Donald Trump sürprizi milleti fena sarstı. Bizdekilere ileride bakarız. Henüz pek kimsenin sesi çıkmıyor, geçiştiriyorlar. Ama Avrupa ve onun hegemonyal lideri Almanyadaki şaşkınlığın dibini görmek için üç hükümet üyesinin açıklamalarına göz atmak yetecektir.
Biri Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier. Adı yeni cumhurbaşkanlığı için şanslı adaylar arasında geçen bu hazret, ağustos ayında nefret vaazcısı ilan etmişti Donald Trumpı. O sıralarda fazla bir olay olmadı. Ama Trump Amerikan sandığından başkan olarak çıkınca, Yahu noluyoz? diyenlerin sayısı artıverdi. Steinmeier, ki dünya sosyal demokrasisinin herhalde en düzeysiz ama işini en iyi bilir örneklerinden Gerhard Schröderin Avrupa ve dünya sağına müstesna bir armağanıdır, Trump hakkındaki görüşlerinde bir değişiklik olmadığını hafta ortasında yeni başkana yönelik ilk açıklamalarında yinelemekten çekinmedi. Başdiplomat, diplomasinin birçok kuralını çiğneyerek Trumpın seçimini kayda aldıklarını belirtmekle yetindi; kutlamadı. Geçiştirilir gibi değil.
Demek, yukarıda ciddi sürtüşmeler, en azında ciddi sürtüşme nedenleri var. Ortalığı buz kesiyor...
Bu soğukluğu, Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen daha sıcak bir şaşkınlıkla sürdürdü. Angela Merkelin prensesi gözüyle de bakılan bu kadın bakanın Başkan Trump sürpriziyle ilgili ilk açıklaması, ağır bir şok yaşadığını belirtmek oldu. SPD Başkanı ve hem Federal Başbakan Yardımcısı hem de Federal Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel, iki ülke arasındaki 173 milyar avroluk ticaret hacmine rağmen, yeni başkanın yeni bir otoriter ve şovenist enternasyonalin öncüsü olduğunu, seçiminin bir uyarı sayılması gerektiğini söyledi. Gabriele göre, Trump, Türkiyede Erdoğanın, Fransada Sarkozy ve hatta Le Penin, Polonyada Kaczynski, Hollandada Wilders ve Almanyada da sağ popülist AfDnin ABDdeki örneği. Ağır sözler bunlar.
Ne mi oluyor?
Bütün bunlar ağır bir siyasi krizin göstergeleri değilse, başka hiçbir şeyin göstergesi değildir. Ekonomiden söz etmiyoruz. O temelde sistem zaten çatırdıyor. Artık dünya finans sisteminin sadece ne zaman çökeceği ve merkezdeki yıkımın düzeyiyle yan etkilerinin ne olabileceği üzerine tartışmalar var. Çöküş kesin ve tartışma dışı.
Trump vakası, dünyanın zenginlerinin, hep birlikte büyük bir krizden geçtiklerini, bunun sonuçlarından korkmaya başladıklarını ilan etmelerinin bir başka ifade biçimi olarak okunabilir. Böyle bir tercümeden bize bir yol var.
Bu her geçen gün biraz daha derinleşen küresel krizde, karşılıksız trilyonların, yani değersiz kağıtların finans saraylarında birikmesine, reel ekonominin gerilemesine ve bunun doğrudan sonucu olarak yoksullaşmayla sağ popülizmin sıçramalarına engel olunamayan bir Avrupada, Türkiye meselesi sanıldığından çok daha büyük yer alacaktır. Türkiye, Avrupa ana akım medyası için bile artık bir despotun diktatörlüğüdür. Demek ki, olağanüstü koşullardan geçiyoruz.
Olağanüstü koşullar, eski ezberlerin yürürlükten kaldırılması için bir gerekçedir. Bu anlamda da bir olanaktır.
Etkinliğini hızla yitiren Kürt siyasetinin, Türkiye aydınlanmasını daha ciddiye alması ve bu aydınlanmanın bugünkü mirasçılarıyla, Türkiye işçi sınıfını felaketin tek çözüm kaynağı sayan sosyalist hareketle, o hareketin sosyalizmi tek hedef koyan sözcüleriyle masaya oturmasında, onlara siyasi destek vermesinde yarar var. Batının cahil ve liberal döküntülerinden ezberlenmiş ahmaklıklarla yüklü cahil karikatürleri, yani Türkiyedeki devrimci işçi sınıfı hareketine ve aydınlanmacı tarihimize küfretmeyi ömürlerinin tek işi bellemiş olanları Meclise sokuşturmak, krizi derinleştirmekten, bu coğrafyayı da barut fıçısı haline getirmekten ve Kürt hareketinin kendisini hızla etkisizleştirmesinden başka bir işe yaramadı. Gördük.
Bu büyük krizde umarız Kürt siyaseti de artık gerçekleri görmeye başlar ve sosyalizmin acil bir görev olduğunu ileri süren sınıf hareketiyle oturur konuşur. Bu yıkıntının en altında kalacak olanlar, Türk ve Kürt yoksulları çünkü.
Türk aydınlanmasına küfretmenin, mesela 1923ü anomali ilan etmenin, felaketimizi derinleştirmekten ve Türkiye toprağından tamamen kopmaktan başka hiçbir anlamı yok. Kürt siyasetinin, ne olursa olsun attığı gerçekten öğretici adımları ise inkâr etmemek önemli. Kürt düşmanlığı, büyük kriz patladığında, sadece Anadoluda değil, kimilerinin kendisini pek bir güvende saydığı laik kıyılarda da taş üstünde taş bırakmayacak çünkü.
İslamcılık ve Türkçülükle mücadelenin altından ancak sosyalist bir sınıf hareketi kalkabilir. Onun dışında, dünyanın resmen kaosa sürüklendiği böyle bir ortamdan feraha çıkmak mümkün değildir. O kaosu biz yükleneceğiz çünkü. Bizler bitirileceğiz. Şu ana kadarki egemen Türk ve Kürt muhalif siyaseti, yüksek tansiyon hastasına kan basıncını yükseltecek ilaçlar önermekten ve hatta içirmekten başka bir iş çıkaramadı.
Donald Trump, küresel felaketin nasıl derinleştiğini gösterdi. Bu felaketin tüm ezberleri yürürlükten kaldırması gerekir. Sosyalizmin güncelliği, liberal döküntülerin ürünü tüm ezberlerin iptal edilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Yaratıcı ve sosyalist bir sınıf hareketinin dizginleri ele almasını engelleyen herkes bu coğrafyaya ölüm ekiyor. Kuşkusuz, sermayeye ölümü (sosyalizmi) gösterip onu sıtmaya (demokrasi) razı etmek falan da değildir politika...
Yepyeni bir hayat önermek zorundayız.
Ağır bir krizden geçen Batının parlamentoları önünde Bize müdahale edin, gerekirse asker gönderin de demokrasi gelsin yahu! diye bağıranların, Erdoğan despotizminin en büyük yardımcıları olduğunu, bu konuda MHPden ve Mao düşüğü nevzuhur Türkçülerden hiç geri kalmadıklarını görüyoruz. Hep birlikte Türkiyeyi gömüyorlar.
Çok kirli zamanlardan geçiyoruz, çok daha kirli zamanlara itiliyoruz.
Bu ileti en son melnur
tarafından 14.11.2016- 04:02 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Kriz dünyaya Trumpı verdi, Trump dünyaya ne verecek?
İlker Belek
Amerikan tekellerinin çoğu açısından beklenmedik bir sonuç olduğu söylenebilir. Zira önemli kısmı Clintonı destekliyordu.
Bu adam tam bir görgüsüz, kadın, göçmen ve Müslüman düşmanı, kürtaj karşıtı ve Obamanın sosyal nitelikli sağlık reformunu rafa kaldıracağını söylüyor. Cumhuriyetçi Partinin siyasasını genel hatlarıyla paylaşsa bile, lafları o denli marjinal ki, Orada bile tam manasıyla kabul görmedi.
Amerikan resmi verilerine göre serveti 4.5 milyar Dolar. Kendisi ise 10 milyar dolar diye itiraz etti, hepsini ben kazandım, seçim bağışlarına ihtiyacım yok, kendi param yeter dedi. Seçim gezilerini 100 milyon dolarlık özel uçağıyla gerçekleştirdi. Son 10 yıldır vergi ödemediği ortaya çıktığında, büyük bir yüzsüzlükle kabul etti ve vergi kaçırmaya olanak veren yasa yapmasaydınız diye diklendi.
Sonuçta, Demokratların tabanını oluşturan gençlerden, kadınlardan, göçmenlerden oy çalmayı başardı. Cumhuriyetçilerin siyahlar arasındaki oy oranını bile %6dan %8e yükseltti.
İlk bakışta garip gelebilir: Nasıl oluyor da zenginliğinin, hırsızlığının, kadın, göçmen ve Latin düşmanlığının propagandasını bu kadar açık yapan birisi, tehdit ettiği toplum kesimlerinden bir önceki seçimlere göre daha fazla oy almayı başarabiliyor diye sorulabilir ?
Hiç garip değil. Zira Trump 1970lerden beri iyice uzamış ekonomik durgunluğun ve 2008de patlayan ve bir türlü çare üretilememiş bulunan krizin ürünüdür. Sınıf hareketinin, solun yokluğunda ortaya çıkmış toplumsal eğilimleri, korkuları, tedirginlikleri, çaresizlikleri iyi sezmiş; marjinal duygu savrulmalarını hissetmiş ve bunlara temas eden saldırgan bir üslupla seçimleri kazanmıştır.
Emperyalizmin ürettiği İslami terör ve göç sorunu, geniş emekçi yığınlarda içe kapanmaya ve güçlü lider arayışlarına yol açıyor.
Amerika uzamış durgunluk dönemindeki kalkınma stratejisini, sanayisini, emeğin kendisinden neredeyse 10 kat daha ucuz olduğu Çine kaydırmak üzerine kurmuş bulunuyor. Çini kendi tüketim mallarının büyük fabrikasına dönüştürürken, ortaya çıkan cari açığını da Çine pazarladığı devlet tahvilleriyle finanse etmekte. ABDde işsizlikteki artış ve reel ücretlerdeki gerileme bu tercihle bağlantılı.
Öte yandan Obama döneminde, özellikle Ortadoğuda Rusya karşısında yitirilen askeri ve siyasal prestijin de bu sonuçta etkili olduğunu saptamak gerekir.
Trumpın seçim sloganı olan yeniden büyük Amerika cümlesi kapitalizmin yarattığı ve Obamanın çare olamadığı hayal kırıklıklarına oynuyordu.
Şimdi Erdoğan dahil herkes yeniden şekilleneceği umulan Amerikan dış politikasından nemalanmak için sıraya girmiş durumda. Ancak O tam bir tüccar. Şimdilik, tebrik kuyruğuna girenlere ne istiyorlarsa onu pazarlıyor. Ne de olsa, aynen Amerikan halkı gibi, ABDye bağımlı ülkelerin liderleri de umut arayışında.
Bizde yandaş basın, Erdoğanın telefonunu kızım sizin hayranınız diye açtığını pompalarken, O aynı anda Kürtlere hayran olduğunu açıklıyor, Erdoğanın Mursisini asmayı planlayan Sisi için şahane bir adam değerlendirmesi yapıyor, Esad da IŞİDle savaşıyor, kendisiyle birlikte çalışmalıyız diyor.
Kısacası, ilk dediklerine bakarak olumlu beklentiler içine girenleri yanıltma potansiyelinin çok yüksek olduğu kabul edilmeli.
Krizin ürünü olan bu adam, yapacağı her şeyle krizi daha da derinleştirecektir.
Belki de en tahmin edilebilir politikası Ortadoğuya yönelik olacaktır. Zira Müslüman düşmanı. Bunu politik arenada IŞİD ile mücadele ve göçmen akınını durduracak düzenlemeler biçiminde somutlayacağı beklenmeli. Sonuç, Ortadoğuda Rusya ile daha rezonans halinde bir yaklaşım olacaktır. Ancak Obamanın da zaten son birkaç aydır tam bu noktaya geldiği ve geçen hafta El Nusra liderlerinin öldürülmesi emrini verdiği hatırda tutulmalıdır.
Bütün bu nedenlerle ABDnin Ortadoğu politikasında önemli bir değişiklik beklenmemelidir. Dolayısıyla yandaş basının Trump vesilesiyle AKPnin elinin rahatlayacağı yönündeki beklentileri hiç gerçekçi değildir.
Trumpın Rusya ile dost bir Ortadoğu politikası AKPyi tamamen işlevsizleştirir. AKPnin şimdiye kadar yürüttüğü cihatçılarla dost yaklaşımdaki ısrarı ise kesinlikle ters teper.
Anlaşılan Amerikan sermayesi içinde sanayi mallarının Çinde üretilmesi ve cari açığın da Çine tahvil ihracıyla kapatılması yaklaşımı açısından bir çatışma mevcut. Trump bu tercihe son vereceğini, sanayiyi yeniden içeriye taşıyacağını ve böylece istihdamı artıracağını söylüyor. Böylece yükselen Çin tehdidini de bertaraf etmeyi umuyor.
Ancak tam bu noktada kapitalizmin nesnel yasalarına toslayacağı da açık. Zira ekonomik durgunluğun uzamasının nedeni kar oranlarını yükseltecek bir teknolojik atılımın gerçekleştirilememiş olması. ABD zaten bu nedenle tek seçenek olarak ucuz emek cenneti olan Çine yönelmişti. Şimdi gerekli alt yapı düzenlemelerini gerçekleştirmeden sanayinin yeniden millileştirilmesinden söz etmek sonuç vermez bir yoldur. Çindeki sanayi üretiminin yarıdan fazlası Amerikan şirketleri tarafından gerçekleştiriliyor ve bu tekelleri geri döndürmek için hangi mekanizmaların devreye sokulacağı tamamen belirsiz. Patron neden daha pahalı emek kullansın ki ?
Amerikan emperyalizminin sorunları yapısal ve çözülmez. Trump Amerikanın sorunlarını bile çözemez ve bu sorunlar daha çok Trump üretir.
Adalet ve eşitlikten yana olanlar ciddi bir kapışmaya hazır olmalı. Trumptan dünyaya umut yok, ama, Onunla birlikte derinleşecek ekonomik, sosyal, siyasal sorunlara karşı sınıfı örgütleme olanağı mevcut.
Bu ileti en son melnur
tarafından 14.11.2016- 03:59 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde, savaşın sonuna doğru 1944 yılında kurulmuş olan Dünya Bankası (DB) ve Para Fonu (IMF) marifetiyle tüm dünyaya kendi ekonomik modelini dayatan ve silah gücü ve politika aracı ile uygulatan ABD, öyle algılanıyor ki, yeni başkanı tarafından farklı bir raya oturtulacak ve tüm dünya bundan şöyle ya da böyle etkilenecektir. Bu yazıda, net görüntü alabilmek için vakit henüz çok erken olmakla beraber, olanaklı gibi gözüken bazı noktaları irdelemeye çalışacağım.
Çok gerilere gitmeden daha 2008 krizi ertesinde dönemin ABD başkanı Obama Avrupa turu yaparak, ülkelerin, özellikle de kalkınmakta olan ya da yeni adları ile gelişmekte olan piyasaların kapanmamaları için kibar direktifte bulunduğu hafızalarımızdan henüz silinmedi. Bunun nedeni, herhalde gelişen piyasaları değil, gelişmiş merkezleri krizin felaketinden olabildiğince korumaya yönelikti. Çünkü gelişmiş merkezlerin çıkarları ve piyasa arayışları doğrultusunda, tüm ekonomilerin açık piyasa politikasına geçmeleri 1980lerden de önceleri dayatılmış idi. Zaten, neo-liberal politikaları kavramaya ne Reaganın ne de Thatcherin zekâ düzeyi yeterdi. Bu süreçte ABD dışına kaçan iş adamı Trumpın başkanı olduğu ülkesine vergi vermemesi de, tüm taleplere rağmen hiçbir beyan da bulunmaması da doğaldır. Zira Trumpın yaptığı vergi kaçakçılığı olarak değil, yasal bir işlem olan vergiden kaçınma olarak görüldü ve bu durum seçim kampanyalarında dillendirilmekle beraber, aleyhinde fazla kullanılamadı. Hiç kuşkumuz olmasın ki, Trump, tüm söylemlerine karşın, bu işlemlerini hiç gözünü kırpmadan sürdürecektir.
Bu kısa kesit bize kapitalizmin devinim mekanizması ve belirli aşamadaki durumu hakkında bilgi vermektedir. O da şudur ki, gelişmiş merkez ekonomilerde yaşanan koşullara göre, kapitalizmin günümüzdeki aşamasında kâr oranlarının sıkışması nedenine bağlı olarak, gerek üretim faktörü gerek ürün piyasalarının artık ulusal devletler sınırı içine kapatılamayacağıdır. O nedenledir ki, 160 üyeli Dünya Ticaret Örgütü, gümrük anlaşmalarını (GATT) aşacak şekilde, fikri haklar da dâhil olarak, her türlü ticaretin serbest yapılması kuralını koymuştur. Bunun ötesinde, aynen Trumpın yaptığı gibi merkez ülkeler dışında sermaye yatırımı yapılması konusunda anlaşmalar da (MAI) hızlandırılmış, hatta bu tür yatırımların sigorta sistemi (MIGA) dahi oluşturulmuştur. Kısacası merkez kapitalist ülkeler lehine sistem kurulmuş ve epey de yol alınmıştır. Bu sistemin babası olduğu kadar sistemden en yüksek derecede yararlananı da ABDdir.
İşin bir başka yanı da şudur. Hatırlanacaktır, geçmişte iki yıl kadar öncesinde ABDde devlet kepenkleri kapattı gibisinden bir ifade yayıldı. ABDde kamu borçluluğu yasal sınırı aşınca, kabineden limit yükseltilmesi talebi gelişti, fakat bu talebi muhalefet karşılamayınca, bütçe harcamaları yapılamaz hale geldi, yani devlet durdu. O dönemlerde, çok büyük miktarda ABD sermayesinin denizaşırı yatırımları nedeni ile vergi kaybına uğrandığı, bu sorunun çözümünün denizaşırı yatırımların önlenmesi, hatta yapılmış olanların geri çağırılması gerektiği görüşü ortaya atıldı. Fakat bu tartışmalarından fazla bir sonuç alınamadı. Daha da ileri gidelim ve son kriz ertesinde hararetli şekilde finans kesiminin denetim altına alınması gerektiği ileri sürüldü, hatta halk sokağa çıktı, ünlü işgal occupy eylemini gerçekleştirdi. Sonuç; polis halka saldırırken, finans parazitleri bildiğini okumaya ve milyarları götürmeye devam etti.
Demokrasilerde çözüm bitmediği gibi, kapitalizmde de çözüm bitmez. ABDli varsıllar sermayelerini denizaşırı yatırımlara sevk edip, kârlarını vergi cennetleri nde tutarak neden ABD hazine kâğıtlarından ek kâr sağlama yoluna gitmesinler ki! Böylece, hem sermayedarlar kârlarına kâr katar, hem de hazine açığını finanse edebilir. Bu sistemde halkın üzerindeki vergi yükü artar. Doğru da, kapitalist sistemden konuşuyoruz, o sistemde de vergi vatandaş olmanın önemli bir koşuludur. Maliye kitaplarında vergi narkozu bahsi boş yere mi sayfaları işgal etmektedir? Üstelik de, ABD kâr üzerindeki vergi oranını yüzde sıfıra indirmediği sürece, teorik olarak, vergi indirimi yolu ile denizaşırı yatırımların içeri çekilmesi olanaklı olamaz. Bunu iş adamı Trump anlamadı ise, halka yalan söylemiştir.
Bu yapıda Trump ne yapabilir? Bu soruyu daha anlamlı olarak şöyle düzenlemek gerekir: Bu yapı Trumpa ne kadarlık bir hareket alanı verebilir? Vergi indirimi yoluyla denizaşırı yatırımları ülkeye çekmek, sermaye hareketleri alanında Laffer fonksiyonunu gündeme getirir ki, bu fonksiyonun çalışmadığı görüldü. Herhalde Laffer fonksiyonunun işe yaramadığı içindir ki, hangi akla hizmetse, bir işverenler kuruluşu geçenlerde Lafferi seminere davet etti. Vergi oranları indirilecek, yatırımlar içeriye çekilecek, vergi gelirleri yükselmiş olacak ve kamu harcamaları artarak, kamu kesimi genişletilecektir. Nasreddin Hocanın koyunlarından yün elde yöntemi dahi bundan daha akıllıca.
Bu kısa açıklamalardan çıkarabileceğimiz genel sonuç şu olabilir. Kapitalizm en uç hali ile ABDde tecessüm etmiştir. O nedenledir ki, 1929 ve 2008 krizleri ABDde ortaya çıkmıştır. Hal böyle olunca, tartışmayı şu boyuta taşımak gerekir: Politika belirlemede sistem mi yoksa lider mi başat ve etkendir? Dünya tarihinden süzülüp gelen bilgi bize sistemin, daha doğrusu maddî alt-yapı koşullarının başat olduğunu, liderin bu ortamı iyi okuyan kişi olduğunu göstermektedir. Felsefeden sanata politikaya vb gibi hemen tüm alanlarda alt-yapı ya da ortamın filizlenme vasatı olduğunu göstermektedir.
Bu açıklamalarla, Trump hiçbir şey yapamaz sonucuna ulaşamayız. Trump bazı değişiklikler yapabilir, ama yapabileceği değişiklikler ekonomi alanında fazla radikal olamaz. Vergileri indirse de denizaşırı yatırımlar ülkeye tümü ile dönmez. Meksika duvarını örse de kaçak emekçiler sermayenin çekişi ile, az sayıda da olsa, ülkeye girmeye devam edebilir. ABDde zaten yeterli düzeyde olmayan sosyal haklarda aşırı geri adım atamaz. Avrupa ve özellikle de Çin ile ilişkilerinde ticareti bir miktar sınırlayabilir. Ancak, sermaye ve finans hareketlerinde fazla etkili olamaz. Bugünkü FED politikalarına karşı çıkmak demek, ana politika aracı olarak, dolar üzerindeki faizi yükseltmek demektir ki, bu politika bizleri sarsar, ama Trumpın denizaşırı yatırımları ülkeye çekme politikası ile çatışır. Bu yazının konusu olmamakla beraber, Trump ekolünün İslâm düşmanlığı, İsrailin konuşlandığı Ortadoğu ve petrol bölgesinde ABD ile Rusyayı karşı karşıya getirir ve Rusyanın başatlığını öne çıkarır.
Trump meselesi Türkiye için başkanlık tartışmaları bağlamında önemlidir. Şöyle ki, eğer dünya lideri ABDde bir kişinin tüm dünya politikasını değiştirebileceği öngörülebiliyorsa, Türkiye gibi hak ve hukuk anlayışının henüz oturmamış olduğu ve kurumları itibariyle kaygan zeminli bir ülkede bir liderin nelere kadir olabileceğini Allah bu halka göstermesin!
İnsanlara umut, heyecan, güven veren ütopyalarımızı ayrıntılandırmak; nefret söylemini, ırkçı, ayrımcı zihniyeti mahkûm etmek bugün her zamankindan daha acil
Donald Trumpın ABD başkanlığına seçilişinin üzerinden bir hafta geçti. Baş stratejist olarak ırkçı-şovenist İnternet sitesinin başı Stephen Bannonu belirlemesi, işin şakaya gelir yönü bulunmadığını gösteriyor. Trumpı ve benzerlerini doğuran, yükselten küresel koşullar ve direniş olanakları üzerinde, daha çok konuşacağız, tartışacağız.
Bir girizgâh olarak, 10 maddede yeni dünya ahvaline soldan bir bakmaya çalışalım:
1 Brexit; Trumpın seçilisi; Avrupada aşırı sağın yükselişi; Türkiyede Erdoğan-Macaristanda Orban-Filipinlerde Duterte benzerlerinin halk kitlelerinden rağbet bulması hep, neoliberalizm-küreselleşme-liberalleşme kavramlarıyla ifade edilen, yeni dünya düzeninin tökezmelesinin alametleri.
Bu konuda en dikkat çekici tespiti, aşağıdaki sözlerle Francis Fukuyama yaptı: Rekabetçi ve bir o kadar öfkeli milliyetçilikler dünyasına kayma riskimiz çok büyük ve bunun gerçekleşmesi 1989da Berlin Duvarının yıkılmasından bu yana en önemli dönüm noktasına işaret edecek.
Bir anlamda o dönem tarihin sonunu, liberal demokrasi ve serbest piyasacı kapitalizmin nihai zaferini ilan eden en yetkili ağız, kendi tezlerinin sonunun geldiğini itiraf ediyor.
2 Gelir ve servet farklılıklarını derinleştiren, geniş kitlelerin yaşam standartlarını aşağı çeken kapitalist küreselleşmeyi seçmenler artık elinin tersiyle itiyor. 2. Dünya Savaşı sonrası devreye giren, 1980lerle birlikte neoliberal kulvara atlayarak sermayenin emek karşısında mutlak egemenliğini talep eden, uluslararası liberal düzen bizzat merkez karargâhından torpilleniyor; Brexit ve Trump vakaları, Thatcher ve Reaganla Anglosakson dünyasından yayılan neoliberal ideolojinin anayurdundan başlayarak inişe geçtiğini gösteriyor.
3 Özellikle mavi yakalı sanayi işçileri, neoliberalizmin faturayı kaybedenlere çıkaran; piyasa düzeni seni ayıklandığına göre, demek ki yeterince girişimci, çalışkan ve becerikli değilsin argümanına şiddetle tepki gösteriyor. Bu zihniyeti pompalayan, think tanklere; medya organlarında boy gösteren elit teorisyenlere, siyasetle-ekonomiyi sıradan insanın dert ve taleplerinden koparıp teknik bir zemine çeken teknokratik yönetimlere hınç duyuyor. Dolayısıyla tüm politikacı sınıfı bu gazaptan pay alıyor.
4 Sorun emekçilerin bu öfkelerinin gerçek hedeflere, yani kapitalist düzene, mülkiyet ilişkilerine, emperyalist tasarımlara yönlenmemesinde. Aksine, Trump benzeri demagoglar, kitlelerin reaksiyonlarını Çinlilere-Meksikalılara, göçmenlere, Müslümanlara, eş cinsellere sevk etmeyi beceriyorlar. Tepki duydukları hedefleri salvolayanın zengin, güçlü, kazanan statüsünde bulunması, yaşadıkları aşağılanma duygusundan bir an sıyrılmalarını sağlıyor. Sunulan kolaycı reçeteler, basit sloganlar, kaybedilen mesut geçmişin tekrar yakalanacağına dair nostaljil umutlar sade yurttaşları yanılsamaya sevk edebiliyor.
5 Burada sağ popülistlerle-sol popülistleri aynı torbaya sokan liberal kolaycılığı mahkûm etmek önem taşıyor. Doğru, popülizmin sağ ve sol versiyonlarının, bütünlüklü programlara; ideolojilere başvurmadan, sıradan insanın tepkilerine pratik çözümlerle karşılık verebilme; akıldan çok duygulara hitap edebilme gibi benzer yönleri bulunabilir. Trump örneğinden hareketle, sağ popülizm, vergi oranlarının düşürülmesi, finansal spekülasyonların tamamen serbest bırakılması, sosyal güvenlik ve sağlık programlarının budanması gibi yoksullar aleyhine, zenginler çıkarına öneriler içeriyor. Halbuki en fazla Hugo Chavez ile özdeşleşen sol populizm, mülkiyet ilişkilerine müdahale etmeden, kamu kaynaklarını yoksullar lehine kanalize eden; tercihlerini ayrıcalıklılar değil, altta kalanlar lehine kullanan bir anlayış olduğu için farklılaşıyor.
6 Sosyalistler bir yandan kendi bağımsız stratejilerini-programlarını inşa eder, örgütlenmelerini geliştirirken; öte yandan konjonktüre göre ABDde Sanders, Britanyada Corbyn benzeri sol akımları destekleme-etkileme-yönlendirme misyonunu da üstlenebilirler. Benzer biçimde İtalyada 5 Yıldız hareketinin sol damarına destek, reaksiyoner sağ yönelimlerine de eleştiri temelinde objektif bir pozisyon alabilirler.
7 Sınıf ve sömürü eksenini temel alan, bu anlamda işini kaybeden-yaşam standardı gerileyen kesimlerin şikayetlerine ekonomi zemininde çözüm arayan eşitlikçi bir konumlanış, tabii ki kapitalist küreselleşmeye karşı mücadele temelinde hayatidir. Ne var ki, politik doğruculuğu küçümseyen; kadın haklarını, insan haklarını, insanın kendi bedeni üzerinde söz hakkını, kültürel çoğulculuğu ıskalamayan özgürlükçü bir hat tutturulması da ihmal edilmemelidir.
8 Teknolojinin gelişmesi, sosyal medya ortamının sunduğu olanaklar, faşist-ırkçı sağın da buralardan beslenmesine, sol ile biçimsel benzerlikler taşıyan propaganda yöntemleri benimsemesine yol açıyor, zaman zaman kafa karışıklığı yaratabiliyor. Bizdeki Conversli Genç Siviller benzeri, ABDdeki Alt-sağ akım ve Avrupadaki iz düşümlerinin eylem biçimlerinden öte mesajlarının içeriğine yönelmek kritik önemde. Bu nokta da Judith Butlerın Zeit Online söyleşisindeki:
Eğer bir grup sağ-kanat ırkçı bir araya gelir, kamusal alanın ırkçılara kucak açmadığını söylerlerse, bu gerçekte başkalarını dışlama hakkını talep etmek anlamını taşır. Onlar toplanabilmek ve ırkçı ve dışlayıcı projeleri için kamusal alan yaratmaya çalışıyorlardır. Bu da ne niyette, ne de sonuçta demokratik sayılabilir.
9 Demokratik değerleri hiçe sayan, hoşgörüyü reddeden, aydın ve okumuşları hedef tahtasına koyan bir akım, dünyanın farklı coğrafyalarında yaygınlaşıyor. Trump sonrası, bu değerlerin en fazla kök saldığı, Batı ve Doğu şeridindeki eyaletlerde tepki ve protesto dalgası yükseliyor. Eğitimli kitlelerin geleceklerini Kanada, Avustralya gibi, göreceli hoşgörü cennetlerinde arama eğilimleri güçleniyor. (Bu arayışlara bir yerlerden aşinasınız değil mi?) Fransada Marie Le Penin, sevinç çığlıklarına, dayanışma mesajlarına aldanmayın; evrensel değerlere, ortak paydalara, gerçek enternasyonalist bağlara sahip olma potansiyeline sadece solcular, sosyalistler sahiptir, milliyetçiler, ırkçılar değil. Yeter ki bu bağları güçlendirelim, ortak ruh hallerini ortak mücadele potasına akıtabilelim.
10 Trump zihniyetinin sadece bugünü ilgilendiren değil, gelecek kuşakların da geleceğini karartma riski taşıyan yönelimi ekolojiyle ilgili. Yetersiz de olsa, Paris İklim Anlaşmasını reddeden, ekolojik tehditleri liberal bir safsata diye nitelendirilen zihniyetin reddi; yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmenin aciliyeti bugün daha da büyük önem taşıyor.
Son söz: İnsanlara umut, heyecan, güven veren ütopyalarımızı ayrıntılandırmak; nefret söylemini, ırkçı, ayrımcı zihniyeti mahkûm etmek bugün her zamankinden daha acil Türkiyede, ABDde, tüm yeryüzünde
Bu ülkede hiç yalpalamadan solda duranlar için neler demediler ki?
Karşı taraftan değil, solun kendi içinden gelen salvoları kastediyoruz.
Bizler hep laf eder, yapılan iyi şeyleri görmeyip ha bire eleştirirdik Şabloncuyduk, eskimiştik, hep malum klişeleri tekrarlardık Birtakım dogmalara saplanıp kalmıştık
Sonra, elbette, bir de indirgemeciydik
Onlar ise gelişeni ve değişeni gören, bunun gereklerini yerine getiren çevrelerdi Derinlikli, yenilikçi ve yaratıcıydılar Her konuya çok yönlü ve eleştirel yaklaşmayı onlar bilir, onlar becerirdi.
Nitekim küreselleşen dünyada ulus devletin sonunun geldiğini önce onlar gördüler.
Avrupa birliği iyi, hele Türkiye gibi bir ülke için çok iyiydi; orasını bir de emeğin Avrupası yapınca tadından yenmeyecekti.
Türkiyede 2002 yılındaki muhafazakâr demokrat inkılabı, ardından 2010 referandumuyla gelen demokratik devrimi tespit edenler onlardı.
Emperyalizm mi? Çoktan bitmişti Olursa, o da yalnızca askeri işgal gibi durumlarda olurdu.
Ergenekon-Balyoz davalarında tutuklananlara bakıp yüreklerinin yağı eridi Derin devletle hesaplaşılıyordu ya, gerisi teferruattı.
AKP iktidarı, öteden beri hep dışlanan çevreyi merkeze taşımıştı.
Bugün Biz saftık kandırıldık, onlar ise saf değil, dolayısıyla yargılanmalılar diyen cevheri akademi dünyasının derinliklerindeyken onlar keşfedip bu ülkenin düşün yaşamına hediye etmişlerdi.
Sonra ne mi oldu? Ulus devlet, AB, AKP, Yasin Aktay ve en son Trump hepsine bir güzel nanik yaptı.
Biz uzatmayalım; bu kadarı onlara herhalde yetmiştir.
***
İndirgemecilik deniyor ya
Bir solcu sizi indirgemecilikle eleştiriyorsa bilin ki kendisi indirgemeciliğin bir başka biçimine angajedir ve sizde indirgemecilik olarak gördüğü şeyi beğenmemektedir. İndirgenecekse böyle indirgesin de diyemediği için indirgemeciliğe karşıtlık havaları atmaktadır.
Örneğin, kapitalizmin yapılanmasında sermayenin sınır tanımayan serbest dolaşımı ile emeğin sermaye kadar olmasa bile daha hareketli konuma gelmesi anlamında küreselleşme, bir yapıdır ve beklenen de bu yapının kendine uygun üstyapıyı bu kez küresel ölçekte kurmasıdır.
Ulus devletlere özgü sınırları, kısıtlamaları, engelleri berhava ederek ve sonunda ulus devleti tarih sahnesinden silerek
Nedir?
İndirgemeciliğin daniskasıdır.
Bu kadarla kalmıyor
Öyle denildiği gibi yok olup gitmeyen ulus devletin, geçerliliği nedense hiç tartışılmayan birtakım küresel eğilimlere ve değerlere mecburen boyun eğeceği, en azından bu anlamda küresel aile üyeliğini sürdürmek zorunda kalacağı düşüncesi de mekanik determinizmin daniskasıdır.
O zaman daha açık ve iddialı konuşalım: Evet, sınır tanımayan sermaye hareketliliği, piyasa fetişizmi ve ekonomilerin neoliberal yapılanması anlamında küreselleşme bir gerçektir Gelgelelim bu gerçek ulus devletlere, kendi siyasal, ideolojik ve kültürel yapılanmalarını olumlu yönde benzeştirme-türdeşleştirme gibi bir zorunluluğu dayatmamaktadır.
Ulus devletlerin ortadan silindiği bir küreselleşme, bir dönemin ultra-emperyalizm teorileri gibi belki cazip, ama bir o kadar da kâzib (yanıltıcı, uydurma) bir beklentidir.
Ve Erdoğanından Trumpına kadar siyasetçiler bu beklentilere şimdi bir güzel nanik yapmaktadır.
***
Kapitalizmin her tarihsel yeniden yapılanma dönemi belirli teorileri, beklentileri ve tasavvurları dalga dalga yayar.
Hepsinde eventüalist bir yan vardır; yani mevcut durumun mutlaka kesin, pek çok şeye nokta koyan mantıksal bir son uğrağı, nihai bir sonucu olacaktır.
2. Dünya Savaşının ardından yaklaşık çeyrek yüzyıl böyle geçmedi mi? Kuzeyde refah devleti, güneyde ise kalkınma paradigması, sosyal devlet, yeşil devrim (tarım) ve Rostowun ünlü aşamaları: Geleneksel toplum-kalkışın ön koşulları-kalkış-olgunlaşma-üst düzey kitlesel tüketim
İşte buydu
Sonra küreselleşme, piyasa, yönetişim, ulus devletlerin sonu (arada tarihin de sonu) vesaire gelip çattı
İşte, bu sefer de buydu
Bir çeyrek yüzyıl da bununla geçti.
Şimdi bu da bitmiş görünüyor.
Bu durumda yeni paradigma ne olacak?
Yani o malum çevreler işte bu diye bu kez neyi diline dolayacak?
Kimi işaretler var; ama bunlar da bir başka yazının konusu olsun
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.