Prof. Dr. Yalçın Küçük, Deniz Hakan ve Okan İrtem'e gündemi değerlendirdi.
İşte İrtem ve Hakan'In soruları ve Küçük'ün yanıtları:
Deniz Hakan: Yalçın Hocam, seçimler üzerine mülakatımıza devam ettik. Ancak mülakatımızın ikinci kısmını da bitirdikten sonra hafta sonunda Pariste bir büyük IŞİD katliamına daha tanık olduk. Bunun üzerine düşüncelerinizi almak ve eklemek istiyoruz.
Yalçın Küçük: Sovyetler Birliği ile başladı, Afganistan'da müslümanlardan "sosyalist" iktidar yaratmaya çalıştılar. Sovyet düzeninin sonudur. Yaptıkları bizim, varlığından çok emin olmadığımız "Yeşil Ordu" benzeridir. Sovyetizm'in yıkılışından hemen öncedir. Emperyalizme ders vermiş oldular. Alçaklığı öğrettiler.
Reagan ile başladı, Bush ile doktrin oldu ve "Büyük Orta Doğu" Projesi budur. İslamlaştırmaya çalıştılar ve kısmen de olsa "laik" olanları, Saddam'ın Irak'ını ve Kaddafi'nin Libyası'nı yıktılar. Bunlar, lafzan olmasa da de facto laisizme yakındılar. Sırada Suriye vardı. En laik olanı budur ve şu sıra Suriye, Fransız laisizminin tek örneği Türkiye'den daha laiktir.
Okan İrtem: Peki Obamayı nereye koyarsınız?
Y.K.: Obama burada Bush'a yakındır. Hep Işid'i yaşatmak istemiştir. Putin, Obama'yı bozmaktadır.
OBAMA SURİYE'Yİ ÜÇE BÖLMEYE ÇALIŞIYOR
D.H.: Bu, güzel bir formülasyon. Biraz açabilir misiniz?
Y.K..: Obama neo-con'ların Suriye'yi üçe bölme politikasından hiç ayrılmadı ve hep Suriye'yi üçe bölmek için çalışıyordu. Işid, temelinde, üçün biridir. Obama, Rusya engelini aşamayacağını anlayınca, hedef Esad değil, Işiddir dedi; artık zorundadır, ancak gene de ılımlı islam ağır islam ayrımına sığınmaya çalışıyordu ve Putin cevabını vermektedir.
İslamın pek çok örneğinde "Medine İslamı" olduğunu görüyoruz; Hayber'de, Nadir, Kurayza ve Kurayna, zengin Yahudi aşiretlerini yok ettiler, biliyoruz. Işid, bir Medine İslamı'dır ve frensiz ve acımasızdır.
Yahudi Nadir aşireti, yok edilenlerin en zenginidir. Hep takip ederim. Çoğunu kestiler, bir kısmına izin verdiler. Kalanlar, önce Yemen'e ve sonra Filistin'e geldiler. Türkiye'deki nadir'lerin çoğu bunlardandır. Kılıçdaroğlu'nun damadı ve kızları "Aslı" ile evli ki, ben "Sıla" tabir ediyorum, buradandır.
Fransa, Hollande, ne olursa olsun Işid'i canlı ve saklı tutuyordu. Tabii, Fransa için yine de içim yanıyor. Peygamber'in adamlarının Medine'de yaptıklarını şimdi "Işid" Fransa'da yapmaktadır. Hollande'ın korudukları şimdi Fransızları kesiyorlar. Papa, "üçüncü savaş" dedi ki yakındır.
Fransa, Işid için en kolay olandır. Çünkü Işid Fransa'dadır. Türkiye'ye yakındır.
D.H.: Işid, Fransa gibi, bizim de içimizde. Türkiyeye yakındır derken bunu mu söylemek istiyorsunuz?
Y.K.: Tabii, Fransa'nın içinde doğdu ve biz Işid'i içimizde yarattık. Işid, Türkiye'nin içindedir. Suriye'de aramak, turistiktir. Türkiyede yedi milyon Işidci var. Bir kısmı sempatizandır. Ancak Medine İslamı'nda sempatizan ile cellat arasındaki yol da çok kısadır. İçeride mücadele şarttır ve polisi, değiştirmedikçe yapışacak bi-şi yoktur.
O. İ.: Peki, ne öneriyorsunuz?
Y.K.: Deniz Hocam, Okan Hocam, "devlet" olmayı öneriyorum. "Dans'a son" diyorum. Bu bir açıdan "ordu" olmak demektir. Vesayet olmak yetmez, diyorum. Aslına dönmek şarttır. Vali çıraklarının işi değildir, diyorum. Olmak ya da olmamak, işte iş budur.
* * *
DAVUTOĞLU İYİ ERDOĞAN KÖTÜ
Okan İrtem.: Yalçın Hocam, mülakatımızın ilk kısmında vesayet sözcüğünü kullandınız, bunu biraz açarak başlayabilir miyiz?
Yalçın Küçük: Tabii, aldığım notlara bakacak olursak, Tuğrul Türkeş siyasi boyunu, kıdemini aşan bir çıkış yaptı, nereden çıkartıyorsunuz başkanlık sistemini, oturun, henüz erken dedi. Hatırlıyorsunuz, değil mi? Bir, genel olarak rütbesi yetmez; iki, partide yeni, bu açıdan da rütbesi yetmez; üç, o kadar zirzop bir çocuk değil. Babasından daha ağırbaşlı, ben bir kez tanışmıştım.
Peki niye dedi acaba bunu; kimse de ona sen ne karışıyorsun demedi, niye? Davutoğlu da bu işi geriye almış görünüyor, bunu nasıl yorumlarız? Aralarında çekişme var, türü laflar Kılıçdaroğluna layık laflardır. Kemal Kılıçdaroğlu bütün bu altı ayı, Davut iyi Erdoğan kötü diyerek geçirdi. Davut da, ikisi de Kırımlı, Davut dünyaya geldiği günden beri Kılıçdaroğlu Davuta koştu.
O. İ.: Hürriyet gazetesi de Kılıçdaroğlu ile benzer bir çizgide değil mi? Davutoğluna iyi diyordu ve Erdoğanı eleştiriyordu.
D. H.: Batı da aynı politik çizgide. Gül ve Davutoğlu güzel çocuklar, Erdoğan kötü çocuk. Aydın Doğanınki Batının bir tekrarı.
Y. K.: Bravo, çok doğru, hem Batı, hem Aydın Doğan Akpyi yaşatmak istiyor, bunların tek sorunu var, bunlar için kim gelirse Erdoğandan daha iyi, bunu yazacağız.
D. H.: Davutoğlu da bu rolü oynamaya istekli görünüyor. Ama becerebilir mi? Erdoğana yaslanmadan Akpyi tutacak gücü var mı?
Y. K.: Hayır, hayır, bunu söylerseniz şöyle söylerim, Davutoğlu rol oynayamaz. Türkeş ve Davutoğlu başkanlık tartışmasını arkaya atma sinyalleri veriyorsa, ben muhtemelen orduyla yaptıkları konuşmalarda bunu öne almama sözü vardır yollu düşünürüm. Tayyip Bey ise verdiği sözlere uymaz, Tayyip Bey Yaşar Paşa ile yapmış olduğu görüşmede, Dolmabahçede söz verdi. İki yere de, Meclis Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığına türbanlı gelmeyeceğini söyledi, birinde uydu, birinde değiştirdi. Hiçbir sözünde uzun müddet durmaz. O öyledir.
Davutoğlu, seçime girerken başkanlık sistemi bizim esas hedefimiz demedi mi? O zaman mesele nedir, seçimlerden hemen önce ile hemen sonra arasında bir yerde bunlar ayarlandılar. Şimdi bu ayara uymak durumundalar.
ABD'NİN ERDOĞAN İLE ANLAŞMASI İMKANSIZ
O. İ.: Rtükün Akite, Mustafa Kemale hakaret ettiği için verdiği cezayı da buraya bağlayabilir miyiz?
D. H.: Erdoğanın ilk kez Atatürk demesi de var.
Y. K.: Görmüyor musunuz, her tarafta belediyenin Atamıza saygı afişleri var. Kadir Topbaş belediyesi bu. Burada baktığınız zaman, ordunun vesayeti görülüyor. Ampirik konuşuyorum, pratik konuşuyorum. Çözüm diyorlardı, birden değiştirdiler, milli bilmem ne dedi, değiştirdi. Şu anda öyle bir hevesleri var ki, Turgut Özalın Musula gidişi gibi, bunlarda da Diyarbakıra gitme, Diyarbakırı zaptetmek, Diyarbakırı almak fikri var.
D. H.: Musulu mu, Diyarbakırı mı, Yalçın Hocam?
Y. K.: Ben çok söyledim. Biri olmadan diğer olmaz. Ama bunlar da Musula gider diyemem, o başka bir şey, o bunlarda yok. Gene de savaş açıyorlar.
D. H.: Ordu ile bu noktada anlaşıyorlar. Bir yandan da medyada büyük gürültü kopartılıyor. Amerika YPGye silah vermeyi kesti haberleri çıkıyor. Abdülkadir Selvi, Kürtler olmadan Amerika ile Türk ordusunun operasyon yapacağını söylüyor. Çeşitli köşelerde, Amerikanın Kürtler ile ilerleyemeyeceği, Türk ordusuna mahkum olduğu için Kürtler yerine Türkleri tercih edeceği analizleri yapılıyor. Bu haliyle katılmak mümkün değil. Amerika Suriye Kürtlerinden vazgeçmeyecek ve orta vadede Türkiyeye bunu kabul ettirmeyi hedefliyor.
Y.K.: Tabii, ciddi olmak lazım. Amerika da, Rusya da Kürtlerden vazgeçmez. Böyle günlerde gazeteleri çok okuyorum, söyledikleriniz yazılıp çizildi, ordu güneye inecek diyenler oldu, ancak vazgeçtiler, Tayyip de dedi, öbürü de dedi, Tayyip Bey çok açık olarak oralara gitmemiz mümkün değil sadece Fırat nehrinde yüzerlerse keseriz falan diyor.
Devam edelim, odatvde Kerem Çalışkan buna benzer şeyler söyledi. Hasan Cemal ve o, bir vesayet olduğunu yazdılar, ordunun teslim aldığını söylediler.
D. H.: Kerem Çalışkanın yazısını gördüm. Ancak o, Türkiye Işide operasyon yapacak, bunun karşısında TSK başkanlığa izin verecek diyordu.
Y. K.: Onlara söyleyeceğimiz şudur: Öyle kolay değil. Büyük devletleri, emperyalizmi bilmek lazım. Amerikanın artık Erdoğan ile anlaşması imkansızdır, hiç kimse bunu düşünmemelidir.
DAVUTOĞLU'NUN OTURDUĞU YER BOŞTUR
O. İ.: Neden böyle düşünüyorsunuz?
Y. K.: Büyük devletlerin tabiatı budur, büyük bir laf ettilerse, zorunda kalmadıkça, kolay kolay dönemezler. Tıpkı James Jeffreyin söylediği gibi, eğer Mübarek ile İlker Paşayı hapiste tutarsan, sana evlatlarını hapiste tutan adam gözüyle bakılır, hiç kimse güvenmez, sen evlatlarını çıkartacaksın, demişti. Obama, sonunda da bu her türlü şeyi yapan Erdoğanı kucağına alacak olursa, ona Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir adam derler. Öyle şeyler olmaz. Nitekim Tolga Tanışın 8 Kasım tarihli Hürriyetteki haberinde çok açık. Çok açık olarak hem Tayyip Beyi, hem de Davutu, başka bir kelime kullanmak istemiyorum, saymıyorlar. Onlara merhaba demiyorlar.
O. İ.: Seçim için telefon edip, tebriklerini esirgiyorlar.
Y. K.: Amanpour geldiği zaman, Sözcüde var, ne hakaretler ediyor, hakaret ediyor gidiyor, bunları koyun. Bana sorarsanız, böyle Davut hikayelerini bilmem neyi bırakın, fırsat bulursa Tayyip Bey, şu anda bile başbakan yapmayabilir. Tayyip Beyin Davutoğlunu başbakan yapacağı veya başbakan yaparsa bile başbakan olarak tutacağı şüphelidir. Davutu çok önemsemeyin. Bir defa, başbakan hali yok, çok açık.
Butlan kelimesi boş demek, boşluk ile sakattır, eski hukukumuzda çok kullanılır. Ama Davutoğlunun oturduğu yer de boştur.
D. H.: Erdoğan onu boş tutmayı tercih etmez mi?
Y. K.: Hayır.
O. İ.: Ama hükümeti kurmaya yönelik bir gayret de yok şu anda. On gün geçti, ortada bir hükümet varmış gibi davranmıyorlar, seçimden tek parti hükümeti olarak çıkmış bir halleri yok, Davutoğlu seçim kazanmış gibi davranmıyor.
Y. K.: Çok doğru, bambaşka bir yerde sıkışmış bir halleri var. Yahu bu bizim hükümetimiz mi, dermiş gibi bir halleri var. Vesayet var.
Bu seçimin boş bir seçim olduğunu söyledik, Batı basını Erdoğanın korkutma taktikleri işe yaradı diyor, korkutma taktiği ile girilen seçim seçim olmaz; daha önce söyledik, kurdukları seçim hükümeti değildir, seçim hükümeti olmadan seçim olmaz. Başka açıdan da, bunu da tekrar tekrar söylemeliyim, boş bir seçimdir. Çünkü bu seçim olmasa Tayyip Erdoğan dört yıl geçici seçim hükümeti ile kalacaktı. Buna inanıyorum.
D.H.: Yalçın Hocam, 7 Hazirandan önceki seçimlerde seçimlerin sonu tezini ortaya attınız, 7 Haziran seçim sonuçlarına "yarı devrim" dediniz. 1 Kasıma ise seçim değil, darbedir, diyorsunuz. Kimileri takip etmekte zorlanıyor.
Y.K.: Tabii, seçimlerin sonu dedim; muhalefetin olmadığı yerde seçim nasıl olabilir. Buna rağmen, 7 Haziranda öyle büyük bir nefret yükseldi ki, bunları daha önce söyledim, iki nefret dedim, açıp okusunlar, sandığa da yansıdı. 7 Haziranda Erdoğan çok güçsüz düşmüştü, sandık sadece yansımalarından biridir. Yarım-devrimdi ve biz sürekli devrimi hatırlattık. Kesilir; siz bu kadar aptallık ederseniz, cehepe ve mehepe bu kadar akepeci olursa kesilir bu. Esas olan sürekli devrimdir.
2 MUHALEFET PARTİSİ DE İKTİDARIN PARÇASI
D. H.: Açmak için soruyorum, neleri aptallık olarak görüyorsunuz?
Y. K.: Bütünüyle, artık iki muhalefet partisi de iktidarın bir parçasıdır, bunu söyleyeceğiz. Kılıçdaroğlunun ilk söylediği tabloya saygılıyım oldu, ağzını açtı, bunu söyledi. Zaten başka bir rolü yok, hık deyicisi. Biz de ona hikayeler anlatacağız, adama sormuşlar adın ne, mülayim demiş, bre sert olsan ne çıkar; ey Kılıçdaroğlu, saygılı olmasan ne çıkar, senin saygılı olmamak diye bir durumun var mı? Sen seçim hükümetine girmemiş adamsın, iki defa gidip geçmiş olsun diyen bir adamsın. Ankara Katliamından sonra Kürtler, bunu devlet yaptı dedi, sen Akpyi tebrike gittin, bunu hep vurgulayacağız.
Siz mi söylediniz, Devlet Bahçeli bugün çok önemli bir karar almış, kurultayı üç yıl sonraya ertelemiş, tebrik etmek gerekiyor. Bahçeli, bir iki ay önce ordu sıkıyönetim uygulasın diyordu, ben de sen bunları bilmezsin dedim. Zaten sıkıyönetim var. Ama burada söyleyeceğimiz nokta şudur, Türk ordusu kanunlara göre kendisinin hakkı olan sıkıyönetimi başkalarının yapmasına izin vermiştir. Polis çıraklarına bırakma var burada, daha keyfi... Bir defa sıkıyönetimlerde evleri bir hapishaneye çevirme, evlere hapsetme yoktur. Sabah sokaklar açılır, akşam kapanır. Bu sıkıyönetim bütün Kürtleri terörize etmiştir.
D. H.: Daha önce Türk ordusunun Akpden bağımsızlaştığını söylüyordunuz, öyleyse, bu kendi hakkı olan sıkıyönetimi neden Akpye devrediyor?
Y. K.: Çıkılıyorsa eğer, bir sürecin içinden çıkılıyor daha. Türk ordusu uzun zamandır, aşağı yukarı 2000den beri vesayet altında bir ordu, ordu değil, yavaş yavaş çıkıyor. Biz de bunu söylüyoruz. Bizim işimiz söylemek. Nihayet Türk ordusu dediğiniz, Genelkurmay Başkanının mezara yatıp dua okuduğu bir adam, her şeyi veren bir adam, vermediği bir şey kalmadı. Devam edeceğiz.
1 KASIM SEÇİM DEĞİL DARBEDİR
O. İ.: Peki, seçim başlığına dönelim mi? Bir önceki mülakatımızda 1 Kasım seçimlerini 77 ve 57 seçimlerine benzettiniz. 57 analojisini biraz açma fırsatı bulduk. 77 analojisini de biraz açabilir misiniz?
Y. K.: 1 Mayıs 1977de estirilen terörle bütün sol temizlenmiştir ve ortalık TKPye bırakılmıştır, legalleşmiştir bir şekilde. Türkiye İşçi Partisi ise o tarihlerde bitmiştir; Türkiye İşçi Partisinin bitiş tarihini 1 Mayıs olarak yazabiliriz. Sonunda da, 1 Mayıstan kısa bir süre sonra, kendisini tasfiye etmeyi düşünmüştür. Bu tasfiyeyi TKPye katılmakta buldular. Geç kaldık, Yalçın Küçük bizi engelledi dediler ve Yalçın Küçükü partiden attılar. Sonra da TKPli oldular, TBKP, Türkiye Birleşik Komünist Partisi. 1980 yılına geldiğimizde legal mi değil mi, belli olmayan, yarı-legal herkesin de TKPli olduğu, DİSKin TKPli olduğu, Deniz Hocamızın pek muhterem dedesinin de Maden-İşte TKPli olduğu bir dönemimiz var.
D. H.: Peki size göre TİP terör ardından gelen bu savrulmaya karşı ne yapabilirdi?
Y. K.: TİP zaten bitmişti. Benim de hatalarım vardı. Behice Boran istemiyordu, cesur bir kadındı ama Yalçın benim halime bak diyordu, eşi beyin felci geçirmişti. Bir de çok demokrat vardı, bitmiş bir partiydi. Bir iki tane iyi sendikacı vardı, o kadar. Zaten Türkiye İşçi Partisi 1970de Kürt hareketi vardır dedi ve çok iyi yaptı, ama bu kararın içinden çıkabilecek durumda değildi, parçalanmıştı. Bu büyük bir karardı. Sağlam adamlar tutuklandılar, tesadüfen 74te çıktılar ama çoğunun bir daha bir şey yapacak halleri kalmamıştı.
O. İ.: 1977-1978 yıllarına geldiğinde Türkiye İşçi Partisi sendikalardaki gücünü yitirmiş miydi?
Y. K.: Tasfiye olduk, güçlü başladık, ikinci TİP de güçlü başladı, Kimya-İşte, Turizm-İşte güçlüydü. Büyük, lüks otellerde eylemler oldu. Bursa Maden-İşte çok güçlüydük, tasfiye edildik. Büyük Grev ile bitirdiler, TKPnin devlet ile yaptığı bir anlaşma ile bütün sol bitti. Şunu gayet açık olarak söyleyebiliriz, 1 Mayısta Türkiye İşçi Partisi artık tarih oldu, bugün onu daha iyi görebiliyoruz, Büyük Grev ile de sendika kalmadı. Sendikaların içinde bizim için asıl önemli olan Metal-İştir ve Büyük Grev ile Maden-İş bitti. Bursada hem Ordu Yardımlaşma hem de Koçta çok güçlüydü işçiler, çok yiğit işçilerdi, bittiler. Sadece Kimya-İşte yaşayabildik, o da kısa sürdü. Bu işi bitirenler Sıtkı Coşkun, Nabi Yağcı ve Veysi Sarısözendi.
Burada asıl söyleyeceğimiz nokta, demin de söylediğim gibi, 1 Kasım seçim değil, darbedir bu. Çok açık olarak böyledir. Hem 77 Mayısında Türkiye İşçi Partisi tasfiye edilmiştir; şimdi de net görüyoruz, büyük bir korku yarattığın zaman, blok halinde insanlar sola oy vermiyorlar. Bu açık olarak ortaya çıktı. Bütün gerici Kürtler de Akpye geçti, ama anladığım kadarıyla Selo buna katılmıyormuş.
ALTAN TAN IŞİDÇİ BİR ADAM
D. H.: Evet, bir açıklaması var, biz oyları Batıda kaybettik dedi.
Y. K.: Ciddi olmak lazım, söylediği bir kere eldeki bilgiler ile uyumlu değil. Batıda kaç tane milletvekili kaybettiler ki!
O. İ.: 7 Haziran seçimlerine Kürt partisi Türkiyelileşme sözüyle girdi, yükseldiler ama güçlerini abarttıklarını da görüyoruz. Sizce Türkiyelileşebilirler mi?
Y. K.: Hayır, bu kafayla hiçbir şey olmaz
D. H.: Sizce nasıl bir kafayla olabilir?
Y. K.: Figo Hanım pembeler giyip, kırmızılar giyip süzülerek, öbürü saz çalarak olmaz. Bir de imc diye bir televizyonları var, birkaç defa gördüm, inanılmaz bir televizyon, daha gericisini bulmak zordur. Siz de yazdınız, bu seçimler şunu gösterdi ki, yer yer yobazizme bağlılık Kürtlüğe bağlılıktan daha fazla, Kürt oylarını alıp oraya gittiler. Bu, budur.
Altan Tan diye bir adam, böyle çocukça, "HDP PKKyı yenemedi" diyor, böyle laflar ediyor. Ben Altan Tanı tanırım, en büyük düşmanlığı PKKya ve Kürtleredir. Bunu çok açık olarak söylerim. Onun daha önceki konuşmalarında da var, Öcalan getirdi, o bir Kandil düşmanıdır. Bunu açıkça söyleyeceğiz. Bir şey daha söyledi, garip laflar ediyor, şeriatı getirmek istediğini söyledi, Işidci bir adam. Başkanlık sistemini de sanki çok biliyormuş gibi, şimdi bütün Kürtler, böyle garip şey söylüyor, hepsi anayasacı oldu, hepsi biliyor.
Yalçın Küçük Hocaefendinin bir sözü var, Türk gericiliği ile Kürt gericiliğinin birleşmesini engellemek gerekir. Ama şu anda HDP hâlâ Türk gericiliği ile beraber olmak istiyor, çözümü orada görüyor, Öcalan da aşağı yukarı 2009-2010dan itibaren Kürtleri gerici yapmaya çalışıyor. Bu seçim olmayan seçimde işte bunun meyvelerini topladılar. Öyle görünüyor ki, %7 oy düzeyine de indiler. Bundan sonra da Akepe %10 barajından geri adım atmaz.
Seçim olmayan bu seçimle Kürtler büyük bir açmaza girmiştir.
Adam tutturmuş çözüm istiyor, ne yapacaksın çözümü, ben sana anlatırım çözümü, bunu ciddi olarak söylüyorum. Açık kapıları zorlamayın. Buradan söylüyorum, o televizyon, neydi, imcden daha geri ne olur, sizden daha geri ne olur. Ne o çocuğun adı, Ahmet İnsel, bunları topluyorsunuz. Siz Ahmet İnsel ile şununla bununla bunları yapacaksınız, ondan sonra da Siz nesiniz, şunu gördünüz, size en büyük dersi verdiler, öyle zaman olur ki, köktenciliğe bağlı olmaları Kürtlüğe bağlı olmaktan çok yüksektir. Şimdi size söylüyorum, o televizyonunuzu düzeltin, beni çağırın, size çözüm nedir, ne değildir anlatayım. Biz Türkiye İşçi Partisinde kaymakamları kaldırmayı, büyük belediyeler yapmayı tartıştık, siz bunları bilmiyorsunuz. Ben bölge planlaması direktörüyüm, Antalya, Burdur bölgelerinin. Teoman, Derya Baykalın kayınpederi de Çukurova bölge planlamasının direktörüydü, erken kaybettik, gelin anlatayım. Teoman ile, Avrupanın bölge plancıları toplantısında İsraile gittik, söylemediğimize bakmayın. Siz nesiniz, bu İnsel ile bilmem neyle siz Türkiye partisi mi olacaksınız, öyle mi? Türkiyenin gericiliği, döküntüsü olursunuz, bu kadar hafife almayın Türkiyeyi.
TÜRKİYE'DE BİR BÜYÜK AKP VAR
O. İ.: Peki, yarım-devrim diyorduk...
Y. K.: Bizim söylediğimiz bu à demi fait nedir, bunu ilk defa Tocqueville söylüyor. Diyor ki, ancien régime yani despotizm dönemi başka deyişle despotisme éclairé, aydınlanmacı despotizm, XIV. Louis ve Colbert zamanında, bir, önemli ölçüde merkezileşme sağlandı, iki, eşitlikte yol alındı. İki noktada çok ileri gidildi. Bizim söylediğimiz de, bu, 7 Haziran önemli bir şeydir, yarı devrimdir, aynı yerde de söylediğimiz gibi, sürdürülmesi bir gerekliliktir. Sürekli olacak, bilmem ne olacak. Şimdi bu ortaya çıkan durum neyi gösterdi herkese, bizim devrim dediğimiz altı ay şunu gösterdi, Türkiyede bir büyük Akepe var. Çok yakın zamana kadar Kürtler de oradaydı, dört parti bir akepeydi, Kürtler gidince sallanıverdi. Kürtler de sallanıyor, ayrı. Ancak şunu söyleyelim, üç akepe var, bu ortaya çıktı mı, çıktı; Demirelin bir lafıyla söyleyecek olursak, muhalefet var mıydı da bu devrim devam edecekti. Deniz Hocam, Amerikada muhalefet liderlerine useless dediklerini yazdı, onlar bile söylüyor. O bir kez söylenince o ad değişmez. Akepeyi getiren onlar.
O. İ.: Tocqueville yarı-devrim saptamasını yaptığında, bir ileri safhada şunu da söylüyordu, devrim çok ilerlemiş olduğu için varlığını sürdüren ortaçağ unsurları da artık katlanılmaz geliyordu insanlara, diyordu.
Y. K.: Evet, geri dönemediler. Ancak biz şunu söyledik, Tocqueville 1848i Marxtan daha fazla önemsedi, o sosyalist devrim dedi, e peki, 1848 ne kadar sürdü, aynı böyle oldu, aynı hikayeler oldu. Beni söyletmesinler, bir hikaye anlatayım. Sultan savaşa gidecek, Kürt beyine haberci göndermiş, rica ederim Mehmet Ağam, oğlunu gönder, kefereye cenk ilan ettim. Mehmet Ağa da göndermiş ve haber etmiş, sultanım, dördüncü oğlumu da gönderiyorum. Böyle oğulları gidiyorlar ölüyorlar, gidiyorlar ölüyorlar. Bir süre sonra sultan yine haber göndermiş, Kefereye cenk ilan ettim, beşinci oğlunu da gönder. Kürt Ağası dayanamayıp, Sultanım benim belime güvenerek mi savaş ilan ediyorsun diyor. Siz de bizim lafımıza mı güvendiniz, hiçbir şey yapmayacaksınız, bana mı güvendiniz?
Bugüne kadar, 2010dan beri söylüyorum, Kılıçdaroğluna tapınıcaksınız, onun adamlarının aptal hilelerini yutacaksınız, Devlet Bahçeli türban kapısını açacak, cumhurbaşkanlığı kapısını açacak. Kılıçdaroğlu da, Bahçeli de aynıdır. Benden ne bekliyorsunuz siz, ben söyledim mi size, HDPye oy vermem, onların yobazları var diye, oylarını aldı gitti o yobazlar.
Ben 1848 analizlerimde Marxtan daha çok Tocquevillee meylettiğimi kaç defa yazdım. Eğer bu yarım devrim ise, 1848de de oldu. Bu büyük, heyecan uyandıran devrim üç dört ay sonra gitti, sonra tekrar geldi. Bu başka bir şey, bu budur. Peki, devrimci durum nedir, devrimci durumun iki özelliği vardır, devrimci durumun bir özelliği yönetenlerin yönetememesidir, yönetemedikleri açık, artık her gün daha diktatör, her gün daha yobaz oluyorlar. Yönetilenler ise çok rahatsız, ne demek çok rahatsız, Türkiyede %40 bu idareden nefret eden insan var. nefret ediyorlar ama yapacakları bir şey yok. Dünya basınına çıktı, bu kadar hakaret edilen bir idare yok, o zaman siz ne diyorsunuz, bu bir devrimci durumdur.
Benim en yakın arkadaşlarımdan biri Tarhan Erdemdi, biz üç artı dörttük, Alp Kuran, çok iyi, incecik bir çocuktu, anayasaya asistanıydı, Ahmet Bedevi Kuranın oğludur, erken kaybettik. Tarhan Erdem ve bizim bir üçüncümüz vardı, avukat Reşit Ülker, CHP Beyoğlu İlçe Başkanı, onlarla çalışırdık, beni döverlerdi, ben davalar açardım. Tarhan çok akıllı bir çocuktu ve teknik üniversitede inşaat mühendisi idi, hukuku da çok iyi bilirdi. Biz bazı zamanlar, o günleri de anlatayım size, çalışmaları Reşit Ülkerin evvela evinde diyorum, Erenköydeki köşkünde yapardık, ne hoş bir köşktü. Oralar hep köşktü. Bazen oradan denize de girerdik. Reşit Ülkerin evinde çalışırdık. Ancak, başımızda bir büyüğümüz vardı, bize akıl verirdi, 1957-58de benim büyüğüm, hepimizin büyüğünü tahmin edemezsiniz, Tarık Zafer Tunaya idi, Gümüşsuyunda evi vardı, orada toplanırdık, çok sakindi. Bunlar öyle tesadüfen olmadı. Benim bir grubum daha vardı, Fenerbahçeli ve milli futbolcu Memduh Eren, ne güzel çocuktu. Hafif benim gibi deliydi, geç okumuştu. Fransaya gitmişti, çok devrimci bir çocuktu. Memduh ile beraber Castro Nuri vardı, benim arkadaşlarım, o tür arkadaşlarım vardı, onlar ayrı idi. Memduh, Deniz Gezmişin ya teyzesinin oğluydu ya da çok yakın akrabasıydı. Böyle bir grubum da vardı, bu iki grup birbirinden ayrıydı.
Benim söylediğimi, bu seçime itiraz edilmesi gerektiğini Tarhan da söylemiş, o daha politik ve pratik bakmış, memnun oldum. Radikalde yazmış. Bizimle aynı gün, belki bizimki birkaç saat öncedir. Ben Tarhanı çok beğenirdim, Ahmet Taner Kışlalıya çok akıllı bir çocuk demiştim, Ahmet Taner de, bir süre sonra, Yalçın sağol, beni onunla tanıştırdın dedi
Gayet açık olarak bütün dünyanın söylediği bir nokta var, Tarhan Erdeme, bana, AGİTe baktığınız zaman, Akp bu kez seçimsiz gelmiştir. Butlan ile maluldür, yoktur seçim. Bu çok önemli bir deyimdir.
2001-2002 esas itibariyle Kıvrıkoğluyla Hilmi Özkökün akepeyi getirip oturmasıdır, bu, ikincisidir. Şimdi akepe başkadır.
EN ÖNEMLİ İŞ CHP'Yİ KURTARMAK
D. H.: Bu kez kim getirdi diyorsunuz, daha önce Chp ve Mhpyi saydınız
Y. K.: Göreceğiz, şimdi girmiyorum. Buraya aldım notları, Yılmaz Özdil şunu söylüyor, Chpyi kurtarmazsan Türkiyeyi kurtaramazsın diyor, bu çok doğrudur. Sürekli devrim dedik, devam edeceksiniz, şu anda en önemli iş Chpyi kurtarmaktır. Şu anda en kötü gazetede en iyi yazar Bekir Coşkundur. En kötü gazete dedim, sorarsanız söylerim, Yılmaz Özdil diyor ki, ben guguk yazdım bunlara, bir yığın adam bana küfrediyor ve benim gazetem, diyor, bana küfrettiği günde manşete Kılıçdaroğlunu alıyor. Bugünkü gazeteye de söyleyeceğim, siz ne biçimsiniz, siz ne biçim adamsınız, Rahmi Turan, bir gün Barış Yarkadaşı översiniz, bir gün Sezgin Tanrıkulunu översiniz. Sezgini övüyorsunuz, bu adamın Cia ile bağlantılı olduğu iddiasını bilmeyen yok, bu adam biz hapse düştüğümüz zaman müdahil olarak girmek istedi. Bu adam inanılmaz bir adamdır, ne yapmış, Mecliste soru sormuş, çok mu masraflı bir iş soru sormak, yorulmuş mu, orada katipleri vardır, biri yazmıştır, siz ne diyorsunuz?
Bizim gibi adamların, en olmayacak zamanda en olacak sözleri söylemiş olduğumuz anlaşılıyor. Biz solcular olarak, sosyalistler olarak kemalizmi aşacağımıza inandığımız bir zamanda ben, kemalizm bizi ileri götürmez, aşmak gerekir, ama biz kemalizmden geri düşmeyiz dedim, şu anda düşmüyoruz. Öbür tarafta da sürekli devrim dedik ama ben size hediye edemem. Bu Rahmi Turanlara mı bakacasınız, Rahmi Turanın, öyle görünüyor ki, Süheyl Hocanın, Süheyl Batumun konuşmasından haberi yok. Bu adamı, sizin övdüğünüz adamı felaket bir adam olarak söylüyor. Sizin her gün gazetenize aldığınız Gürsel Tekini altı tane felaket adam arasında sayıyor. Bu felaket adamların bir tanesi de Enis Berberoğlu, şu gazeteye bak, Türkiyeye bak. Ondan sonra muhalif gazete diyorlar, ama Enis orada, öbürü orada, o orada. Öbür muhalif dedikleri televizyonda da imc, kimse çıkarmıyor, Ahmet İnsel çıkarıyor Böyle şey olur mu, Rahmi Turan her gün bir Barış Yarkadaş tutturuyor, sen kimi ne zannediyorsun, herkes bitti mi, olur mu böyle şey? Rahmi Turan biz seni çocukluğundan beri biliriz, meşhur atasözünü biz Farisilerden aldık, deveye sormuşlar, boynun niye eğri, neresi doğru ki... Önce okurlarına saygılı olsunlar, okurları Sezgini Cia diye tanıyor, saygılı olsunlar. Bu budur.
Deniz Hakan ve Okan İrtemin notu: Mülakatın başındaki bölüm 15. 11. 2015 tarihinde ve geri kalanı 12. 11. 2015 tarihlerinde yapılmıştır. Mülakatın hukuksal denetimi için üstadlarımız Kazım Yiğit Akalın ve Sedat Akçelike teşekkür ederiz.
Biz solcular olarak, sosyalistler olarak kemalizmi aşacağımıza inandığımız bir zamanda ben, kemalizm bizi ileri götürmez, aşmak gerekir, ama biz kemalizmden geri düşmeyiz dedim, şu anda düşmüyoruz.
Yalçın Küçük o yaşına rağmen aktif siyasetten hiç uzaklaşmıyor; yazıyor, konuşuyor, anlatıyor. Çok şey söylediğinde elbet içlerinde katılmadıklarımız da olabiliyor.Alıntı yaptığım cümle ise gerçekten çok önemli. ''Kemalizm bizi ileri götürmez, ama kemalizmden de geri düşmemek gerek.''Bu sözü Türkiye solcusunun anlaması ve içselleştirmesi gerekiyor. Özellikle AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte Kemalizm'e düşmanlık had safhaya vardı ve AKP ile birlikte özellikle kürt hareketi bu düşmanlığın katmerleşmesinde büyük rol oynadı. Kemalizmin ne olduğu sadece kürt isyanlarına yönelen şiddet üzerinden okundu. AKP Kemalizme düşmandı, çünkü Cumhuriyet değerlerine, aydınlanmaya, bilime, laisizme...-tarihsel bir karşıtlık içinde bulunuyordu. O günlerden bu günlere neo-osmanlıcılık dediğimiz Cumhuriyet öncesine özlemi bunu gerektiriyordu. AKP bu konuda azımsanmayacak derecede yol almışsa sadece kendi iradesi ve çabası ile değil ve aynı zamanda kürt entelijansiyasının, liberallerin ve sol döneklerin de katkısını unutmamak gerek. Böyle bir iklimin sol sempatizan kesimleri etkilemeyeceğini ummak da saflık olurdu. AKP kendi iktidarında gerici bir faşizmi adım adım, usul usul örerken ve devleti parti devletinin ötesinde tek adam devletine dönüştürürken, hatırlayalım, kimler hala Kemalizmle uğraşıyordu, kimler sabah akşam sosyalistleri, komünistleri hedef tahtasına oturtuyor ve ulusalcı, Kemalist, sosyal şoven, ve hatta neo-faşist yaftalarını üzerlerimize fırlatıyordu.
Solcu olabilmek internetten bulunan üç beş ustanın alıntısını, önüne ardına bir şeyler ekleyerek forumlara asmak değildir. Solcu olmak kuyrukçuluk yapmak, bir ulusalcı harekete biat etmek demek değildir. Solcu olmak bir anlamıyla tarihi de doğru okuyabilmek demektir. Başlangıç olsun, tekrar olsun, hiç sakıncası yok: kemalizm bizi ileri götürmez, aşmak gerekir, ama biz kemalizmden geri düşmeyiz
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.