Yeni Aydınlanma; Kürtlere yer var mı?-Onur Emre Yağan
Kürt aydınlanmasının baharı Türkiye İşçi Partisi ile başlamıştır...
Kürt tarihçilerin temayülü ise başlangıcı biraz daha geriye çekmek yönündedir.
Kürtlerin bağımsız bir ulus olma istemiyle tarih ve siyaset sahnesinde yer alması Osmanlı'nın son dönemine ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk evresine denk geliyor. Bu dönemdeki Kürt isyanları, İttihat ve Terakki'ye katılım (hatta kuruculuk) veya Hêvî (Umut) gibi örgüt ve dergilerin ortaya çıkması Kürt aydınlanmacılığının bazı örnekleri olarak verilir.
Konumuzun esası Kürt aydınlanma tarihi değil.
Sadece bu ilk dönemde, aydınlanma mücadelesi ile uluslaşma mücadelesinin eşitlenmesini ve uluslaşmaya aşiret liderleri, şeyh, molla, seyit gibi din adamlarının öncülük etmesini, aydınlanma geleneğiyle çelişki olarak not edip geçelim. Üstelik liderlikler veya başkaldırı nedenleri belki bir iki istisna dışında (Alevi isyanları) ilerici bir arayışı temsil etmez...
*****
Aydınlanma mücadelesinin felsefi temeli, insanın düşünürken ve toplumsal gelişmeleri değerlendirirken Tanrı merkezli bakıştan, dinsel dogma-hurafeden veya kilise, cami gibi dini kurumların etkisinden kurtularak kendi aklını, bilgiyi, bilimi egemen kılmasıdır.
Burjuva sınıfın da, ortaya çıkıp iktidarı talep ettiği dönemlerde (1789'un devrimci burjuvazisi veya 1923'ün Kemalizmi) aydınlanma düşüncesinin etkisi altında olduğu ve öncülük ettiği doğrudur. Ancak bu sınıfın aydınlanma bayrağını elinden düşürmesinin üzerinden neredeyse bir 100 yıl geçti.
Büyük Ekim Devrimi sonrası (Sosyalist Blok çözülene kadar), burjuvazi açısından aydınlanma düşüncesi; sosyalist iktidarların estirdiği rüzgar nedeniyle refah, eşitlik, modernizm arayan toplumların isyanına karşı bir tedbir-koruma kalkanı olarak kullanılmış (sahiplenilmiş) ve nihayetinde terk edilmiştir.
Ortadoğu'nun diğer parçalarında olduğu gibi Türkiye'de ve Kürt coğrafyasında da geç yaşanan aydınlanma süreci, taşıyıcılığın kapitalizmden sosyalizme geçtiği döneme rastlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki çift karakterli yapıda bu geçişin izleri görülebilir. Bölgenin diğer ülkelerinde ise Baasçılık en belirgin örneğidir.
*****
Türkiye Kürtlerinden bahsedeceksek; TİP ile birliktelik ve sonrasındaki yıllar bu dinamiğin özgürlükçü, laik ve modern damarlarını oluşturmuştur. Kürtlerin tarihinde aydınlanmanın nirengi noktası, Türkiye İşçi Partisi'dir.
Kürt yoksullarının politikleştiği, batılcılığın etkisinin azaldığı, kadının rolünün ve değerinin arttığı, dil ve kültür alanında geliştirici adımların atıldığı; bilhassa (PKK öncülüğünde) 80'li yılların sonu ve 90'ların başını da kapsayan bu bahar mevsimi, sosyalist ideolojinin etkisini yitirmesiyle birlikte kesintiye uğramıştır.
Bu dönemin ruhuna uygun olarak, Kürt coğrafyasında sol ve seküler değerlerin önemi ve etkisi de artmıştır. Örneğin 1997 yılında yapılan bir ankete göre Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) üyelerinin yarısı kendisini sosyalist, diğer yarısı demokrat olarak tanımlamıştır.
Yahut 90'ların hemen başında Diyarbakır Silvan'da miting esnasında, halkımız başını örtmeni istiyor buyuran imama, sen mi istiyorsun halk mı yanıtıyla mikrofonu alıp, ben başımı örtmek istemiyorum, sizi kandırmak için de istemiyorum diyerek halka soran Leyla Zana'nın tavrı, sosyalist aydınlanmacılığın, sekülarizmin Kürt siyasal yaşamındaki nüfuzunun göstergesidir.
Fakat ne yazık ki Kürt dinamiği, sol hareketin zayıfladığı, burjuvazinin aydınlanmacı kimliği üzerinden silkeleyip tamamen kurtulduğu geçtiğimiz yıllarda, Türkiye'nin ve bölgenin üzerine karabasan gibi çöken gericiliğe karşı aydınlanma mücadelesini büyütememiştir.
Kürt hareketi, AKP'nin bölgede gericiliğin önünü açmasına bir karşı yanıt üretmek yerine, Kürtlerin dindarlığını veri almış, paradigmasını İslam'ı da kapsayarak dönüştürmeye çalışmıştır.
Sonuç liberalizmin ve İslam'ın etkisinin artması ve şeriatçılığın bölgede baskın bir unsur haline gelmesidir.
*****
Şimdi Silvan'ın köylerine başı açık bir kadın öğretmen gittiğinde çocukların, köye başı açık kadın geldi vaveylasıyla sokaklarda koştuğu, Hizbul-kontra'nın Kürt yurtseverlerini infaz edeceğini ilan ettiği, dinin siyaset alanını mülk edinerek iktidar arayışlarını belirlediği, köle pazarlarının kurulduğu, Sünniliğe biat etmemiş olanların kafasının kesildiği bir karanlığı, bir cahiliye devrini, bir yeni ortaçağı yaşıyoruz.
Ve kuşkusuz böyle bir dönemde, aydınlanma mücadelesi ve gericilik karşıtlığı güncel, hatta önceliklidir. Şartsız, hilafsız... mücadelemizin temel başlıklarından biri olmalıdır.
Bununla birlikte, bugün sosyalistlerin öncülük ettiği ya da ayrı bir inisiyatife oturan; karşısına AKP gericiliğini, emperyalizmin bölgede şeriatı palazlandırmasını veya IŞİD'i alan bir mücadelenin de, objektif olarak aydınlanmacı bir karakter taşıdığını kabul etmek gerekir.
Peki, Kürt siyasal hareketi nerede duracak?
Politik gelişmeler bu sorunun doğru yanıtını zaten ortaya çıkarmıştır.
Bölgede gericiliğe en fazla ihtiyaç duyan öznelerin, radikal İslama alternatif olarak ılımlı İslam arayışındaki emperyalizm ile radikal olana hayranlık besleyen AKP iktidarı olduğunu biliyoruz. Yani tehlike ve düşman bellidir.
Dönüp bakıldığında, IŞİD veya Hizbullah tehdidinin en belirgin olduğu coğrafyanın Kürdistan olduğu, Kürt hareketinin bu gericiliğe karşı aydınlanma cephesinde yerini almadığı durumda, karanlığın ilk olarak Kürt ilericiliğini ve özgürlükçülüğünü yutacağı da açıklıkla görülebilir.
Bu nedenle, İstanbul'un okullarını Kur'an kursuna çevirmeye çalışan AKP ile okul çağındaki çocukları Rakka'da pazarda satan IŞİD'in bir ve aynı şeyi hedeflediğini en önce Kürt devrimcilerin kabul etmesi gerekir.
Ayrıca yine bu nedenle, haftalardır direnen Kobane Kürtlerinin IŞİD gericiliğinin yayılmasını engellemesi, Türkiye'de sokağa çıkan yüz binlerin AKP'yi ve onun gerici kurumlarını, Hüda-Par gibi şeriatçı odakları karşısına alması, sosyalistler açısından aydınlanma mücadelesine katkı sayılabildiği için de değerlidir.
Türkiye sosyalist hareketi, Haziran İsyanı'nda halkçı karakteri baskın bir biçimde ortaya çıkan yurtsever, aydınlanmacı ve özgürlükçü birikimle birleşip öncülük edebildiği sürece Türkiye'yi sosyalist seçeneğe taşıyacak enerjiyi de ortaya çıkarabilir.
Ancak bu doğruyla birlikte, bölgedeki gelişmelerin ve ilerici birikimin de bu mücadelenin bir parçası olduğu idrak edilmelidir.
Kürt sorununda yaşananlar konusunda bir girizgaha çok ihtiyaç yok. Yaşanan gelişmeler ortada ve önemli bir toplumsal sorun olarak karşımızda duran ve ciddi bir siyasal ağırlığa sahip olan bu gündem Türkiye sosyalistleri açısından da bu ehemmiyet ve ciddiyetle ele alınmalıdır.
Erken tutum ve yaklaşımlardan, suçlamalardan, ucuz polemiklerden uzak durulmalıdır. Bugün solun yapacağı en büyük yanlış budur. Mesele büyüktür, önemlidir ve ülkede hükümetin düşmesine neden olabilecek ya da askeri darbelerin kapısını açabilecek siyasal gelişmelere gebedir.
Müneccimlik ile siyasi öngörü arasında sıkışmış değiliz. Ancak siyasette eğilimler, öngörüler elbette vardır.
Ne Kürtler satacak ben demiştim diye sevineceğiz, ne de gördünüz mü tek devrimci bunlar diyeceğiz. Türkiye devrimci hareketinde görülen bu iki ucun arasında sıkışan bir siyasal algının yerine daha gerçekçi bir yaklaşımın konulmasının zamanı gelmiştir.
Mesele objektiftir. Tartışmamız gereken ya da devrimci siyasetin şekillenmesinde bakacağımız kritlerimiz şunlar olmalıdır: Türkiyede sosyalizm hangi zeminde yükselir ve devrimin yolu nasıl açılır ya da başka bir deyişle devrimin çıkarı ne yöndedir?
Bu açıdan bazı psikolojik eşiklerin aşılması gerekiyor. Öncelikle birkaç satır buraya değinilmeli
Kürt sorunundan kaçmak ya da Kürt siyasetine bağlanmak
Kürt siyaseti vebalı değildir. Türkiye sosyalist hareketinin bazı kesimlerinde görülen bu yaklaşımın terkedilmesi gerekiyor. Her siyasi gelişmede bu psikolojinin götüreceği yön ya temiz siyaset adına hareketsizlik ve kibir ya da karşıt bir söylemdir. Ancak mesele elbette psikoloji değildir ve bunun arkasında yatan siyasal değerlendirmeler vardır.
Kürt siyaseti kutsal da değildir. Anlamak başka doğru bulmak başka diyerek, Kürt siyasetini doğru bulmasan da bir ulusal hareket olarak onu anlamak gerek tezi de elimizin tersiyle itilmelidir. Bu yanlışa kılıf bulma girişimidir ve utangaç bir tutumun tezahüründen başka bir şey değildir. Elbette bu tutumun da arkasında siyasal değerlendirmeler vardır.
Birincisi, emperyalizm bölgesel politikalarının bir bileşeni olarak görüyor Kürt sorunu ve gidişatın buraya olacağını düşünüyor. Emperyalizmi güçlü görür, belirleyici olduğunu düşünür. İkincisi, bölgesel dinamiklerin çatışkılarını öne çıkartır, burada boşluk olduğunu söyler, emperyalizm çok güçlü değil, önemli olan benim çıkarım diye bakar.
Birincisi Kürt sorunundan bir şey çıkmaz ve hatta Kürt siyasetini karşıya almak gerektiğini söyler, ikincisi Kürt sorunu temel sorundur, bu çözülmeden Türkiyede siyaset yapılamaz, Kürt siyaseti ile dayanışan hatta yan yana gelinen bir politika izlenmelidir tezini öne sürer.
Kürt sorununda değişen ne?
AKP eliyle yapılan tam olarak nedir diye sorulursa, ki bu AKPyi diğer burjuva siyasi öznelerden farklı kılan şeydir, birinci cumhuriyetten ikinci cumhuriyete geçiştir. AKPnin son on yıllık siyasi iktidarında ve bu iktidar döneminde ülkemizde görülen siyasi gelişmelerin mantığında bu yatar. Cumhuriyet mitinglerinden, Ergenekon, balyoz davalarına, referandum oylamasından, müzakere sürecine kadar bir dizi gelişmenin üst başlığı işte bu geçiştir. Bu süreç, daha gerici, daha işbirlikçi ve daha piyasacı bir süreçtir ve karşı devrimcidir.
Bu sürecin bir parçası olan Kürt siyasi hareketi gerçeği vardır karşımızda. Kürt siyasi hareketi açısından, statükonun çözümü olarak görüldü bu süreç ve ikinci cumhuriyetin destekçisi bir siyasal bir tutuma götürdü. Referandumda boykot, Gezi eylemlerine mesafeli söylem, Suriye konusunda Esad karşıtlığı birkaç örnek.
Türkiye karanlığının ve karşı devriminin temsilcisi AKP ile mücadele-müzakere yürüten bir Kürt siyasi hareketi!
Değişim ise şurdadır. İkinci cumhuriyetin oturamaması ve bir darboğazla karşı karşıya gelmesidir bugün. AKPde temsil edilen gericilik, piyasacılık, işbirlikçilik ile gelinen yer istikrarlı bir dönüşüme değil tersine ülkenin savaşa ve büyük bir siyasal krize doğru sürüklenişine doğrudur. Böyle bir tabloda Kürt sorunu ele alınmalıdır.
Bu kriz nereye evrilebilir?
Bam teli burasıdır ve ikinci cumhuriyetin nasıl bir yönelime gireceği sorusuyla ilgilidir. Suriye savaşı ve Ortadoğudaki bugünkü krizde AKPnin payı büyüktür ve bu tablonun bizzat aktörlerinden biri olan AKPnin geleceği ile ikinci cumhuriyetin kaderi arasında paralellik vardır. AKP diktatoryasına gidiş bir seçenektir, aynı zamanda, AKPnin daha fazla iktidarda kalamayacağı bir siyasal zemin de oluşmaktadır. AKP iktidardan düşerse ne olur sorusunu başka yazıda işleyelim Ancak bu süreçte AKPnin Kürt sorununa dair yaklaşımını ve Kürt siyasi hareketinin nasıl bir politika izleyeceğini yakından izlemek lazım.
Devrimci siyaset, bugün güncele elbette takılmamalı. Ancak siyasetin kriz anlamında boğum noktalarına geldiği yerde güncel gelişmeler önemsiz sayılabilir mi? 6 ilde sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı eğer bir oyun değilse devrimci hareket gelişmeleri ciddiyetle ele almak zorundadır.
Ancak projeksiyonsuz siyaset olmaz. İki noktanın altı çizilmelidir.
Emperyalizm başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğuda bir plana sahiptir ve bu planın hayata geçmesi için uğraş vermektedir. ABD ile birlikte Fransa ve Almanya da artık bu sürece dahildir ve bu doğrultuda örneğin Barzani merkezli bir Kürt devleti kurulması planı yabana atılacak bir değerlendirme değildir.
İkincisi, iç siyasette AKPnin geleceği Ortadoğudaki gelişmelere bağlıdır ve bu açıdan Kürt sorununda atacağı adımların bir sınırı vardır. Tek başına Kürtleri de karşısına alacağı bir diktatorya ne kadar zorsa doğu da Kürtlere demokrasi, batıda ise baskı politikasının bir karşılığı olamaz. Bu açıdan ikinci cumhuriyetin AKPsiz gitmesi olasılığı da mutlaka değerlendirilmelidir. Elbetteki müzakere süreciyle birlikte AKPnin devamı da
Bu projeksiyonlar olmadan Kürt sorunundan devrimci bir siyaset de üretilemez.
Devrimci siyasetin başlangıç noktası, bağımsız bir hattı örmesidir. Bu hat, her türlü kompleksten uzak ancak olası gelişmeleri öngören bir yaklaşıma sahip olunarak örülebilir.
Emperyalizmden ve gericilikten uzak durun diyeceğiz, sözümüz varsa açıkça söyleyeceğiz. Devrim cephesinde kimler, karşı devrim cephesinde kimler var? Çizgi çekip tek tek yazmalı Devrimci siyaset analiz eden değil aynı zamanda müdahale edebilendir.
Kürt sorunu ile sosyalist siyaset arasında çin seddi yok, ancak bilinmeli ki Kürt siyasetiyle düzen siyaseti arasında da bugün çin seddi yok. Kürt siyasi hareketinin nereye doğru yöneleceğini bu bağlamlarda tartışmak zorundayız!
Barzanistan sözcüğünü ilk ne zaman kullandığımı hatırlamıyorum, ancak düzenli olarak kullanıyorum; Kürt siyasi hareketi içinde olanlardan daha az, Kürt siyasetiyle dayanışma içindeki kralcılardan ise daha çok olmak üzere, yer yer tepki alıyorum. Bazen getirilen suçlama, Kürdistan demediğim için, ırkçılık oluyor; doğrusu çok ilginç buluyorum. Bu ülke, Kürdistan sözcüğünü yasaklayıp de facto bir Kürdistan kuranlarca yönetiliyor; bunların başında sermaye, AKP ve yüksek komutanlar geliyor. Ve bu ülke, aynı zamanda, Kürt halkı ve Kürdistan sözlerini, daha kimse zikretmezken savunduğu için hapis yatan, emek ve halk düşmanlarına karşı savaşta Kürt ilericiliğiyle birlikte yürüyen sosyalistlerin ülkesidir. Ben sosyalistim; Amerika ile taşeronlarının Ortadoğu halklarını kana bulayarak kurduğu bu emperyalizm karakolunu, bir halkın adıyla anmamayı seçiyorum; elim gitmiyor.
Kimseler duymasın
Geçtiğimiz ay Wall Street Journal Türkiye sitesinde, Türk Patent Enstitüsünün son 1 yıl içinde ilk kez başvurusu yapılan Kürdistan, Kurdish Patent Institute, Kurdishbank, Kürt Marka Patent, Cola Kurt, Kürtcell gibi birçok markaya ret verdiği haberini okuyorduk; güler misin, ağlar mısın, önce kuruyorlar ve sonra adını yasaklıyorlar, şşşş, kimseler duymasın der gibi bir halleri var, ama duyan duymuş, gören görmüştür; şimdi Peşmerge, gene Ankaranın tezkeresiyle ve TSKnın onayıyla, Türkiye topraklarından geçmektedir.
Ankaranın Kürdistanı
Şşşş, sanki bir fail-i meçhul, bir gün yokmuş ve bir gün varmış, ancak kimler eliyle ve nasıl kurulduğunu biliyoruz. Amerika, Kuzey Irak'da Barzani'nin liderliğinde Talabani ile birlikte devletsi bir yapı kurarken, Barzani-Talabani devletini Araplar'dan koruyan, İncirlik'ten kalkan Amerikan bombardıman uçaklarıydı; ayrıca Ankara Irakı bombalaması için İncirliki Amerikaya açmakla kalmıyor, bu devletsi yapı için posta teşkilatı, televizyon, ordu kuruyordu. Ve bizler anlamaya başlıyorduk; Türkiye egemenlerinin Kürt düşmanlığı US State of Kurdistan için geçerli olmuyordu.
2007den 2009a
2007de Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral İlker Başbuğun ünlü Harp Okulu tespitlerini hatırlayan var mı, PKK bir yana, asıl tehdit Kuzey Irakta diyor ve Barzaniyi işaret ediyordu: Kürt kökenli vatandaşlarımız için cazibe merkezi olacaktır. Demek, sonuçlarını o zamandan görüyordu. Peki, görüyordu da ne yaptı? Başbuğun yukarıdaki sözlerini aktaran Mehmet Ali Birand, 2009a gelindiğinde bu kez şöyle diyordu: AKP iktidarı 2007-2008 döneminde Kuzey Irak yönetimi ve özellikle de Barzani ile ilişkileri düzeltmek ve PKKya karşı mücadelede Erbili yanına çekmek ister, TSK da buna karşı çıkardı... Başbuğ, Barzani boykotunu geçen aylarda yumuşatmaya başladı ve nihayet temas ve görüşme boykotunu da kaldırdı. Ya şu günlerde ya da yakın dönemde Genelkurmayın bir temsilcisi Barzani ekibiyle görüşme sürecini açıyor. Abdullah Gülün Çok güzel şeyler olacak, diyerek haber verdiği 2009 yılıdır.
TÜSİAD halayları
Çok güzel şeyler oluyordu; TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner Diyarbakıra kadar gidip, barış için, kardeşlik için halaylar çekiyor, oradan Erbile açılıyor; yüksek komutanlar askerlerin sivil yargıya teslimine onay verince önü açılan Ergenekon ve Balyoz kıyımı, Henri Barkeyin deyişiyle Türkiye-Barzani yakınlaşması ile açılımın önündeki en büyük engel olan orduya öldürücü darbeyi vuruyor; AKP Kongresine davet edilen Barzani, kürsüye alkışlarla ve Türkiye seninle gurur duyuyor sloganlarıyla çıkıyor ve Amerika Erbilde üs kuruyordu. Yaşasın halkların kardeşliği! Yaşasın Erbilden kalkan Amerikan bombardıman uçakları!
Üzerinde Erdoğan
Amerikan üslü Kürdistan, Ankara eliyle kuruldu; Amerikan ordusu çekilirken, koruması TSKya ve petrolü ile ticaretinden uygun bir miktar, halaycı Boynerin camiası ile badem bıyıklı türdeşlerine verildi. Amerikan think-tanklerinde, Kürt tüccarların, Batıdan euro ile mal alıp Kürdistanda dolar sattığı anlatılıyor. Tüccarlar, paritelerdeki oynamalardan şikayet edince, Amerikalılar, ileride Kürdistanın kendi parasını basarak sorunu çözebileceklerini söylüyor. Aldıkları cevap, şaka yollu, Olabilir, ama üzerine Erdoğan resmi koymamız gerekebilir oluyor. Ne de olsa kurucularından görüyorlar
Türkiye egemenlerinin tek tutarlı Kürt politikası, Kürtleri Amerika'nın kucağına itmek oluyor; bedelini Ortadoğu halklarının yanında Türk ve Kürt emekçilerinin ödeyeceği kesindir.
Mini Kürdistan
Geçtiğimiz hafta Hürriyete konuşan CFR Başkanı Richard Haas, Irak ve Suriye Kürtlerinin kuracağı mini Kürdistanı desteklediğini söylemektedir; kimse yanılmasın, gerçekleşmesinin önündeki engel ise AKP ile TSK değil, Suriye, İran, Rusya ve Suriyeden kopmadan, bölgedeki dengeler arasındaki cambazlığında ipten düşmemeye çalışan PYDdir. Erdoğan et al.ın IŞİD sevdası, elbette PYD karşısında pek baskın; ancak Davutoğlunun çağrıları, Amerika ile uzlaşmış bir PYDye hiçbir itirazları olmadığı ortaya koymaktadır. Harp okullarında Game of Thrones yasaklayıp Peygamberin Hayatı derslerini koyan yüksek komutanlara gelince; 2007de asıl tehdit olarak teşhis ettikleri Barzani ile ilişkileri, Amerikaya bağlılıklarının, Türkiyenin bölünmezliğine bağlılığına galip geldiğini göstermiyorsa ne gösteriyor, soru yanıtını beklemektedir. Daha önce yazdığım için burada ayrıntısına girmiyorum; AKPnin yüksek komutanlarla el birliğiyle çıkardığı tezkere, Amerikancı bir mini Kürdistan projesiyle uyumludur.
Emperyalizm ve gericilikle barış
CFR Başkanı, eninde sonunda Hürriyete konuşuyor ve ekliyor, Amerika için ideal çözüm, Irak ve Suriyede Kürtlerin daha büyük bir askeri rol üstlenmesi ve Türkiye içinde ise Kürtlerin askeri varlığının bitmesi. Gerçekçi mi, ya da inanılır yanı var mı, Türkiye için ne anlama geliyor, üç ayrı sorudur ve bir başka yazıya bırakıyorum. Ancak söylenen budur; demek Irak ve Suriye Kürtleri Amerikan askeri olacak ve Türkiyede bir Pax ABD sağlanacak. Yaşasın halkların kardeşliği!
Şimdi Demirtaş çıkmış, Diyalog ve müzakere dediğimiz farklı anlayışların yakınlaşmasıdır diyor. Çok da doğru söylüyor. AKP ile barış arayışının son kurbanı, HDPnin Soma ve Ermenekteki işçi ölümlerine ilişkin soru önergesi olmuştur. Reyhanlıda Hükümetin yanındayız! çıkışlarından ve Gezide darbeci arayışlarından sonra çok mu? Ah, idamına Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! diyerek giden Deniz! Ah Deniz!
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.