40 yıl önce aramızdan ayrıldı, emperyalizme karşı mücadelesi sürüyor
1960'lardaki emperyalizm karşıtı gençlik eylemlerinin ön saflarında yer alan gençlik önderi Harun Karadeniz, tam 40 yıl önce bugün aramızdan ayrıldı. Harun Karadeniz'i, Refik Durbaş ve Şükran Kurdakul'un onun için yazdığı şiirlerle anıyoruz.
1942'de Giresun'da doğan, 1975'te tutuklu olduğu sırada yakalandığı hastalık nedeniyle yaşamını yitiren anti-emperyalist gençlik önderi Harun Karadeniz'i ölümünün 40. yılında anıyoruz.
ANTİ-EMPERYALİST KAMPANYALARIN ÖNCÜLERİNDEN
Harun Karadeniz 1962de İTÜ İnşaat Fakültesine girdi. Öğrencilik yıllarında Öğrenci Derneği başkanlığı ve İTÜ Öğrenci Birliği başkanlığı yaptı. Birçok anti-emperyalist eylemin en ön saflarında, boykotlarda, okul işgallerinde kitlelere öncülük eden isimlerden biriydi.
Dönemin en büyük öğrenci yürüyüşü olan "Özel okullar devletleştirmelidir" yürüyüşünde yer aldı ve kampanyasında etkin rol oynadı. Eğitim sistemindeki reformları gerçekleştirmek için yapılan üniversite işgallerinden biri olan, "İlkokullardan Üniversiteye Dek Eğitim ve Devrim" sloganıyla yapılan "İTÜ işgali"nde öncü oldu.
ALTINCI FİLO EYLEMLERİNDE ÖNEMLİ ROL OYNADI
Amerikan Altıncı Filo'sunun Dolmabahçe önlerinde denize döküldüğü eylemlerde etkin rol oynadı ve yakın arkadaşı Vedat Demircioğlu'nu kaybetti.
Diğer öğrenci hareketi liderlerinden farklı olarak, Gençlik hareketlerinin sınıf hareketinden bağımsız olamayacağını söylüyor ve öğrenci eylemlerini emekçilerle buluşturmak için yoğun çaba sarf ediyordu. Ekonomik bağımsızlık olmadan ülkenin sömürgelikten kurtulmuş olmayacağı anlayışıyla "Onlar Ortak, Biz Pazar, İşte Size Ortak Pazar" kampanyasını yürüttü. İşçi grevlerini destekledi.
12 Mart Darbesi (1971) sonrası TKP ve Dev-Genç davalarından yargılandı. Dev-Genç davasından tutukluyken hapishanede ciddi bir hastalığa yakalandı, tedavisine izin verilmedi. 15 Ağustos 1975de öldü.
ADLİ MÜŞAVİRİN İTİRAFI: ÖLSÜN İSTİYORUZ
Harun'un bu günleri yazıya şu satırlarla geçirdi:
"İstanbul'a geldikten sonra öğreniyorum ki, ben içerideyken karım İstanbul Sıkıyönetim Adli Müşaviri Turgut Akan'a çıkmış ve: "Kocamı hangi suçla tutuyorsunuz? Sağlığı iyi değil, hayati tehlike söz konusu. Sağlık kurulları ve klinik raporları bu durumu belirtiyor" demiş. Adli Müşavir'in cevabı ise benim Ankara öykümün içyüzünü açıklamaya yeter de artar bile: "Ölsün istiyoruz" demiş Adli Müşavir. "O eline silah almadı eğer eline silah alsaydı işini bitirmek çok kolaydı. O bizim için eline silah alanlardan daha tehlikeli ve onun için de ölsün istiyoruz." Bu sözler 1972 yılı sonbaharında söylendi. Şu an yıl 1975 ve aylardan şubat. Benim sağ kolum kesildi ve fakat ölmedim..."
Harun Karadeniz geride şu yapıtları bıraktı: Yaşamımdan Acı Dilimler, Eğitim Üretim içindir, Kapitalsiz Kapitalistler Yerimizi Bilelim, Türküler Yalan Söylüyor, Özel Yüksekokullar ve Ardındaki Oyun, Olaylı Yıllar ve Gençlik.
REFİK DURBAŞIN ŞİİRİ
ölüm ilgilendirmiyor artık seni, cinayet ilgilendirmiyor
bir dağ yamacında, pınarlar kadar berrak bir şafakta
köylüler geçiyor zap suyu'ndan ve tanıyor seni
ölüm geçiyor atardamarlarından ve tanıyor seni
kuşların, ağaçların ve toprağın sesini dinliyorsun
ölüm ilgilendirmiyor artık seni, işkence ilgilendirmiyor
ışıklar içinde yüzün
yüreğinde tarifsiz bir telaş
sabah, vardiyasız bir dokuma tezgahında
öğle, bir yürüyüştesin pankartlar afişlerle dalga dalga
akşam, nöbetini tutuyorsun bir grev çadırında onurun
rüzgar tanıyor seni, bulut tanıyor
elini uzatıyorsun bir dağ yamacında, bir kolun kesik
bir mermi daha sürüyorsun ve basıyorsun tetiğe
bir dağ yamacında, yüreğinde tarifsiz bir telaş
ölüm de tükenmiş ölümsüzlük de, kolun kesik değil ama...
Acıları yarıştırılan bir nesli hayli gerilerde bıraktık. Şimdiki sıkıntılarımız konforumuzu ve ihtiyaçlarımızı daha üst standartlara ulaştırmakla ilgili. Yoksulluk gerilerde kalmış, eskiden izlenmiş ve parça parça hatırlanan bir sinema filmi gibi. Sandıklarda kalan hatıra eşyaların anımsattığı bir anılar demeti sanki. Ya da siyah beyaz fotoğrafların köşesinden hayatımıza sızan, nazlı bir burukluk tadında ara sıra aklımıza düşüyor.
Acıları yarıştırılan bir nesli hayli gerilerde bıraktık. Şimdiki sıkıntılarımız konforumuzu ve ihtiyaçlarımızı daha üst standartlara ulaştırmakla ilgili. Yoksulluk gerilerde kalmış, eskiden izlenmiş ve parça parça hatırlanan bir sinema filmi gibi. Sandıklarda kalan hatıra eşyaların anımsattığı bir anılar demeti sanki. Ya da siyah beyaz fotoğrafların köşesinden hayatımıza sızan, nazlı bir burukluk tadında ara sıra aklımıza düşüyor.
Yıl 1954 olmalı. Köyümüzdeyiz. Bizim köy, Giresun ilinin Alucra ilçesinin Armutlu köyü. Coğrafi konum olarak, Şebinkarahisar ile Gümüşhane arasında bulunur. Haritada Sarıyer- dağları olarak adlandırılan güney yamaçlarında kurulmuş bir köydür. Yaşlıların anlattıklarına göre köyün kuruluşu üç, dört yüzyıl öncelere kadar uzanır.
Alucra, kasabasına bağlı 80 kadar köy vardır. Tüm bölgede toprak verimsizdir ve hemen bütün köylerin nüfusunun yarıdan fazlası kış aylarında çeşitli şehirlere iş aramaya giderler. Giresun, Ordu, Samsun ve İstanbulu bu şehirler arasında sayabiliriz. Bizim aile de kış aylarında Bulancak kasabasına gelir ve yaz aylarında köye dönerek tarlalarımızdaki ürünleri toplardık. Ben, 1957 yılında Bulancak ortaokulunu bitirene dek bu böyle sürdü gitti. Köyümüzde ilkokul yoktu. Kış aylarında Bulancaka taşınmamız bana ilk ve orta okulu okuma imkânı verdi.
Evet, 1954 yılı yaz ayları ve biz köydeyiz. Büyük ağabeyim Veteriner Fakültesi son sınıfta filan olmalı. Bir gün hiç unutmam elimde eski bir atlas var ve ben bir siyasi haritadan Türkiye ve komşularına bakıyorum. Türkiye bizim asalet ve kahramanlığımıza yakışmayacak kadar küçük göründü gözüme. Rusya ise koskocaman bir kıta gibi duruyor gözümün önünde. İçerledim bu işe ve üniversiteli ağabeyimi çağırıp: -Biz istersek bu Rusyayı yeneriz ve bu toprakları alırız- diyerek sıkılmış yumruğumu havada şöyle bir salladım. Ağabeyim gayet sakin: -Yok, o pek kolay olmaz ama biz, kendi vatanımızı koruruz- dedi.
Henüz yedi yaşlarında iken havaya kalkan o sıkılmış yumruk 33 yaşına değin bazı aralar hariç gökyüzünden inmedi. 3 Ocak 1975de ise İngilterede Royal Marsden Hospitalda bıraktı sağ kolunu Harun Karadeniz; altı ay sonra ise İstanbulda bu dünyadan göçüp gitti.
Harun Karadenizin (1942-1975) Alucrasını araştırırken, bir neslin ve gözden ırak bir beldenin hüzünlü, hüzünlü olduğu kadar da onur ve cesaret dolu öyküsüne de tanık oldum. Yaşamını inandığı bir davanın gerçekleşmesine adayan bu Alucralı genç, geride bıraktığı mirası gönül rahatlığı ile devam ettirecek kuşaklar yetişti mi acaba? Hiç sanmıyorum. Kendini ve isteklerini hayatın merkezine yerleştirmiş bireyler toplumuyuz artık. Kimse bizi ilgilendirmiyor, dahası hiçbir ideoloji eski cazibesiyle görünürlerde de yok artık.
Harun Karadeniz ardında şu kitapları bıraktı: Kapitalsiz Kapitaller, Eğitim Üretim İçindir, Olaylı Yıllar ve Gençlik, Devrimcinin Sözlüğü (Osman Yeşil ile birlikte hazırladı), Özel Yüksekokullar ve Ardındaki Oyun ve Yaşamımdan Acı Dilimler. 1962de İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Bölümünün de eğitime başlamasıyla birlikte ömrü yeni bir dönemece de girdi Harunun. Türkiyede o yıllara değin örneği pek görülmeyen gençlik hareketleri de yavaş yavaş filizlenmeye başlamıştı. Tarihin sahneye çıkaracağı şahsiyetleri biraz da tercihleri belirliyor. İstanbul Teknik Üniversitesi, Harun için adeta bir laboratuvar vazifesi görür. Hemen talebe cemiyetine girer, Yeni Kovan isimli bir dergi çıkarırlar arkadaşları ile. İki sayı yayınlanır bu dergi ve Harunun ilk yazıları da orada yer alır. İlk sayısında Kaybolan Ülkeler, ikinci sayısında ise, Kalkınmamız ve Biz yazısı ile artık talebe cemiyetinin en aktif teorisyeni ve aksiyoneri olacaktır Harun. İTÜ Öğrenci Birliği Başkanlığına kadar da yükselir bu sırada. Milli Demokratik Devrim görüşünü benimser ve geliştirmeye çalışır.
Ülkemizdeki sol düşünce fikrinin pratiğe geçirilmesinde öncü bir rol oynamıştır Harun. Diğer sol gurupların aksine silahlı mücadeleyi değil, gençlik ile diğer sınıf hareketlerinin birlikteliğini savunuyor, öğrenci eylemlerini emekçilerle buluşturmayı yeğliyordu. O günlerin Türkiyesini sarsacak çok önemli öğrenci hareketlerine liderlik eden Harun, özellikle Özel Okullar Devletleştirilmelidir yürüyüşü ile ismini tanınır kıldı. Bunu devamında, 6.Filoyu Protesto mitinginde sorumluluk üstlendi. Montaj Sanayine Hayır mitingini düzenledi ve işçi grevlerine destek verdi, tütün üreticilerinin sorunları ile ilgilendi. İstanbul Teknik Üniversitesini işgal eylemini yönetti. TKP ve Dev-Genç davalarından yargılandı. Hapis yattı, çıktı. Silahlı mücadeleye sıcak bakmaması nedeniyle diğer sol guruplarca oportünist ve pasifist ilan edildi.
Hayat kendi akışına istikamet verirken bireyin göz ardı ettiği gerçekler bazen kaderimiz olup karşımıza çıkıyor. Yaşamın güzel olması gerektiğine inananlar bu arzularını dile getirme biçimiyle toplumun beklentilerini cevapsız bırakabiliyorlar bazen. O günlerin atmosferini ben de hatırlıyorum. Harunun bu eylemleri esnasında ilkokul öğrencisi idim. Radyo haberleri ile irkiliyor, gazete manşetlerindeki heyecan verici kargaşayı çocuk aklımla anlamlandırmaya çalışıyordum. Gördüğüm manzara, hissettiğim duygu, halkın bu davranışları hiç de onaylamaması idi. Burada kadim sağduyu, anne ve babaların okumaya gönderdikleri çocuklarının bir an önce mesleğe atılmalarını, ülkeye, projeleri ve çalışma disiplini ile katkı sağlamalarını bekliyor gibiydi. Korkuyordu büyüklerimiz. Bunda bir parça haklılık payları da vardı sanki. Ülkeyi sevmek, aslında o toprakların bütün değerlerini anlamaktan ve etüt etmekten geçiyordu. Bizin iyi niyetlerle başladığınız bir mücadele, başka güçlerin iktidar hırslarına kurban edilebiliyor. Demokrasiye inanmayan, kendi siyasi görüşü dışında kimseye iktidar ve yönetim hakkı tanımayan o derin devlet ya da hâkim zihniyet, bu tür masumane istekleri provoke ve manipüle de edebiliyordu.
Gençlik heyecanı ve inandığı düşünce biçimini savunma refleksi adına hayatın beklediği onca ayrıntıyı yaşamın dışına ellerimizle itebiliyoruz. Çünkü sosyal anlamda ve ideolojik eksende toplum olarak yeterli tecrübemiz yok. Ülkeyi sevmenin başka yol ve yöntemleri olabileceğini hiç aklımıza getir(e)miyoruz. Bunu, saygı duyulası bir hatıranın eleştirisi olarak görmeyelim lütfen. İnsanının değerlerini, inanç ve davranış kodlarını göz ardı ederek nasıl bir dünya kurulabilirdi ki? İşinin ve mesleğinin en iyisi olmaya çalışmak, farklı görüş ve düşüncelerin de olması gerektiğine inanmak, kimseyi hor ve gereksiz görmemek; önce ekmeğini kazanmak, yaşantısını güzelliklerle ve onurla donatıp, çevreye saygı duyulası bir hayat pratiği sunmayı öncelemek, sanırım güzel bir dünya için yeter de artar bile. İşte özen göstermediğimiz bu parametreler, hayal kırıklıklarımız da en belirgin sebepleri bence.
Bu güzel insanların genç yaşta kaybedilmesine gönlümüz rıza göstermiyor. Keşke yaşasa, enerjisini ve mesaisini ülkesi için sarf etmeye devam etseydi, diyorsunuz. Ama yaratanın hükmü karşısında yapacağımız başka bir şey de yok. Bizlere bir tek anısı önünde saygıyla eğilmek kalıyor.
Harun Karadeniz'in Alucrası:
Alucra lafzının geçtiği bütün eserleri incelemek ve kayıt altına almak üzere başladığım bu yolculuk, beni farklı ve birbirinden ilginç duraklara sürükledi adeta. İnsan zenginliğimizi, farklı görüş ve düşünce biçimine ait değişik karakter ve mensubiyetleri görmeme, tanımama dahası anlamama da yol açtı. Memleketimin kılcal damarlarını dolaşma ve birikimine olan inancımı bir kez daha tazeleme fırsatı buldum.
1. Alucra Lafzı:
Alucra lafzı, Harun Karadenizin okuduğum iki kitabında da geçiyor. Birincisi Olaylı Yıllar ve Gençlik kitabının dokuzuncu sayfasında yer alan bir çocukluk hatırasına ait değinide geçiyor. Ki, bu örneği yazımın hemen başında vermiş oldum. Biz Rusyayı Yeneriz başlığıyla sunu bölümünde yer alan bu yazıda ilk Alucra lafzı, Harunun kaleminden kendini gösteriyordu: Yıl 1954 olmalı. Köyümüzdeyiz. Bizim köy, Giresun ilinin Alucra ilçesinin Armutlu köyü. (sy:9)
2. Alucra Lafzı:
İkinci Alucra lafzı ise, yine o kitabın 99. sayfasında şöyle yer almıştır. NATOya Hayır Haftası etkinliklerini kastederek, o satırlarda şöyle diyordu Harun Karadeniz: Gebzede bir kapalı sinemada yapılan gece ise, özellikle inşaat, fabrika ve tarım işçilerinin katıldığı ve işçilerce çok beğenilen bir gece oldu. Devrimci türkülerin söylendiği ve folklor gösterilerinin yapıldığı bu gecede kitle o kadar coşmuştu ki, konuşmacı olarak ben çıktığım zaman Ben Giresun vilayetinin Alucra kazasının Armutlu köyünden, Rıza oğlu Harun- diye söze başlayınca salon alkıştan yıkılıyordu. Konuşma bittiğinde bütün salon NATOya hayır diye büyük bir coşkuyla inliyordu. (sy.99)
3. Alucra Lafzı:
Yaşamımdan Acı Dilimler kitabı, Harunun ölümünden dört sene sonra 1979da, eşi Hülya Karadenizin, -Harunun ölmeden önceki aylarda teybe kaydettiği anlatılarını- yazıya dökerek oluşturulmuş bir çalışma. Anılan kitabın önsözünü, yine onun gibi Giresunlu ve önemli bir akademisyenimiz olan İdris Küçükömer kaleme almış.
İdris Küçükömer, Harunu, onu şekillendiren evreleri ve dönemin atmosferini analiz ettiği yazısının hemen ilk sayfasında (sayfa:5) Alucra lafzı geçer. Harunu tanıtırken, yazının daha ilk paragrafında şöyle diyor Küçükömer: Harun Karadeniz 15 Ağustos 1975te İstanbulda öldü. 1942 yılında Giresunun Alucra ilçesinin bir köyünde doğmuştu. (sy:5)
4. Alucra Lafzı:
Seni Mezun Ettiler Ha başlığıyla 45. sayfada verilen yazıda, Harun, Dev-Genç tutuklamasını kastederek şöyle diyor: Bir süre daha geçti. Sonra savcılar gelip ifademi almaya başladılar. Koğuştan bizi tek tek çağırıyorlar ve ifademizi alıyorlardı. Bu ifade alma işi günler sürdü. Bir gün beni de çağırdılar. Gittim, savcının karşısına oturttular. Savcının adı Ülgen Sözen olduğunu sonradan öğrendim. Savcı hüviyet tespitiyle sorguma başladı:
-Adın Soyadın?
-Harun Karadeniz.
-Baba adı?
-Rıza
-Doğum yeri ve yılı?
-Alucra, 1942.
-Ne iş yaparsın?
-İnşaat Yüksek Mühendisiyim!
-Ne Seni mezun ettiler ha?
Savcı çok kızmıştı ne diyeceğimi şaşırdım.
-Anlamadım, ne demek yani?
-Nasıl mezun ederler seni?
Savcı bu sözleri bağırarak söylüyordu.
-Ne var ki?
-Daha ne olacaktı, memleketi birbirine katarsınız, hocalara karşı gelirsiniz. Sonra onlar sizi mezun eder ha?
Ben biraz kendimi toparladım ve ezile büzüle izah etmeye çalıştım.
-Mezun olmak tamamen bir teknik bilgi meselesidir. Yeterli bilgiyi öğrenir, imtihanları verir, mezun olusunuz. Mezun olmanız yurt sorunları ya da eğitim sorunlarıyla bir ilgisi yok.
Doğrusu ben böyle bir izahat verince savcının bu konuyu bırakacağını sanmıştım. Hiç de öyle olmadı. Daha kızgın bir sesle:
-İlgisi yokmuş, nasıl olur da senin gibi adamları mezun ederler Diye uzun uzadıya bana bağırıp çağırıyor. Bir yerden sonra sabrım taştı:
-Elindeyse mezun etme, dedim. Benim bu cevabıma hayli kızdı ama:
-Dur bakalım, diye konuyu kesti. (sy:45)
5. Alucra Lafzı:
Aynı kitabın Harundan Bize Kalan başlığı ile kimin kaleme aldığı belli olmayan- yayınlanan yazının (sayfa.81) içinde şöyle bir paragraf geçiyor: 1942 yılında Giresunun Alucra ilçesinin Armutlu köyünde doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini Samsunda yapmıştır. Burası doğru değil, Harun, ilk ve orta okulu Giresunun Bulancak ilçesinde okumuş, liseyi ise Samsunda bitirmiştir. Lise dönemlerinde Bir Türkün cihana bedel olduğuna inanmış, münazaralarda para karakteri bozmaz görüşünü savunmuş, münakaşalarda İsmet Paşanın sağır olması hükümeti en iyi yönetmesine engel olmaz konusunu tartışmıştır. 1962 yılında İstanbul Teknik Üniversitesine bu bilgi dağarcığıyla gelmiştir. 1962-1965 onun için bir sıçrama dönemi olmuştur. Sürekli okuyarak, yeni dostluklar kurarak, sosyo-ekonomik konularda büyük açlığını gidermeye çalışmıştır. (sy:81)
6. Alucra Lafzı:
Sadun Tanju, Gelen Düşman Değil Biziz! yazısında (sayfa:122), Samsunun Çarşamba ilçesinde geçen çocukluk günlerine atıf yaparak şunları söyler: Kış başlarında, Ulucralı (Sadun Tanjunun aklında öyle kalmış ya da Alucra ismi, Ulucra olarak telaffuz ediliyordu oralarda.) köylüler gelirdi, bizim oralara çalışmaya. Odun kırarlardı, toprak bellerlerdi, 10-15 kuruş günlüğe ortalık kararıncaya kadar çalışırlardı. Karınları ağrıyınca hanım, bir fincan gaz yağı var mı?- derlerdi. Çocuk gözlerimizi fal taşı gibi açardık, gaz yağını ilaç yerine içtikleri zaman. Öyle yorgundular ve yamadan öyle görünmez haldeydi ki giysileri, gaz yağı dolu fincanı dikince ağızlarına, ne zaman ölecekler diye acıyarak beklerdik. Hiçbir şey de olmazdı. Şöyle bir soluklanıp yine avuçlarına tükürür, baltaya, küreğe, kazmaya yapışıp işlerine koyulurlardı. 1930un ilk yıllarıydı bunlar.
Bizim köy, Giresun ilinin Alucra ilçesinin Armutlu köyü. Yaşlıların anlattıklarına göre köyün kuruluşu üç, dört yüzyıl öncelere kadar uzanır. Alucra kasabasına bağlı 80 kadar köy vardır. Tüm bölgede toprak verimsizdir ve hemen bütün köylerin nüfusunun yarıdan fazlası kış aylarında çeşitli şehirlere iş aramaya giderler. Giresun, Ordu, Samsun
Harun Karadenizin Olaylı Yıllar ve Gençlik kitabını okurken kendi çocukluğum geliyor gözlerimin önüne. Samsunun Çarşamba ilçesinde çocukluğumu yaşarken, Cumhuriyetin o yoksul ama gururlu yıllarında anılarıma giren o gaz yağı yutan- baltacılar, hamallar, kürekçiler Harunun köylüleriymiş meğer. (sy:122)
Harun Karadenizin iki kitabında geçen Alucra lafzını böyle işaretledikten sonra, Harun için yazı ve şiir kaleme alan o günlerin yazar ve gazetecilerini de hatırlatmak istiyorum. Yaşamımdan Acı Dilimler kitabında, İdris Küçükömer, Oktay Akbal, H.Basri Akgiray, Burhan Arpad, Osman S. Arolat (Harunun bacanağı), Gülçin Çaylıgil (Avukatı), Azra Erhat, Vedat Günyol, Osman Nuri Koçtürk, Uğur Mumcu, Altan Öymen, Ali Sirmen, Sadun Tanju, Turhan Temuçin yazıları ile; Şükran Kurdakul, ve Hüseyin Erdem ise şiirleriyle Harunu anmışlar.
Cumhuriyetimiz ya da sistemimiz, kendi düşmanını seçmede çok mahir. Bu konuda somut bir önceliği de yok. Sistemi sorgulayan kim olursa olsun, canı istediğinde, sizi, muktedirlerin atış sahasına sürmesi işten bile değil. Son bir ayrıntı ile Harunun aziz hatırasını bir kez daha yaşama çağırmayı deneyelim. Çünkü hak ediyor bunu.
Ölsün İstiyoruz:
Gece saat dörde doğru İstanbulda evimdeyim. Karım da benden haber almak için Ankaraya gelmişti. Fakat görüşmemiz yasaktı. O da başka bir arabayla aynı akşam dönmüş Ankaradan. Yol boyunca düşündüm Ankarayı, Ankarada tanık olduğum olayları ve beni neden tutukladıklarını. Suç isnadı bile yapmadan yatırdıkları otuz beş günü düşündüm. Güneş görmeyen odaları, su içtiğimiz tuvaletleri ve başkalarını.
İstanbula geldikten sonra öğreniyorum ki, ben içerdeyken karım İstanbul Sıkıyönetim Adli Müşaviri Turgut Akmana çıkmış ve Kocamı hangi suçla tutuyorsunuz? Sağlığı iyi değil, hayati tehlike söz konusu. Sağlık kurulları ve klinik raporları bu durumu belirtiyor.- demiş. Adli Müşavirin cevabı ise benim Ankara öykümün içyüzünü açıklamaya yeter de artar bile: -Ölsün istiyoruz- demiş, adli müşavir. O eline silah almadı, eğer eline silah alsaydı işini bitirmek çok kolaydı. O bizim için eline silah alanlardan daha tehlikeli ve onun için ölsün istiyoruz. (sy: 71, ) -Sonbahar, 1972-
Kaynakça:
1-Olaylı Yıllar ve Gençlik/Harun Karadeniz/May Yayınları,
İstanbul-1975
2-Yaşamımdan Acı Dilimler/Harun Karadeniz&Hülya Karadeniz/
May Yayınları, İstanbul-1979
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.