3 Aralık 1944: Bu katliamı Naziler değil, İngilizler yaptı
3 Aralık 1944'te, Yunanistan'ın Sintagma Meydanı'nda, silahsız insnların üzerine ateş açıldı. Bu ateşi Naziler değil, Yunan partizanların "müttefiki" İngiltere açmıştı.
soL'un notu: 20. Yüzyıl'da Yunanistan tarihi Anadolu'yu işgal, faşist darbeler, Alman işgali, anti-faşist direniş ve iç savaşla geçti. Bu tarihin en önemli dönemeci, faşist işgale karşı komünistlerin önderliğindeki silahlı direniş ve daha sonra yaşanan iç savaştır. Nazilere karşı direnişte komünistlerle istenmeyen bir ittifaka imza atan İngiltere, 1944 yılında, partizanların güçlenerek iktidar adayı olması nedeniyle, Soğuk Savaş'ı kanlı bir şekilde başlatmıştı. The Guardian'dan Ed Vulliamy ve Helena Smith'in 30 Kasım'da yayımlanan bu makalesini, kısaltarak soL okurlarıyla paylaşıyoruz. Faşizme karşı savaşta ülkesini ve halkını savunan Yunan komünistlere saygıyla...
Halen gözlerimin önünde, unutmadım, diyor Titos Patrikios. Atina polisi Sintagma meydanındaki parlamento binası çatısından meydandaki kalabalığa ateş ediyor. Genç kadın ve erkekler kan gölünde yatıyorlar, herkes panik içinde merdivenlere yığılıyor.
Ve o an geliyor. Gençlikten gelen ataklık ve adalete olan inancın tutkusuyla. Meydanın ortasındaki fıskiyenin üzerinden atlıyorum, halen orada olan fıskiyenin üzerinden, ve sesim yükseliyor: Yoldaşlar, dağılmayın! Zafer bizim olacak! Alanı terk etmeyin. Zamanı geldi. Biz kazanacağız!
Kazanacağımızdan adım gibi emindim, diyor. Ancak o gün için söz konusu olan bir zafer değildi. O gün olanlar, Adolf Hitlerin Riechından yalnızca altı hafta önce kurtulmuş olan bir ülkenin iç savaşa sürüklenişinin işaretiydi.
İNGİLİZLER, NAZİ SEMPATİZANLARINI KULLANDI Şimdi bile, 86 yaşındaki Patrikios bu yaşa erişebildiğine şaşırıyor. Şair, 3 Aralık 1944 sabahı Yunan siyasi yaşantısının merkezi niteliğindeki meydanda olanları tüm ayrıntılarıyla hatırlıyor.
O gün, tam 70 yıl önce, İngiliz ordusu halen Almanya ile savaştayken, 3 yıldır İngilizlerle müttefik halinde olan Partizanları desteklemek için gösteri yapan sivil kalabalığın üzerine, Nazi sempatizanlarıyla ateş açtı.
Kalabalığın elinde Yunan, Amerikan, İngiliz ve Sovyet bayrakları vardı ve Yaşasın Churchill, yaşasın Roosvelt, yaşasın Stalin diye bağırıyorlardı.
Çoğunluğu çocuklardan oluşan 28 sivil bu olayda öldü ve yüzlercesi de yaralandı. Patrikios, bu sefer de diğer gösterilerimiz gibi olacağını düşünüyorduk, kimse bize kan kusturulmasını beklemiyordu, diyor.
YUNAN KOMÜNİSTLERİ BAŞROLDEYDİ İngilterenin bu olaydaki mantığı vahşi ve hainceydi. Başbakan Churchill, savaş boyunca arkasında durduğu Komünist Partinin (Ulusal Kurtuluş Cephesi, EAM) direnişteki etkisinin hesaplananın ötesinde arttığını düşünüyordu. Öyle ki, Yunan kralını yeniden tahtına döndürme ve komünizmi iktidardan uzak tutma planını suya düşürecek kadar. Bu nedenle eski müttefikine karşı Hitler destekçilerine arka çıkmak üzere taraf değiştirdi.
O gün 16 yaşındaki Patrikiosun dışında meydanda daha sonra solun kalıcı isimleri haline gelecek başka tanıdık simalar da vardı. Modern Yunan tarihinin sembol isimlerinden ünlü besteci Mikis Theodorakis, o gün meydanda düşenlerin kanıyla lekelenmiş Yunan bayrağını elinde tutuyordu. Tıpkı Patrikios gibi o da, direniş hareketinin parçasıydı. Olayın hemen ardından Yunancada Dekemvriana olarak anılan Atina Savaşı patlak verdi. Bu kez savaş İngiliz destekli Nazi destekçileriyle partizanlar arasında yaşanacaktı. Yıkımın kokusunu halen alabiliyorum, diyor Patrikios. Uçaklardan yağan bombalar her şeyi hedef alıyordu. Bugün hala savaş filmlerinde duyduğum uçak sesinden irkilirim.
KATLİAM GEÇMİŞTE KALMADI İngilterenin o tarihlerdeki ihanetinin lanetli gölgesi Yunanistanın peşini bırakmadı. O gölgeyi, 2008de bir öğrencinin faşist bir polis tarafından katledilmesinin ardından patlak veren olayların üzerinde görmek mümkündür örneğin.
Bu olayları en iyi inceleyen tarihçilerden André Gerolymatos, 1944 Aralığındaki ayaklanma ve 1946-49 periyodunda yaşanan iç savaş günümüzde yaşananları büyük ölçüde etkilemiştir, diyor. Fransa veya İtalyada Nazilere karşı savaşanlar hangi ideolojiden olurlarsa olsunlar savaşın ardından hak ettikleri saygıyı gördüler. Yunanistanda ise durum farklı gelişti. Nazilerle savaşta başı çekenler, bir sonraki dönemde, İngilterenin emriyle hareket eden Nazi işbirlikçileriyle kendilerini savaşırken veya tutsak edilip işkence görürken buldular. Bugün Yunanistanda yaşananlarda, o gün işlenen suçlarla hesaplaşılamamış olmasının payı vardır.
YUNANİSTAN TARİHİ: METAKSAS DİKTATÖRLÜĞÜ VE ALMAN İŞGALİ Savaştan önce Yunanistan, amblemi faşizmin sembolüyle kraliyet tacının karışımı olan kralcı bir diktatörlük olarak yönetiliyordu. Diktatör General Ioannis Metaksas, Alman İmparatorluğunda askeri eğitim görmüş bir subaydı. Yunan Kralı, Edinburg Dükü Prens Philipin amcası İkinci George ise İngiltereye bağlıydı. Yunan solu ise o sıralarda ülkeye gelen politik mültecilerden, Küçük Asyalı liberal aydınlardan ve Atina işçi sınıfından fazlasıyla beslenerek büyüyordu.
Hem diktatör hem de kral esaslı birer anti-komünistti. Metaksas Yunanistan Komünist Partisini (KKE) yasakladı, üyelerine işkence yaptı ve nasyonal ideolojiyi benimsemeyen herkesi kamp, hapishaneler veya sürgüne yolladı. Savaş başladığında Metaksas Mussolininin teslim ol ultimatomunu reddetti ve Anglo-Grek ittifakına sadakatinin devam ettiğini duyurdu. İtalyanlara başarıyla direnen Yunanlılar, aynısını Wehrmacht için tekrarlayamadılar. 1941 Nisanının sonunda Nazi güçleri ülkeyi istila etti. Buna karşın Yunanlılar önce spontane, sonra da organize gruplarla direnişe geçti.
Bir İngiliz Özel Harekat yetkilisinin tespitine göre, sağcılar ve monarşistler, işgale karşı direnişe geçme konusunda solcular kadar atak ve kararlı değillerdi, bu nedenle ittifak için o dönem uygun değillerdi.
FAŞİZME KARŞI DİRENİŞ: KKE, EAM VE ELAS Bu nedenle İngilterenin doğal müttefiki, o dönem KKEnin merkezinde durduğu sol bir ittifak olan EAM ve ona bağlı partizan ordusu ELAStı.
İşgalin yarattığı korkunç atmosferin mübalağaya ihtiyacı yok. Prof. Mark Mazowerin Hitlerin Yunanistanında adlı kitabı, kalabalık grupların maskeli muhbirlerce ELAS üyelerini Gestapo ve Güvenlik Taburlarına deşifre edebilmeleri için sokaklarda kuşatıldıkları bir ortam tarif ediyor. Kadına şiddetin itiraf koparmak için rutin hale geldiği, Alman Modeline bağlı kalınarak gerçekleştirilen toplu infazların yaşandığı, asılanların ağaçlarda bırakılarak teşhir edildiği ve Güvenlik Taburlarının başlarında nöbet tuttuğu bir ortam. ELAS buna yanıt olarak Almanlar ve işbirlikçilerine dönük karşı saldırılar düzenliyordu. Partizan hareketi Atinada doğdu ancak fiziki koşullar gereği köylerde mevzilendi. Yunanistan adım adım kırsaldan kurtarıldı.
1944 güzüne gelindiğinde Yunanistan işgal nedeniyle ciddi yıkıma uğramış durumdaydı. Nüfusun %7sine tekabül eden yarım milyon insan yaşamını yitirdi. Öte yandan, ELAS birçok köyü özgürleştirmiş ve bazı yerlerde fiilen devlet haline gelmeye başlamıştı. Naziler geri çekildiklerinde, ELAS 50,000 partizanı başkent dışında konuşlandırdı. Mayıs 1944te ise İngiliz birliklerinin gelmesine müsaade etti ve kendi birliklerinin yerini Teğmen Gen Ronald Scobieninkilerin almasına izin verdi.
12 Ekim günü Naziler Atinadan ayrıldı. Bazı ELAS savaşçıları hâlihazırda başkentteydi ve kurtuluşla İngilizlerin gelmesi arasındaki altı günlük özgürlüğün tadını çıkardılar.
İNGİLİZLER ATİNA'YA GİRİYOR: KOMÜNİZM KORKUSU İngilizler 18 Ekimde Atinaya ulaştıktan hemen sonra, Georgios Papandreou yönetiminde bir geçici hükümet kurdular ve krallığı restore etmek için kolları sıvadılar. EAMın, partizanların feshedilmesi talebi karşısında yaşadığı hayal kırıklığıyla geçici hükümetten çekilmesi fazla sürmedi. Görüşmeler 2 Aralık günü kesintiye uğradı.
İngilterenin resmi görüşü dönemin Savaş Kabinesi tutanaklarına ve Kewdeki Kamu Kayıt Ofisinde tutulan diğer dokümanlara yansımış durumda.17 Ağustos 1944 tarihinde Churchill, ABD Başkanı Franklin Roosevelte çok gizli ibareli bir not yazdı: Savaş Kabinesi ve Dışişleri Bakanlığı, Almanlar bozguna uğradığında Atinada olacaklar konusunda oldukça endişeli. Eğer Alman otoriteleri kenti terk ettikten sonra yeni bir hükümet kurulması fazla sürerse, EAM ve komünist aşırılık kenti ele geçirecek gibi görünüyor.
PARTİZANLAR SİLAHSIZLANDIRILDI, NAZİLER SİLAHSIZLANDIRILMADI! Kasım ayı içerisinde İngilizler yeni bir Ulusal Muhafız örgütlenmesi oluşturmak için Yunan polislerini görevlendirdi ve savaş dönemi milislerini silahsızlandırmaya girişti. Gerçekteyse, silahsızlandırma politikası yalnızca ELASa uygulandı. Uluslararası İç Savaş adlı kitabında yazar Gerolimatos, Nazi işbirlikçisi milislerin bu dönemde silahsızlandırılmadığını yazıyor: Kasım ayı ortasına gelindiğinde İngilizler Güvenlik Taburu subaylarını serbest bırakmaya başladı. Bazıları üzerlerinde üniformayla Atina sokaklarını arşınlamaya başladı.
Gerolimatos sohbet sırasında şunları aktarıyor: ELASın gözlemlediğine göre İngilizlerin gelişinin hemen ardından, Nazi işbirlikçisi Güvenlik Taburlarının ve SSe bağlı Özel Güvenlik Şubesinin üst düzey subayları yeniden sokaklarda elini kolunu sallayarak dolaşırlarken görünmeye başladı. 1944te Atina küçük bir yerdi ve bu insanları görmemeniz mümkün değildi. İngilizler ne yaptıklarının farkındaydılar, yalnızca Güvenlik Taburu üyelerinin Yunanistanın süprüntüleri olduğu gerçeğini bilmiyorlar gibiydi. Geroliatos, 12,000 civarında Güvenlik Taburu üyesinin Goudi hapishanesinden salıverilip Ulusal Muhafızlara dahil edildiğini ve 228 kadarının da orduda istihdam edildiğini tahmin ediyor.
CHURCHILL: KOMÜNİSTLERE KARŞI KRALLIK İngilizler, sürgündeki Yunan hükümetiyle birlikte ELASın yeni oluşturulacak orduda yerinin olmadığına kanaat getirdiler. Churchill krallığı restore edebilmek için KKEyi saf dışı bırakmak istiyordu. Krallığın restore edilmesinin eski düzeni geri getireceğini düşünüyordu. Bu tabloda, devrimci bir gücü ve değişimi temsil eden EAM ve ELASın yeri yoktu.
Gerolimatos şöyle devam ediyor: Yunan komünistlerinin en azından Aralık ayına gelinceye kadar iktidarı ele geçirmek gibi bir düşüncesi yoktu. KKE bu dönemece dek, solcu bir hükümet kurulmasını ve bunun parçası olmayı zorluyordu, hepsi bu. Eğer komünistler devrim yapmak isteselerdi, kurtuluştan sonra 50,000 partizanı başkent dışında tutmazlardı.
İngilizler, işbirlikçileri etrafında toplayarak mevcut durumu değiştirdiler ve eski düzenin geri gelmekte olduğu sinyalini verdiler. Churchill çatışma istiyordu, diyor Gerolimatos. Şunu unutmayalım, Yunanistanda o sırada savaş yoktu. Çok sayıda İngiliz birlik gelip yönetimi üstlenmişti. Aralık ayında gerginlik tırmandığında İngilizler ve geçici hükümet Goudiden Güvenlik Taburunu çıkardılar. Nazilerle omuz omuza çarpıştıkları için sokak çatışmasında tecrübeli olduklarını biliyorlardı. Savaş sırasında zaten ELASla çarpışmışlardı.
KATLİAM GÜNÜ 3 Aralık sabahı, çok sayıda Yunan cumhuriyetçi, anti-monarşist, sosyalist ve komünist için Sintagma meydanına ilerledikleri sırada güneşli bir gündü. Karşılarına polis kordonu çıktı, ancak birkaç bin kişi meydana girmeyi başardı, bu sırada askeri üniformalı biri bağırdı: Vurun pislikleri! Parlamento binası üzerindeki Yunan polisi mevzilerinden ve Grande Bretagne otelinde bulunan İngiliz karargahından meydana yarım saat boyunca ölüm kusuldu. Öğle saatlerinde ikinci bir grup meydana girdi, bu kez sayıları 60,000 kadardı. Birkaç saat içerisinde İngiliz paraşütçü birliği meydanı boşalttı, ancak artık Atina Savaşı başlamış, Churchill savaşına kavuşmuştu.
5 Aralık günü, Teğmen Gen Scobie sıkıyönetim ilan etti. Ertesi gün işçi sınıfı mahallesi Metzin uçaklarla bombalanması emrini verdi. Antropolog Neni Panourgia bir çalışmasında şöyle yazıyor: Alman tanklarının yerini İngilizlerinkiler almış, SS ve Gestapo subaylarının yerineyse İngiliz subaylar geçmiş gibiydi.
KARAR: İNGİLTERE'YE KARŞI OLAN TÜM SİVİLLER 'İSYANCI' SAYILACAK Dönemin kabine tutanakları Londranın tutumuna dair çarpıcı veriler sunuyor. 12 Aralık günü, Mareşal Aleksanderın siyasi danışmanı Harold Macmillian Atina dönüşü şu bildirimde bulunuyor: bize karşı olan tüm sivillerin isyancı sayılması, sivil giyimli ve silahlı kişilerin vurulması emri ve belli bölgelerdeki sivil popülasyonun 24 saat içerisinde tamamen tahliyesi. İngiliz Ordusu Atina nüfusunu azaltıyor ve kenti istila ediyordu. Kısa süre sonra, İngiliz birlikler kenti tamamen ele geçirdi ve Noel arifesinde Churchill kente geldi.
25 Aralık akşamı, partizanlar Grande Bretagne otelinde bulunan Teğmen Gen Scobieye bir suikast girişiminde bulundular. Suikast için kanalizasyon tünellerini kullanarak otelin altına bir tondan fazla dinamit yerleştiren partizanlar, düğmeye basmak için gelecek olan işareti beklemeye başladı. Ancak o sinyal asla gelmedi. EAM o sırada Churchillin de binada bulunduğunu öğrenmiş ve İngiliz komutanla birlikte Churchillin de ölmesinin sorumluluğunu üstlenmek istememişti. Bu nedenle suikast iptal edildi.
BEYAZ TERÖR Dekemvriana sona erdiğinde, binlerce kişi ölmüştü. 12,000 solcu Ortadoğudaki kamplara sürgün edildi. 12 Şubatta ateşkes imzalandı. Anlaşmada uygulanan tek madde, ELASın dağıtılması oldu. Böylece Yunan tarihinde beyaz terör olarak bilinen dönem başlamış oldu. Dekemvriana süresince ve hatta Nazi işgali sırasında ELASa yardım ettiği düşünülen herkesin işkenceden geçirilip öldürüldüğü veya pişmanlık yasasıyla hayatta kalabildiği, Metaksas liderliğinde bir diktatörlük dönemi.
Binlerce kişi genellikle halkın gözleri önünde infaz edildi, kesilen başları veya asılmış bedenleri meydanlarda rutin olarak sergileniyordu. Majestelerinin Atinadaki Büyükelçisi, kesik başların sergilenmesinin batı Avrupa standartlarıyla yargılanamayacak, bu ülkeye özgü bir gelenek olduğunu, söylüyordu.
İNGİLTERE, ESKİ NAZİLERDEN POLİS TEŞKİLATI KURUYOR Yunanistandaki İngiliz Polis Misyonunun başındaki isim pek tanınmaz. Sir Charles Wickham, eski Nazi işbirlikçilerinden yeni bir polis gücü oluşturmak üzere bizzat Churchill tarafından bu göreve atandı. Antropolog Neni Panourgia Wichamı imparatorluğun hayatta kalması için gerekli önlemleri almak üzere onu boydan boya geçen isimlerden biri, olarak tarif ediyor ve ona, Yunanistanda o dönem işkence ve cinayet konusunda en çok ünlenen Gariostaki kampın ortaya çıkmasında birincil derecede sorumluluk yüklüyor.
Wickham, 1918de Rusyada Bolşeviklere karşı savaşan Çarlık güçlerine yardım için bulundu. Yunanistandan sonra 1948de Filistine taşındı. Yunanistandayken, 1922-1945 yılları arasında Kraliyet Polis Teşkilatının (RUC) komutanı olarak hizmet verdi.
RUC, Katolik mahallelerinin ateşe verildiği Belfast katliamından sonra 1922de kuruldu. Tarihçi Tim Pat Coogan, bu teşkilatla ilgili şöyle yazıyor: Bu sıradan bir polis gücü değildi. Ayaklanmalarla mücadele etmek için özel olarak örgütlenmişti. Bu yeni polis gücünde, polis olmak için başvuran sıradan kişilerin yanı sıra, kurbanları üzerinde süngü kullanmaktan özel bir zevk alan kişilerce liderlik edilen katil sürüleri de yer aldı.
Coogan, teşkilatın aynı işlevi Yunanistanda sürdürdüğünü düşünüyor: Konsantrasyon kampları ve katil sürülerine üniforma giydirip onlara polis denmesi Kolonyalizm işte böyle yürüyor.
İNGİLTERE NAZİLERİ 'KEŞFEDİYOR' MI5 1940 yılında kaleme aldığı bir raporunda, Sir Charles Wichamın kişiliği ve deneyimi göz önünde bulundurulduğunda onun en iyi dost ve danışman olduğu açıkça görülmektedir, diye yazıyor. İngiliz istihbaratı, Üçüncü Reichın Özel Polis Teşkilatı olan Yunan Güvenlik Taburlarını yeni bir polis gücüne dönüştürmek için gereken adamlarını keşfetmiş oldu.
Yunan akademisyenleri Wickhamın kampların kurulması ve işkencecilerle doldurulmasında ne kadar doğrudan rol oynadığı konusunda farklı düşünüyorlar. Panourgia, Roma İmparatoru Tiberiusun dahi tutsaklar için uygun görmediği Gairostaki kampın Wickhamın kendi inisiyatifiyle ortaya çıktığını düşünüyor. Öte yandan, Gerolimatos Yunanlıların bu tür kamplar oluşturmak için İngilizlere ihtiyacı olmadığını söylüyor. Ona göre bu kamplar çok daha önce, Metaksasın emriyle oluşturulmuştu. Kew belgeleriyse İngiliz polislerin Wickhamın emri altında kamplarda çalıştıklarını ortaya koyuyor.
Gerolimatos ekliyor: İngilizler bu insanların kim olduğunu çok iyi biliyordu. Olayı korkunç hale getiren de bu. İşgal sırasında işkence odalarında bulunan, tırnak söken kişilerdi bunlar. Komünist Partinin yasaklandığı 1947 senesinin Şubat ayına gelindiğinde, 19,620 solcu Yunan kamp ve hapishanelerinde bulunuyordu. Bunların 12,000i Makronissostaydı. 39,948 kişiyse Yunanistan sınırları içerisinde veya Ortadoğudaki İngiliz kamplarında sürgündeydi. Yunan konsantrasyon kamplarında korkunç sayıda işkence, cinayet ve sadizm vakası yaşandı.
YUNANİSTAN VE FAŞİZM Kadın tutsakların çocukları, onlar birer Bulgar ve orospu olduklarını itiraf edinceye dek ellerinden alınıyordu. Pişmanlık yasası sistemi Makronissosun yaşamlarının anavatana ait olduğuna ikna olanların eğitildikleri bir okul veya Nasyonal Üniversite olarak görülmesine yol açtı. Yaptıklarından pişmanlık duyanlar krallar, kraliçeler ve bakanlarca ziyaret ediliyorlardı.
Nazilerden yeni kurtulan Avrupanın başka hiçbir yerinde Nazi sempatizanlarının ordu, kolluk güçleri, yargı gibi devlet kurumlarına bu derece sızmaları mümkün olmadı. Neo-faşizmin günümüzde Altın Şafak formunda dirilmesinde, geçmişte devletin faşistlerden arındırılmasında başarısız olunmasının büyük payı vardır. Altın Şafak üyelerinin çoğu, 1967 darbesini yapan subayların veya Nazi işbirlikçisi Taburlarda görev alan kişilerin torunlarıdır.
SOĞUK SAVAŞ'IN 'İLK BİRİKİM'İ Aralık 1946da Yunan Başbakanı Konstantinos Tsaldaris, İngilizlerin geri çekilmesinin ardından Amerikan yardımı talep etmek için Washingtonı ziyaret etti. Yanıt olarak ABD Dışişleri Bakanlığı, Truman doktrini çerçevesinde 1947 Mart ayında bir askeri müdahale için plan yaptı. Truman doktrini, komünizm tehdidi olan bir yere askeri müdahale yapılmasını öngörüyordu. Böylece, İngilizlerin Yunanistanda yarattığı birikim Soğuk Savaşın ilk salvosu haline gelmiş oluyordu.
Patrikios, Dekemvriananın lokal bir çatışma değil, Yunanistanda sıcak bir savaş olarak başlayan Soğuk Savaşın habercisi olduğunu daha sonra fark ettiğini söylüyor.
GÜNÜMÜZDE FAŞİZM 25 Ocak 2009 günü öğleden sonra. Atinayı kaplayan biber gazı dağılmış durumda. Neo-faşistlerin yüzüne asit atarak saldırdığı bir başka Bulgar göçmeni temizlikçi için yapılan destek eyleminde polisle karşı karşıya gelinmesinin üzerinden saatler geçmiş.
İsyancıların hakim olduğu Exarcheia mahallesinde, Marina adında bir genç kadınla konuşuyoruz. Neden Yunanistan? Neden sağla sol arasındaki çatışmalar açısından Avrupanın geri kalanına göre daha farklı? sorusuna şöyle yanıt veriyor: 1944te bize yapılanlar yüzünden. Nazilerle savaşan partizanların, Fransada, İtalyada, Belçika veya Hollandada onurlandırılırlarken, burada uğradıkları zulüm, hükümetin emriyle işkence görüp öldürülmeleri.
Şöyle devam ediyor: İki jenerasyonu tutuklanıp işkence gören bir aileden geliyorum. Büyük babam İkinci Dünya Savaşının ardından, babam da albaylar cuntası döneminde tutuklandı. Biz bu neslin torunlarıyız ve düşmanlarımız da Churchillin Yunanlı torunları.
ÜLKEYİ PARTİZANLAR KURTARDI, AMA NAZİLER KAZANDI Tüm bu olanlar, diyor Gerolimatos, bir hiç içindi. Bunların hiçbiri yaşanmayabilirdi. İngilizlerin, Üçüncü Reich işgali sırasında işbirliği yapanlara kazandırdığı meşruiyet tarihte kara bir lekedir. Tek nedeniyse Chuchillin Alman Kralını geri getirme düşüncesi. Yunan halkının ihtiyacı olan ve istediği son şeyse Nazi işbirlikçilerince desteklenen bir monarşinin geri gelmesiydi. Ancak İngilizlerin dayattığı buydu ve Yunanistanda açtığı yara bu gün dahi hissedilmektedir.
İşbirlikçiler sisteme kolayca entegre oldular. İç savaş sırasında ve sonrasında devlet mekanizmasını kontrol ettiler. Torunları da askeri darbe yaparak bu geleneği sürdürdü. Yunanistanı kurtaran partizanlar oldu, ancak savaşı yine de İngilizler sayesinde Nazi işbirlikçileri kazandı.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.