Geçen yıl bugünlerde Newroz ülkenin dört bir yanında bir bayram havasında kutlanıyor, Diyarbakırdaki Newroz alanında toplanan yüz binlerce kişi, 2013 ve 2014 yıllarından sonra bir kez daha Öcalanın kürsüden okunan mektubunu dinliyordu. Bu mektubun üzerinden sadece bir yıl geçti ve şimdi ülke olarak bir iç savaşın eşiğinde olup olmadığımızı anlamaya çalışıyoruz: Kazılan hendekler, kuşatılan ve tanklarla dövülen kentler, aylardır süren çatışmalar, yaşamını yitiren yüzlerce insan, yerini yurdunu terk eden halk, sınır ötesi operasyonlar ve büyük kentlerde düzenlenen intihar saldırıları
Peki nasıl oldu da bu noktaya geldik, sadece bir yıl içerisinde, nasıl oldu da barış ihtimali bir iç savaş ihtimaline dönüştü?
Geride kalan bir yılı, bir dönemlendirmeye giderek okumanın bize bu soruya dair son derece önemli ipuçları vereceğini düşünüyorum: 28 Şubat 2015-7 Haziran 2015 aralığı, 7 Haziran-1 Kasım 2015 aralığı ve 1 Kasımdan bugüne kadar olan ve daha ne kadar süreceğini kestiremediğimiz dönem.
28 Şubattan 7 Hazirana kadar geçen döneme baktığımızda Kürt sorununda şiddetin yavaş yavaş yeniden devreye girmeye başladığını görüyoruz. 28 Şubatta Dolmabahçede hükümet ve HDP yetkililerince açıklanan mutabakat, çözüm sürecinin zirve noktası gibi görünse de, aslında bitişine de işaret ediyor. Çünkü Dolmabahçe Mutabakatından sadece günler sonra Erdoğan, Kürt sorunu bitmiştir diyerek mutabakatı tanımayacağının sinyallerini vermeye başlıyor ve evet, çok geçmeden de Dolmabahçedeki görüntüleri tasvip etmediğini, yaşanan süreçten haberi olmadığını söyleyerek süreci iktidar açısından nihayetlendiriyor.
Bunun 7 Haziran seçimlerine yönelik bir adım olduğunu söyleyebiliyoruz; bu dönemde Kürt sorunu üzerinden bir siyasal kutuplaşma yaratma, milliyetçilikle dinselleşmeyi buluşturma, seçmenin % 60ını oluşturan milliyetçi-muhafazakâr kitleleri tek adam/tek parti iktidarının arkasına dizme ve böylelikle sandıktan başkanlık için gereken vekil sayısıyla çıkma diye özetleyebileceğimiz bir konsept söz konusu. Bu konsepte uygun bir şekilde, Öcalan yeniden tecride alınıyor, heyetin adaya gitmesine izin verilmiyor, kısmi askeri operasyon girişimlerinde bulunuluyor ve HDPye yönelik birtakım provokatif girişimler söz konusu oluyor.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor, kutuplaşma yeterince derinleştirilemediği, şiddetin yoğunluğu istenen seviyede artırılamadığı, MHPden yeterince oy çalınamadığı ve seçime parti olarak girme kararı alan HDP Demirtaş şahsında ve medyanın da desteğiyle güçlü bir rüzgâr yakalamayı başardığı için, bırakın başkanlığı tek başına iktidar dahi söz konusu olamıyor.
7 Haziran-1 Kasım arası dönem, koalisyon görüşmeleri adı altında muhalefetin oyalanması ve tekrar seçim için hazırlıkların başlamasına tekabül ediyor. Bu esnada şiddet derinleştiriliyor ve siyasetin merkezine oturuyor. Perde Suruç Katliamı ile açılıyor, hemen arkasından ABD ile IŞİD karşıtı koalisyona dahil olmak için İncirlik Mutabakatı imzalanıyor ve Kandile düzenlenen hava saldırılarıyla birlikte çözüm süreci resmen sona ermiş oluyor. Hendeklerin kazıldığı, operasyonların ve çatışmaların yeniden başladığı bu dönemin kanlı finali ise 10 Ekim Ankara Katliamı ile yapılıyor ve 1 Kasımda halk sandığa güvenlik kaygısı ve istikrar talebi ile gidiyor. Sonuç: Başarılı.
Üçüncü dönem ise 1 Kasımda başlıyor ve bugüne kadar geliyor, seçim başarısından hareketle başkanlığa geçiş için düğmeye basılıyor, öte yandan kent savaşları derinleşiyor, polisin yetersizliği görülünce asker devreye sokuluyor, milliyetçilikle tahkim edilmiş militer bir dinsellik üzerinden toplum ve siyaset şekillendirilmeye çalışılıyor, MHP işlevsizleştirilip eritiliyor, HDP kriminalize ediliyor, buradan seçim/referandum hesapları yapılıyor.
Ancak, içerisinden geçmekte olduğumuz ve nereye evrileceğini henüz bilemediğimiz bu dönem, diyalektiğin yasalarına uygun bir şekilde, şiddetin toplumu dizayn etme aracı olarak kullananlara dönmeye başlamasına da tekabül ediyor: Katliamlarla paralize olan bir toplum, boşalan sokaklar, boş mağazalar, dükkânlar, kafeler, lokantalar, iptal edilen uluslararası organizasyonlar, turizmin çöküşü, daha beş ay önce istikrara oy veren kitlelerin yaşadığı şaşkınlık ve hayal kırıklığı Bir tersine dönüş söz konusu bugün; şiddet ve kaos kontrol edilebilir olmaktan çıkıyor, rüzgârın tersten esmeye başladığı, toplumu güvenlikçi paradigma üzerinden hizaya getirme projesinde birtakım gedikler açıldığı ve istikrar vaat ederek iş başına gelenlere şimdilik fısıltıyla da olsa- Gidişat nereye? ve Hani nerede istikrar? sorularının yöneltilmeye başlandığı görülebiliyor. Bu zamanlardayız, bunun üzerine düşünmemiz gerekiyor.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.