nitekim yazarın, kitabın önsözünde piyasada her geçen yıl sayısı artan Marx biyografilerinin insan Marxı ihmal ettiğini belirtmesi bundandır. Longuet, bu nedenle, Marxın ünlü çalışmalarının hangi şehirlerde, hangi koşullarda yazdığına dair birkaç sayfalık son derece sınırlı bilgiler vererek kişisel öyküsüne döner ve teorik tartışmalara oldukça makul dokundurmalar yaparak anlatısına devam eder.
Duygusuz, Kibirli ve Kavgacı mı?
Kitabın benimsediği görece bireysel yönü takip etmek gerekirse, Marxın çocukluktan ölene kadar yaşadığı kimi olaylar, mektuplar, akrabaları ve dostlarıyla olan ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, Marksist geleneğin bel kemiğini oluşturan çatışmacı yahut mücadeleci ruhun izleri rahatlıkla görülmektedir. Bu açıdan, insan Marxın, filozof, bilim ve eylem insanı Marxtan çok kesin sınırlarla ayrıldığı söylenemez. Nitekim, filozof ve gazeteci Moses Hess yazıdığı bir mektupta, Marx için, Rousseau, Voltaire, Holbach, Lessing, Heine ve Hegeli gözünün önüne getir bir araya toplanmış olarak demiyorum, tek bir kişide bütünleşmiş olarak- Dr. Marxın nasıl biri olduğunu anlarsın değerlendirmesini yaparken kişisel özellikleri ve fikri birikimi arasındaki o güçlü bağa vurgu yapıyordu (s. 61).
Kendinden bahsetmekten utanan ve duygularını açıkça ifade etmeyi sevmeyen Marxın kişiliği hakkında sıklıkla olumsuz değerlendirmeler yapıldığı bilinen bir gerçektir. Longuet, Marxın şu ifadelerinin bulunduğu bir mektuba yer verir: Nisan ayından bugüne kadar, üst üste koysam dört haftadan fazla çalışmadım. Yeni bir ölüm olayı nedeniyle Trierde altı hafta geçirmek zorunda kaldım. Geriye kalan zaman, tiksinti verici aile kavgalarıyla heder oldu ve huzursuzluk içinde geçti (s. 69). Çalışmalarını aksatması nedeniyle bahsettiği yeni bir ölüm olayı kardeşinin ölümüdür. İlk etapta duygusuzluğunun açık bir kanıtı olarak görülebilecek bu tepki, Marxın, devamında toplumsal yaşamın sefilliklerinin kişilik sahibi bir adamı özel sıkıntılara duyarsızlaştırması gerçek bir mutluluk demesiyle gerçek anlamını kazanıyor. Marx, doğrudan söylemek gerekirse, insanlığın büyük acılarına karşı geliştirdiği büyük duyarlılığının özel sıkıntılar nedeniyle sekteye uğramasından açıkça rahatsız oluyor.
Marxın duygusuzluğunu ya da kinci karakterini dile getiren görüşlerin daha çok onunla teorik ya da politik olarak çatışmaya girenler tarafından verildiği de göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin Bakunin, Komünist Enternasyonalde beraber çalıştığı ama sıklıkla anlaşmazlık yaşadığı günlerde Marxı şöyle değerlendirir: sıradan bir insan değildir. Üstün bir zekâya ve iktisadi meseleler başta olmak üzere, engin bir birikime sahip bir insandır; dahası, bildiğim kadarıyla onunla Pariste ilk kez karşılaştığım 1844ten bu yana, kendini itiraz kabul etmez hizmetler verdiği proletaryanın kurtuluşu davasına, hep içtenlikle ve tüm benliğiyle adayan bir insandır. Ancak bugün, olağanüstü kendini beğenmişliği, kinci ve kötü niyetli kişiliği ve sosyalist devrimcilerin partisinin içinde bile diktatörlük kurma eğilimiyle, tam tersine, bu davaya zarar vermektedir (s. 95).
Bakuninin gerçekleri tarafsız bir biçimde yansıtmasını beklemek ya da yansıttığı kendi gerçeklerini nesnel bir değerlendirme olarak kabul etmek ilk etapta mümkün olmasa da, Marxın politik mücadele ve tartışmalarda çatışmacı, inatçı ve kararlı oluşunun anlaşılır bir yanı olmalıdır. Marxın, Bakuninin de hakkını vererek ifade ettiği gibi, proletaryanın kurtuluşuna hayatını adadığı ve uğruna acılarla örülmüş bir yaşamı göze aldığını söylemeye gerek yoktur ve bu uğurda yapılan politik tartışmalarda ve mücadelelerde sert olabileceğini tahmin etmek de. Longuet, bu durumu bir bilim adamının, yaşamını incelemeye adamış, kelleyi koltuğa almış, cahillerin çelişkilerini, söz cambazlarının yarım yamalak bilgilerini ve her şeyden önce, entelektüel dürüstlükten yoksun olmanın ne demek olduğunu bilen ve bunlara katlanamayan bir adamın davranışları olarak açıklamaktadır (s. 175).
Marxın evini sık sık ziyaret eden Wilhelm Liebknecht ise onun çocuklarla olan sıcak ilişkisine dikkat çeker. O, yalnızca, saatler boyunca çocukla çocuk olabilen, dünyanın en yumuşak babası değildi: Yabancı çocuklar, onu mıknatıs gibi kendilerine çekerdi (s. 174). Aile içinde Mohr (Almanca zenci Marx sahip olduğu siyah sakal ve saçı nedeniyle böyle anılırdı) lakabıyla çağrılan Marx alnından terler damlayana dek çocukları sırtında taşır, onlarla uzun süreler sıkılmaksızın eğlendiği sıklıkla anlatılır.
Bir Ajanın Gözünden
1853 yılında Londradaki zor günlerinde Marx ailesinin evine girmeyi başaran bir Prusya ajanının raporu ise, bir düşmanın gözünden olmasına rağmen, hayatı boyunca yaşadıkları zorlukları özetlemesi açısından oldukça ilginç bir anlatı sunuyor. Raporu yazan bir ajan dahi olsa, zaman zaman onu öven ifadeleri yazmaktan çekinmemiştir: entelektüel üstünlüğü, çevresindekiler üzerinde karşı konulmaz bir güç oluşturuyor. Özel yaşamında, son derece düzensiz ve sinik bir adam; kötü bir ev sahibi, bohem bir hayat sürüyor; yıkanma, saç tarama, çamaşır değiştirme onun için ender olaylar; kolayca sarhoş oluyor. Çoğu zaman gün boyu tembellik ediyor, ama yapacak çok işi varsa, tükenmez bir takatle gece gündüz çalışıyor; düzenli yatıp kalkma saatleri yok; çoğu zaman, bütün gece uyumuyor, sonra, öğleye doğru, giyinik halde bir kanepeye uzanıyor ve evine değirmene girer gibi girip çıkan insanları umursamadan, akşama kadar uyuyor Marx, genelde çabuk sinirlenen, yabani kişiliğine rağmen, koca ve aile babası olarak, dünyanın en müşfik ve en yumuşak adamı Londranın en yoksul, dolayısıyla en ucuz mahallelerinden birinde oturuyor Bu evde temiz ve iyi durumda tek bir eşya bile bulmak mümkün değil, her şey kırık, işe yaramaz ve yırtık. Her şeyin üzeri kalın bir toz tabakasıyla kaplı ve ortalık darmadağınık Ama bunlar hiçbir şekilde Marxı ya da karısını sıkmıyor. Büyük bir sevecenlikle karşılaşıyorsunuz, misafirce, nazikçe, bir pipo, tütün ve el altında bulunan serinletici bir içecek ikram ediliyor. Zeki ve hoş bir sohbet, evin kusurlarını telafi etmeye, konfor eksikliğini tahammül edilebilir hale getirmeye yetiyor (s. 152-153).
Prusya ajanının üstleri için çizdiği resim, insanlığın acılarını dindirmeyi amaçlamış büyük bir filozofun çok fazla bilinmeyen ev hayatını özetlerken, onun engin bilgi birikiminin, yalnızca öznel acılara ve mutluluklara açılmış bir kalple tamamlanmadığını kanıtlıyor. Marx, ailesiyle beraber kendisinin hayatı boyunca yaşadığı maddi sefaleti tüm insanlığın mutluluğu yolunda feda ettiğinin en başından beri bilincindedir. Bu nedenle, kişiliğinin sıradan insanlara özgü basit kibir ya da düşmanlıklara kapıldığını söylemek için çok daha inandırıcı argümanlar ileri sürmek gerekecektir.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.