Sürekli birinin marxistliğini sorgulayanlara ne demeli.Ayanaya bak kimi göreceksin.
Burjuvazi proleteryaya neden özgürlük veriyormuş anlatta öğrenelim ama anlatamayacağın kesin demokrasiyi anlatamadığın gibi.
Kimse proleteryanın özgür olduğunu ve ona burjuvanın özgürlük verdiğinden söz etmedi
Sen özgürlükle örgütlenme hakkını birbirine karıştırdığını farkında bile değilsin
Siz demokrasinin ne olduğunu bilmiyorsunuz Burjuva işçi sınıfının çokmu seviyorda onlara sendika kurmayı yaslarına koyuyor. Burjuva
komünistlere bayılıyormu ki onların örgütlenmelerini yasal güvenceye alıyor.
İşte bunlara burjuva demokrasisi diyorlar. Ama siz iktidara geldiğinizde demokrasi falan tefarruat olacak sanırım.
Ne dersiniz.
Nedenini sen söyle, munzur sana ironik bir biçimde cevap vermiş, onu da anlamazlıktan gelmişsin. O zaman sen söyle, burjuvazi neden çalışma saatini 8 saate indirdi, neden işçi sınıfına birtakım haklar veriyor? ''Burjuvazi verdi, biz de devrimden sonra burjuvaziye bu hakları tanıyacağız'' demenin marksizmle ilişkisini de göster bize, çok bilmiş arkadaş!
Bazı yazılar, şarkılar, filmler, romanlar, şiirler vardır, zamanını aşar ve geçmişten geleceğe kendisinden hiç beklenmeyen bir enerji köprüsü kurar. Etiketlerin değiştirilmesine neden olur, doğru bir etiketleme yapar. Fırtınayı tersine çeviriverir. Genelde bilerek olmaz. Bazen yazar, besteci, şair, sinemacı vs. bizzat üreticisi de oldukları bu enerjiyi göremez, hatta hikmetine bir mana veremez, sonuçlarına şaşırır kalır. Öyledir bu işler ve tarihte bir belirsizlik aralığı her zaman vardır. Ama bu sonucu alacağını bilen yaratıcılar olduğunu da biliyoruz.
Böyle yazılardan biri kısa bir süre önce çıktı. Yazarı Hakan Gülseven ne yaptığını bilen ve sonuç almayı önemseyen bir yazı adamıdır. Yurt gazetesinde hafta sonunda çıkan Solun içine kaçan Sezen Aksu başlıklı yazısında bir dönemi özetledi ve birçok genel geçer doğruyu boşa çıkardı. Onu bir başka açıdan tamamlayanve birkaç gün sonra soL Portalda yer alan yazısıyla Aydemir Güler, eylemci bir siyasal düşünür olarak farklı bir kulvardan gelip gündemin nasıl benzer ölçütlerle değerlendirildiğine bir yeni örnek verdi: Türkiye aydınının çeşitli açılardan ve köşelerden benzer bir felaket tablosu tanımladığını ve yine benzer, en azından birbiriyle konuşan nedenler saptayıp sonuçlar önerdiğini görüyoruz. Tablo 35 yıldır baş aşağı duruyordu, şimdi art arda müdahaleler oluyor ve tablo galiba ayakları üzerine oturtuluyor. Türkiye düzeltiliyor yani.
SEZEN AKSU CEHENNEMİMİZİ SİMGELEYEN BİR KAVRAMDIR
Ne mi oluyor?
Aslında Türkiyenin ismi konuluyor. Daha doğrusu doğru ismi konuluyor. Bunun için de özellikle sanatçılardan yararlanılıyor. Çökmekte olana kolayca Erdoğan Türkiyesi diyemeyeceğimizi, çünkü bu badem bıyıklı islamofaşistlerin bir başka çok büyük operasyonun basit ayakçıları olduğunu anlıyoruz. Artık Batının gözünde açıkça çökmüş bir devlet (failed state) olan Türkiyenin buraya nasıl geldiğini ararken, asıl sorumluların geri planda ve başka bir yerde, hem de solculuk kisvesiyle arz-ı endam ettiğini görüyoruz. Gülsevenin daha uzun süre tartışılacağı ve açtığı kapılar nedeniyle genç kuşağın gündeminde kalacağı anlaşılan yazısını dikkatli okuyunca, bir dönemin fırtınalar yaratan ismi, her türlü çürümüşlükte özel bir paya sahip Sezen Aksunun başlı başına bir büyük oyunu simgelediğini rahatça görebiliyoruz. Sezen Aksu artık maalesef bir soyutlamadır. Bir kavramdır. Cehennemimizi simgeleyen bir kavram.
Türkiye aydınının ve solunun, hatta geniş halk kitlelerinin, geçmişte gerici/ahlaksız olarak damgaladığı ve reddettiği her şeyi, biraz şarkı, biraz renk, biraz da solculuk olarak lanse etmek, 12 Eylül generallerinin beklediğinden çok daha verimli bir tarla yaratmıştır. 1970lerde değil ifade etmek aklınızdan geçirseniz mahkûm edileceğiniz, solun ve halkın tepkisini alacak şeyler, artık Erdoğan ve AKPnin güdümündeki Türkiyede solculuk olarak satılabilmektedir. Bunu herhalde şu badem bıyıklı tüccar imamlar tugayı becermedi.
Kimler becerdi peki?
Malumdur: Eskiler vitamini yüksek balıkyağını içirmek için özel tatlandırıcılar kullanırmış. 35 yıl önce aynen böylebir sürece girildi. 12 Eylül, Türkiyenin çökertilmesi operasyonunda başı çekti, ama geri plandaki emperyal güçler ve Türk zenginleri, bu ülkeyi ele geçirmek için önce onun solunu ele geçirmek gerektiğini bilecek kadar akıllı bir antikomünist geleneğe yaslandılar. Köklü bir antikomünist nefret aradılar ve onu sol kisve altında buldular. Yani faşist generaller bu akılları doğrudan Washingtondan almadılar. Ondan çok daha önemli ve dolu bir başka merkezden el aldılar. Federal Almanya ve dönemin başkenti Bonn, Türkiyedeki generalleri SPDli Helmut Schmidt hükümeti eliyle desteklerken, aslında bu işlerin saf Amerikan kafasıyla (Nato kafa nato mermer de denebilir) yürümeyeceğini, halkın ve aydının başka ilaçlarla, en önemlisi de sol diye okutulan bir emperyalist demokrasi ilacıyla uyutulabileceğini biliyordu.
Ankara, en önemli desteğini sosyal demokratların iktidar olduğu Federal Almanyadan nasıl almıştı? Helmut Schmidtin 12 Eylül olunca verdiği ilk demeçlerden biri Türkiye artık dipsiz kuyu değil idi. Hazret hâlâ yaşıyor, bunu acaba sadece o dönemde geri dönmeyen krediler nedeniyle mi söylemişti? Hiç alakası yok. O zaman, 1970lerde solun yükseldiği Türkiyeye (Kimlere?) antikomünist demokrasi çalışmaları için, Portekiz ve İspanya, muhtemelen de Yunanistan ile birlikte örtülü ödenekten mark dolu bavullar gönderilmesine bir anlam veremeyiz. Bu büyük operasyonun oturması için solun demokrasi ve sanatsal özgürlük vs. bombalarla parça parça edilmesi gerekiyordu ve bunun için en tipik örneklerden biri kuşkusuz Sezen Aksu fırtınasıdır. Bu özgür kadın sanatçı, tüm 12 Eylül döneminin sanatçılarını ve kadınlarını simgeleyecek kadar verimli bir fotoğraf vermiştir. Sezen Aksu, bir tür örtülü ödenek değil midir? Bir kavramdır yani.
Bugün Türkiyeyi artık eğer tanıyamıyorsak, bunda dolar ve mark karşılığında Türkiye ilericilerini öldüren MHPli faşistler ile 12 Eylül işkencecileri kadar bu demokrasi ve sanata bulanmış ağır öldürücü vitaminin de büyük payı vardır.
Sezer Aksu, sadece günümüzdeki Türkiye halkını ve iktidarı değil, tüm sanat âlemini simgeleyen bir işbilir kadın değildir de, demokrat mıdır? İkisi de neden olmasın? Daha doğrusu şöyle soralım: Sezen Aksu ve onun temsil ettiği Murat Belge/Orhan Pamuk/Adalet Ağaoğlu/Oya Baydar/Can Dündar vs. mahfelleri, AKPye demokrat kurtarıcı olarak baktıkları için mi soldan sağa geçtiler, yoksa genlerinde mi bu çözülme ve teslimiyet vardı?
Onlar ortak bir pazar diyerek Ortak Pazarı, yani Avrupa Birliğini reddeden, Türkiyenin bağımsız olması ve emperyalizmle bağlarını mutlaka kopartması gerektiğini söyleyen, NATOyu reddeden, kendi emekçilerinin plan ve bilimle yeni bir refah ülkesi kurabileceğini ileri süren, Türkçe fikir dünyasının aydınlanmacı fikir dünyasına bir katkı yaratabileceğini savunan Türk solunun tüm temel tezlerinin tersyüz edilip tu kaka edilmesinde bu tatlı bulamaçların büyük etkisi oldu. Sezen Aksular olmasaydı, Erdoğan Türkiyesi de olmazdı.
İşte Gülsevenin yazısını tamamlayan bir başka yazı soL Portalda çıktı. Sadece siyasi kimliği öne çıkarılan, ama önemli bir fikir adamı olduğunun artık açıkça belirtilmesi gereken bir yazarımız, Aydemir Güler, 35 yıl önceki darbenin gerçek anlamını şöyle yorumladı:
12 Eylül solu idam sehpasında, yasaklarla falan yenmedi. Sol 12 Eylülün sözde çıkışında ANAPdan medet umduğu, 70li yıllarda yürüttüğü mücadeleye çocukluk diye bakmaya başladığı, daha sonraları Demirele, İnönüye kapılandığı, devlet sendikacılığının karşısına çağdaş sendikacılığı çıkartmaya meylettiği, sosyalizmi ve devrimi hayal, AByi gerçekçi bulduğu, en sonunda AKP iktidarını demokratikleşme zannettiği zaman ve bu nedenlerle yenilmiştir.
Sezen Aksu Türkiyesi bu verimli toprak üzerinde kuruldu. Yaşadığımız cehenneme başka isimler aramayalım. 35 yıl önce Türk zenginleri ve generaller el ele bir Sezen Aksu Türkiyesi kurmak üzere harekete geçtiler. Başarılı da oldular.
Solun solla yenilebileceğini ABD bir türlü öğrenmek istemiyordu. Avrupadan sosyalizmi demokratik sosyalizm yardımıyla adeta kazıyan Alman kafası ise, kurmayları eliyle 100 yıl önce Ermeni felaketimizi sahnelemişti, biliyoruz, sonra da 1970 ve 1980lerde solumuzu tasfiye etti. Bu konuda ABDden hiç geri kalmayacak kadar atak ve iştahlıydı. Solu, sol kisveli uyuşturucularla tasfiye ettikten sonra, bu sistemin rahatça ortadan kaldırılabileceğini 1989 ile birlikte Doğu Avrupada, sonra da Yugoslavya ve diğer ülkelerde kanıtladılar.
Demek ki her yerde Sezen Aksular bulabildiler.
Yaşadığımız çöküşe elbette başka isimler de takabiliriz. Ama bu cehennemin kapısına asılacak en uygun tabela Sezen Aksu Türkiyesidir.
Osman Çutsay
Bu ileti en son munzur
tarafından 23.12.2015- 21:58 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Anlayacağınız, 'Yetmez Ama Evet'le kavgamız bitmeyecek. Çünkü bu yapılıp geçmiş bir 'hata değil, bir siyasi çizgi. Zamanında Baskın Oran denen şarlatanın "Emperyalizm falan yok" diye giriştiği karşıdevrimci ideolojik saldırı da bu çizginin bir parçası, şu hayatta iktidara tek taş dahi atmamış Ufuk Uras'ın 'başçavuşun solcuları' diye devrimcilere sövmesi de...
Bunlar geniş bir topluluk. Dediğim gibi, Masonik bir yapıları var. Topladıkları 'aydın imzaları' listesine bakın, hepsinin adı yazıyor orada. Saldırdıkları vakit topluca hücuma kalkıyorlar, birden etrafınızı bir yaygarayla kaplıyorlar. Alttan alta işleyen bir itibarsızlaştırma ve dedikodu ağları var. Hümanizma sosuyla kaplanmış alçak bir karşıdevrimci yığın. 'Darbelere Karşı 70 Milyon Adım' diyerek Nazlı Ilıcak ve Abdurrahman Dilipak'la kol kola girip iktidara yancılık yapabilecek, sonra Haziran Ayaklanmasına sahip çıkabilecek kadar omurgasız bir yığın... Utanmadan devrimcilere siyaset dersi vermeye kalkışıyorlar!
Bunların hepsi Kürt hareketine kapılanıyor. Öyle bir konuşuyorlar ki, zannedersiniz Cudi'den, Gabar'dan yeni indiler!
Hayatlarında devletin karşısına dikilmemişler. Bütün hevesleri, iktidarla Kürt hareketi arasında çöpçatanlık yapmak. Ortak noktayı artık pert olmuş bir 'Kemalizm'e saldırı üzerinden örüyorlar. Daha geriye gidiyorlar, İttihatçı devrimciliğe sövüyorlar. Çok kurnazlar. İktidar olduğunda yozlaşan İttihatçılığı, Abdülhamid'i deviren İttihatçı devrimcilikle birmiş gibi gösterip topa tutuyorlar. Türkiye'deki burjuva devriminin bütün kazanımlarını bombalamaya çalışıyorlar. Abdülhamid'i devirmiş, Vahdettini ıskartaya çıkarmış devrimci bir süreci itibarsızlaştırıyor; Osmanlı'nın, Prens Sabahattin'in, mollaların ağzıyla konuşuyorlar. Dinci gericiliği vıcık vıcık hümanizmalarıyla besliyorlar.
Kürt hareketine kapılanmayan, onun taktik manevralarının peşinde dolanmayan ve AKP gericiliğine karşı mücadele eden sosyalistlerden ise nefret ediyorlar; derhal 'ulusalcı', 'Kemalist' yaftasını yapıştırıveriyorlar...
Evet; ne günlerdi ama
Di'li geçmiş zaman kullandığımıza aldanılmasın, koşullar biraz değişsin, Erdoğan biraz olsun kapıyı aralasın hepsi, ve hep beraber yine o kapıdan içeri girmekte herhangi bir beis de görmezler. Bu yüzden o günleri ve o günlerin kahramanlarını (!) asla unutmayalım. Bakınız Baskın Oran hocamız, yani Ufuk Uras'larla, Murat Belge'lerle birlikte o günlerde yetmez ama evet'çiliğin en önde koşan liberalleri bugün ve hala o günler için ''doğru yapmıştık'' şeklinde açıklamalar yapabilmekten hiçbir çekince görmüyorlar. Bu yüzden unutmamak gerek. Ve tabii, kendilerini ''enternasyonalist komünist'' olarak tanımlayan kuyrukçu tip ve anlayışları da!
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.