Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair
(8) - Bir CIA Projesi Olan 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünü Böylesine Hayâsızca Alkışlayıp da Bugün Hâlâ Sol Olduğu İddiasında Bulunan Başka Bir Siyasi Hareket Var Mıdır Türkiyede? Bilen, Gören, Duyan Var mı?
D. Perinçek ve PDA Şürekâsı, 14.12.1981 tarihinde yani, darbeden tam 15 ay sonra, bir şema sunuyorlar faşist cuntanın Askeri Mahkemesine. Bu şemada cuntanın şefi, bizim Baş Goril diye adlandırdığımız, ABD uşağı, insan sefaleti Kenan Evrenle kendilerinin nasıl ideolojik birlik içinde olduklarını gösteriyorlar hatta kanıtlıyorlar. İşte biz sizinle böylesine amaç birliği içindeyiz, diyorlar. Böylece de kendilerinin cunta mahkemesince aklanmasını bekliyorlar.
İşte bu utanç verici alçalmanın belgesi. Şemayı aynen bu şekilde kendileri yapmıştır:
SAYIN DEVLET BAŞKANI KENAN EVRENİN KONUŞMALARI İLE
TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ (TİİKP) 1. KONGRE BELGELERİ
ARASINDAKİ BENZERLİKLER
Sayın Kenan Evrenin sözleri
- 12 Eylülden bu yana sosyalist ülkelerle ilişkilerimiz bağımsızlık, egemenlik, iç işlerine karışmama ve hak eşitliği ilkeleri çerçevesinde düzenli bir şekilde sürdürülmektedir.(12 Eylül 1981 günlü, Radyo-TV konuşması)
- Egenin, düşmanlık denizi değil, dostluk denizi haline getirilmesini istiyoruz.(9 Eylül 1981 günü, İzmirde halka hitaben yaptığı konuşma)
-
bir kısım güçler sinsi faaliyetlerini artırarak, bu iki ülkeyi birbirine düşman yapma çabasına girişmişlerdir.(9 Eylül 1981 günü, İzmirde halka hitaben yaptığı konuşma)
-
siyasi partilerimiz, yüce Atatürkün Cumhuriyeti döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek
(12 Eylül 1981 günlü, Radyo-TV konuşması)
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi
- Demokratik Halk Devleti, bağımsızlığa, egemenliğe ve toprak bütünlüğüne, karşılıklı saygı, saldırmazlık, iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı yarar ve barış içinde bir arada yaşama ilkeleri temelinde farklı sistemlere sahip ülkelerle bir arada yaşamak için çaba sarf edecektir.(TİİKP Programı, Madde 18 TİİKP 1. Kongre Belgeleri s. 79)
- Ege Denizi
Türkiye ve Yunanistan arasında bir barış ve dostluk denizi olmalıdır.(Hüseyin Gazi Yoldaşın TİİKP 1. Kongresine sunduğu Merkez Komitesi Raporundan, TİİKP 1. Kongre Belgeleri, s. 46-47)
- Rus sosyal-emperyalizmi, bölgenin tek efendisi olmak amacıyla Türkiye ile Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki çelişmeleri şiddetlendirmek için her tülü manevrayı çevirmekte, Türkiye ile bu ülkeler arasında savaş kışkırtmaktadır.(TİİKP 1. Kongre Belgeleri, s. 43)
Dikkat edersek TİİKPin yukarıda satırlarında bir kere bile ABD Emperyalizminden söz edilmez. Egede ve Kıbrısta savaş kışkırtıcılığı yapan, bölgenin tek efendisi olmak isteyen Rus Sosyal Emperyalizmi imiş.
- MHP
milliyet ve mezhep kavgalarını kışkırtarak
(TİİKP 1. Kongre Belgeleri, s. 44)
(35 klasörlük TİKP Dava Dosyasından derlediğimiz belgelerin 37inci sayfasından. TİİKP, 12 Mart dönemindeki partilerinin adıdır. 12 Eylülün dava dosyasına kendilerini savunma amacıyla o dönemdeki belgelerinden de bölümler alıp koymuşlardır.)
Gerçekleri bu denli tersyüz ettiklerine mi yanarsınız, yoksa cuntacılar önünde böylesine rezilce diz çöküşlerine mi
Görüldüğü gibi bunların ihanetleri sadece 12 Eylül öncesi ve sonrasını kapsamamaktadır. Hep söylediğimiz gibi 1969dan itibaren bunlar Mao Zedung Düşüncesinin müridi olmuşlar, Pekini Kâbe edinmişler ve ihanet batağına da o günlerden itibaren batmışlardır. Siyasi hayatları hep bu bataklıkta geçmiştir artık.
Bu eleştirilerimizde sakin olmak için kendimize sürekli telkinde bulunduk. Yoksa bunları savunup yazan insanlarla eleştirel de olsa muhatap olmak aslında bunlara değer vermek olurdu. Fakat öyle bir ortamda yaşıyoruz ki bunlar, Pensilvanyalı İblisin ya da Tayyipgillerin yaptığı gibi, insanları kandırmanın bir yolunu buluyorlar. Teslim edelim ki bu konuda çok mahirler. Kalıptan kalıba geçiyorlar da hiç yüzleri kızarmıyor, hiç renk vermiyorlar. Sanki bunların hiçbirini yapan kendileri değilmiş gibi davranıyorlar. Ne diyelim, demek ki insan suretindeki bazı yaratıklarda böyle özellikler olabiliyormuş.
Tayyipgiller ve Pensilvanyalı insanları Allahla aldatıyor. Bunlarsa sol söylemle. O söylemi her seferinde değiştirseler de bu zırvalamalara kanan insanlar bulunabiliyor. Özellikle de bizim gibi Şark Toplumlarında.
Perinçek ve PDAnın yukarıdaki şemayı cunta mahkemesine verdiği günlerde, önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, Faşist Diktatörlük Türkiyenin üzerinden buldozer gibi geçmektedir. Devrimci, sol, sosyal demokrat, demokrat, aydın, namuslu ne kadar insan varsa sorgusuz sualsiz gece baskınlarıyla, gündüz baskınlarıyla evlerinden, işyerlerinden alınıp işkencehanelere götürülmekte ve bazen üç ayı bulan günler ve geceler boyunca insanlık dışı işkencelerden geçirilmektedir. Sonrasında cezaevine tıkılmakta, yargılanmasının başlaması için bazen bir yıl bazen daha uzun süre beklemek zorunda kalmaktadır.
Tanık olduğumuz bir olayı nakledelim:
Ankara Kızılayda bir gösteri yapılır, devrimcilerce. Polis saldırır. Kaçışır sağa sola devrimciler. Peşlerine düşer polis. Dalar sokaklara, işyerlerine. Genç kimi gördüyse yakalayabildiğini gözaltına alır.
İşte oradaki postanede bir genç hiçbir şeyden habersiz yakınına telefon etmek için sıra beklemektedir. Genç olduğu için hemen alınır polisçe. Oysa olayla hiçbir ilgisi yoktur. İşkenceden geçirilir ve Mamaka atılır. Mahkemeye çıkabilmek için bir yıla yakın bir süre cezaevinde yatmak zorunda kalmıştı. Mahkemeye çıkabilse olayla ilgisizliğini anlatacak ve kurtulacaktı.
Yani böylesine azgınca saldırıyordu faşizm halka. Tabiî idamlar da sürdürülüyordu. Ve gözaltında ölümler de.
Her türlü örgütlenme ve hak arama yolları yasaklanmıştı. Düşünce açıklamak suçtu.
İşte böyle bir ortamda TİKPliler, biz cuntayla işte böylesine düşünce birliği içindeyiz, diye şema belgeler hazırlayıp sunuyorlardı mahkemelere. Yani aynen MHPnin söylediğini söylüyorlardı: Düşüncemiz iktidarda biz ise cezaevindeyiz diye.
Herkesin bildiği gibi 650 bin insan gözaltına alınmış ve işkencelerden geçirilmiştir o faşist süreçte. Cuntanın hain şefi Kenan Evren; asmayalım da besleyelim mi?, diye, insanlık dışı canavarca ruh halini meydanlarda haykırmaktan geri durmuyordu.
Cuntanın bu canavarlıklarını daha da artırması için ona tavsiyelerde bulunuyordu TİKP yöneticileri, aşağıda aktaracağımız belgelerde görüleceği gibi.
Yukarıdaki şemada Doğu Perinçek kendisini Hüseyin Gazi Yoldaş diye adlandırıyor. Dikkatinizi çekmiştir sanırız. İnsan acı acı gülüyor, değil mi
Be hain, be fırıldak sen kimsin Battal Gazinin babası Seyyid Hüseyin Gazi kim? Bin kırık testinin, bir tane sağlam testinin yerini tutmayacağı gibi senin gibi bir milyar Bin Kalıplı hain de bir Hüseyin Gazi etmez. Neyse
Bunların ihanetlerine dair belgeleri sıralayalım ki, kimse Doğu Perinçek ve tayfası bunları yapmamıştır, diyemesin. Tabiî Kuranın diliyle söylersek akıl sahipleri böyle diyemesin.
BAŞKANLIK KURULU ÜYEMİZ MUSTAFA KEMAL ÇAMKIRANIN ALMAN DIE ACHTZIGER JAHRE DERGİSİNE AÇIKLADIĞI GÖRÜŞLER
Başkanlık Kurulu üyemiz Mustafa Kemal Çamkıran, 12 Eylül harekâtından sonra Almanyada yayınlanan Die Achtziger Jahre dergisine, 12 Eylül Harekâtı ve Ordu hakkında, Partimizin savunduğu görüşler doğrultusunda şu değerlendirmeyi yapmıştır:
12 Eylülde Genelkurmay Başkanı Evrenin önderliğinde yapılan darbe, faşist değildir. (
) Evrenin kamuoyuna ilk konuşmasında, bizim Partimizin bugüne kadar parlamentoyu, APyi, CHPyi ve hakim sınıfları eleştirirken takındığı tutum görülüyor. (
) Darbeye, Sovyet yanlısı unsurlar faşist diye saldırıyorlar. (
) Kesinlikle söyleyebiliriz ki, darbe faşist değildir.(
) Sovyetler Birliğinin Türkiye üzerindeki baskı ve tehdidi artmaktadır. Ona direnen ve bağımsızlığı savunan bütün güçler tutumlarını daha berrak bir şekilde belirlemek durumundadırlar. Bölünmüş, parçalanmış ve anarşiye yuvarlanmış bir Türkiye, bugünkü tarihi dönemde, Sovyetler Birliğine direnemez. (
) Ordunun darbesi, Sovyetler Birliğinin yıllardır Türkiyeye karşı yürüttüğü bölücü faaliyetlerine açık bir yanıt olarak görülebilir. (
) Türkiyenin bugün karşı karşıya bulunduğu sorun, siyasi ve ekonomik istikrarı yeniden kurmak, Sovyet tehdidine karşı milli birliği ve milli savunmayı güçlendirmektir. (
) Tutumumuz, darbecilerin olumlu yana gelmesi yönündedir. Halen darbeyi olumlu görüyoruz; ne yaptığını ölçeceğiz. Olumsuz işler yaparsa karşı çıkacağız; ama, başarı kazanmalarını istiyoruz. Bu nedenle, revizyonistlerin darbeye faşist diyen kışkırtıcılıkları ile mücadele edeceğiz. (
) Eğer siyasi çevreleri ve Alman halkını, darbeye karşı Sovyetler Birliğinin başlattığı karalama kampanyası konusunda aydınlatır ve buna karşı bir tutuma yöneltilirse yararlı olunur. (
) Bugün Türkiyeyi tecrit etme çabalarına karşı çıkmak gerekir. Siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan tecrit olmuş bir Türkiye, Sovyetler Birliğinin tehdit ve yıkıcılığı karşısında korunaksız kalır. (Derginin sayfaları ve Türkçe çevirisi eklidir.)
BAŞKANLIK KURULU ÜYEMİZ ÇAMKIRANIN İSVEÇ GNISTAN DERGİSİNE AÇIKLADIĞI GÖRÜŞLER
12 Eylül Harekâtından bir hafta sonra Alman dergisine yukarıda özetlediğimiz mülakatı veren Çamkıran, Harekâttan iki hafta sonra da İsveçte yayınlanan Gnistan dergisine görüşlerini belirtmiştir. Bu görüşlerde Partimizin Ordu, parlamento, demokratik haklar, anarşi, bölücülük ve ayrılıkçılık, Sovyetler Birliğinin tehdidi ve MHP terörü konusundaki tutumunu yansıtmaktadır.
Çamkıranın açıklamalarında savunmamız açısından belirtmek istediğimiz görüşler şunlardır:
Darbeden önceki bir buçuk yıl içinde Partimizle askerler arasında benzer görüşler gelişti. Bugün askeri yönetim içinde kilit mevkilerde bulunan kişiler, bizleri yurtseverler olarak kabul ederler. (agy, s. 89-90)
Yukarıdaki satırlarda açıkça görüldüğü gibi faşist cunta generalleriyle TİKP yöneticileri birbirlerini dost kuvvetler olarak görmektedirler.
Yine görüldüğü gibi her ikisinin de başdüşmanı Sovyetler Birliğidir. TİKPin iddiasına göre de darbe, Sovyetlerin tutumuna karşı bir cevap olarak yapılmıştır.
Faşist darbe TİKPe göre Amerikancı değildir. Yurtsever güçlerin yaptığı bir harekâttır. Ve Moskovanın Türkiyeyi işgal planlarına karşı yapılmış bir harekâttır. İşte böylesine hezeyan içindedir Doğu Perinçek ve TİKP hainleri.
Darbenin Amerikancı olduğu Moskovanın iftirasıymış, yalanıymış TİKP şeflerine göre. Şöyle diyorlar:
Sovyet haber ajansı TASS, darbenin ABD yanlısı olduğunu söylüyor. Sovyet propagandası kendi beşinci kolunu ve solcuları kışkırtmaya çalışıyor. Aynı zamanda Batı Avrupayı kendilerinin kanlı rejim dedikleri rejime karşı etki altına almaya çalışıyor.
(
)
Partimize bir şey olmadı. Parti önderliği aranmıyor. İki parti yerel yöneticisi tutuklandı, fakat derhal serbest bırakıldılar. Tutuklamaları henüz iyi bilmiyoruz. Aydınlık gazetesi kapalı, fakat karar Milli Güvenlik Konseyince değil, darbeden bir gün önce İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından verilmiş.
Gazetenin kapatılması askeri yönetim içindeki çelişkilerin belirtisidir. En kısa zamanda tekrar çıkmaya başlayacağını ümit ediyoruz. (agy, s. 124)
Şimdi, bu iddiaları öne süren ekibin şefine ya da daha doğrusu şeyhine soralım:
Hafız, 12 Eylül Faşist Darbesi Amerikancı değilse Paul Henzein our boysu kimler? Bunlar faşist cuntanın satılmış generalleri değilse baban mı, amcan mı? Kim bunlar?
Burjuva aydını, gazetecisi, televizyoncusu Mehmet Ali Birand bile 12 Eylülü anlatan 12 Eylül Saat: 04.00 adlı kitabında faşist generallerin, bu hain, satılmış generallerin, bu şerefsiz takımının, CIAnın Ankara İstasyon Şefi Paul Henzein our boysu olduğunu netçe ortaya koyar.
Düşünebiliyor musunuz, Doğu Perinçek ve PDA sefaletlerinin nerelere savrulduklarını?.. Bir burjuva gazetecisi bile gerçeği görüyor, bunlarsa hiç utanıp arlanmadan gerçeği tersyüz ediyorlar. İnsan bunlarla uğraşırken inanın çok rahatsız oluyor. Midesi bulanıyor yer yer, insan suretindeki bu yaratıkların nasıl bu kadar alçalabildiklerine üzülüyor. Neyse deyip geçelim yine
Bunlar, darbeyi sadece kendilerinin yıkayıp yağlamasıyla yetinmeyi yeterli bulmuyorlar. İstiyorlar ki, Avrupadaki kendileri gibi Maocu, Enver Hocacı bilmem neci aydın yazarçizer takımı da faşist darbeye alkış tutsun. Darbe de amacına tam ulaşsın. Yani devrimcilerin, demokratların ve antiemperyalistlerin, yurtseverlerin kökünü tam kazısın. Şöyle derler:
TİKPin görüşleri çerçevesinde açıklamada bulunduğu söylenen Mustafa Kemal Çamkırana soruluyor:
Federal Almanyadaki solcular, komünistler, Türk halkını ve Türk işçi sınıfını nasıl destekleyebilirler?
Çamkıran: Eğer siyasi çevreleri ve Alman halkını, darbeye karşı Sovyetler Birliğinin başlattığı karalama kampanyası konusunda aydınlatır ve buna karşı bir tutuma yönlendirirlerse yararlı olur. Batı Avrupa ve özellikle de Almanyadaki kamuoyu ve demokratlar Türkiye üzerinde çok etkilidirler. 12 Mart 1971den sonraki diktatörlük döneminde Avrupadaki demokratik tutum ve kamuoyu Türkiye halkına çok yararlı olmuştur. O zamanki faşist rejimin Avrupadan tecrit olması, çöküşün hızlanmasına hizmet etmişti. Bugün Türkiyeyi tecrit etme çabalarına karşı çıkmak gerekir. Siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan tecrit olmuş bir Türkiye, Sovyetler Birliğinin tehdit ve yıkıcılığı karşısında korunaksız kalır. Sovyetler Birliğinin Beşinci Kolu, 12 Eylül Harekâtının darbelerinden kaçınabilmek için Avrupa kamuoyunun desteğini elde etmek istiyor. Türkiye Halkının özgürlüklerden yararlanabilmesi için, Rus Beşinci koluna ve MHPye ağır darbeler indirilmesi gerekir. Devlet bunları bastırmalıdır. Bu demokratik bir tutum olur. Bu konuda, beşinci kolun Alman kamuoyunu yanıltmaya yönelik propagandasından etkilenmemek gerekir. (agy, s. 131)
Bu insan sefaletlerinin Sovyetler Birliğinin Beşinci Kolu dediği, başta Eski Sahte TKPnin yani İ. Bilen TKPsinin taraftarları gelmek üzere Maocu ve Enver Hocacı olmayan tüm sol kesimdir, sol gruplardır. Tabiî bunların içine Mahirlerin, Denizlerin geleneğinden gelenler de dahildir ve biz de dahiliz. Yani Kıvılcımlının devamcıları da dahildir.
İşte bize ağır darbeler indirilmesi gerekirmiş. Devlet bizi bastırmalı imiş. Bu demokratik bir tutum olurmuş.
Görüyor musunuz ahlâksızların demokratik tutumdan ne anladığını?
Açıkça diyorlar ki, daha fazla gözaltı, daha fazla işkence, daha fazla idam ve daha fazla uzun hapislik. İstedikleri bu.
İnsanın bu alçaklıkları karşısında sinirlerine hâkim olması, kendini tutması zor oluyor, değil mi yoldaşlar?
Bu TİKP Avanesi hayata, topluma, devrime ilişkin tüm gerçekleri tersine çeviriyorlar. Tersyüz ettikten sonra sunuyorlar. Yani gerçeğin tam karşıtını, zıddını, gerçeğin kendisi diye sunuyorlar. Böyle yapmakla da bire bir CIAnın, Pentagonun, Washingtonun tezlerini savunmuş oluyorlar. Bir bakın şu sözlerine:
Toprak Devrimi Programında Yer Alan Karşı-Devrimci Sözünden Ne Anlıyoruz:
Toprak Devrimi Programı içerisinde karşı-devrimci eyleme kalkışan ibaresi var. Nedir karşı-devrimci eyleme kalkışmak? Önümüzdeki dönemde, karşı-devrimci eyleme kalkışmak Sovyetler Birliğinin hesabına çalışmaktır. Bunun dışında bir karşı-devrimci eylem olamaz. (Fatih Attila, tape metin, s. 24) (agy, s. 123)
Demek ki bunlara göre Amerikancılık, NATOculuk, CIAya hizmet, AET (AB)cilik, faşist cuntacılık, darbecilik, muhbirlik, Özel Harp Dairesini savunmak yani Gladyoculuk karşıdevrimci eylem olmuyor.
Sovyetler ve Sosyalist Kamptan yana olmak karşıdevrimcilik oluyor. İnsan nasıl isyan etmez bu alçaklık, bu şerefsizlik karşısında.
Bunlara göre ABD barış cephesinin bileşenlerindenmiş. Bakın ne diyorlar:
Savaş, bütün ülkelerde, bütün dünyada, savaşın gerçekten başını çekenlere karşı yürütülmelidir. Bugün Rusyaya karşı barışı savunan bütün kuvvetler, ister emperyalist olsunlar, ister sosyalist olsunlar, isterse başka türden bir kuvvet oluştursunlar, bunlar barışı savundukları için dünya barış cephesinde bir kuvvettirler.
Bugün savaşa kimin buhranı yol açıyor? Yaygın bir revizyonist propaganda var, batının buhranı yumuşamayı sona erdiriyor ve savaşı getiriyor diye. Bunun kaynağı, doğrudan kendisi savaşa doğru ilerlemek zorunda kalan, bir buhran içinde olan Rus sosyal emperyalizmidir. Bugün, dünya savaşı tehlikesi doğrudan doğruya Sovyetler Birliğinin bütün alanlardaki buhranından kaynaklanmaktadır. (agy, s. 121)
Bu döneklere soralım şimdi: Sovyetler Birliği de yok, Sosyalist Kamp da yok. Peki savaşlar var mı?
Var, değil mi?
Hem de nasıl azgın, acımasız. Bombardımanlar, katliamlar, işgaller yapılıyor. Uluslararası hukuk ayaklar altına alınıyor. Bağımsız devletlere hiç sebepsiz, namussuzca bahanelerle saldırılıyor, işgaller yapılıyor, devlet başkanları idam ediliyor, linç ettiriliyor. Ve ortalama 5 milyon civarında masum Müslüman insan hayatını kaybediyor. Milyonlarcası yerinden yurdundan kaçıyor canını kurtarmak için. İşte 1 milyon 200 bin ila 1 milyon 250 bin arası Suriyeli Türkiyede.
Bütün bunları kim yapıyor?
ABD, NATO, Avrupa Birliği ve Tayyipgiller gibi, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar gibi emperyalizm uydusu devletler, birlikler, hükümetler, değil mi?
Yani sizin on yıllar boyunca dünya barış cephesinin bileşenleri dediğiniz emperyalist haydutlar ve onların bölgedeki işbirlikçileri.
Bu gerçek karşısında hiç mi utanıp arlanmıyorsunuz? Biz on yıllarca ne halt etmişiz diye hiç mi düşünmüyorsunuz? Hiç mi pişmanlık duymuyorsunuz yaptığınız, ettiğiniz ihanetlerden dolayı?
Fakat duymazsınız, değil mi?
Sizde vicdan yok ki
İnsani değerlerin, ahlâki değerlerin zerresi yok ki
His yoksunusunuz. Hollywoodun biyonik adam dediği robotlaşmış yaratıklarsınız siz. Allah acısın size, ne diyelim başka.
Devam ediyor bunlar, cunta mahkemesine verdikleri belge dilekçelerinde:
1. genel kongremizin belirleyici özelliği, dünyamızın bir savaş tehlikesi ile, ülkemizin bir istila tehdidi ile, doğrudan doğruya yüz yüze geldiği koşullarda, dünya halklarının baş düşmanı Sovyet sosyal emperyalizmi ile ABDyi, kesin bir tutumla ayırt etme ve ABDnin içinde bulunduğu en geniş dünya barış cephesinin oluşturulması, güçlendirilmesi ve bu tutumda ısrar edilmesi anlayışının tespiti olacaktır. Sayın genel başkanımız Doğu Perinçek dün yaptığı açış konuşmasında raporumuzun bir özetini sunarken genel kongremize bir ayı aşkın süreden beri yürütülen tartışmalar ışığında yeni bir strateji önerisi sunmuştur. Bu strateji önerisi Sovyetler Birliğini Türkiyenin ve Dünya halklarının tek baş düşmanı olarak almak ve ona karşı en geniş Dünya barış cephesini kurmak ve milli savunmaya öncelik tanıyarak Türkiyenin milli bağımsızlığını savunma ve bir milli direnmeye hazırlanma stratejisidir. (Mustafa Kemal Çamkıran, tape metin, s. 21) (agy, s. 107)
O günleri yaşamayan gençler belki şöyle düşünebilirler: ya tamam o günlerde böyle tutarsız, ipe sapa gelmez tezler savunmuş ama bugüne gelelim. Bakın bugün doğru yerde
Böyle bir görüşe katılınamaz. Bunlar, 1969dan 1985e kadar tam 16 yıl boyunca böyle zırvalamaları tekrarlayıp durdular. İşte sadece 12 Eylül Darbesi sonrasında kendi ayaklarıyla tıpış tıpış giderek teslim oldukları cuntanın mahkemelerinde yaptıkları savunma ve verdikleri ifadelerinde hep bu türden binlerce sayfa tutarındaki zırvalamaları tekrarlayıp durmuşlardır. Biz 35 klasörlük dava dosyasından seçerek 673+478 (toplam 1151) sayfalık bölümün fotokopisini alıp iki büyük boy kitap halinde ciltledik. İnanın, her sayfa bunlara benzer namussuzca zırvalamalarla dolu. Nasıl bıkıp usanmadan aynı şeyleri tekrar edip durmuşlar. İnsan anlamakta, hani ne derler, biraz zorlanıyor. Gerçi bunlarda normal his yok. Yani duyan, üzülen, acı çeken, heyecanlanan kişilik, bir ruh ve zekâ yok. Bunlarınki internet ortamındaki savaş oyunları figürlerinin zekâsına benzer bir yapay zekâ. O oyunları ne kadar oynasanız aynı tepkilerle karşılaşırsınız. Bunlarınki de öyle bir şey. Nihat Genç, Tayyipgiller için söylüyordu bunlarınki bilgisayarlardaki gibi yapay bir zekâ, diye geçenlerdeki bir televizyon programında. TİKPliler de bu türden olduğu için o yıllarda bunlardan hangisini konuştursanız, hep aynı zırvalamaları noktalama kullanmaksızın döktürürdü.
Bu belgeleri merak eden, İPli veya değil, her içtenlikli insana vermeye hazırız. Parti merkezlerimize başvurmaları halinde, kim olduklarına bakılmaksızın dostça karşılanacaklardır.
Bu yazı serimizde kullandığımız diğer belgelerin de bir örneğini verebiliriz isteyen arkadaşlara. Demek istediğimiz, gerçeğin peşinde koşan, onu bulmak isteyen her arkadaşa yardımcı olmaya hazırız. Zaten devrimci görev ve sorumluluğumuz da bunu gerektirir
Meselenin daha da aydınlatılması ve okuyan her içtenlikli arkadaşın duraksamadan kavraması için TİKP tekkesinin mecnunlarının söylediklerine biraz daha bakalım:
Rusya dünyamızın ve ülkemizin baş düşmanıdır. Çıkacak savaşı önlemek için Rusyaya karşı çetin bir mücadele yürütmek gerekir. Çeşitli ülkelerde kurulan sosyal-faşist iktidarları yıkmak için ya da öyle bir tehlikeyi önlemek için Rusya ile mücadele etmek gereklidir. Yapılan devrimleri korumak, güçlendirmek için de Rusya ile mücadele etmek gereklidir. Bu mücadelede bütün dostları kazanmak lazımdır. Rusyaya karşı bütün ülkeleri, bütün milletleri birleştirerek birlikte mücadele etmek gerekiyor. Bugün uluslararası proletarya hareketinin tarihi görevi budur. Türkiye işçilerinin, köylülerinin partisi TİKPin görevi de budur. Ülkemizde Rusya ile mücadele örgütlemek, Türkiyede bütün güçleri birleştirmek; Bu görev partimizin en önemli görevidir. (Zihni Erdem, tape metin, s. 34)
Bugün Rusyaya karşı mücadele etmeden, ulusal bağımsızlık mücadelelerini desteklemeden bırakın devrimci olmayı, namuslu bir demokrat bile olunamaz. (Ali Yaşar Erçetin, tape metin, s. 39),
Mihenk taşı olarak alınan mesele Rusya meselesidir. 1974ten önce her şeyi ABD belirlerdi. Her şey ABDye karşı rengini alırdı. ABDye ne kadar yakınsan o kadar siyah, ABDye ne kadar uzaksan o kadar kırmızıydı, her şey. Ama bugün tamamen değişmiştir durum. Bugün her şey Rusyaya ne kadar yakınsa o kadar siyahtır. Rusyadan ne kadar uzaksa o kadar kırmızıdır. Yani devrimcidir
Olaylara rengini veren etken ne ise, o baş düşmandır
Rusyanın baş düşman ilan edilmesi erken değildir, aksine tam zamanıdır; Dünya gerçeklerine uygundur. (Hasan Yalçın, tape metin, s. 42) (agy, s. 108)
Şu zavallı mantığa bakın. Ne diyor rahmetli gariban Hasan Yalçın?
Bugün her şey Rusyaya ne kadar yakınsa o kadar siyahtır. Rusyadan ne kadar uzaksa o kadar kırmızıdır. Yani devrimcidir
Sovyetler Birliğine yakın olan, muhakkak ki Sosyalist Kampı oluşturan sosyalist ülkeler ve dünyadaki sosyalist hareketler, örgütler, insanlardır. İşte bunlar Hasan Yalçına göre en siyah ülkeler, hareketler, örgütler ya da kişilermiş. Yani en karşıdevrimciymiş bunlar.
Peki kırmızı, devrimci kuvvetler kimlermiş?
Sovyet Rusyaya en uzak olanlar.
En uzak kimdir yoldaşlar Sovyetler Birliğine? Ya da en karşı olan kimdir?
ABDdir, CIAdır, Pentagondur, AETdir (ABdir), değil mi?
Bu konuda hiç tereddüdümüz yok.
O zaman ne oluyor yoldaşlar?
En kırmızı olan yani en devrimci olan bunlar oluyor, değil mi?
Güler misiniz, ağlar mısınız yoldaşlar şu zavallılık karşısında. Geçelim yoldaşlar.
Hasan Yalçın rahmetli ama şu an hayatta olanlar akıllarını kullansınlar. Böyle zavallı, acınacak durumlara düşürmesinler kendilerini. İhanete karmasın yapıp ettikleri. Yoksa, ABD Emperyalistlerine hizmet etmiş olmaktan başka hiçbir şey yapmazlar. Yazık ederler kendilerine de, insanlıklarına da, emeklerine, çabalarına da
Ömrünü TİKP dergâhında psikolojik sorunlu şeyhinin hizmetinde geçiren gariban Hasan Yalçının saçmalamalarına bir örnek daha verelim:
XXII-BERAAT KARARI ADALETİN VE ÜLKE MENFAATLERİNİN ZAFERİ OLACAKTIR
12 Eylül harekâtının amaçlarını hatırlatmak isterim. Türkiyeyi 12 Eylüle Şefik Hüsnünün bayrağını taşımak ya da sınıfsız toplum amacı gütmek getirmemiştir. 12 Eylül bize karşı yapılmış değildir. 12 Eylül, teröre son vermek, milli birlik ve iç barışı sağlamak amacında olduğunu açıklamıştı. Kurulduğu andan itibaren bu amaçlar uğruna, neredeyse tek başına mücadele etmiş bir partinin bu dönemde cezalandırılmasının doğuracağı çelişmeyi hiçbir şekilde açıklamak mümkün değildir.
Bu davada verilecek herhangi bir ceza, terörle mücadeleye, iç barışa ve milli birliğe, yani 12 Eylülün amaçlarına indirilmiş bir darbe olacaktır. (agy, s. 357)
Ne diyor zavallı H. Yalçın?
12 Eylülün açıkladığı amaçlarla partimizin izlediği siyasetin amacı aynıdır. O bakımdan bize verilecek bir ceza doğrudan 12 Eylül harekâtının amaçlarına indirilmiş bir darbe olacaktır.
Adamlar bu kadar özdeşleştiriyorlar 12 Eylül Faşist Darbecileriyle kendilerini, partilerini, ideolojilerini.
Özdeşleştirmekte de haklılar. Çünkü 12 Eylül bir CIA operasyonudur. Bunların yaptığı ise Önderimiz Kıvılcımlının deyişiyle CIA Sosyalizmidir. İkisinin de amacı Sovyetler Birliğine, Sosyalist Kampa, antiemperyalistlere ve devrimcilere düşmanlıktır. Ve bu sistemlerin, hareketlerin yok edilmesidir.
Bu sebepten de başlarına gelene şaşırıyorlar; biz aynı yolun yolcularıyız. Ama siz buna rağmen bizi niye tutukluyorsunuz?
Hatırlayalım ki 12 Eylül Faşist Darbecileri, Kontrgerillanın özel örgütü MHPnin yöneticilerini de tutukladı. Finans-Kapitalin has partisi Amerikancı Adalet Partisinin yöneticilerini de tutukladı. Tefeci-Bezirgân sermayenin Ortaçağcı partisi Milli Selamet Partisinin yöneticilerini de tutukladı. Ve bir burjuva partisi olan CHPnin yöneticilerini de tutukladı. Bu, CIAnın oynadığı oyunun gereğidir. Kıvılcımlı Ustanın dediği gibi; CIA ve Türkiyedeki işbirlikçileri ne zaman sola karşı bir harekâtta bulunmuşlarsa hep biz sağa da sola da karşıyız kandırmacasını kullanmışlardır, o demagojik alçaklığın ardına saklanmışlardır. Burada da öyle olmuştur. Yani o türden tutuklanmaları göstermeliktir, halkı kandırmaya yöneliktir. Nitekim bunlar (TİKPliler), kısa bir süre Mamak Zindanında kaldıktan sonra hemen oradan alınmışlar ve Parababalarının diğer parti yöneticilerinin tutulduğu Ordu İstihbarat ve Dil Okuluna nakledilmişlerdir. Oradaki rahat ortamda Türkeşlerle, Yaşar Okuyanlarla, Necmettin Erbakanlarla ve CHP yöneticileriyle geyik çevirerek günlerini geçirmişlerdir.
Oradaki hapislik günlerini anlatan bir kitap da yazmıştır Oral Çalışlar, Liderler Hapishanesi adlı. Kaynak Yayınlarından çıkmıştır bu kitap 1986da. Burada çağrışım oldu:
Yukarıda dedik ya; TİKPliler bu hapishanede Türkeş ve avanesiyle, Erbakan ve avanesiyle esnaf muhabbeti yaparak-geyik çevirerek dostluk, kardeşlik içinde günlerini geçirmişlerdir, diye. İşte bu ortamı gerçeğe uygun ya da yakın bir biçimde yazmış Oral Çalışlar ilkin. Gözden geçirmiş TİKP yönetimi yazılanları. Demişler ki, ya bu kadar açık anlatılmaz. Sonra tabanımız tepki gösterir buna. Siz dil okulunda faşist MHP yöneticileriyle, dinci MSP yöneticileriyle kardeşçe yaşamışsınız. Olur mu böyle şey? Nerede kaldı bizim devrimciliğimiz derler, demişler herhalde. Ve Oral Çalışlardan kitabını bu açıdan yeniden gözden geçirmesini ve düzeltmesini istemişler. Diğerleriyle aramızdaki ilişkiler daha mesafeli olsun, daha soğuk olsun anlatımında, demişler. Çalışlar da denileni yapmış. Kitabın bu yeni haliyle yayımlanmasına karar vermişler. Bu arada da tahliye olmuşlar. Ankarada yapılmış bu işler. Kitap İstanbulda basılacak. Kitabı o günlerde İstanbula gelecek olan Doğu Perinçeke vermişler, o da getirip Kaynak Yayınevi görevlilerine teslim etmiş.
Kitap yayımlanmış. Tabandaki TİKP üyeleri de okumuşlar tabiî. Fakat görüleceği gibi kitabın bu seyreltilmiş yazımında bile TİKPlilerin Türkeşlerle, Erbakanlarla dostluğu gizlenememektedir. Çünkü olayın aslı budur. Okuyanlar tepki göstermiş bu duruma. Bu nasıl şey, nasıl yayımlanır böyle bir kitap, demişler. Ve biri Doğu Perinçeke sormuş bunu. Verdiği cevap aynen şudur:
Ya bundan benim de haberim yok. Ben de yayımlandıktan sonra gördüm kitabı.
Bu olay, Gün Zilelinin bulunduğu bir ortamda gerçekleşir. Tabiî Gün Zileli olup bitene baştan itibaren tanıktır. Önderi Perinçekin bu yalancılığı karşısında şaşıp kaldığını belirtir. Anılarını anlattığı 4 ciltlik kitaplarından birinde. Bu sebepten Gün Zilelinin bu anı kitaplarını okuyun diyoruz ya. Onlarda eksik vardır ama yalan yanlış yoktur kanımızca.
Bu PDA Avanesi, 12 Eylül Faşist Generalleriyle o denli kaynaşmıştı ki, onların yaptığı zulmü az bile buluyordu. Onları zulümlerinde daha da pervasız ve acımasız olmaları için teşvik ediyordu. Şu satırlara bakın:
Katillerin ve halk düşmanlarının hak ettikleri cezayı çekmeleri gerektiğini bütün kitle önünde açıklıyor ve sahte solcuların propagandalarını yerle bir etmeye çalışıyoruz. (7 Eylül 1981, Ömer Faruk Ciravoğlu-Enver Özen) (agy, s. 77)
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, TİKP yöneticilerinin faşist cuntaya verdiği bu utanç verici destek cunta tarafından da takdirle karşılanmıştır. İşte bunu anlatan satırları:
TUTUKLU BULUNDURULMAMIZ DIŞ TEHDİDE ve TERÖRE HİZMET EDER
Devlet Başkanı Sayın Evren, 12 Eylülün birinci yıldönümünde çok önemli bir bilanço yapmıştır. Sayın Devlet Başkanı, bu konuşmasında Türkiyedeki terör ve anarşinin Sovyetler Birliğinin emellerinden kaynaklandığını olgulara dayanarak açıklamış, öte yandan Devleti korumak iddiasıyla ortaya çıkan ırkçı ve mezhepçi terör odağını da mahkum etmiştir. Basın, Türkiye Devletinin anarşi ve terör konusunda ilk defa berrak bir tahlil yaptığını belirtmiştir. Gerçekten de, Partimizin kurulduğu günden beri anarşinin kaynağı konusunda yaptığı tahliller, 12 Eylülden bir yıl sonra bugün, Devlet tarafından da benimsenmiştir. Partimizin terör ve anarşi konusunda Meclis ve Senato Komisyonlarına gönderdiği raporlar geldiği zaman, bugün devlet başkanının açıkladığı tahlil ve olguların Partimiz tarafından daha o zaman berrak bir şekilde tespit edildiği görülecektir. Esasen dava dosyasında bulunan çok sayıda belge de bunu göstermektedir.
Devlet Başkanı, 12 Eylül 1981 günlü konuşmasında önemli bir gerçeğe işaret etmektedir:
Bazı ülkelerin Türkiye üzerindeki emelleri değişmedikçe, anarşi ve terör tam olarak bitmeyecektir.
Bu tespit karşısında, hâlâ bizleri tutuklu bulundurmak Türkiyenin geleceğine karşı kayıtsız bir tutumdur. Türkiyede, hem Sovyetler Birliğinin emellerine, hem de anarşi ve teröre karşı başından beri en kararlı ve tutarlı tavrı alan Partimiz olmuştur. İktidarların ve çeşitli devlet kurumlarının anarşi ve terör odaklarını himaye ettiği vurdumduymazlık ortamında sorumlu davranan bir tek Partimiz olmuştur. Dünyadaki çalkantı dinmemekte, tam tersine daha büyük sarsıntılara doğru ilerlemektedir. Türkiye üzerindeki dış tehdidin arttığı Devletin de tespit ettiği bir olgudur. Bu yüzden, terörün de tam olarak bitmeyeceği görülmektedir. Bu katı gerçeği tespit ettikten sonra, biz TİKP yöneticilerini hâlâ tutuklu bulundurmak hiç kimseye izah edilememektedir. Ordunun ve hükümetin önde gelen yetkilileri, görüştükleri yerli ve yabancı şahsiyetlere, TİKP yöneticilerinin tutuklanması ve Aydınlık Gazetesinin kapatılmasının yukarıdaki tahlil ışığında bir hata olduğunu belirtmektedirler. Hukuken suçsuz olmamız, bugün siyasi açıdan haklı olmamızla da perçinlenmiş bulunmaktadır. (Doğu Perinçekin 28.09.1981 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkeme Başkanlığına gönderdiği dilekçe, agy, s. 100-101)
İşte böyle yoldaşlar. Bunlar böyle. Bunlar için en uygun tanım şu olur herhalde: Amerikancı faşist cunta ve dalkavuğu. Ya da soytarısı mı daha uygun düşer? İkisi de olabilir bizce
Bu soytarıların, bu döneklerin, bu sahte solcuların ihanetlerini iyice gözler önüne sermek için bir iki bölüm daha aktarmak istiyoruz, bunların utanç verici belgelerinden.
Doğu Perinçekin, cuntanın baş faşisti Amerikanofil Kenan Evrene gönderdiği, Sayın Orgeneral Kenan Evren, Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı başlığını taşıyan mektubundan:
Öte yandan basit bir telefonla ya da bildirimde bulunarak ifadeye çağırılmamız imkanı varken, parti yöneticileri olarak evlerimize gece yarıları baskınlar yapılmış ve ailelerimize hakarette bulunulmuştur.
Bu uygulamalar bağımsız yargı organlarının işlemleri olmayıp, Milli Güvenlik Konseyine karşı sorumlu olan hükümete bağlı olması gereken bazı görevlilerin tasarruflarıdır. Sayın Devlet Başkanı, bütün bunlar bende derin kaygılar uyandırdı. Her şeyden önce arz etmek isterim ki TİKP yöneticileri olarak hesabını veremeyeceğimiz, göğsümüzü gere gere savunamayacağımız tek bir faaliyetimiz yoktur. Partimiz bugüne kadar tek bir terör eylemine, tek bir cinayete, yurdumuza ve halkımıza karşı tek bir harekete karışmış değildir. Bu konuda hiç kimsenin tek bir kanıt getiremeyeceğinden ismim kadar eminim. Bugüne kadar ülkemizin birliğini ve bağımsızlığını, halkımızın özgürlüğünü ve iç barışı, sizin bildirilerinizde açıkladığınız tutumla, yani ölümden korkmadan savunduk. Terör odaklarıyla en küçük bir ilişkimiz olmadığı gibi, onlara karşı kesin tutum aldık ve yurdumuzda iç barış için varımızı yoğumuzu ortaya koyduk. Kanunlara uymaya büyük özen gösterdik. Bütün bunları, gerektiğinde mahkemeler önünde kanıtlayacağımızdan hiçbir şüphemiz yoktur. Gerçekler aydınlandığında mahcup olmayacağıma güvenerek bunları kesinlikle bilgilerinize sunabiliyorum.
Bizi suçlayacak herhangi bir malzemesi olmayan ve kim olduğunu bilmediğim bazı güçlerin, yalnız Partimize karşı değil, ülkemize ve bugünkü yönetime karşı da komplo içinde olduklarını düşünüyor ve düşüncemi size çekinmeden arz ediyorum. (agy, s. 143-144)
İşte böylesine diz çöküyor ve aman diliyor faşist diktatörden Doğu Perinçek. Onu nasıl sevdiğini ve ona nasıl içtenlikle bağlı olduğunu sergiliyor yukarıdaki satırlarında, değil mi yoldaşlar? Tam bir ihanet, düşkünlük, teslimiyet
Burada çağrışım oldu. Tek bir cinayete karışmış değildir Partimiz, diyor. Düpedüz yalan söylüyor. En azından masum bir ODTÜ öğrencisini linç ederek öldürdüklerini, Gün Zileli anılarında çok açık biçimde anlatıyor.
Olay şöyle olmuş:
Bunlar eski Sahte TKPnin yani İ. Bilen TKPsinin savunucularını Rus Sosyal Emperyalizminin Beşinci Kolu diye tanımlıyorlar ya ve ona karşı mücadele öngörüyorlar ya. İşte o çerçevede kapışmışlar bir akşamüstü İ. Bilen sahte TKPsinin gençlik örgütü olan İGDli (İlerici Gençler Derneği) gençlerle bunların taraftarları. İGDliler bunlara baskın gelmiş, Ankaradaki parti binalarına kadar kovalamış bunları. Ve gitmişler. Sonrasında bunlar hazırlanmışlar, donanmışlar İGDli avına çıkmışlar.
ODTÜ öğrencilerini okula getirip götüren özel otobüsler vardır. Bunların da kendilerine ait durağı vardır. Öğrencileri oradan alır, okula götürür, ders bitişi de okuldan alıp o durağa getirir.
İşte o anda hiçbir şeyden haberi olmayan İGD üyesi bir ODTÜ öğrencisi okulundan çıkıp otobüsle o durağa gelir ve iner. Bunlar sadece İGDli olduğunu bildikleri bu gence hep birlikte kalın sopalarla saldırırlar. Genç, hiçbir şey anlayamadan kendinden geçer ve yere yıkılır. TİKPin parti binasından görülebilen duraktaki bu olayı izleyen Gün Zileli, pencereyi açarak ne olup bittiğini anlamaya çalışır. Kısa süre içinde TİKPliler parti binalarına geri döner. Gün Zileli durakta yatan bir insan karaltısı görür. Durağa gider. Gencin cansız halde yattığına tanık olur. Ertesi gün de gazetelerden okur bir ODTÜ öğrencisinin otobüs durağında ölü olarak bulunduğunu.
Bu sadece Zileliden öğrendiğimiz bir örnektir. Gerisini bilmiyoruz.
Yalnız, bunların kendinden olmayanlara karşı ve güçlerinin yeteceğini sezdikleri ortamlarda saldırganlaştıklarını biliyoruz biz.
Ankara Seyranbağlarında da yoldaşlarımız defalarca bunların saldırılarıyla karşılaşmıştır. Tabiî gereken yanıt verilmiştir o zaman bunlara orantılı biçimde
Bunların hangi sözüne güvenilir ki?
Halkımızın deyişiyle yiyip içtikleri yalan.
Yani yoldaşlar, bunların elinde masum devrimci kanı vardır. Hem de bildiğimiz kadarıyla gencecik bir devrimcinin kanı.
Burada Hareketimizin şu tutumunu da özellikle belirtmek istiyoruz:
1960lı yıllardan bugüne dek elimize kendini sol olarak tanımlayan, adlandıran bir insanın kanı bulaşmamıştır. Ve yoldaşlar, biz yine Tarihimiz boyunca kendini sol olarak tanımlayan hiçbir gruba ve kişiye herhangi bir fiziki saldırıda bulunmamışızdır. Tabiî çok saldırıya uğradık. Bunlara da anında cevap verdik. Tabiî bu cevaplarımız da hep orantılı olmuştur. Asla öldürme, yok etme kastı taşımamışızdır. Çünkü biz Gerçek Devrimciyiz. Ve Gerçek Devrimcilerde olması gereken ahlâkı ve vicdanı taşıyoruz
Şimdi de PDA şeflerinden Hasan Yalçının Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesine gönderdiği 20.09.1982 tarihli dilekçesinden bir paragraf aktaralım:
PARTİMİZİN POLİTİKALARI ÜLKEMİZİN İHTİYAÇLARINA CEVAP VERMEKTEDİR
Partimizin politikaları, doğru ve suçsuz olmaktan ötede, Türkiyemizin ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Bu politikalara ülkemizin, bugün olduğu gibi yarın da ihtiyacı olacaktır. Çünkü Türkiyenin temel meselesi, dün olduğu gibi bugün de Rusyaya karşı bağımsızlığı ve egemenliği savunmaktır. Bugün de milli savunmamızı güçlendirmek, iç barışı sağlamak ve korumak, özgürlükleri gerekli güvencelere kavuşturmak görevimiz vardır. Dün ülkemizin kaderi üzerinde etkili olanlar bu politikaları reddettikleri ve bu görevlere sırt çevirdikleri için Türkiye iç savaşın eşiğine gelmiştir. Politikalarımızın doğruluğu 12 Eylülde resmi ağızlarda ifadesini bulmuştur. Yakın gelecekte bu politikalar uygulandığı ölçüde esenliğe çıkacağımız, bunlardan uzaklaşıldığı takdirde ise zorluklarla karşılaşacağımız kesindir. (agy, s. 198-199)
Bir kez daha görüldüğü gibi yoldaşlar, bunların rezil politikalarıyla cuntacıların politikaları işte aynı bataklıkta buluşmuş oluyor. Hemfikirler gördüğümüz gibi. Bunlar uygulanmaya devam ederse Türkiye esenliğe çıkacakmış. Etmezse de zorluklarla karşılaşacağımız kesinmiş. Zavallılar mı demek lazım, soytarılar mı demek lazım, hainler mi, yoksa Amerikan uşakları mı demek lazım bunlara yoldaşlar?.. Belki de bunların hepsini
Şunu da belirtmiş olalım ki, Hasan Yalçın, TİKPin ve PDA hareketinin Doğu Perinçek ve Gün Zileliden sonra gelen üçüncü adamıdır.
Yeniden Doğu Perinçekin utanç verici satırlarına dönelim. 29 Haziran 1981 tarihli, yine cuntanın 2 Nolu mahkemesine verdiği dilekçesinden okuyalım:
Devlet yetkililerinin katliamlar ve cinayetler karşısında çaresiz kaldığı şartlarda, katilleri karanlık köşelerinde yakalayan Aydınlıkın projektörleri olmuştur.
(
)
Bilinmeyen Sol dizisinde ise, sahte solcu terör çetelerinin halkı hedef alan cinayetleri aydınlatılmıştır.
Devlet, teröre karşı mücadelede Aydınlıktan yararlanmıştır. Birçok yetkili bu gerçeği belirtmiş ve Aydınlıka sık sık başvurmuştur.
Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliğinin Anarşi Raporunda Aydınlıkın kaynak olarak kullanıldığı gazetelere yansımıştır. (Bkz. Nazlı Ilıcakın Tarafsız Bir Rapor başlıklı yazısı, Tercüman, 28 Mayıs 1981; Güngör Yerdeşin Önemli Bir Mülakat başlıklı yazısı, Son Havadis, 11 Mayıs 1981) (agy, s. 532)
İşte böyle yoldaşlar. Muhbirliklerini, gammazcılıklarını, ispiyonculuklarını övünerek anlatabilme rezilliğinde bulunabiliyor bunlar. Faşist cuntaya; bakın biz böyle hizmet ettik. Siz de bizi takdir ettiniz bu hizmetlerimizden dolayı. Öyleyse niye tutukluyuz? Bizi bırakın bir an önce, diye yalvarıyorlar.
ABD Emperyalistleri ve onların casus örgütü CIA, faşist darbeye zemin oluşturmak için 5000 insanımızı katlettiriyor. CIAnın teorisyeni David Galulanın emirleri doğrultusunda yapılıyor bu katliam. Bu aşağılık, insanlık dışı işte Kontrgerillanın Türkiye şubesinin yönetici ve üyeleri başrolü oynuyor. Hep tekrarladığımız gibi yine TİKPin övgüler düzdüğü Özel Harp Dairesi bu işte genel karargâh rolü oynuyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi Kızıldere Katliamını da bu daire yönetiyor. Kontrgerillanın özel örgütü MHPli paramiliter güçler de çok aktif biçimde görev yapıyorlar bu canavarlıkta. Devrimcilere canice saldırılar düzenliyorlar, halka karşı katliamlarda bulunuyorlar Maraş, Çorum, Sivas Katliamları gibi. 1977 1 Mayıs Katliamı gibi. 16 Mart Katliamı gibi. Bu katliamlar uzar gider, bildiğimiz gibi.
Ülke kan gölüne döndürüldükten sonra da kurtarıcı rolünde, sağa da sola da karşıyız kandırmacası ile 12 Eylül 1980de Faşist Cunta Darbesi oturtulur. Sözüm ona bu alçaklar ülkeyi kardeş kavgasından kurtaracaklar.
Tabiî asıl amaç Türkiyedeki komünist, sosyalist, devrimci, demokrat, antiemperyalist, yurtsever güçlerin ezilmesi ve imhasıdır. Bu arada da 27 Mayıs 1960tan bu yana serbest bırakılan sosyalizmin geliştirdiği sosyalist kültürün yok edilmesidir. Özetçe, ülkenin ideolojice karantinaya alınmasıdır. Daha açık biçimiyle ülkemizin insanlarının sağlıklı düşünemez, sosyal olayları, gerçekleri görüp kavrayamaz hale getirilmesidir. Bir başka deyişle ülkemizin deliler koğuşuna çevrilmesidir, dönüştürülmesidir.
Bu arada hep söylediğimiz gibi bütün hak arama yolları, örgütlenme imkânları ortadan kaldırılmış olacaktır. Tabiî halkımız için yani ezilen ve sömürülen kitleler için.
CIA, Pentagon ve Kontrgerilla-Gladyo ve onların mamulâtı olan 12 Eylülün Faşist Cuntası sistemlice bu planı uygulamaktadır. Devrimcileri ezme, devrimci kültürü yok etme, halkın örgütlenme ve hak arama yollarını tıkama biçiminde özetlenebilecek planı uygulamaktadır.
TİKPin hain tayfası ise 12 Eylül darbecileri Rus Sosyal Emperyalizmine ve onun Türkiyedeki Beşinci Koluna darbe indiriyor diye, bu aşağılık halk düşmanı planı ve onu uygulayanları yani cuntacıları hararetle alkışlamaktadır, onlara yardakçılık, yalakalık etmektedir. Onlar önünde utanç verici bir biçimde diz çökmektedir.
Bu konuya ilişkin son bir aktarmada daha bulunalım yoldaşlar. Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni ve TİKP Başkanlık Kurulu Üyesi Oral Çalışların darbecilerin şefi Kenan Evrene gönderdiği mektubu görelim şimdi de:
İstemde bulunan: Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Oral Çalışlar
İstemin konusu: Aydınlık Gazetesinin yayınını durdurma kararının kaldırılması için gerekli emrin verilmesi.
Komutanlığınız, Silahlı Kuvvetlerin ülke yönetimine bütünüyle elkoymasından bir gün önce Aydınlık Gazetesinin yayınını ikinci bir emre kadar durdurmuş bulunmaktadır. 11 Eylül 1980 tarihini taşıyan bu karar, gazetemize 12 Eylül günü bildirilmiştir.
Aydınlık Gazetesi ilk çıktığı 20 Mart 1978 tarihinden bu yana yayınını şu ilkeleri temel alarak sürdürmüştür;
1- Özellikle Sovyetler Birliğinden gelen dış tehdit, sızma ve yıkıcılığa karşı milli bağımsızlığı savunmak, savaş tehlikesine karşı hazırlıklı olmak, milli savunmayı güçlendirmek.
2- Dünyanın ve Ortadoğunun büyük çalkantılara ilerlediği ve dış tehdide göğüs germenin ülkemizin ve halkımızın geleceği açısından belirleyici bir önem kazandığı bugünlerde, ayağı Türkiye toprağına basan bütün güçlerin birliği için mücadele etmek, milli birlik ve istikrar siyaseti izlemek, tüm yayın siyasetlerini buna bağlı olarak yürütmek, mezhep ayrılıklarına ve kavgalarına, milli güçler içinde düşmanlıklara ve siyasi gerginliğe karşı mücadele etmek, görüş ayrılıklarını özgürlük ortamı içinde barışçı yöntemlerle çözmek.
3- Milli Birlik Siyasetinin bir gereği olarak, iç savaş yönündeki gidişin önlenmesi ve sağlanması, gerek Moskovanın kışkırttığı gerekse MHPnin yönettiği terör ve anarşinin kökünün kurutulması için kararlı bir mücadele yürütmek.
4- Ülkemizin birliğinin ve barışın temeli olarak demokrasi bayrağını yükseltmek, özgürlükleri savunmak.
Aydınlık, yayına başladığı 20 Mart 1978 tarihli ilk nüshasında bu ilkeleri ilan etmiş ve iki buçuk yıldır bağımsızlık, milli birlik, iç barış ve özgürlük için mücadele etmiştir. Bu yüzden Moskovanın ve faşist güçlerin hedefi olmuş, her iki terör odağının zorbalığına göğüs germiş, bu uğurda bazı çalışanlarını kurban vermiştir. Şunu gururla belirtmeliyim ki, Aydınlık, ülkemizde her iki terör odağına karşı aynı kararlılıkla mücadele eden tek gazetedir. Terör örgütleri, mafya, kaçakçılık ve vurgunculuk şebekeleri ile hiçbir çıkar bağımızın ve girdi-çıktımızın olmaması, gazetemiz için daima bir övünç kaynağı olmuştur.
Aydınlık, yayın hayatı boyunca yobazlığa ve ortaçağ karanlığına karşı durmuş, Türkiye halkının bağrından çıkan en büyük devrimci Atatürkün devrimci mirasını en ön safta savunmuş, istiklal marşımıza yapılan saygısızlıklara karşı basında en kararlı tutumu almış, daima emekçi halkın menfaatlerinin ve demokrasinin yanında yer almıştır.
Sıkıyönetim komutanlığının Aydınlık hakkında açtığı soruşturmalardan hiçbiri gazetemiz aleyhine sonuçlanmamıştır. Tamamlanan soruşturmaların hepsinde takipsizlik kararı verilmiştir.
Bunun ötesinde Aydınlık, yaptığı birçok yayınla Sıkıyönetim Komutanlıklarının, terör ve zorbalık odaklarına karşı başarı kazanmasına yardımcı olmuştur.
Gazetemizin yayınının durdurulması kararının alındığı 11 Eylül gününün ertesinde Silahlı Kuvvetlerin ülke yönetimine el koyması üzerine kurulan Milli Güvenlik Konseyi yayınladığı bildirilerde ve Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı Sayın Orgeneral Kenan Evrenin yaptığı temel açıklamalarda ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüslenmesi, milli bütünlüğün korunması , anarşi ve teröre son verilerek , iç barışın ve huzurun sağlanması, milletin hak, hukuk ve hürriyetinin korunması üzerinde durmuştur ve bu uğurdaki hazırlıkların tamamlanarak ülke yönetiminin insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışmayı ön plana alan özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime devredileceğini ilan etmişlerdir.
Aydınlık Gazetesi, bugüne kadarki yayını ve mücadelesi ile Milli Güvenlik Konseyinin ilan ettiği bu amaçların gerçekleşmesine basın alanında destek olmak için hayatını dahi seve seve feda etmeye hazır olduğunu kanıtlamıştır.
Bu fırtınalı dönemde, ülkemizin ihtiyacı sizlerin de değerlendireceği gibi eyyamcı, çıkarcı, yoz kültürü savunan, dalkavuk bir basın değil, ülkemizin bağımsızlık ve birliği, iç barış ve özgürlükler için cesaretle mücadele eden bir basındır. Aydınlık Gazetesinin yayınlanması, ülkemizde milli dayanışmayı güçlendirecek, halk içindeki kardeşlik ve barış ortamına hizmet edecektir. Aydınlık, özellikle bu tarihi dönemde, anarşi ve terör kaynaklarının kurutulmasında kamuoyunun ve halkın en geniş desteğinin sağlanması için üzerine düşen görevi yerine getirmeye her bakımdan hazırdır. Gazetemiz, görüş, öneri ve yapıcı eleştirilerini her zaman olduğu gibi açık yüreklilik ve dürüstlükle ortaya koyarak, yeni yönetimin ilan ettiği amaçları başarmasına katkıda bulunacağına güven duymaktadır.
Hiçbir kâr amacı olmayan, yalnız ve yalnız ülkesinin bağımsızlık, birlik, iç barış ve özgürlüğü için can verip baş koyan Aydınlıkın yeniden yayınlanması için bildirimde sözünü ettiğiniz ikinci emrin verilmesini arz ederim.
Saygılarımla.
17.9.1980
Oral Çalışlar
Genel Yayın Yönetmeni
Gereği için:
1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı
Bilgi için:
- Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı
- Genel Kurmay Başkanlığı
TİKP Şürekâsının o dönemdeki dönekliğini ve ihanetini netçe bir kez daha gösteren bu mektubun Odatvde 27 Eylül 2013te yayımlanması üzerine gelen tepkilere ve kendisine yapılan eleştirilere şöyle karşılık vermişti Oral Çalışlar:
Dün bazı internet sitelerinde Oral Çalışların Kenan Evrene yazdığı mektup ortaya çıktı! şeklinde haberler yer alınca, bazı konuları tekrar ifade etme gereğini duydum. O mektup benim kişisel mektubum değil, ayrıca gizli kapaklı hiç değil.
O yıllarda mensubu olduğum Aydınlık hareketinin ve tabiî benim de o zamanki düşüncelerimin bir yansıması. Daha önce de çeşitli kereler belirttiğim gibi, biz Aydınlıkçılar o dönemde asıl tehlikenin ABD tarafından değil, Sovyetler Birliği tarafından geleceğini söylüyorduk. Bu görüşler o zamanki Çin Komünist Partisinin görüşleriyle paraleldi.
Asıl düşman tanımı, Sovyetler Birliği olunca ABDye daha yakın pozitif bakış kaçınılmazlaşıyordu. Bu nedenle 12 Eylül 1980 askeri darbesine, ilk başlarda Sovyetlere karşı milli bir duruş gözüyle baktık. Aydınlık kapatılınca, Neden bizi kapattınız, biz zaten anarşi ve teröre karşıydık, siz de karşısınız şeklinde trajik bir tepki gösterdik.
Mahkemelerdeki savunmalarımıza da benzer anlayış egemen oldu. Bizim bir anlamda darbeye destekçi tutumumuza rağmen, sonuç değişmedi. (Radikal Gazetesi, 28 Eylül 2013)
Oral Çalışlar, o zamanki görüşlerimiz Çin Komünist Partisiyle paraleldi, diyerek yaptıkları ihaneti bir yönüyle gizliyor ya da ılımlandırıyor. Oysa bu görüşler bire bir ÇKPden alınan emirlerin bunlar tarafından ifadelendirilmesi, savunulmasıydı. O. Çalışlar, Pekindeki ÇKP karargâhı bizim Kabemizdi, biz Mao Zedung Düşüncesinin inançlı, sadık müritleriydik, diyemiyor tabiî. Acıdır yoldaşlar, bazı insanlar, işte bu tayfa gibi, ömürleri boyunca hiçbir dönem namuslu, özü sözü bir, mert ve kendi kafasıyla düşünen insanlar olamazlar. İşte böyle onun bunun uşağı, yardakçısı, hizmetkârı olarak ömürlerini tüketip giderler.
Bilindiği gibi O. Çalışlar şimdi de Amerikan uşağıdır ve sıkı bir Tayyipçidir. Belki o zamana göre şimdi yaptığının çok daha akıllıca olduğunu düşünüyordur. Çünkü o zamanlar ÇKPce dolgun maaşa bağlanmamışlardı. Bugünse Tayyipgillerin arpalığında gönüllerince yiyip içmektedirler. Gazetelerinden, televizyonlarından yaptıkları ihanetin bedelini yüklü maaşlarla almaktadırlar. Neyse. Geçelim diyelim yine yoldaşlar
Bu dönekler ve hainler şürekâsının ihanet belgeleri uzar gider. Hepsini saymakla baş edilmez. Zaten gerek de yok. Öyle değil mi yoldaşlar?.. Belki çoğunuz bu kadarını aktarmaya bile ne gerek vardı, diye düşünüyorsunuz. Doğrudur. Haklısınız.
O nedenle biz de bu ekibin o döneme ilişkin ihaneti üzerine sözlerimizi burada bitirelim.
Tekrar tekrar söylediğimiz gibi, bunlar bir hata ya da yanlış değildir. Hatalar, yanlışlar her işte, her zaman olabilir. Lenin diyor ya; Akıllı insan hata yapmayan insan değildir. Akıllı insan küçük hatalar yapar ve onu bir daha tekrarlamaz.
Bunların yaptığı ise düpedüz ihanettir, dönekliktir, namussuzluktur ve halk düşmanlığıdır. Kaldı ki, onların bu işleri bir ya da ikiyle sınırlı da değildir. Onların neredeyse tüm siyasi yaşamları bir ihanetten diğerine sıçramakla geçmiştir. Onların ele alınır, tutulur hiçbir tarafları yoktur. Bırakalım devrimciliği, insani anlamda da bunlar hiçtir ya da sıfırdır. Bunlardan hiçbir şekilde, hiçbir hal ve şart altında devrimci olmaz, demokrat olmaz. Ve bunlara asla güvenilmez. Her zaman size sırtlarını dönebilirler, sizi arkadan vurabilirler. Düşmanla işbirliğine girebilirler.
Bunların yaptığını 44 yıl önce Kıvılcımlı Usta, tam da bunların işine uyan bir şekilde tanımlamıştır, adlandırmıştır. Bunların yaptığı CIA Sosyalizmidir. O günden bu yana geçen süre içinde bunların yaptığı zincirleme ihanetler Ustanın bu tespitinin ne kadar haklı ve yerinde olduğunu göstermiştir.
Bu kadar sözden sonra bilemiyoruz, hâlâ kalkıp da Doğu Perinçek ve PDA Şürekası 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünü desteklememiştir diyebilen çıkar mı?..
Çıkarsa da ne yapalım, artık elimizden daha fazlası gelmez. Kelimelerin gücü ancak bu kadardır
30.12.2014
HKP Genel Başkanı
Nurullah Ankut
Kaynak:
http://kurtuluspartisi.org/bir-cia-projesi-olan-12-eylul-fasist-diktatorlugunu-boylesine-hayasizca-alkislayip-da-bugun-hala-sol-oldugu-iddiasinda-bulunan-baska-bir-siyasi-hareket-var-midir-turkiyede-bilen-goren-du/