HTKP Genel Başkanı Erkan Baş, 10 Ekim'de yaşanan katliamın sorumlusunun AKP iktidarı olduğunu, buna yönelik analizlerde hedefi bulandıracak tutumlardan uzak durulması gerektiğini belirrti. AKP'nin saldırganlığının iktidarı kaybetmeye başlamasıyla şiddetlendiğini belirten Baş, Saray'a karşı birleşik ve bağımsız bir mücadele çağrısında bulundu.
Erkan Baş, AKP iktidarının gerilemeye başladığını ve Saray'a karşı mücadelenin bulandırılmamasını, hedefin belirsizleştirilmemesi gerektiğini söyledi. Baş, HTKP'nin sosyalist hareket içindeki konumunu ve Kürt Özgürlük Hareketi'ne yaklaşımını da paylaştığı röportajında 1 Kasım seçimlerinde dayanışma konusunda tereddüt etmeyeceklerini ifade etti.
Jiyan'dan Sultan Eylem Keleş'in sorularını yanıtlayan Erkan Baş'ın röportajı şu şekilde:
"BU KATLİAM DOĞRUDAN SİYASİ İKTİDARIN SORUMLULUĞUNDADIR"
Ankara katliamı, neredeyse bir katliamlar tarihi olarak anlatabileceğimiz ülke tarihimizin en insanlık dışı saldırılarından birisidir. Açık söylemek gerekirse, 10 Ekim gününden bu yana en fazla odaklanılan noktanın, katliamı kimin, neden, nasıl yaptığı olmasından ciddi derecede rahatsızım. Yanlış anlaşılmasın bunun önemsiz olduğunu kesinlikle düşünmüyorum, ancak analizler, değerlendirmeler, özellikle devrimciler tarafından yapılıyorsa, hedef tayini için yapılır. Esas meselemiz, mücadeleyi büyütmek ve geleceği aydınlatmak olmalıyken, yapılan pek çok değerlendirme mücadele hedefini belirsizleştiriyor. Bu noktada çok net olmak gerekiyor, bu katliam doğrudan siyasi iktidarın, daha somut olarak Recep Tayyip Erdoğanın sorumluluğunda bilinçli, planlı gerçekleşmiş bir katliamdır. Hedefi, halk güçlerinin teslim alınması, iktidara karşı büyüyen halk tepkisini sindirmek, teslim almaktır. Bizim bu netlikte bir değerlendirmeyle, mücadeleyi büyütmeye odaklanmamız gerekiyor.
"AKP'NİN ARKASINDAKİ KOALİSYON DA ÇATLADI"
2002den bu yana AKP Hükümetinin geçirdiği değişiklikleri ve geldiği şu hali düşünürsek ne söyleyebiliriz?
AKP çok önemli bir projenin yürütücüsü olarak görevlendirilmiş kadroların kurduğu bir partidir. İktidara geldiği ilk günden itibaren, Türkiyedeki sermaye diktatörlüğünü kuvvetlendirmeye, gericiliği daha etkin, daha güçlü ve toplumsal alanda daha yaygın bir güç haline getirmeye, ülkemizi emperyalizme daha da bağımlı kılmayı amaçladığı artık bütün çıplaklığıyla ortada.
Aradan geçen 13 yıl içinde kuşkusuz bir değişim yaşandı. İktidarın ilk günlerinde, ABD, AB, tüm sermaye çevreleri, tüm tarikatlar AKPnin tam boy arkasındaydı ve AKP buralardan aldığı güçle planlarını hayata geçiriyordu. Bunun geniş halk yığınları içinde yarattığı tepki ve öfke parçalı biçimde ilerlediği ölçüde de AKP için işler iyi gidiyordu. Ancak Gezi-Haziran Direnişi ile birlikte, tekil tekil biriken tepkiler birleşik bir mücadeleye evrildiği andan itibaren AKPnin arkasındaki bu koalisyonun çatladığını da söyleyebiliriz. Bize göre önemli olan budur.
AKPnin bugün saldırganlıkta sınır tanımıyor oluşunun arkasında esas olarak bu vardır. AKP ve daha özelde Tayyip Erdoğan artık eskisi gibi güçlü olmadığını ve iktidarı kaybetmek üzere olduğunu görüyor. Buna karşı verdiği tepki, şiddeti, savaşı yoğunlaştırmak oldu. Bu önemlidir, bu vahşice saldırganlığın arkasında büyük bir güç haline gelmeleri değil, yeniliyor olmaları var.
SARAY REJİMİNE KARŞI BAĞIMSIZ, BİRLEŞİK MÜCADELEYE ÇAĞRI AKPnin bu saldırıları arttıracağı üzerine ihtimaller konuşuyor. Bu ihtimali baz alırsak sosyalist harekete düşen görev nedir?
Yenilgiden, saldırganlaşarak kurtulacaklarını sanıyorlar ancak büyük bir yanılgı içindeler. Bu saldırganlık belki ömürlerini uzatacak ancak yiyecekleri tokadın şiddetinin artacağını da açıkça söylemek isterim.
Görmedikleri bir şey var, özellikle Ankara katliamı sonrasında bu ülke halkları yaşayabilecekleri en büyük acılardan birisini daha yaşadılar. Hemen saldırıdan bir gün sonra Ankarada yeniden onbinlerin buluşması, cenazelerin büyük kalabalıklarca sahiplenilmesi bu saldırılardan istediklerini alamadıklarını gösteriyor.
Sosyalistler devrimciler tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıyalar. Türkiye, Recep Tayyip Erdoğandan mutlaka kurtulacaktır. Sermaye diktatörlüğü ve halk düşmanları da bunu görmekte, bunun için hazırlık yapmaktadırlar. Sahte umutlar, sahte kurtarıcılar devreye girmek için fırsat kolluyorlar. Bizim açımızdan, bir konunun özellikle net olması gerekir, Türkiyede bu karanlık gidişata son verecek tek güç, emekçi halkın bağımsız birleşik gücüdür. Hem halkımızın katili Saray çetesine, hem de coğrafyamızı kana boğan emperyalizme dur diyebilecek olan tek güç budur ve bu gücün acilen bir araya gelmesi zorunludur.
Halk, emek, insanlık, özgürlük, barış, kardeşlik ve aydınlanma düşmanı, bölücü ve yıkıcı Saray rejiminin bu saldırısına karşı ilerici tüm güçlerin yan yana gelmesi, emekçi halkımıza güven vermesi yaşamsal bir öneme sahiptir.
Saray rejimine karşı ilerici, emekten, aydınlanmadan, özgürlükten, kardeşlikten, barıştan ve birlikten yana ortak bir mücadele cephesini örgütlemek, Saraya karşı verilecek mücadelenin koordinasyonunu yürütecek bir merkezin kurulmasını sağlamak, halkımıza güven verecek bir örgütlenmenin hayata geçirilmesini sağlamak üzere tüm güçlerimizi seferber etmeliyiz.
"HDP İLE OMUZ OMUZA OLMAMIZ GEREKEN ZAMANDA TEREDDÜT ETMEDEN KONUMLANACAĞIZ" 1 Kasım 2015 seçimleri için parti olarak belirlediğiniz tavır ne olacak? 1 Kasım seçimlerine ilişkin HDP ile dayanışma kararınız birçok seçmenin sizle ilgili fikirlerini değiştirmesine yol açtı. Burada bize daha geniş bir perspektif sunabilir misiniz?
1 Kasım seçimi erken seçimden çok tekrar seçim olarak adlandırılıyor, bu isimlendirme daha doğru geliyor çünkü seçim esas olarak AKP ve Tayyip Erdoğanın 7 Haziranda istediğini alamaması nedeniyle yapılıyor. AKP ve Erdoğan 7 Haziran seçimlerini 2013 Gezi Direnişi ile en önemli aşamasını yaşadığımız AKPnin gerileme sürecine nokta koyacak, AKPyi eski güçlü günlerine taşıyacak ve Erdoğanın Başkanlık hayallerine ulaşmasının yolunu açacak bir sonuçla tamamlamak istiyordu. AKP, zaten tükenen meşruiyetinin üzerine HDPnin de barajı aşmasıyla tek başına iktidar olamadı ve Erdoğan da büyük hayaline ulaşamadı.
1 Kasımda en çok bunu gerçekleştirecek bir sonuç almak için uğraşacaklar ve biz de buna engel olmayı en temel görevlerimizden birisi olarak saptadık.
Kuşkusuz bu çok kapsamlı ve başka bir dizi görevi yerine getirmemizi gerektiren bir mücadele süreci. AKPnin yenilgisinin sadece sandık sonuçlarının bir ürünü olmayacağı fikrimizi koruyoruz ve esas olanın sokaklarda mücadelenin büyütülmesi olduğunu düşünüyoruz. Bununla birlikte sandıkta da AKPnin geriletilmesini önemsediğimiz ve net bir tutum almak gerektiğini düşündüğümüz için HDPye oy vereceğiz.
HDPye oy vermemiz, HDPye dair düne kadar yaptığımız değerlendirmelerden köklü bir kopuş anlamına gelmiyor. HDP ile yan yana omuz omuza olacağımız, olmamız gereken zamanlarda tereddüt etmeden konum alacağımızdan kuşku duyulmamalıdır. Öte yandan, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da anlaşamayacağımız bir dizi başlık olacaktır, bunlar gündeme geldiğinde de dostça tartışmaya devam edeceğiz.
Bizim attığımız her adımda temel bir derdimiz var; esas olarak Türk ve Kürt emekçilerinden oluşan Türkiye işçi sınıfının iktidar mücadelesini kuvvetlendirmek. Bunun içinden geçtiğimiz süreçte somutlandığı başlıklardan birisi, sermaye sınıfının, emperyalizmin ve gericiliğin amiral gemisi misyonunu üstlenen AKPnin yenilmesi. Tayyip Erdoğan KaçAK Sarayda oturduğu sürece, ülkemizin, Türk veya Kürt bu ülkenin yoksul emekçi halklarının mutlu olabileceği bir ülke haline gelemeyeceği çok açık biçimde görülüyor. AKPnin bölgesel düzeyde emperyalizmin ve gericiliğin daha etkin bir aktör haline gelmesinde üstlendiği özel misyonu da düşündüğümüzde bu görevin ne kadar yaşamsal olduğu iyice belirginleşiyor. Dolayısıyla bu kavgada mümkün olan en geniş güç ve eylem birliğinin hayata geçirilmesi için eldeki tüm olanakları seferber etmek gerektiğini düşünüyor, bu konuda üzerimize düşen her tür sorumluluğu ve görevi yerine getirmeye çalışıyoruz.
Son olarak içinden geçtiğimiz süreçte gerek ülkemizde gerek bölgemizde Kürt hareketinin özgün konumuna da değinmek isterim. Bu konumun bir sonucu olarak yoksul Kürt halkının hedef haline geldiğini, çok ağır saldırılara maruz kaldığını da görüyoruz. Gerek İŞİDin, gerekse AKPnin insanlık dışı saldırılarına karşı Kürt yoksullarının sergilediği direnişle dayanışmayı da devrimci bir sorumluluk olarak gördüğümüzü eklemem gerek. Seçim tutumumuzun bununla ilgili bir tarafı da kuşkusuz var. Kardeşliğin, ancak zor zamanlarda dayanışma ve ortak mücadeleler sonucunda gerçek karşılığını bulabileceğine inanıyoruz ve attığımız bu adımın halklarımızın kardeşleşmesine küçük de olsa bir katkı sunacağına inanıyoruz.
"7 HAZİRAN SONRA ZAFER SARHOŞLUĞUNA KAPILDIK"
Seçimlerin mevcut ortamda sağlıklı bir şekilde yapılabileceğini düşünüyor musunuz? Aksini düşünüyorsanız konuyla ilgili çalışmanız ya da planınız nedir?
Sağlıklı olması bir yana seçimlerin yapılabileceği bile hâlâ kuşkulu. AKPnin amacına ulaşacağı bir sonucun çıkmayacağını gördüğü durumda her şeyi yapabileceğinden kuşku duymamak gerek.
Biz her olasılığa hazırız. Seçimler yapılacaksa oy hırsızlığını engelleyecek, ortaya çıkacak sonuç ne olursa olsun mücadeleyi büyütecek veya yaptırılmadığı durumda AKPnin fiili yönetimini sonlandıracak tek şey halkın, emekçilerin kendi örgütlülüklerini en geniş ölçekte sağlamaları, güçlendirmeleridir. Bizim açımızdan en önemli görevlerden birisi her düzeyde halkın kendi öz örgütlülüklerini geliştirmesidir. Parçası olduğumuz Birleşik Haziran Hareketinin yerel meclisleri esas olarak bu göreve odaklanmış durumda.
Yeri gelmişken burada ifade edeyim, kanımca hepimizin üzerine düşünmesi gereken önemli bir eksiğimiz-hatamız oldu. 7 Haziran akşamı itibariyle AKP önemli bir yenilgi almıştı. Tam bu noktada hep beraber mücadeleyi büyütmek ve AKPnin üstüne gitmek gerekirken, toplumsal muhalefetin bir bütün olarak bir nevi zafer sarhoşluğuna kapıldığı bir süreç yaşadık. AKPnin kendisini toparlayarak, herhangi bir hukuki meşruiyeti olmamasına rağmen, 3 ay daha ülkeyi yönetmesine engel olamadık. Bunun önemli bir ders olduğunu düşünüyorum, bir kez daha aynı hatayı yapamamalıyız.
Bu ileti en son denizcan
tarafından 18.10.2015- 07:24 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Sizce HDP, solda dünden bugüne tartışılagelmiş çatı parti ihtiyacını karşılayabilir mi ya da solun gerçekten bir çatı partiye ihtiyacı var mı?
HDP hiç kuşku yok Türkiyenin en önemli politik güçlerinden birisi. Politik hattını ve omurgasını da esas olarak Kürt hareketinin oluşturduğunu biliyoruz. Bununla birlikte Türkiye devrimci hareketinin bir parçası olan örgütlü yapılar ve herhangi bir örgütle organik ilişkisi olmayan pek çok sosyalist HDP çatısı altında.
HDPnin daha önceki benzer çabaların ve örneklerin ötesine geçen bir başarı elde ettiğini de tespit etmek gerekiyor.
Bununla beraber bize göre Türkiyede siyasetin en önemli sorunlarından birisi Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkların sosyalist siyasal hattını temsil edecek devrimci bir komünist öznenin eksikliğidir ve örneğin HTKP kendisini esas olarak bu boşluğu doldurmak üzere sorumlu hissetmektedir.
Öte yandan Türkiyede birden fazla politik öznenin yan yana ve daha uzun soluklu bir mücadele ortaklığının adresi olacak yapılanmalara da ihtiyaç olduğu açık.
Parçası olduğumuz Birleşik HAZİRAN Hareketi, böyle bir eksende gericiliğe karşı, emperyalizme karşı, faşizme ve sermaye diktatörlüğüne karşı, emeğin, eşitliğin, özgürlüğün barışın ve kardeşliğin kavgasının halkın öz örgütlülüğünü geliştirerek inşa edilmesine odaklanmış durumda. Birleşik HAZİRAN Hareketinin kuruluşunda, Türkiye devrimci hareketinin önemli bir emeği, katkısı olmakla beraber bu Hareket masa başında geliştirilen stratejilerin veya kurucusu olarak da görebileceğimiz politik öznelerin ihtiyaçlarının bir ürünü değildir. Gezi Direnişi sonrasında ortaya çıkan muazzam ihtiyaca üretilmiş bir yanıt olarak görüyoruz. Unutmayalım ki, Gezi Direnişi sırasında HDP ve HDK birer politik özne olarak varlardı ama Birleşik HAZİRAN Hareketinin ortaya çıkışı da gösteriyor ki söz konusu ihtiyacı HDP-HDK karşılayamamıştır.
Özetle HDPnin kendi misyonunu yerine getirmek konusunda oldukça başarılı olduğu kanaatindeyim ve fakat Türkiyede emekçi sınıfların mücadelesinin tüm ihtiyaçlarını karşılayabileceğini düşünmüyorum.
HDP içindeki Türkiye solu açısından durumun, HDPnin, daha özelde ise Kürt hareketinin yaptıklarını Türkiyenin batısına tercüme etmekle sınırlı kaldığını da saptamamız gerekiyor. Haksızlık etmek istemem ama dışarıdan bakıldığında Türkiyeli devrimcilerin, sosyalistlerin HDP içindeki varlığı pek hissedilebilir değil.
Bu HDP içindeki sosyalistlerin yetenekleri veya niyetleri ile ilgili bir sorun değil, objektif bir durum.
Bu noktadan baktığımızda bizim gördüğümüz şey, Kürt hareketi ve daha özel olarak da HDP ile bakışımlı, gerektiğinde yan yana gelmekten çekinmeyen, bundan asla kaçınmayan ancak bağımsız bir sosyalist-devrimci odağın önemli bir ihtiyaç olduğudur.
Bugün Türkiye siyasal arenasına dışarıdan baktığımızda AKP, CHP, MHPnin yanında 4. büyük siyasal-örgütsel güç olarak kalıcı bir mevzi kazanmış olan HDPnin varlığı önemlidir. Ancak sosyalizmin bağımsız hattının da bu tabloya etkin biçimde müdahale edecek bir 5. güç olarak girmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu başarıldığı takdirde HDP ile kurulacak ittifak, dayanışma ilişkisi de daha etkili olacağı gibi, yukarıda isimlendirmeyle söylersek, 4. ve 5. gücün yan yana geldiğinde Türkiyenin geleceğin belirleme olanağı ortaya çıkacaktır. Bunun potansiyelinin olduğunu görüyoruz.
Böylesi bir odağın yaratılması durumunda HDPnin de Kürt Hareketinin de daha rahat hareket etme olanağı bulacağını düşünüyorum.
Biraz uzadı ama somutlamak istiyorum. Bugün Barış, Türkiye halklarının tümü için en temel ihtiyaçlardan birisi, üstelik yakın tarihimizde hiç olmadığı kadar Türkiyenin batısında da savaşın temel sorumlusu olarak iktidarın hedef haline geldiğini görüyoruz. Tam bu aşamada, PKKnin ve bir biçimde onunla ilişkili olarak gösterilen ve öyle kabul edilen HDPnin dışında bir Barış mücadelesinin yükseltilmesi durumunda tablo bugünkünden çok daha farklı olabilirdi. Bizler, Kürt emekçileri, daha özel olarak Kürt Hareketi ve HDP ile dayanışma görevinden kaçmadan bu sorumluluğu üstlenmeliyiz.
Üstelik içinden geçtiğimiz süreç, Haziran Direnişi sonrası Türkiye, daha önce yan yana gelemez diye düşünülen cumhuriyetçilik, laiklik ve özgürlük başlığında özel bir duyarlılık sergileyen kesimlerle daha ziyade Kürtlerin özgürlük mücadelesine yoğunlaşan kesimlerin yan yana gelebildiğini de göstermiş durumda. Emek, barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük ve aydınlanma mücadelesi barikatın bir tarafında, düzen güçleri ise bunların tam karşısında konumlanmış durumda ve bu saflaşmaya devrimci bir gelecek perspektifiyle müdahale ettiğimizde Türkiye başka bir Türkiye olabilir.
"BÖLÜCÜ OLAN EGEMEN GÜÇLER, SERMAYE SINIFIDIR"
Parti olarak Kürt sorununa ilişkin genel analiziniz ve bakış açınız nedir?
Uluslar tarihin belli bir döneminde doğmuştur. Bizim topraklarımızda Türklerin 19. yüzyılda şekillenen uluslaşma sürecinde diğer Müslüman halklar asimilasyona maruz kalmışlardır. Bunlar arasında sayıca ve tarihsel arka plan anlamında en gelişkin kesimi oluşturan, varlıkları uzun süre yadsınmış, kimlik kazanma girişimleri şiddetle bastırılmış, dillerini kullanmaları engellenmiş olan Kürtler bugün gecikmiş bir uluslaşma yaşamaktadırlar.
Türkiye Cumhuriyetini halklarımız birlikte kurdular. Ancak bunun sonrasında Kürtlere sadece tabi olmak düştü. Bu sorunun neden bir olgunlaşma süreci çerçevesinde barışçıl bir çözüme ilerlemediği, baskının neden devam ettiği ve Kürt siyasetinin neden ulusal dinamiklerle yol aldığı ayrı bir tartışmanın konusudur. Ancak bilmemiz gereken, bir ulusal sorunun içinde yer aldığı toplumsal yapıdan soyutlanarak ele alınmasının mümkün olmadığıdır. Kürtlerin ulusal ezilmeleri de Türkiye kapitalizmi içinde anlamlanmıştır. Kürt sorunu yalnızca bir ulusal sorun değil, aynı zamanda kapitalizmin sorunlarıyla iç içe geçmiş bir sınıfsal sorundur.
"HTKP'NİN GÜNCEL SİYASAL POZİSYONU KÜRT ÖZGÜRLÜK HARKETİ'NE YÜZÜNÜ DÖNMEKTİR"
Türkler, Kürtler ve diğer halklardan birinin, diğerinin kendi dilini dilediği gibi ve her alanda kullanmasından, kültürünü özgürce geliştirmesinden dolayı göreceği bir zarar olamaz. Halklar özgürce ve kardeşçe pekala yaşarlar. Ulusal sürtüşme ve çatışmaların yükselmesinin kaynağı, hep beraber bir sömürü düzeninin içinde yaşıyor olmamızdır. Kapitalizm ve emperyalizm halkların farklılıklarını istismar ederek varlıklarını sürdürmektedir. HTKP bu anlamda bölücü olanın egemen güçler, sermaye sınıfı olduğunun altını çizmektedir
HTKPnin temel arayışı, bu topraklarda yaşayan tüm halkların eşit-özgür, kardeşçe ve barış içinde yaşayabileceği bir düzenin kurulmasıdır. Sosyalist Cumhuriyet hedefinin bu açıdan yaşamsal, zorunlu ve tek gerçek yol olduğunu düşünüyoruz.
HTKP, Kürt sorunu konusundaki tavrını da bu temel ilkelerinden hareketle oluşturmaktadır. Temel belgelerimizde, HTKPnin güncel siyasal pozisyonu Kürt özgürlük mücadelesine yüzünü dönmek olarak tarif edilmiştir. Dolayısıyla HTKP, Kürt siyasetinin solla ilişkisinin samimileşmesi, giderek hareketin çeşitli ölçülerde sola kayması ya da Kürt siyaseti içerisindeki solcu, sosyalist unsurların güçlenmesi için eldeki her imkanı değerlendirmeye çalışıyor.
Bununla beraber, mevcut iktidarlarla ya da çeşitli gerici-emperyal güçlerle yapılan pragmatik işbirlikleri gibi örnekler ortaya çıktığında, sosyalizm ve sol değerler ile uyumlulaştırılması mümkün olmayan tercihler konusunda da sözümüzü sakınmayız. Kürt halkı, Türkiyede sosyalizmin inşasında görev alacak kurucu halklardan birisidir. Bu nedenle, Kürt ve Türk emekçileri arasında yaşanacak bir duygusal kopuşun mutlaka önlenmesi gerektiğini düşünüyoruz ve Kürt siyasetinin tercihlerine yönelik değerlendirmelerimizde bu sorumluluğu sürekli gözetiyoruz. Dolayısıyla, HTKPnin eleştirilerinde Kürt düşmanlığına ya da Türk milliyetçiliğine en ufak bir yer bile tanınamayacağı gibi, Kürt halkına dönük şovenist ve dışlayıcı siyasal stratejiler de mücadele konusu olarak değerlendirilir.
Kürt sorununda yapılması gereken, bir sol seçeneği, emekçi seçeneğini güçlendirmektir. Halkların kardeşliğini bir slogan olmaktan çıkartmak için birliğimizi emperyalizme, faşizme, gericiliğe ve sömürücülere karşı somut bir mücadele sürecinin içinde tanımlamak gerekiyor.
Sizle ayrılığı konuştuğumuz kadar bana kalırsa birleşmeyi de konuşmalıyız. BHH içindeki varlığınız, HDP ile dayanışma açıklamanız bir şekilde barikat partisi olduğunuz izlenimini uyandırıyor. Dayanışmanın sizce şartları neler? Bu tarz partiler arası dayanışmanın sizi götüreceği yer neresi?
Türkiye solunun iç ilişkilerinde yeni bir kültür oluşması gerektiği açık. Bugüne kadar daha ziyade orta sınıf kadrolara dayanan bir yapılanmanın olumsuz sonuçlarından birisi olarak sol içi ilişkilerde rekabetçiliğin hakim olduğunu söyleyebiliriz. Oysa gerçek bir mücadele sürecinde insanların ellerinde hangi bayrağı taşıdıklarından çok daha önemli olan barikatın hangi tarafında durduklarıdır.
Kimi çevrelerde kendinden başka kimseyi sol görmeyen bir tarz var. Kendinden başka herkesi, hain, işbirlikçi, başı bozuk, CIAci vb. ilan etmeye çok meraklı olanların sonunda geldiği yeri görüyoruz. Sınıflı toplumların ürünü bu bakışı silip atmamız lazım. Neredeyse benden başka hiç kimse tek bir doğru laf etmesin, doğru bir tavır almasın ve başarı elde etmesin isteniyor. Oysa kendine güvenen komünist bir özne, kendisi dışında doğrular söyleyen, doğru tavır alan veya başarılı olan sol güçlerin varlığından mutlu olmalı.
Dikkat edin, herhangi bir sol yayın, yakın durduğu siyasal odak dışında birilerinin yaptığı çok etkili bir eylemi bile haber yapmaktan kaçınırken, tersi olduğunda bir hata, eksik vb. tespit ettiğinde bunun üzerinde tepinme fırsatını hiç kaçırmıyor. Bu sağlıklı bir yaklaşım değil.
Madem Haziran sonrası dedik, bu alanda da Hazirandan öğrendiklerimizin kalıcılaşması için çaba harcamalıyız. Düzen karşıtı bir konumlanışa sahip tüm devrimci odakların büyümesinden, güçlenmesinden, etkisinin artmasından mutluluk duyup, hatasına, eksiğine yanlışına üzülen yeni bir kültürün egemen olması için de çaba harcayacağız.
"TÜRKİYE DEVRİMCİ HAREKETİNİN YENİDEN KURULUŞ YAŞAMASI KAÇINILMAZ"
İçinden geçtiğimiz süreçte aynı zamanda Türkiyede devrimci hareketin de bir yeniden kuruluş ve buna bağlı olarak yeniden konumlanış yaşaması kaçınılmaz. Bu noktada özellikle Haziran Direnişi sonrasında ortaya çıkan olanaklara yoğunlaşan, geçmiş mücadele ve örgütlenme deneyimlerini sahiplenen fakat bunların eksiklerini, yanlışlarını aşma cesareti gösterebilen, günün ihtiyaç duyduğu devrimcileşme arayışına siyasal ve örgütsel düzlemlerde yanıt verme arayışı içinde olan kesimlerle daha yakın ve samimi bir ilişkilenme arayışımız var.
Kuşkusuz her bir öznenin, kendince çok değerli bir tarihi, birikimi, siyasi-ideolojik ve örgütsel değerleri var. Bunların hepsinin önemli olduğunu unutmamak lazım, ancak sadece bunları korumak yerine, bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketinin mirasını geleceğe taşıma görev ve sorumluluğumuzu daha fazla hatırlamamız gerekiyor. Çok uzun yıllara dayanan ayrım noktalarının bir anda aşılması mümkün değil, üstelik biz de bunların en azından bir kısmının hâlâ çok önemli olduğu kanaatindeyiz. Dolayısıyla olgunlaşmamış birlik arayışlarına karşı belli bir mesafemiz olduğunu da söylemem gerekir. Ancak ayrı durmak, ortak düşmana karşı birlikte vurmanın önünde engel değil, bu konuda da oldukça yapıcı bir tavrımız olduğu sanırım genel olarak da kabul görüyor.
"HTKP TÜRKİYE KOMÜNİST HAREKETİNİN BİR İLERİ ADIMI VE HAZİRAN DİRENİŞİ'NİN BİR ÜRÜNÜDÜR"
Partinizi Türkiye sol siyasetinde nerede konumlandırıyorsunuz?
HTKP kurucuları, ülkemiz devrimci hareketinin, özel olarak da Türkiye Komünist Partisinin ülkemizin içinden geçtiği özgün döneme devrimci yanıtlar üretmesi gerektiğini söyleyen, Türkiyede sosyalizmin emekçi halkımız açısından yegane kurtuluş yolu olduğunu bilince çıkarmış ve tüm varlığını bu mücadelenin gerekliliklerine adamış, TKPnin devrimci kadrolarıdır.
Bizim iddiamız, TKPnin Türkiyede emekçilerin acilen ihtiyaç duyduğu bir devrimci parti olması gerektiğiydi. Partinin programatik hattının, kadrolarının, birikiminin buna uygun olduğunu görüyorduk. Değerlendirmelerimizin, düşüncelerimizin ve hareketlerimizin temelinde hep bu düşünce oldu.
Bu arayışımız, 2014 yazında o dönem TKP merkezine yerleşmiş, TKP tarihindeki yerini ve emeğini göz ardı edemeyeceğimiz ancak Türkiyeyi devrime taşıyacak bir siyasal-örgütsel hat inşa etme yeteneği geliştiremediği için, örgüt içi oyunlarla politik varlığını sürdürmeyi tercih eden arkadaşlarımızı rahatsız etti. Biraz uzatmak pahasına bunun bir bütün olarak Türkiye soluna yayılmış olan bir sorun olduğunu, gerek örgütsel yaygınlık gerekse politik derinlik açısından Türkiyenin en gelişkin öznesi haline gelen TKP içinde buna ciddi bir tepkinin ortaya çıkmasını da tesadüf olarak görmediğimizi söyleyelim.
Türkiye solu 12 Eylül yenilgisi sonrasında reel sosyalizmin yenilgisiyle beraber uzun yıllar esas olarak bir savunma çizgisine yerleşmek durumunda kalmıştı. Dünya çapında esen karşı-devrimci rüzgarlar, marksizmin bittiğini, leninizmin öldüğünü, sosyalizmin sadece bir hayal olabileceğini anlatırken, buna karşı insanlığın evrensel değerlerini, marksizm-leninizmi, sosyalist iktidar hedefini savunmak önemli bir görevdi. Türkiye solu bu açıdan başarılı sayılabilir. Çok büyük bedelleri ödemekten de sakınmayan devrimci hareketimiz, bu yenilgi yıllarını teslim olmadan geçirmeyi başardı. Son olarak 12 yıllık AKP iktidarının tüm toplumu teslim alma çabasının bir yansıması olarak düzen dışı solu tasfiye girişiminin boşa çıkarılması da çok önemli olmuştur.
Özetle Türkiye solu yenilmemiştir ancak Türkiye emekçi halkları nezdinde gerçek bir iktidar seçeneği olarak sivrilmeyi de başaramamıştır. Çok uzun süre bir miktar kapalı bir alanda yaşamak zorunda kalmanın yarattığı kimi sıkıntıların artık aşılması gerekmektedir. Bunu aynı zamanda çok yönlü, topyekün bir devrimcileşme süreci olarak tanımlayabiliriz.
Örneğin, toplumsal alanda ortaya çıkan direnme eğilimleri ile solun daha kuvvetli bağlar kurması gerektiği açıkken bir savunma dönemi alışkanlığı ile buna cesaret edilemediğini görüyoruz. Oysa solun en azından devrimci kesimlerinin en temel iddialarından birisi öncülüktür. Pek çok örnekte, iyi artçılık bile yapılamadığını gördük, yaşadık. HTKPnin en önemli iddialarından birisi bu eksikliğin giderilmesidir. Türkiyenin içinden geçtiği süreci sosyalizmin gerçek bir seçenek olarak kendisini siyasal alanda var edebileceği bir süreç olarak görüyoruz ve ortaya çıkan olanaklardan en etkili biçimde faydalanmaya odaklanmış durumdayız. HTKP sosyalizm mücadelesini soyut ve genel geçer bir propagandaya indirgeyen, sosyalizmi emekçi halkın kurtuluş mücadelesi olmak yerine bir kimliğe dönüştüren eğilimlerle hesaplaşma iradesi üzerine kurulmuştur. Komünist hareketin yeniden kuruluşu ile birlikte bu boşluğu da doldurmak, emekçi halkın mücadelesi ile sosyalist iktidar arasındaki köprüleri kurmak için yola çıktık.
Özellikle emekçi sınıflar içindeki örgütlenmeyi yaşamsal önemde gördüğümüzü ekleyebilirim. Sosyalist hareket ile işçi sınıfı hareketinin arasında doğal bir açı vardır, fakat pratikte kabul edilebilecek olanın çok ötesine geçen bir mesafenin doğmuş olmasının çok ciddi bir sıkıntı yarattığını görüyoruz, bu eksiğin giderilmesini en önemli görevlerimizden birisi olarak saptamış durumdayız.
HTKP, sosyalizm mücadelesinin merkezine Türkiye işçi sınıfını yerleştirmiştir. Bu tercihin dolaysız sonuçları vardır. Birincisi, HTKP, siyaset yaparken kendisine işçi sınıfının çıkarlarını rehber etmektedir. İkincisi, HTKPnin siyasal ve örgütsel kuruluşunda işçi sınıfının ağırlığı arttırmayı, omurgasına işçi sınıfının yerleştiği devrimci bir komünist parti olmayı hedefliyoruz.
Kuruluşumuzdan bu yana, sınıf siyasetinin soyut kategorilerden ibaret bir tebliğciliğe dönüşmesinin büyük bir tehlike olduğunun farkındayız. Bu nedenle, işçi sınıfının ülke gündemiyle bağını kuracak en önemli köprü olarak halkçı bir siyasal tarz ve üslup geliştirmeyi çok önemsiyoruz. Sermaye düzeninin her alanda vahşice yağmaya ve talana yöneldiği günümüz koşullarında halkçılık, geçmişte olduğu gibi sınıf çizgisini silikleştiren değil, aksine sınıf mücadelesini güçlendiren bir anlam kazanmıştır.
Halkçılık konusunda gösterdiğimiz ısrarın bir başka nedeni ise, Türkiyede sosyalizmin ülkemizin bütün halklarının kardeşliği ve ortak mücadelesi ile başarıya ulaşacağı gerçeğidir. Başta Türk ve Kürt halkının kardeşliği olmak üzere, HTKP Türkiyenin barındırdığı zenginlik ve çeşitliliğin sosyalizm mücadelesine bir kardeşlik zemini sunduğunu vurgulamıştır.
Özetle, HTKP, Türkiye devrimci, komünist hareketinin tarihsel birikiminin ve Haziran Direnişinin bir ürünü, devrimci, komünist hareketimizin ileri adımıdır. Önümüzdeki dönemde de her koşulda ve her başlıkta ileri yönelmeye, hep ileri doğru adım atmaya yoğunlaşmış durumdayız.
Bu ileti en son denizcan
tarafından 18.10.2015- 07:27 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.