Ne yeni ne de eski paradigma çağının zorunlu ve kaçınılmaz yansıması. Sadece her biri nesnel koşullar tarafından besleniyor, sol ve Marksizm anlayışı üzerinde izler bırakıyor. Zaten bu hikaye ne bizim başladığımız yerden başlar, ne de burada biter.
Sosyalizmin büyük yenilgisini III. Enternasyonal ürünü komünizmin çöküşüne bağlayanların Marksizmi yenileme iddiasındaki reçeteleriyle, ölü doğmuş II. Enternasyonalin görüşleri arasında şaşırtıcı benzerlikler vardır. Marksizm-Leninizme meydan okuyan neo-Marksistler veya post-Marksistler ne zaman tarih konusunu açsalar, ardından II. Enternasyonalin bayat argümanları sökün eder. Marksizmi yenileme iddiasıyla ortaya çıkan bu sahte peygamberler için Bernsteinin torunları demek yanlış olmayacaktır.
Bu yakınlığın nereden geldiğini bulmak zor değildir. Her ne kadar tarihsel paralellikler kurmak tarih biliminin doğasına pek uymasa da, yine de aralarında bir asırlık zaman aralığı bulunan bu iki dönem nesnellikleri ve öznellikleriyle birbirlerini andırıyorlar.
II. Enternasyonal, kapitalizmin nispeten barışçıl koşullarda geliştiği, devrim tehdidi ve şiddetli sınıf mücadeleleriyle sık karşılaşmadığı, sakin sayılabilecek bir dönemde varlık göstermiştir. Aynı şekilde geçen yüzyılın son çeyreğinde peydah olan post-Marksizm de yenilginin tesviye ettiği, sınıf mücadelelerinin irtifa kaybettiği, emperyalizmin ve uluslararası burjuvazinin ciddi bir engelle karşılaşmaksızın hegemonyasını sürdürdüğü bir zamana rastlar.
Dünya kapitalizminin amiral gemisi Avrupa sakin ve fırtınasız sularda yol alırken materyalist tarih anlayışının sağından solundan nasıl kemirildiğini görmek için, II. Enternasyonalli (1889-1916) yıllara dönmek gerekiyor.
Marx-Engels sonrası Engelsin ölümü arkasında doldurulamaz bir boşluk bırakmıştır. Marksizmin kurucularının çok yakınında bulunmuş kişiler arasında bile Marksizmden ve onun tarih anlayışından uzaklaşma eğilimleri görülür olmuştu. Rusyada Lenin, Almanyada Bebel, Zetkin, Liebknecht ve Rosa, Hollandada Pannekoek gibi devrimci önderlerin varlığı bile bu oportünist gidişatı durduramamıştı.
Bunu kişilerin kötü niyetleriyle açıklamak mümkün değildi. Marxın ölümünden dünya savaşına kadar uzanan barışçıl ve sakin gelişme esnasında, başta Fransa ve Almanyadaki sosyalist partiler seçimlerde ve parlamentoda başarılı sonuçlar aldılar ve o zamana dek görülmedik ölçülerde kitleselleştiler. Bu, sosyalizme evrimci yoldan, yani ayaklanmalar ve zorlu mücadeleler olmadan, parlamentodan yararlanarak da geçilebileceği umudunu doğuran yeni bir olguydu.
Belirli görüş ayrılıklarıyla başlayan oportünizm reformları savunmakla sınırlı kalmadı. Devrimden reformizme, reformizmden burjuva uşaklığına doğru ilerledi. II. Enternasyonal partileri başlarda Marksizmi kapitalizmle barışık bir doktrine çevirmeye çalıştılar, sonraları çürüdükçe de emperyalist siyasetin parçası ve yedeği haline geldiler.
Ancak Ekim Devriminin zaferinin ardından kurulan III. Enternasyonal bu egemenliğe son verebildi. Buna rağmen III. Enternasyonal yıllarında ve ondan sonra da eski zihniyetin kalıntıları devam etti.
Aradan geçen zaman çok şey değiştirmedi: İlk zamanlar Marksizme içeriden müdahale edilirken, son yarım yüzyılda Batı Marksizmi, post-Marksizm bunu parti dışından, daha çok da akademisyenler eliyle ve açık biçimde yapmaya başladı.
Plehanov 1880 sonrasında Rusyada Marksist bir grup kuran eski Narodnik Plehanovun yapıtlarının önemli bir kısmı diyalektik ve tarihsel materyalizmin savunusu üzerinedir. Plehanov ilk Marksist kuşağın yetişmesinde olsun, Narodnizme ve öteki burjuva sosyoloji okullarına karşı mücadelede olsun katkıları görmezden gelinemeyecek bir öğretmendir. Gelgelelim bu onu giderek Marksizmden uzaklaşmaktan alıkoymamıştır.
Plehanovun yüzünü Narodniklerden liberallere ve Menşeviklere çevirmesi, hatta 1914ten 1917ye devrim karşıtlığına varması, Marksist felsefe ve tarih yorumuna içkin nesnelcilikle sıkı sıkıya bağlıdır. Bu, Marksizme geçmeden önce Tkaçyev, Thomirov gibi Narodnikleri Blanquizmle (daha sonra aynı suçlamayı Bolşeviklere de yapacaktır) suçladığında açığa çıkmıştı.
Narodniklere karşı Rusyanın kapitalizme geçmekten kaçınamayacağını savunmakta haklıdır. Çarlığa rağmen üretim güçlerinin serbestçe gelişeceği, proletaryanın kurulacak parlamenter bir devlet altında eğitimden geçmesi gerektiği düşüncesi ise II. Enternasyonalden kalmadır. Demokratik devrim sürecinde Narodniklerin dışlanıp liberallerle birlikte yürünmesi gerektiğini söyleyerek safını belli etmiştir. Plehanovun proletaryanın temel müttefiki saydığı liberalleri, Lenin Çarlık despotizminin baş destekçisi sayar ve tavrını devrimci-demokrat köylü hareketiyle ittifaktan yana koyar.
Bunun arka planında Plehanov ile Marksist felsefe ve tarih anlayışı arasındaki açıklık vardır. Öznelciliğe karşı çıkarken Narodnizmi tersine çevirip öznel etkenin, bilincin ve eylemin rolünü küçültmüş, nesnel yasaların, zorunluluğun rolünü ise mutlaklaştırmıştır. Tarihsel gelişmenin insan iradesi ya da bilinci ile bir ilişkisi yoktur, Sosyal Demokratlar tarihin akışıyla yürüyorlar diyecek kadar ileri gittiği görülmüştür. Tarih teorisinin odağına nedenselliği koyması, devrimcilerin görevini olayların doğal gelişimini izlemeye indirgemesine neden olmuştur. Oysa Lenin de nesnel faktörlerin önemini vurgular, ama bunu sınıf mücadelesinin, öznel faktörlerin karşı etkisiyle birlikte ele alır.
Althusserden çok önce Hegeli geri plana itip Spinozayı ve Feuerbachı öne çıkaran Plehanovdur. Marx ve Engelsin, gelişmelerinin materyalist döneminde, Spinozanın bakış açısından hiçbir zaman ayrılmadıklarını iddia etmiştir (Aktaran Andrzej Walicki, Rus Düşünce Tarihi, V Yayınları, Ankara-1987, s. 375) Böylece, doğa bilimlerinde benimsenen nedensellik ilkesini olduğu gibi toplum biçimlerini de içine alacak şekilde genişleterek kendisine Marksizmi dayanak yapıyordu.
Plehanovu bu noktaya Batıcı, Avrupamerkezci Marksizm anlayışı getirmiştir. Rusyanın, normal dediği Avrupanın izlediği evreleri izlemesini ve ileri kapitalist ülkelerdeki kapitalist demokrasiye ulaşmasını ister. Çünkü sosyalizm ancak o zaman gündeme gelebileceğine inanır.
Bu ileti en son melnur
tarafından 13.11.2016- 22:37 tarihinde, toplamda 5 kez değiştirilmiştir.
Bernstein II. Enternasyonal önderleri içinde en açık tutuma sahip olan Sosyalizmin Önkoşulları ve Sosyal Demokratların Ödevleri adlı kitabında Marksist öğretiyi cepheden eleştiren Bernsteindir. Marksizmin üretimin yoğunlaşması, proletaryanın yoksullaşması, sınıflar arası kutuplaşma, ekonomik krizlerin gitgide ağırlaşması üzerine görüşlerini şiddetle eleştirir ve gelişmenin bunların tersi yönde olduğunu iddia eder. Bunlara istinaden de şiddete dayanan devrimi ve proletarya diktatörlüğünü gereksiz bulur; tedrici reformların ve devletin demokratikleştirilmesinin sosyalizmi kendiliğinden getireceğini söyler.
Bernsteinın Marksizm eleştirisinin arka planında tarihsel materyalizm yorumu yer alır. Marx-Engelsin tarih konusundaki önceki ve sonraki görüşleri arasında çelişki bulur ve bunu düzeltmeyi (revizyon) kendine vazife edinir. Çağdaşları gibi Bersntein de tarihin gidişatı üzerinde ekonomi dışı etmenlerin etkisinin daha fazla vurgulanmasından yanadır.
Bireyler ve bir bütün olarak ulusların yaşamları, iradeleri dışında ya da iradelerine rağmen kendilerini iten bir zorunluluğun etkisinden giderek sıyrılıyor. (Bernstein, Evrimsel Sosyalizm, Kavram Yayınları, s. 38)
Bernstein, üstyapısal öğelerin, yani ideolojinin, siyasetin, ahlakın altyapı karşısında özerk olduğunu söylerken bunda yüzde yüz haksız değildir. Yanlış olan bunu mutlaklaştırması, tarihin zorunluluk yönünde değil serbestçe ilerlediğini söylemesi ve tarihsel materyalizmin bir ahlak teorisiyle desteklenmesini istemesidir. Ona göre Marksizmin diyalektiğe ihtiyacı yoktur. Hegelci diyalektikten arındırılmış, tarihsel süreci evrimci tarzda açıklayan, Kantçı bilinemezlik ve etiği kucaklayan bir tarih anlayışına geçilmelidir.
Bernsteinizm, ihtilalci olmayan, reformları ve parlamenter mücadeleyi devrimim yerine geçiren, sınıflar ve partiler üstü bir bilim olmayı yeterli bulan bir sözde Marksizmdir.
Kautski Engelsin ölümünden sonra Alman Marksistlerinin en önde gelen teorisyeni Kautski, Birinci Dünya Savaşına doğru sağa kaymıştır. Bernstein ve Austro-Marksistlerle polemiklerinde ortodoks bir görünümdeyken, tarihsel materyalizmi proletarya devriminin teorisi olarak değil, doğa bilimlerindeki gibi bir ekonomi bilimi olarak yorumlamaya başlayınca aralarındaki sınır kalkmıştır. Sonraki yıllarda Batı Solu, Marxa, Kautski üzerinden yüklenirken onun bu özelliğini paravan olarak kullanacaktır.
II. Enternasyonal oportünizmine hayat veren ortamla, özü devrimci olmayan ama Marksist görünmeye çalışan Kautski arasında bir uyum vardır. Alman işçi hareketinin sonraki yenilgilerinde hep onun natüralist, kendiliğindenci okumasının izleri görülecek ve devrimci yönde gelişme ancak Kautskiden farklılaştıkça mümkün olabilecektir. Bu bakımdan Kautski ile Plehanov arasında paralellik vardır.
Çünkü o da sosyalizmin kapitalizmin gelişme yasalarının tarihsel olarak zorunlu sonucu olduğunu savunuyordu. Devrimi, ekonomik yasaların otomatiğine bağlayıp, kapitalizmi kendi çelişkilerinin ağırlığı altında çökecek bir sistem olarak göstermesi ile döneminin görece sakin ve rahat ortamı arasında sıkı bir ilişki vardır. Tarih yorumlarken ekonomiyi politika, nesneyi özne karşısında üstün tutmasının sebebi budur. Şu sözleri nasıl bir tutum içinde olduğunu gösteriyor:
Görevimiz devrimi örgütlemek değil, kendimizi devrim için örgütlemektir; devrim yapmak değil ondan yararlanmaktır. (Kautski, Kavram Yayınları, s. 9)
Tarih teorisi ekonomik determinizme, evrimciliğe dayanır. Kautski, tarihsel gelişmede ekonomik etkenin rolünü abartarak üretici güçlerin gelişmesine aşırı bir rol tanır. Üstyapısal etkenleri, politikayı ve sınıf mücadelesini etkisizleştirir. Kapitalist gelişme ne kadar hızlı olursa sosyalizme geçiş o kadar kolay olur kafası, II. Enternasyonal partilerini kapitalizmi desteklemeye ve kendi burjuvazisiyle ittifak kurmaya sürüklemiştir. Üretici güçler beklenen seviyeye gelince devrimin kendiliğinden gerçekleşeceği düşünülmüştür. Güya o zamana kadar da işçi sınıfı nicel ve nitel bakımdan güçlenmiş, demokrasi içerisinde olgunlaşmış olacaktır. Devrimi kapitalizmin gelişme derecesine bağlayan bu görüşe üretici güçler teorisi denmiştir.
Franz Mehring ve Rosa Lüxemburg Rosa Lüxemburg ve Karl Liebknecht bazı hatalarına karşın, tarihe büyük devrimciler olarak geçmişlerdir. Teori ve pratikleri her zaman devrimci diriliği temsil eder. Çürüme halindeki II. Enternasyonalin devrimci kutbunun solunda R. Lüxemburg, sağında F. Mehring bulunmaktadır.
Mehring Spartaküstler Birliğinin Rusyaya katılmasına karşın tarih anlayışında sağ hatalarıyla dikkati çeker. Engelsin sağlığında yazdığı Lessing Efsanesi adlı kitabı, tarihsel materyalizmin ekonomik determinizme indirgenmesinin bir örneğidir. Marx ve Engels, esasa ağırlık verip, ideolojik, hukuki, siyasal tasarımların (vb.) iktisadi etkenler üzerindeki karşı etkisini vurgularlarken arada bıraktıkları boşluk, Mehring tarafından teorileştirilmiştir. Engels, Sorgeye yazdığı 14 temmuz 1893 tarihli mektubundaki ünlü uyarısını bunun üzerine yapmıştır.
Hegelden hoşlanmayan Mehring, diyalektiği, tarihsel materyalizmden temizleyip, kendince mekanik materyalist bir yoruma tabi tutar, çünkü Marx ve Engelsin spekülatif felsefenin sona erdiği sözünü, Marksist felsefe dahil bütün felsefelerin bittiği şeklinde yorumlamaktadır.
Lüxemburga gelince devrimci mücadelede militan tutumuna rağmen, tarihi yorumlarken öznel etkenin rolünü olması gerekenin gerisine çeken sol kendiliğindenci bir eğilim gösterir. Bu, emperyalizm analizine ve kitle grevlerine yaklaşımına da yansır.
R. Lüxemburga göre Marx Kapitalin ikinci cildinde genişletilmiş yeniden üretimin saf kapitalizmde de mümkün olduğunu varsayarak, bunun üzerinden bir model geliştirir. Ona göre proletarya ile burjuvazinin var olduğu koşullarda artı değerin realizasyonu imkânsızdır. Bunun için üçüncü bir dünyaya, yani prekapitalist üretim alanına (köylülük ve sömürge alanları) ve bu alandaki üretimle kapitalist üretim arasındaki değişime gereksinim vardır. Sermaye birikimi ancak böyle ilerleyip genişleyebilir. Eğer kapitalist üretim kapitalist olmayan biçimleri çözerse, kendini üretemez hale gelir ve çöker.
Kitle grevlerindeyse nesnel yana fazlasıyla güvenir. Parti ve liderliğin rolünü, işçi hareketi içindeki bilinçlendirme ve örgütlenme faaliyetini ise küçümser. İşçi sınıfının nesnel ekonomik birliğinin politik birliğe kendiliğinden dönüşebileceğini düşünür. Bu konudaki ve örgütlenmedeki kaderci anlayışı nedeniyle Lenini volantarizme sapmakla suçlar.
R. Lüxemburgun bu görüşleriyle, kapitalizmin saf kapitalizme dönüştüğü noktada dünya çapında çökeceği tezi bir bütündür. Çünkü kapitalizmin son krizi, proletaryanın kendiliğinden eylemiyle devrime çevrilebileceği anlamına gelir. Böylece çözümlemesini üretim alanından değişim alanına kaydıran R. Lüxemburg, kapitalizmin iç çelişkileri alanından uzaklaşmış olmaktadır.
Yine de R. Lüxemburg Lenin gibi önderlerle birlikte geleceği, II. Enternasyonal içindeki III. Enternasyonali temsil ediyordu.
Bu ileti en son melnur
tarafından 13.11.2016- 22:39 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Avusturya Marksizmi III. Enternasyonalin İki buçukuncu diye de adlandırdığı Avusturya Marksizmi, Viyana merkezli Max Adler, Karl Renner, R. Hilferding, F. Adler, O. Bauer gibi tanınmış kişilerden oluşuyor. Parlak dönemini 20. yüzyılın ilk 15 yılında yaşayan bu grup, Bernstein ile Kautski arasında çadır kurmuş gibidirler. Marksizmi felsefi temellerinden başlayarak sistemli bir şekilde gözden geçirerek devrimci özü boşaltılmış akademik bir araştırma yöntemine çevirirler.
Avusturya Marksizmi, Almanyada moda yeni-Kantçılığı Avusturyalı fizikçi filozof E. Machın pozitivizmini Marksizme yamamaya çalışacaktır. O. Bauer kendi felsefi eğilimini şöyle tanımlar:
Marx ve Engels Hegelden ve daha sonraki Marksistler de maddecilikten başladığı halde, daha yeni olan Avusturyalı Marksistler kendi hareket noktaları olarak Kant ve Machı aldılar. (O. Bauer, Avusturya Marksizmi içinde, Kavram Yayınları, s. 48)
Diyalektik materyalizmin eskidiğini ilan eden bu entelektüel topluluk (Bauerin kendi ifadesi), ona Kant ve Mach aşısı yapmakla yeni bir buluş yapmış olmuyorlardı. Sadece Alman ve Avusturya üniversitelerinde moda olan ampirizmi Marksizme enjekte etmeye kalkışıyorlardı. Yeni Kantçılığı benimsemiş Bernsteindan farkları, sosyalizmi ahlak felsefesiyle değil, nedensellik ilkesiyle ve olguculukla birleştirerek daha sofistike kılmalarıydı.
Tarihsel materyalizmi bir sosyoloji, Marxı da sosyolojinin kurcusu ilan eden ilk grup, Avusturya Marksizmidir. M. Adlere göre:
Marksizm ve sosyoloji bir ve aynı şeydir; yani Marksizm toplumsal yaşamın yasaları ve onun nedensel gelişiminin biliminden başka bir şey olmayı amaçlamaz. (A. g. e., s. 62)
Yeni toplumsal fenomenleri ampirik olarak araştırmaya girişmeleri bunun sonucudur. Grubun önde gelenlerinden Carl Grünberg şöyle der:
maddeci tarih anlayışı ne felsefi bir sistemdir, ne de böyle olmayı amaçlar onun nesnesi soyutlamalar değil, gelişme ve değişme süreci içindeki verili soyut dünyadır. (A. g. e., s. 18)
Bu yolun sonu reformizmdir. Nitekim işçi sınıfının barışçıl yoldan iktidarı ele geçirip kerte kerte reformlarla sosyalizme geçebileceğini savundular, adına da yavaş devrim dediler. Hilferding örgütlü kapitalizm dediği emperyalist kapitalizmi, sosyalizme doğru olumlu bir adım, barışçıl geçişi kolaylaştıran bir etken olarak görmekteydi. Bu kafa Karl Renneri cumhurbaşkanı, Hilferdingi de maliye bakanı yaptı.
Buharin Bolşevizmin önderlerinden Buharin bir bakıma III. Enternasyonal içindeki II. Enternasyonal kalıntısını temsil eder. SBKP(B)nin ve III. Enternasyonalin yöneticileri arasında yer almasına rağmen, Leninden ayrı, özü Bolşevizme ters bir tarih anlayışını savunur. 1921 yılında yazdığı Sosyoloji Ders Kitabı alt başlıklı Tarihsel Materyalizm kitabı, Plehanov, Kautski ve Avusturya Marksizminin izlerini taşır. Tarihsel materyalizmi, toplumun genel teorisi ve onun evriminin yasalarını inceleyen bir bilim, yani sosyoloji olarak tanımlar. II. Enternasyoalci tarih yorumlarının basit bir tekrarı olmamakla birlikte, ekonomik determinizmi ve evrimciliği ile onlara yakın durur. Bunda, 20. yüzyıla girilirken yükseliş halindeki Durkheim, Pareto, Weber gibi sosyologlardan etkilenmesinin payı vardır. Oysa Bolşevik önderler bu akıma şiddetle karşıydılar, onun için Lenin sosyoloji kavramını tırnak içine alarak kullanıyor, arasına mesafe koyuyordu.
Buharinin Batı sosyolojisinin etkisi altına girmesi, Hegelci diyalektiğe sırt çevirmesinin sonucudur. Toplumu dev bir çalışan mekanizma, insanlarıysa canlı makinelere benzetmesi bunun dışa vurumudur. Toplumsal sistemi özgün denge, dengenin bozulması ve dengenin yeniden oluşması veya içsel denge-dışsal denge gibi kavramlarla açıklamaya çalışır. Buharine göre, içsel denge şeyler, kişiler ve fikirleri, dışsal dengeyse toplumun çevreyle, yani doğayla olan dengesini ifade eder. Toplumdaki denge sürekli olarak bozulmakta ve yeniden kurulmaktadır. Bu yeniden oluşma evrim ve devrimle olmaktadır. Buradaki mekanik denge anlayışı, Buharinden önce fizik ve biyoloji bilimlerinde, Bogdanovun Machizminde de görülmüştü. Toplumdaki çelişki ve sınıf mücadelesini denge anlayışı içinde eritiyordu. Bu, burjuva sosyolojisinin dinamik, statik gibi kavramlarıyla uyumluydu.
Leninin övgüyle bahsettiği olağanüstü teorik yeteneğine rağmen yaşamı boyunca yaptığı hataların kaynağında bu vardır. Leninin Vasiyet mektubunda, Buharinde skolastik bir yan vardır (hiçbir zaman diyalektiği incelememiş ve sanırım hiçbir zaman da diyalektiği yeterince kavramamıştır) sözü, ölümünden sonra da doğrulanmıştır (Son Yazılar, Son Mektuplar, Ekim Yayınları, s. 14)
1930lara doğru denge teorisinin SBnin iç ve dış politikalarına yansımaları olacaktır.
Nikolay Buharin tarafından yolu açılan, tarihsel materyalizmin sosyolojikleştirilmesi eğilimi, özellikle Gramsci tarafından ( Hapishane Defterleri) sert bir biçimde eleştirilmiştir. Gramsciye göre, praksis felsefesinin diyalektik materyalizm ve tarihsel materyalizm olarak iki bileşene ayrılması, bir yandan diyalektiğin mantığın bir alt dalına indirgenmesi, diğer yandan pozitivist bir sosyolojiye kapı açma riski taşır.
Buharin tek örnek değil, yazımızın başında işaret ettiğimiz III. Enternasyonal içinde eski enternasyonalin kalıntılarının yalnızca birisidir. Kruşçevle birlikte modern revizyonizm II. Enternasyonalin cephaneliğini tepe tepe kullanacaktır.
Kıssadan hisse Gelgelelim, ne yeni ne de eski paradigma çağının zorunlu ve kaçınılmaz yansıması. Sadece her biri nesnel koşullar tarafından besleniyor, sol ve Marksizm anlayışı üzerinde izler bırakıyor. Zaten bu hikaye ne bizim başladığımız yerden başlar, ne de burada biter.
Son verirken şu iki noktaya değinmekle yetineceğiz.
Birincisi tarih düz bir çizgide değil zikzaklarla, öne ve geriye doğru sıçrayışlarla ilerliyor. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı arasıyla, 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başı arası elbette çok farklı ama birbirlerini andıran bir bağlamları da var: Sınıf mücadelelerindeki düşüş, devrimin yerini reformların alması, reformların yarattığı illüzyonlar, Marksizmi yenileme çağrıları, burjuvaziyle barış içinde yaşama isteği, kendiliğindencilik, mevcut koşulların nesnel kabulü, devrimci öğretinin gözden düşmesi
Böyle bir dönemin karakteristiklerini yansıtan solun ve sahte Marksizmin ebediyen sürmeyeceği, bir gün foyasının ortaya çıkacağı Ekim Devrimi ve onu izleyen III. Enternasyonalle kanıtlanmıştır. Paris Komününün yenilgisini izleyen bu uzun menzilli dönem tersine dönünce paradigma da değişmiştir. Öyle ki bütün bu mızmızlanmaların ardından gelen III. Enternasyonal dünyanın üçte birine sosyalizmin kapısını açmıştır.
Demek ki, düşüş ne kadar gerçekse, yükseliş de o kadar kaçınılmaz ve gerçektir.
İkincisi Marksizmin tarihi ile oportünizmin tarihi aynı madalyonun iki yüzü gibi. İkisi yan yana, aralarında bitmeyen bir mücadele ve kopuş var. Birini anlamak için ötekini de anlamak gerekiyor.
Sosyalist olduğunu söyleyen sol liberaller on yıl boyunca AKP iktidarını, güya hasmı ulusal sol da Kemalist bürokrasiyi desteklemediler mi ? Şimdi biri AKPnin kendi çizgisinden uzaklaştığını, öteki kendi çizgisine geldiğini söylemiyor mu? Sinekten yağ çıkarırcasına ABD Başkan Yardımcısı Joe Bidende demokrasi havariliği, Mustafa Koçta laik, anti-AKP ilerici burjuvalık keşfeden solculara, Marksistlere ne diyeceğiz? Burjuvazinin veya gericiliğin has tarihçilerinin, gazetecilerinin, danışmanlarının (vs.) önemli bir kesiminin geçmişinde solculuk olduğunu söylemek bile gereksiz.
Marksizm adına bu yapılanlar karşısında afallayıp kalmamak için arada sırada dünya oportünizm tarihine de bir göz atmak gerekiyor demek ki.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.