Evet baslikta söylendigi gibi TKP "Sosyalizim 1989 yilinda yenilgiye ugradi diyor" ama neden ve nasil yenilgiye ugradigini aciklamiyor, bu yenilgiden dünya Sosyalistlerinin hangi dersleri cikartmasi gerektigini veya cikartiigini, Sosyalizmin caga uygun bir hale getirlmesi gerekip gerekmedigini,...... aciklamiyor.
Bu konuda elestiri yapanlar ve soru soranlar ise sayin melnur ve benzeri görüstekiler tarafindan "Emperyalistlerin yalanlarini anlatiyorsunuz, sol ve sosyalistleri emperyalistlerin bakis acisiyla elestiriyorsunuz, yaptiginiz sol-sosyalist düsmanligi, sol-sosyalistler zaten kendi aralarinda bunun nedenlerini tartisiyor,......" gibi basit ve isin kolayina kacan savunma refleksleriyle karsilasiyorlar.
Fabrika Dergisinin Aralık 2005 62. sayısında Sinan Dervişoğlu imzasıyla yayınlanan yazı, sosyalizmin çöküşüne ilişkin dürüst ve açık sözlü bir marksist eleştiri-özeleştiri ve analiz örneğini sizinle paylasmak istiyorum.
Bir kismini buraya tasiyorum ve devamini okumak isteyenler icinde linki veriyorum.
"May 13 07 11:28 AM
Ayrıca, yazının uzun bir kopyala/yapıştır yazısı olması dolayısıyla özürlerimin kabul edileceğini umuyorum. Ancak yazıyı tarama, karakter tanıma yazılımından geçirme, tarama dolayısıyla oluşan hataları düzeltme ve formatını foruma uygun hale getirmek için emek harcamakla, bu özürü hafiflettiğimi sanıyorum.
Sosyalizmin Çöküşü:
Yeni Bir Yorum, Yeni Bir Çözüm
Sinan Dervişoğlu
Giriş: Travmayı Aşmak
Doğu Avrupada sosyalist rejimlerin çöktüğü 1989 ve SSCBnin Yeltsin darbesi ertesinde lağvedildiği 1990dan bu yana 15 yıl geçmiş olmasına karşın, Türkiyede konuya yönelik sağlıklı bir açıklama çabasına rastlamak mümkün değildir. Olay sol içinde her gündeme geldiğinde, sosyalizmin çöktüğü gerçeği her zaman şu olgularla birlikte anılmaktadır: Ortaya çıkan tek kutuplu dünyanın ne kadar kötü olduğu, oralarda halkın sosyalizm dönemindeki yaşamı özlediği, global kapitalizmin insanlığın hiçbir sorununu çözemeyip bunları derinleştirdiği...vs.
Aslında burada karşı karşıya olduğumuz tipik bir psikolojik bastırma (refoulement) mekanizmasıdır. Can sıkıcı bir gerçekle yüzleşmekten kaçınan Türkiye solcusu, bilincinin ya da bilinçaltının seçtiği başka gerçeklere sığınmaktadır. Bu teselli mahiyetindeki ifadelerin hepsi doğrudur. Ancak bunlar, şu sorulara cevap vermemektedir: Kapitalizm adlı bu çürümüş yapı hala varlığını sürdürürken, insanlığın en taze ve olumlu yönlerine hitap eden sosyalizm niye yıkıldı? Bu halklar geçmişe özlem duyuyorlarsa, onun yıkılması karşısında niçin kıllarını dahi kımıldatmadılar ya da niye hala ona geri dönmek için gözle görülür bir çaba içinde değiller? Kurmak ve yaşatmak uğruna insanlığın yarısının, yaşam da dahil, en değerli şeylerini ortaya koyduğu ve bunları gözünü kırpmadan yitirdiği bir idealin, bu denli utanç verici görüntüler (fuhuş, mafyalaşma, faşizan milliyetçilik...) eşliğinde çökmesi, doğal olarak manevi bir ıstırap kaynağıdır ve bu ıstırap, günlük (aslında sıradan) gerçeklere sarılarak bastırılmaya çalışılmaktadır.
Ancak bu bastırmanın giderek bir travmaya dönüştüğünü görmek gerekir. Çöküntüde yaşanan felaketi görmek istemeyen solcularımız, bu tür görüntülerin olmadığı (ya da bilinmediği) sosyalizmin geçmişine sarılmakta, onu idealize etmekte ve sonuçta mazide, anılarla yaşamaktadır. Bu, geleceği kurma iddiasındaki bir siyasi akım için en büyük tehlikedir; zira geçmişteki devrimci değerlere sahip çıkmak ancak geleceğe uzanabilmek, ileriye bir köprü kurabilmek için anlamlıdır. Değil geleceği, bugünü dahi yorumlamayan; nasıl oldu sorusuna cevap aramayan bir sol profilin maziye sarılması, fiilen kendi manevi huzurevini kendi elleriyle kurması ve içine kapanması demektir. Bilinen gerçektir: En temiz ve şık huzurevi bile, aslında mezarlığın bekleme odasıdır. Sol hareketimiz, bu tür hazin bir geleceği düşündüren sinyalleri giderek daha fazla vermektedir. Son iki 1 Mayısta hemen hemen tüm gruplar, dünya çapındaki devrimci önderlerin ve ülkemizdeki devrim şehitlerinin resimleriyle ve onların anılarına referansta bulunan sloganlarla yürümüş, katılımcıları oldukça heyecanlandıran bu ortamda, halkı ilgilendiren güncel politikaya ilişkin hiçbir akılda kalıcı slogan ya da tavır ortaya konamamıştır.
Bu tehlikeli durum, solun geleneksel politik kısırlığının yanı sıra, bir yönüyle de yukarıda işaret ettiğimiz mazide yaşama sendromuyla yakından alakalıdır. Bu travmayı da, onu başlatan bu bastırma sendromunu da aşmanın yolu, acının, ıstırabın üzerine gitmek ve onun köklerini sorgulamaktır. Böyle bir yaklaşım, doğal olarak yalnızca bir teorik derinliği değil, aynı zamanda ideolojik-politik bir kararlılığı, hiçbir tabu ya da karizmanın önünde geri adım atmama, hepsini sorgulamaya hazır olma cesaretini de gerekli kılmaktadır.
20. yüzyıldaki sosyalizm deneyi, bir zaferin ve bir başarısızlığın tarihidir. Başarı, insanlık tarihinde ilk defa ezilen sınıfların siyasi iktidarı ele geçirmesi, toplumsal yaşamın tüm alanlarını emekçilerin umut ve beklentileri yönünde topyekün dönüştürmeye yönelmesi ile ortaya çıkan büyük tarihsel atılımdır. Bu atılımdan yalnızca devrim yapan toplumlar değil, kapitalizm altında yaşayan toplumlar da çok şey kazanmış; sosyalizmi kuran halklar eğitim, sağlık, sanat, bilim ve sporda, bugün dahi özlemi çekilen büyük kazanımları yaratırken, kapitalist toplumların emekçileri de kendini stratejik olarak bir sosyal devlet e dönüştürmek zorunda kalan kapitalizmden anlamlı tavizler koparmayı başarabilmiştir. Bu açıdan, sosyal devlet veya refah toplumu gibi kavramların kapitalizmin içsel dinamiğinin bir sonucu değil, bizzat sosyalist sistemin varlığının dayattığı bir zorunluluk olduğu çöküşe doğru ve çöküşten sonra ortaya çıkmış, sosyal devletin kazanımları tüm metropollerde geri alınmaya başlamıştır. Yaşadığımız dünyadaki tek kutupluluğun üçüncü dünyada yol açtığı yıkımı da bu resme eklersek, sosyalizmin çöküşünün yarattığı boşluğun yalnız eski sosyalist ülke halklarında değil, kapitalist metropollerde ve üçüncü dünyada da dolaylı ve dolaysız hissedildiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla, sosyalizm deneyinin gerçek başarısı ve insanlığa kattığı değerin gerçek boyutu, tamı tamına şu anda hissedilen ve özlenen bu boşlukun boyutlarıdır.
Deneyimdeki başarısızlık, öz itibariyle, sosyalizm adına kurulan iktidarların başlangıç iddialarından giderek uzaklaşması; özellikle toplumsal katılım, siyasi özgürlükler, ekonomik refah alanında mevcut olan ve giderek koşullarla açıklanabilir olmaktan çıkan yetersizliğin bu rejimlerin kitleler nezdindeki meşruiyetini kemirmesidir. Sonuçta halkın bir kesiminin desteğini alan kimi siyasi seçkinler sosyalizmden açıkça vazgeçmeye ve kapitalizme yönelmeye karar verdiklerinde, sosyalizmin olumlu yönlerinden yararlanan milyonlarca emekçi kılını dahi kımıldatmamış, ya da kımıldatamamıştır.
Çöküşün dinamiklerini 1917den başlayarak ele alacak olan yazımızda, özellikle sol ortamda çöküşe yönelik sözlü ya da yazılı savunulan mevcut yaklaşımları eleştirecek ve yeni bir yaklaşımı ortaya koyacağız.
Biz Çökeceğini Tahmin Etmiştik..
Hiçbir kişi ya da örgüt, (burjuva ya da marksist) yukarıdaki sözleri yüzü kızarmadan söyleyemez. Burjuvalardan başlayalım. CIAin milyonlarca dolar yatırarak kurduğu araştırma merkezleri, ünlü think tankler, 1990a doğru kelimenin tam anlamıyla dökülmüş; Prestroykanın düzgün yürümediği ve ülkede bir krizin başladığı defalarca belirtilmekle beraber, KP iktidarının bu kadar basit bir şekilde yıkılacağını hiçbir şekilde öngörememiştir. Yeltsin darbesine doğru Batının bütün büyük dergileri, SSCBde çıkacak bir karışıklığın (nükleer silahlar dolayısıyla) yol açacağı kaos ve tehdit üzerine kafa yorarken, Yanayev darbesinin ardından Yeltsinin basit bir meydan okumayla (tankın üzerine çıkarak) sosyalizmi tek kurşun atmadan yıkabilmesi Batıdaki herkes, ama herkes için sarsıcı olmuştur. O dönemlerde SSCBnin yıkılabileceği öngörüsünde bulunan tek bilinen burjuva ideologu , ünlü kontr-gerilla teorisyeni Z. Brzezinskidir. Gorbaçovun Sovyet Anayasasından Partinin önderliğini kaldırmasının ardından Yakından Sovyetler Birliği de kalmayabilir diyen Brezinskinin bu tavrı, daha çok 1960lardan beri antikomünizmin ideologu olarak dile getirdiği wishful thinking ya da dilek-temenninin uzantısı (veya duran bir saatin günde iki defa doğruyu göstermesi) olarak görülmelidir.
Gelelim marksistlere: SSCB yanlısı komünistler, son dakikaya kadar kötü gidişi durduracak bir çıkışın mümkün olacağını düşünmüş, hepsi olmasa da bir kısmı Yanayev darbesini naif bir biçimde bu açıdan bir kurtuluş saymıştır. Arkasında Kızıl Ordu ve KGBnin olduğu bu darbenin bu kadar kof çıkması, bugün dahi muhtemelen birçoğunun kafasında açıklanabilmiş değildir (ihanet teorilerini aşağıda ele alacağız). SSCByi eleştiren marksistlerin durumu ise bir başka içler acısıdır. Gorbaçovun mevcut sisteme başta getirdiği cesur eleştiriler, bu kesimin bir kısmında umut, bir kısmında kuşkuyla karşılanmış; ama sonuçtaki aymazlık her iki kesim için de aynı olmuştur. Ünlü troçkist Tarık Ali, Gorbaçov iktidarını Stalinizme son verecek bir tür yukarıdan devrim saymış, bu düşüncelerini aynı adlı kitabında dile getirmiştir. (Revolution From Above). Türkiyede kaşarlanmış anti-sovyetik Perinçek çevresi, haftalık dergileri 2000e Doğruda Pravdanın Türkiye muhabiri Andrey Stefanov ile ile röportaj yapmış, Sovyetlerin geçmişteki hataları için bir tür pardon dediklerini umutlu bir dille ifade etmiştir. (1)
Buna karşılık SSCBye muhalif olanlardan kimi troçkistler, Gorbaçova dudak bükerken Stalinizmi yıkacak işçi hareketi diye Dayanışmayı desteklemiş (Ernest Mandel Dayanışmanın anti-komünist mensuplarıyla yaptığı görüşmeleri gururla anlatmış), Türkiyede de bizim troçkistler, kısa bir süre sonra maskeleri düşecek olan Azeri ve Ermeni Halk Cephelerini, bürokrasiye karşı emekçi inisiyatifi diye alkışlamıştır. (2) Doğu Avrupa rejimleri ardı ardına yıkılırken, yerli AEP yanlılarından Garbis Altunoğlu çöken revizyonizmin yanında Arnavutluk, sosyalizmin kalesi olarak dimdik ayaktadır tespitini yapmış; kısa süre sonra ne yazık ki, Arnavutluk da aynı yıkım kervanına katılmıştır.
Biz demiştik, elbette ki çöküş için bir açıklama değildir. Bu konuya başta değinmemizin amacı, kimsenin fiyakasını bozmak ya da muhtemel böbürlenmelerin önüne geçmek değil, yanlış tahminlerin ardında yatan çok önemli bir gerçeğe dikkat çekmektir: Yalnız burjuva teoriler değil, marksist teori de (tüm varyantlarıyla) Sovyet gerçeğini anlamak ve yorumlamakta yetersiz kalmıştır. Yaşanan topyekün aymazlığın ardındaki temel olgu budur. Buna daha ileride yine geri döneceğiz.
...den Sonra Yapıldı
ya da Asr-ı Saadet Yaklaşımları
Sol içinde Sovyet tarihine yönelik eleştirel yaklaşımlar, geleneksel olarak, doğru bir bir yolda yürüyen ve belli bir noktadan sonra bu yolu terkederek yanlışa ilerleyen bir ülke imajı üzerinde yükselmektedir. Bu lineer tarih yaklaşımlarının sahipleri, sadece sapılan noktanın tespiti konusunda farklılık göstermektedir. Hala 1970leri yaşayan kimi komünistler, Gorbaçovun ihanetinden bahsederek Brejnev döneminin sonuna kadar olan döneme sahip çıkmaktadır. (Eski) AEPnin taraftarları ve kimi maocular bu noktayı Stalinin ölümüne; troçkistler Leninin ölümüne, kendini konseyci ........."
Devamini okumak icin :
http://meydan.fr.yuku.com/topic/11/Sosyalizmin-k?page=1