Meğer IŞİD de Barzani'nin eski çıktığıymış... Yani bunların hepsi Amariganın oyunu! Oraya bağladınız meseleyi...
Ortadoğu'da Selefi İslam'ın yükselişini ve IŞİD olgusunu Amerika'ya bağlayıp böyle komplo teorileri kasanların devrim iddiasında olması ilginç. Yahu madem bu dünyada Amerika'nın izni ve onayı olmadan hiçbir gücün ortaya çıkamayacağına eminsiniz, nasıl devrim bekliyorsunuz. Ha yarın olsa, "Amerika'nın onayı ve izni olmadan böyle bir şey mümkün olabilir mi, kesin Amariganın işi bu." diyeceksiniz.
Ne zamandan beri komünistler olguları böyle klişe komplo teorileriyle değerlendirir oldu?
IŞİD, 2003'ten, ABD Irak'tan çekilene kadar, Irak'ta ABD'ye karşı savaşan örgüttür. Düne kadar Kemal Okuyan'ın, Irak'ta ABD'ye karşı savaşları için "Şeriatçı da olsalar, ileri bir rol oynuyorlar." dediği örgüttür. Libya savaşından sonra ABD elçiliğini basıp Büyükelçi'yi öldüren örgüttür. Ne oldu şimdi anlamadım, aynı Kemal Okuyan, aynı örgütü şimdi ABD'nin yarattığı bir örgüt mü yaptı?
Irak El Kaide'si 2012 yılında Suriye cephesine el atıp IŞİD adını aldı. El Kaide lideri, Suriye'yi El Nusra'ya bırakıp Irak sınırları içerisinde kalmasını istedi, IŞİD bu kararı tanımayıp kendi halifesini ilan etti.
Şimdi 2012'ye kadar "Şeriatçı da olsalar, ileri bir rol oynayan" adamlar, 2012'den sonra ABD'nin kurduğu örgüt mü oldu? Peki siz hiç sorgulamıyor musunuz böyle fantastik değerlendirmeleri.
Bugün Irak Hükümeti, Irak Kürdistan Federal Yönetimi, Suriye Hükümeti, Rus, Amerikan ve Ürdün hava kuvvetleri, Hizbullah, PYD artı kimi ÖSO fraksiyonlarına karşı savaştığı halde anlamlı derecede toprak kaybetmeyip konumunu koruyabilen IŞİD'i taksici geyikleriyle mi değerlendiriyorsunuz? Bu barbar sürüsünü ortaya çıkaran düne kadar solun insan havuzu olan Avrupa göçmen gettolarında en popüler örgüt haline gelmesini sağlayan unsurları değerlendirip bu tabloyu değiştirecek şeylere kafa yormak yerine: Amariganın işi.
PYD, barbarlara karşı tüm dünyanın saygısını kazanan bir direniş verirken, oturduğunuz yerden böyle üçüncü sınıf komplo teorileriyle ABD'ye uşak yaptınız, ÖSO'yla birlikte Suriye ordusuna karşı savaştırdınız, iç savaşta Suriye Hükümeti'ne karşı cihatçıların yanında taraf yaptınız. Netice: Bugün PYD, Suriye Hükümeti'yle ittifak halinde barbarlara karşı savaşıyor.
Suriye iç savaşında Suriye Hükümeti, İran, Hizbullah, Rusya, Suriyeli halk milislerinden oluşan ittifakının PYD ve verdiği savaş hakkındaki değerlendirmelerine bakın, bir de bizim oturduğu yerden karalayan komünistlerimizin değerlendirmelerine.
Sana yazdığım yazıyı bir daha asayım, sen onu bir daha oku. Kürt hareketine güzelleme yapmak için yanlış bölge okuması yapma. Irak ve Suriye bu hale geldiyse kelle kesen katil ordusu orada ortaya çıktıysa bunun nedeni emperyalist politikalardır. Emperyalizmin kendisidir. Irak bu hale gelmese, Suriye saldırıları olmasa orada ışid ortaya çıkmaz ve bu kadar güçlü de olmazdı. Sen kürt hareketli bir refleks geliştirmişsin, emperyalizmi bile görmezlikten geliyorsun. Sonra da kendi durumuna bakmadan sağa sola çatıyorsun!
Emperyalist destekli çetelere saldıran kürt hareketini kastediyorsan, biraz daha düşünmelisin. Işid emperyalizmin ortaya çıkardığı bir çetedir ve emperyalizm kürt hareketini de kullanarak kendi yarattığı çetelere karşı savaş veriyor görüntüsü içindedir. Bu görüntülerden de kürt hareketinin emperyalizme karşı savaştığını çıkartıyorsan yanılıyorsun. Irak'ta Barzani, Suriye'de PYD yaşadığı topraklar üzerinde otonomi veya devlet arayışı içinde. Bu konuda en büyük destekçileri de amerikan emperyalizmi. Bölgedeki gerçek bu. AKP kürtmüş, ışidmiş, barzaniymiş veya esadmış, dinlemez. Kendi çıkarlarını en iyi kim temsil edecekse onu destekler. Esad'a bu yüzden karşı çıkıyordu, barzani ve pyd de bu sebeble destekliyor. Bu gerçekten sen kürtlerin emperyalizme karşı savaştığını nasıl çıkardın, anlamadım.
Bunun bir de iç politikaya yansıması var. Işid'i besleyen amerika ve kullandığı aracın AKP olduğu belliyken, kürt hareketinin AKP ile ilişkisi mi emperyalizm karşıtlığıdır? Şimdi faşist dediklerini zamanında ''iktidarda biz tutuyoruz'' diyenler, gezi direnişi sırasında ''AKP'nin sokak eylemleriyle iktidardan uzaklaştırılmasını istemeyiz'' diyenler mi gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadele ediyor?
Bu ileti en son dayanışma
tarafından 03.02.2016- 23:17 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
soL'un özerklik röportaj dizisinin dördüncü konuğu eski Sayıştay Denetçisi ve Devlet Denetleme Kurulu eski üyesi Kadir Sev oldu.
Özerklik tartışmalarında röportajlarımız sürüyor. Hüseyin Aygün, İzzettin Önder ve Mustafa Türkeş'in ardından dördüncü konuğumuz eski Sayıştay Denetçisi ve Devlet Denetleme Kurulu eski üyesi Kadir Sev oldu.
Avrupa Konseyi'nin "Yerel Yönetimler Özerklik Şartı", AKP'nin iktidara geldiği günden bu yana attığı adımlar ve özerklik tartışmalarının hukuki boyutu üzerine Sev'den aldığımız yanıtlar şöyle:
-Özerklik tartışmalarının hukuki boyutuna ilişkin değerlendirmelerinizle başlayalım isterseniz. Tartışmalarda "en demokratik biçim" şeklinde savunmalar da yapılıyor, aynı kanıda mısınız?
Değilim!.. Ülkelerin merkezden ya da yerinden yönetildiğine bakılarak demokrasileri arasında derecelendirme yapılamaz.
Yapılır diyenler; vatandaşların yerel meclislerde karar alma ve uygulama süreçlerine etkili biçimde katılabildiğini, böylelikle daha üstün bir demokrasi anlayışının egemen olduğunu öne sürüyorlar.
Bu sözlerin hiç kanıtı yok.
Hak ve özgürlüklerin önüne bunca engel konulmuşsa ya da sağlık, eğitim, tarım gibi hizmetler yanlış planlanıyor ve doğru dürüst yapılmıyorsa, bunun suçu ülkenin merkezden yönetiliyor oluşuna yıkılamaz.
İki nedenle:
Birincisi; merkezden yönetilince, yerelin sesine kulaklar tıkanmış olmuyor. Çünkü yerel ve ortak gereksinmelere ilişkin kararlar, o yörede yaşayanların seçtiği belediye meclislerinde alınıyor ve belediye yönetimlerince yaşama geçiriliyor. Yetki ve sorumluluğun yerel yönetimlere bırakıldığı alanlardaki olumsuzluklar için merkezden yönetim ilkesini kimse suçlayamaz. Kulakların tıkanmasının nedeni başka.
Bugün belediye meclisleri, ne kadar toprakları varsa, konut ve ticaret alanına dönüştürüp satıyor. Tek sorun parababalarına çıkar sağlamak olsa ona bile razı olacağız: rant yaratmak için kentleri öylesine sıkıştırıyorlar ki soluk alamaz, yaşayamaz olduk. Özerk olunca ne değişecek de vatandaşın sesine kulak verecekler?
İkinci neden çok önemli. Kapitalist sistemde, hangi ilkelerin demokrasi ve özgürlük kapsamında sayılıp, korunacağı; vatandaşın gereksinmelerinin neler olduğu; hizmetlerin hangi önceliklerle, ne tür yöntemlerle ve kimler eliyle gördürüleceği gibi kararlar, sermayenin isterleri doğrultusunda alınır. İster parlamentoda, ister belediye meclislerinde olsun, bu gerçek hiç değişmez.
Yerel yönetimler özerk olduğunda da değişmeyeceğini görmek zorundayız. Demokrasi arayanlar, önce kapitalist sistemi masaya yatırsalar iyi olur.
Uluslararası sermaye, güçsüz ve yerel egemenlik odaklarının isteklerine daha duyarlı olabilen, küçük idari otoritelerle iş yapmayı seviyor. Bizden, bu sevgilerini doyuracak değişiklikleri gerçekleştirebilmeleri için destek istiyorlar. Bütün tartışmaların, kavgaların altında yatan temel sorun, aslında bundan ibaret.
-Özerklik tartışmalarında Avrupa Konseyi'nin "Yerel Yönetimler Özerklik Şartı" hemen her gün siyasetçilerin gündeminde. HDP'liler bunun hayata geçmesini istiyor, CHP iktidara geldiğinde bu konudaki şerhi kaldıracağını ifade ediyor. Nedir bu Yerel Yönetimler Özerklik Şartı?
Avrupa Komisyonu, gerçek demokrasinin, yerel yönetimler eliyle yaşama geçirileceğini düşünüyor. 1985 yılında; İdarede ademi merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa oluşturulmasında önemli bir katkı sağlaması için, özerklik şartı adını verdiği bir sözleşme hazırladı ve üye ülkelerin imzasına açtı.
Şartın 1. bölümünde 29 paragraf var. İmzalayan ülkeler bunların en az 20sini kabul etmek zorunda. Ancak 12. maddede sayılan 10 paragrafın onaylanması zorunlu. Kalan 10unu ise 19 paragraf arasından seçebiliyorsunuz.
Türkiye bu anlaşmayı 1988 yılında imzaladı; 1991 yılında çıkarılan 3723 sayılı Yasayla 9 paragrafına çekince konularak, kalanının onaylanması uygun görüldü. Süleyman Demirelin başbakanlığındaki DYP-SHP Koalisyonu döneminde bakanlar kurulunca onaylanan sözleşme, 3.10.1992 günlü resmi gazetede yayımlandı.
Burada paragrafların ayrıntısına girmeye kalkarsak yorucu olur. Ama yine de küçük değinmelerle kısa bir tanıtım gerekiyor.
Yerel makamların yetkilerini, yasalarla çizilen sınırlar içinde, kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarlarını gözeterek kullanacağı; yetkili organlarının eşit ve genel oya dayanan gizli seçimlerle belirleneceği; sorumluluklarıyla uyumlu mali kaynak özgüleneceği; ülke içinde ve dışındaki başka yerel yönetimlerle işbirliği yapabilecekleri gibi bir dizi kurala yer veriliyor.
Bu kurallarda pek bir şey yok. Demokratik özerklik isteyenleri ne denli tatmin eder bilemem ama yine de aralarında çetrefil kurallar yok değil.
Sözgelişi, 4. maddenin, çekince konulamayan 2. paragrafı, sanki bizim Anayasamızla öngörülen tekil devlet yapısıyla çelişiyor gibi. Aynen şöyle yazıyor; Yerel yönetimler, kanun tarafından belirlenen sınırlar içerisinde, yetki alanlarının dışında bırakılmış olmayan veya başka herhangi bir makamın görevlendirilmemiş olduğu tüm konularda faaliyette bulunmak açısından tam takdir hakkına sahip olacaklardır.
Anayasanın 90 maddesinde; usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmaların anayasaya aykırılığı öne sürülemez, denilmese sorun olacak. Çünkü bu kural, açıkça yasaklanmayan ya da bir başka kuruma verilmemiş konularda yerel yönetimleri genel yetkili kılıyor.
Biraz da çekince konulan ve CHPnin de çekincelerini kaldırmaya söz verdiği paragraflara değineyim.
Dördüncü maddenin 6 paragrafında; yerel yönetimleri doğrudan ilgilendiren bütün konularda görüşlerinin alınması öngörülüyor. Altıncı maddenin 1. paragrafında, yerel yönetimlerin başka yasalara aykırı olmamak koşuluyla kendi iç idari örgütlenmelerini kararlaştırmalarına olanak tanınıyor. Dokuzuncu maddesinin 4, 6 ve 7. paragraflarında, gerçek harcamaları artmışsa kaynaklarının da artırılmasını sağlayacak bir sistem geliştirilmesi; kaynak tahsislerinde görüşlerine başvurulması; hibeleri diledikleri alanlarda kullanmalarının engellenmemesi gibi zorunluluklar getiriliyor.
-Özerklik talebiyle birlikte gündeme gelen yerel yönetim yasasının AKP tarafından 2004 yılında Mecliste kabul edildiği ancak dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer engeline takıldığı biliniyor. 2004 yılındaki düzenlemelerin içeriğinde neler vardı, kısaca açmanız mümkün mü?
Kemal Derviş ile güçlendirilmiş DSPnin büyük ortak olduğu Ecevit Başkanlığındaki koalisyon hükümetinin hakkını yemeyelim. Onlar da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için çaba harcadılar. 3 Ocak 2002 tarihinde; Türkiyede şeffaflığın artırılması ve kamuda etkin yönetimin geliştirilmesi eylem planı yayımladılar. Planda şu sözler dikkat çekiyordu, özetle söylüyorum: Hizmet gerekleri açısından merkezden karşılanması zorunlu olmayan hizmetler yerel yönetimlere bırakılacak; mevzuat boşlukları ve yetersizlikler giderilerek şirket kurmaları özendirilecek; halkın yerel hizmetlere mali katkıda bulunması için yöntemler geliştirilecek...
AKPye şimdi gelebiliriz. Yerel yönetim reformunun temel ilkeleri, daha Abdullah Gülün başbakan olduğu 58. Hükümet Döneminde belirlenmişti. 3 Ocak 2003 tarihinde yayımlanan "Acil Eylem Planı"nda, yerel yönetimler için şöyle deniliyordu; mahalli ve müşterek ihtiyaçlar çerçevesinde kendi kararlarını alan, kaynaklarını oluşturan, uygulayan ve vatandaşların denetimine açık çağdaş idari birimler
"Acil Eylem Planı"nda sözünü ettikleri her şeyi, bir eksiği ile, 2004 yılının Haziran ve Temmuz aylarında çıkardıkları şu üç yasa ile gerçekleştirdiler: Belediye, İl Özel İdaresi ve Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması hakkındaki yasa.
Eksik dediğim şey şu: Acil Eylem Planında, hazine arazilerinin belediye ve il özel idarelerine devredileceğinden söz ediliyordu, nedense böyle bir düzenlemeye yer vermediler.
Bu yasalarla getirilen düzenlemelere kısaca bir bakalım:
Başka yasalarda münhasıran yani özel olarak ve açıkça tanımlanıp merkezi yönetime bırakılmamış olan, mahalli ve müşterek nitelikteki hizmetlere ilişkin görev ve yetkiler, belediyelere bırakılıyordu.
İl Özel idarelerine neredeyse mali özerklik tanınıyor; merkezi yönetimin onayına bağlı olmaksızın, izin ve ruhsat vermek; yasak koymak, uygulamak; iç ve dış borç almak; özelleştirme yapmak gibi yetkilerle donatılıyordu.
Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması hakkındaki yasada da merkezi yönetimin görevleri tek tek sayılıyor. Bunun dışındakiler yerel yönetimlere bırakılarak merkezi hükümet, özel yetkili duruma düşürülüyordu. Ayrıca Maliye, Çalışma, Dışişleri, İçişleri ve Milli Savunma dışındaki bakanlıkların taşra örgütleri kapatılıyor, taşınır taşınmazları ile personeli, belediye ve il özel idarelerine devrediliyordu.
Ahmet Necdet Sezer, bu üç yasayı da yeniden görüşülmek üzere Meclise geri gönderdi. İl Özel İdaresi ile Belediye Yasaları yeniden görüşüldü ve Anayasa'ya aykırı olabileceğini düşündükleri kimi maddelerini ayıklayıp kabul ettiler. Cumhurbaşkanı bu iki yasayı onayladı ama bu kez de Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.
Başvuruda Belediye Yasasındaki 13 kuralın iptali isteniyordu. Mahkeme yalnızca; okul öncesi eğitim kurumları açabilir ve yasalarla başka kuruluşlara verilmeyen mahalli, müşterek nitelikteki diğer görev ve hizmetleri de yapar kuralını iptal etti.
İl Özel İdaresi Yasasında da benzer bir durum oldu. Cumhurbaşkanı, Yasanın 19 kuralı için iptal başvurusunda bulunmuştu. Önemsiz iki kuralı iptal edildi.
Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri yasası ise bir daha Meclisin gündemine getirilmedi. Ama daha sonra kimi kuralları torbalara konularak yasalaştırıldı.
Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak bir sorum daha var. 2004 yılındaki pakette yer alan hangi düzenlemeler hayata geçmiş durumda?
Torba yasalar, bilmeceye benziyor. Ortaya çıkmasını istemedikleri düzenlemeleri öyle gizliyorlar ki, torbanın içinden bulup çıkarmak hiç kolay olmuyor, kimilerini ancak uygulamaya kalktıklarında öğreniyoruz. Aklımda kalan iki örnekle yetineyim: Köy Hizmetleri, taşınır ve taşınmaz malları ile bütün personeli İl özel idarelerine devredilerek tasfiye edildi. Böylelikle yol, su, elektrik, kanalizasyon, toprak ve su kaynaklarını yönetme yetkisi yerel yönetimlere bırakıldı.
2011 yılında çıkarılan bir yasayla da Çocuk Esirgeme Kurumu'nun taşra örgütü il özel idarelerine devredildi.
Yetki ve görevler il özel idarelerine bırakıldı ama 2012 yılında çıkarılan bir yasayla, büyükşehir belediyesi olan yerlerdeki özel idareler kapatıldı. Yetki ve görevleri ile taşınır, taşınmaz malları çeşitli kurum ve kuruluşlar arasında paylaştırıldı.
Buraya kadar hep yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden söz ettik. Oysa karşımızda merkezin güçlendirildiği örnekler de duruyor. Birçok bakanlık ve kuruluşa, imar planı yapma yetkisi verildi; Özelleştirme İdaresi, satışa hazırladığı taşınmazlar için imar planları yapıyor, belediyeler, resmi gazetede yayımlanınca öğreniyorlar. 2011 yılında çıkarılan KHKlarla, Maliye Bakanlığına bile imar planı yetkisi tanınmıştı. Neyse ki çok abarttıklarını düşünüp, bu yetkisini kaldırdılar.
-AKP'nin "yerel yönetimleri güçlendirmek" adı altında attığı adımlar sonrasında kamusal hizmetlerin çoğu patronlara devredildi. Bunun bir adım sonrasında eğitim, sağlık gibi hizmetlerin de tamamen devre dışı kalması tartışmaları var, tabii bir de bölgesel asgari ücret konusu. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?
Bu adamların, yerel yönetim güzellemesi yapmasına bakmayın. Yerinden yönetim, özerklik gibi kavramlar, tek başına ele aldığımızda, halkın kendini yönettiği bir sistemi anlatmıyor. Çünkü kamusal hizmetlerin çoğu ya özelleştirildi, ya da şirketleştirildi. İster yerinden, ister merkezden denilsin, vatandaş artık işletmenin yetkilisiyle muhatap ve piyasanın gerekleri işliyor.
Sağlık hizmetleri, 2011 yılında kurulmaya başlanan, kamu hastane kurumları adı verilen şirketlere devredildi. Bayındırlık ile Çevre ve Şehircilik gibi hizmetler, TOKİ ve onun uygun gördüğü parababalarının istekleri doğrultusunda planlanıp gerçekleştiriliyor. Su, gaz ve elektrik dağıtım hizmetleri özelleştirildi, özelleştirilmeyenler de şirket yapıldı.
Tarımsal sulamanın özelleştirilmesi ve yabancılaştırılması için gizliden gizliye yasal dönüşümler gerçekleştiriliyor. 2011 yılında çıkarılan Sulama Birlikleri Yasası bu konuda atılan adımlar içinde belki de en önemlisi. Yasayla, DSİnin yaptığı sulama tesislerinin hepsi, il özel idareleri ile ilişkisi koparılarak bu birliklere devredildi. Yönetimleri, bu işlerden hiç anlamayan çiftçilere bırakıldı. Kamu desteği kesildiği için çiftçiden aldıkları katılım paylarıyla yetinmek zorundalar. Çiftçiden alacaklarını tahsil etmede zorlanıyorlar. Bakım onarıma harcayacak para bulamadıkları gibi elektrik borçlarını bile ödeyemedikleri için pompaları çalışmıyor, tarlalar sulanamıyor.
Çıkardıkları Yasa, iç ve dış kuruluşlardan kredi almalarına, ortaklıklar kurmalarına olanak tanıyor. Şundan emin olalım: Çok yakında dünyanın dev tekelleri, tarımsal sulama işini ellerine geçirecek.
Dünya Bankası kredileriyle 1986 ve 1987 yıllarında; Drenaj ve Tarla İçi Geliştirme ve Sulama Yönetimi ve Yatırımlarında Katılımcı Özelleştirme adlı iki proje yürütülmüştü. Bütün bu gelişmeler, projenin meyvelerini vermeye başladığını gösteriyor.
Bölgesel asgari ücret sorusuna gelince: Yerinden yöneteceğim derseniz, yerel ve bölgesel politikalar uygulayacağınızı söylemiş olursunuz. Böylelikle; bölgelerin gelişmişlik düzeyleri dikkate alınarak gibi haklı bir gerekçeniz olur ve buna dayanarak bölgeler için farklı asgari ücret belirleyebilirsiniz. Zaten yıllardır, NUTS gibi projelerle, bir başka koldan bunun altyapısı hazırlanıyor. Yerel yönetim reformunun yan ürünü olarak hiç de fena bir kazanç değil.
Madem hic bir konuda bir fikrimi görmedin, neden hala bir fikir bekliyorsu? Ben mesela ayri bir Kürt devletinin Türkiye'deki Kürtler icin fazla bir yarari olmayacagini sölüyorum ama illada ayri bir devlet kurmaktan yanalarsada onlara düsman olmam, engelde olmam, hele hele yok sunun bunun masasi olarak asla nitelendirmem.
Sn Alişan
Neden ayrı devlet olmak kürtlere yarar getirmeyecek Özellikle Türkiye kürtleri için demişsiniz. İran, Irak, Suriye kürtleri için ayrı devlet onların menfaatine mi. Menfaatine ise Türkiye Kürtlerin ne ayrıcalığı var.
Böyle (ayrılma)talepleri olduğunda karşı çıkmayacağınızı söylüyorsunuz , ayrılmanın zararlarına olacağını da söylüyorsun.
Eğer bir zarar varsa niçin karşı olamayasınız niçin fikir beyan etmeyesiniz.
Özerklik niçin iyi olacak, hem de Türkiyenin geneli için demişsiniz . Denemiş görülmüş bir şey mi var eğer varsa hangi halk özerklikten çok hoşnut kalmış.
Bana göre siz bir irade beyan etmiyorsunuz sadece HDP ve PKK nın savunduğu şeyi savunuyorsunuz.
Merek ettim de sordum.
Sayin hakki, ben Türkiye'deki Kürtleri diger devletlerdeki Kürtlerle ayni görmüyorum. Türkiye'de Kürtler ile Türkler ic ice girebilmisler, etle tirnak misali olabilmisler, böyle bir durumu mesela Irak icin, Suriye icin söyleyebilirmiyiz? Ben söyleyemeyiz diyorum. Türkiye'deki Kürtler ülkenin dört kösesinde varlar, milyonlarcasi Anadoluda yasiyor. Herhangi bir ayrisma oldugunda nasil et tirnaktan ayrilirken aci veriyorsa aynen bu ayrismada benzeri bir aci yasanacaktir, hemde iki taraftan. Dieger taraftan Anadoluya yerlesmis Kürtler bazi zorluklarla karsilacaklardir. Bu nedenlerden dolayi devlet olmalari yarar getirmeyecektir diyorum. Bu benim sahsi görüsüm.
Özerklik konusuna gelirsek, ben sadece Kürt bölgesi icin söylemedimki. Türkiye'nin tümünü kapsayan bir olgudan bahsettim. Merkezi sistemin bizleri nerelere getirdigi belli. Dünyada özerklikle ilgili örnekler var, olmasa dahi illada bir sisteme iyi diyebilmemiz icin önceden denenmesimi gerekli? Öyle olsa hic bir sey yeniden olmazdi. Mesela Almanya'da eyalet sistemi var ve bayagida basarilililar.
Ben artik Türkiye icin merkezi sistemin hic bir faydasi olmadigina inaniyorum ve bir cok hatalar bu sistemden kaynaklanmistir. Bu acidan bölgelere ayrilan özerklik veya eyalet sistemi bizleri daha ileriye götürebilir. Denemedende ne yanlisi ne de dogruyu bulabilirsini.
Bu ileti en son Alisan
tarafından 04.02.2016- 17:42 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Kürt hareketinin özerliği ayrılmanın ilk adımı. Özerklik bahane, silahla özerklik mi kurulurmuş? Silahla bağımsızlık ilan edilebilir ama özerklik ilan edilmez. Kürt hareketi birgün barış diyor, başka bir gün savaş diyor, stratejisine uygun gördüğü her yolu deniyor. Amaç özerkliğin ötesinde bağımsızlık yönünde ilerlemek. Bunun ilk adımı da özerklik, kürt hareketi konuya böyle yaklaşıyor.
Kürt hareketinin özerliği ayrılmanın ilk adımı. Özerklik bahane, silahla özerklik mi kurulurmuş? Silahla bağımsızlık ilan edilebilir ama özerklik ilan edilmez. Kürt hareketi birgün barış diyor, başka bir gün savaş diyor, stratejisine uygun gördüğü her yolu deniyor. Amaç özerkliğin ötesinde bağımsızlık yönünde ilerlemek. Bunun ilk adımı da özerklik, kürt hareketi konuya böyle yaklaşıyor.
Özerklik veya bagimsiz bir devlet kurmalari hakkindaki görüsün nedir senin? Hangisi daha dogrudur veya yanlsitir, ne yapmalari gerekli, nasil bir cizgi göstermeleri dogru olur,.....? Veya simdiki gibi devammi etsin her sey?
Bu ileti en son Alisan
tarafından 04.02.2016- 18:14 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
İkisine de karşıyım, kürtler bu ülkenin asli unsurudur ve türklerle eşit vatandaş olarak ayrılmadan birlikte yaşamalılar.
Neden karsisin? Türklerle esit vatandaslarmi? Degillerse bunu kim ve nasil garantileyecek? Illada ayrilmak istiyorlarsa senin tutumun ne olacak, engelleyecekmisin ,....?
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.