Laik kesimlerin gericileşen toplumla sorunu var. Bu sorunun tarifi laikliğin de sınıfsal olduğunu sergiliyor. Her bir ayrı sınıf ve sınıf ideolojisi sorunun farklı algılanmasını, tanımlanmasını beraberinde getirir. Ekşi Sözlükte gericileşen ülkeyle arasındaki sorunu Boğazın kenarında birasını içerken karşı kıyıda kendisinden ve onun gibilerden nefret eden milyonların varlığıyla sembolleştiriyordu biri. Bir başkası hakkını aramanın caiz görülmemesinden hareket edebilir, veya mücadele edenlerin dine göre katli vacip sayılmasını kendine sembol seçebilir. Tarif önemlidir, çünkü insanlar buna göre davranışlarını da seçeceklerdir. Peki ya Kürtler? Kürt emekçileri? Onların gündeminde de var mı çekip gitmek? Bu sorunun yanıtını aramak Kürt sorununun nereden nereye geldiğini toparlamanın vesilesi olsun.
AMERİKAN PROJESİ OLARAK BARZANİSTAN VE ANKARADA KRİZ
Irak Kürdistanı Amerikan şemsiyesi altında oluşmanın ötesinde bir Amerikan projesiydi. Proje için şemsiyeden fazlası lazım. Gölge, altında serinleyen tarafından istismar edilebilir yalnızca. Her serinlik serinleyenin meşrebine göre kullanılır. Bambaşka örnekler verilebilir başka bir tarih diliminden: Nazizmin çöküşü ve işgalden kurtuluş bir ittifak şemsiyesi açmıştı Avrupaya. O şemsiyenin altında Marshall yardımı diye kapitalizmin tahkim edilmesi de mümkün oldu, sosyalizme yönelen Halk Demokrasileri de kurulabildi. Yunanistanda direnişin gövdesini oluşturan komünistler tasfiye edilmek istendi ve iç savaş patlak verdi. Kapitalistler bir yolu, komünistler bir başka yolu gözlerine kestirmişlerdi. Şemsiye aynı; Nazizmin yıkılışı, işgalin sonlanışıydı. Türkiyede çok partili demokrasi dedi egemen güçler, ama şemsiyenin altına solu, işçi sınıfı almaya yanaşmadılar. Gölgeliği zorlayanları 1951 Tevkifatı bekliyordu
Körfez Savaşı günlerinde Türkiye solunda özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi gibi ulvi amaçlarını Amerikan serinliğinde yeşertmeyi tasarlayanlara rastlamıştık. 2003 geldiğinde Güney Kürdistan dağlarında Newroz ateşleri Bağdattan yükselen bombardıman alevlerine eşlik ediyordu. Arap Irak yanarken Kürt Irak yeniden doğuyordu. Lakin kim ne derse desin sahneye konan bir Amerikan senaryosuydu.
Barzani ve Talabani bu senaryoda kendilerini tatmin eden roller bulmuş olabilirler. Ne fark eder? Ne biri ne diğerinin senaryoya katkıda bulunmak, yapıma yatırım yapmak, yönetmenliğe kalkışmak gibi seçenekleri yoktu. Bir pencereden başrol oyuncusuna benzeyenler yukarıdan bakıldığında düpedüz piyondan ibaretti.
Ta o zamanlar Amerikan projesi ile Ankara arasındaki kan uyuşmazlığı kendini belli etti. Kürtlerin nüfus dağılımı konusunda mutlak anlamda kesin sayılardan söz edemesek bile, Türkiyede yani Kürt nüfusun odaklandığı coğrafyanın kuzey parçasındaki sayı, Irak Kürdistanı veya Güney Kürdistanın yaklaşık üç katıdır. Amerikan projesi olarak Barzanistanın sınırları Türkiye ve Irak arasındaki resmi devlet sınırlarıyla çizilebilir miydi?
Kürt sorununun merkezi, tarihsel coğrafi adlandırmadan hareketle söylersek Türkiye Kürdistanıdır. Güney öncelikle Kuzeyde yankılanacak, Kuzeydeki dinamikleri biçimlendirecekti.
Bu kaçınılmaz olasılık Ankaranın şapkasını önüne koymasına neden oldu. Artık 12 Eylül faşizminin modeline kuşku düşmüştü. Neydi bu model? Yalnızca Kürtler değil, bütün muhalif dinamikler için olduğu gibi tasfiye! Tasfiyeciler kendilerine çok güveniyorlar ve şiddet yoluyla herkesi bir daha kafayı kaldıramaz hale getireceklerini zannediyorlardı. Darbeyi proje haline getiren CIA-Kontrgerilla ve benimseyen büyük sermaye ve onay veren burjuva siyasal akımları topluca bir aptallığa angaje olmuşlar, olmayacak duaya âmin demişlerdi. Toplumu dümdüz hale getiremediler, ama ağır hasar verdiler.
Kürt ulusal hareketinin bu hasarın altından nasıl çıktığına ilişkin çeşitli teori ve yorumlar var. Komplo teorilerine itibar etmenin bir yararı yok. Bildiğimiz ve gözle görünen Kürt ulusalcılığının, darbenin toplumu soktuğu ve tutması olanaksız olan dar elbisenin yırtıldığı kanallardan biri haline geldiğidir.
2000lere yaklaşılırken yırtığın yama tutmayacağı anlaşılıyordu ve Güneyde Amerikan projesi açık hale geliyordu. Kan uyuşmazlığı bir vakıaydı, ancak Türkiye kapitalizminin başta ABD olmak üzere dünya kapitalizmiyle ilişkisini bölgesel projelerde ortaya çıkan uyumsuzluklar değil, daha derin ve kapsamlı maddi bağımlılıklar belirler. Özal, yeminli bir Amerikancı olarak bu tıkanmaya çözüm aramaya çıkan lider olmuştur.
Üç yol vardı teorik olarak.
Bir: Türkiye Kürdistanını reforma sokmak ve sonuçta Ankaranın hem Diyarbakırı hem Erbili himayesine alacağı müreffeh bir geleceği hedeflemek.
İki: Türkiye Kürdistanından vazgeçmek. Yani ver kurtul.
Üç: Türkiye Kürdistanını yok etmek. Yani vur kurtul.
Verebilir veya vurabilirsiniz; ancak ne birinden ne ötekinden kurtuluş çıkmaz. Kürt bölgesinin Türkiyeden kopması bir anlaşmanın değil olsa olsa şiddetli bir iç savaşın sonucu olabilirdi. Yok etmek ise hangi boyutlara varılırsa varılsın Amerikan projesinin belirlediği bir dünyada talihsiz bir deneme olmaya mahkumdur. Geriye birincisi kalıyor. Türkiyenin kapitalist tarihinde en çapsız iki liderin, Özal ile Erdoğanın, bir tarihsel Kürt açılım programına imza atmaları nasıl mümkün olmuştur denilirse... Bunun yanıtını Amerikancılıklarında aramak gerekir.
Üç seçenek demiştik. Son ikisi kırılarak birinciye dönüşme eğilimini taşırlar. Ver-vur kurtul yolları, kendi başlarına birer model olmaktan ziyade ölümü görüp sıtmaya razı olmak misali birinciyi kolaylaştıran ön evreler olabilirler.
İç savaş yoluyla bölünme hiç de imkânsız değildir. Dolayısıyla bir eğilim de Türkiye Kürdistanını imha zorlamasının karşıtını üretmesi ve bölünmeyle sonuçlanması olabilir.
Tarihsel bakış açısı bize bunu söylüyor.
ÇÖZÜM SÜRECİ DEDİKLERİ
Tarihin birinci etabı eski statükonun yıkılmasını, ikinci etabı yeni yolu temsil edebilirdi. Eski statüko bir bütün olarak 1923 Cumhuriyetidir. Kuşkusuz tarihsel bir ilerleme olan Birinci Cumhuriyetin zayıflığının yansıdığı aynalardan biri her zaman Kürt sorunu olageldi. Emperyalist sistemin yeniden yapılanması sürecinde dağıtılması planlanan Birinci Cumhuriyetin kırılma noktalarından biri Kürt sorunuydu. Türkiye egemen güçleri Irakta yaşananlarda kendi geleceklerini görür gibi oldular ve Türkiye Kürt reformunu gerçekleştirmeden çok önce bir liberal-Kürtçü ittifaka sahne oldu. Liberal büyük burjuvazinin TÜSİAD reformları yoluyla altyapısını döşediği, ama ancak utangaç biçimde destek verdiği bu ittifaka siyasi kudret katan sosyal-demokratlar veya liberaller veya sol reformistler değil, İslamcı sağ oldu.
Birinci Cumhuriyeti çözen ittifak yalnızca Erdoğangiller liderliğinde zafere ulaşabilirdi. Kürtçülük ve liberalizm buraya eklemlenmek zorundaydılar. Sosyal-demokratlar ve sol reformizm ise bu ittifaktan kopamazlardı.
Çözüm süreci denen bu yıkıcı dönemdir. Cumhuriyet yıkıcılığının, tarihsel bir ilerlemenin itibarsızlaştırılmasının demokrasi sloganlarıyla gerçekleştirilmesi emperyalizmin renkli devrimler yoluyla sosyalist ülkeler coğrafyasında taş üstünde taş bırakmadığı geçiş dönemini ne kadar da çağrıştırıyor
KURUCULUĞUN İMKANSIZLIĞI
Ancak bir yenisini kurmak için mevcut statüko yıkılır. Sadece yıkımdan ibaret proje olmaz. Buradan toplumsal bir enerji çıkartılamaz. Tersine geleceği hissedilmeyen bir yıkıcılık, statükoculuğu besler, yarı yolda kalırsınız. Türkiye kapitalizminin ve Birinci Cumhuriyet yıkıcılarının başına gelen tam da budur.
Yeni bir statükoya geçiş işaretleri bugün Türkiye egemen güçleri tarafından kusulmakta ve imha seçeneğine geri dönüldüğü gözlenmekte. Bu durumu Sarayın obsesyonu olarak yorumlayanlar yanılmaktadır, böyle bir düzen böyle bir düzeyi hak etmektedir. Özal-Erdoğan ile anılan bir tarihsel projenin karşısına çıkartılan resmi muhalefetin daha düzeyli olmasını nasıl bekleyebiliriz ki?
Çözüm sürecinin kolaylaştırıcılığında eski rejimin yıkılması yeni bir rejimle taçlandırılamıyor, çünkü dönüşümün bütünü Amerikan projesidir; çünkü bu dönüşümün hegemon gücü, belirleyeni Türkiyenin karşı-devrimci İslamcı akımıdır. Buradan ne Kürtlerin ne başkasının özgürlük taleplerini karşılayacak bir düzenleme çıkar. Cumhuriyeti yıkarak yerine demokrasi kurulmaz. Burada gerici ideolojiler yükselir. Toplumsal doku dinselleştirilir. Dincilik milliyetçiliği dışlamaz, karşı-devrimci bir şovenizm temelinde birbirlerini çağırırlar, birbirlerine eklemlenirler. Genel olarak kapitalizm altında modernite yıkıldığında demokratik bir kapitalizme yaklaşılmaz, cemaatlere geri dönülür, kapitalizm kölelik biçimlerini kendi bağrında yeniden üretir. Bütün bunlara da modernizmin parçası liberaller, demokratlar değil, basbayağı inkarcısı konumundaki akımlar önderlik eder. Şimdi bu tarihsel tıkanmanın anaforundayız.
Bu ileti en son melnur
tarafından 31.12.2016- 01:53 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Kuzeydeki tıkanma, Güneydeki Amerikan taşrası ve bir de Batı, yani Rojava
Başa dönüp bir şemsiyeden söz edeceksek Suriye Kürdistanı buna uygun düşer. Üstelik buradaki Amerikan şemsiyesi Amerikan projesine dönüşememektedir. Çünkü Suriyede bütün dünya kilitlenmiş görünüyor!
Ancak o noktadan önce; Rojava yükselişinin kaderi adı geçen coğrafyada değil Kuzeyde, Türkiyede belirleniyor. Kuzeyde tıkanan Apocu akımın Batı Kürdistanda kritik bir role sahip hale gelmesi ciddi bir başarıdır. Lakin bu, Kürt literatüründe Rojava Devriminin başarılı olduğu anlamına gelmiyor. Bu düzeyde bir sonuç için koşul, kapitalizmden söz etmeye devam edilecekse, tarihsel ve genel geçerdir. Şemsiye yetmez, proje lazım. ABDnin Suriye Kürt hareketine ciddi bir yatırım yaptığını söyleyebiliyoruz. Ancak bu yatırım fiili kantonların şemsiye altına alınmasından ibaret kalmış, bunun ötesine geçememiştir. Üstü, danışmanlardı, teröre karşı uluslararası koalisyona girmekti bunların önemi sınırlıdır. ABD isteksiz olduğu için veya Ankara çok etkili bir karşı ağırlık kurduğu için falan değil, ABD iktidarsız kaldığı için süreç de yarı yolda tıkanmıştır. Güçlü bir ABD pekâlâ Suriye coğrafyasını da projelendirir, içine Güney Kürdistan benzeri bir Batı Kürdistan yerleştirmekten geri durmazdı. PYDnin bu role hazır olduğu çok sayıda açıklama ve veriyle sabittir.
Sonuç olarak toplumsal gelişkinlik, mücadele dinamikleri ve nüfus kriteri açısından bakıldığında Kürt sorununun merkez üssü olması beklenen Kuzey, Güneyden sonra Batıdaki gelişmelerle bir kez daha tıkanmış, tali konuma itilmiştir. Ancak yeri gelmişken, bu durumun maddi ve tarihsel koşullarla uyumlu olmadığı not edilmek zorundadır. Önemli parçanın önemsizler tarafından belirlenmesi sürdürülebilir bir durum olamayacaktır.
Rojavanın iki arada bir derede, bu anlamda görece başarısı (isterseniz istikrarsız özerlik diyelim) tablonun karmaşasından kaynaklanıyor. Bölgenin Şama geri dönüş olasılığı yok. Bu, Suriyenin 2011 öncesine dönemeyeceği gerçeği ile eşanlamlıdır. Sahaya güçlü biçimde dahil olan Moskovanın Amerikan şemsiyesinin yerine kendini ikame etmesi olanaksız. Daha doğrusu böyle bir değişimin ancak bölgesel bir savaşın ürünü olacağı kesin bilgi olarak yazılmalıdır. ABD seçimlerine Rus müdahalesi ve Rusyanın Ankara Büyükelçisinin öldürülmesi gibi gelişmeler tansiyonu yükseltse de radikal bir hesaplaşmadan hem Washington hem Moskova kaçınıyor.
AKP Türkiyesinin bu tabloda bir IŞİD cephesinin lideri olması da konu dışıdır. Ankara Kuzey ile Güneyin kaderini ayırmayı başarmıştı. Ancak Batı ile Kuzey arasındaki tamamlayıcı ilişki kırılamadı ve kırılamaz. Rojava ile Türkiye Kürdistanı arasında bağ PYDnin şiddet yoluyla tasfiyesi halinde yok edilebilir. Bunun için TSK -en azından artık- yetmiyor. Bir Kürt iç savaşı, Brakuji gerekiyor. Lakin zamanında Barzani-Talabani-Öcalan üçgeninde benzerleri yaşanan bir çatışmanın, bugünkü denklemde kardeş kavgası ile sınırlandırılması çok zor olacaktır. Erbil farklı bağlarla Washington ve Ankara ile, Rojava ise Washington, Şam, Moskova ile oynayacak ve bu kaosun sonuçları, denklemin en güçsüz öznesi olan AKPnin işine yarayacak! Olacak iş değil
HDP, PKK, İMRALI
Tabloya Türkiye Kürt toplumunun da eklenmesi gerekiyor. Bir başka yorumcu geçenlerde şunları aktarmıştı: Kobaniden cenaze geldiğinde konvoy oluyordu burada. Surdan cenaze çıktığında kimse gitmiyordu. ( ) Bağımsızlık için ölünür belki ama özerklik için insan ölür mü? Ölmez. (1)
Kürt özgürlükçülüğünün kitle tabanını oluşturan yoksul köylülük, onun bağrından çıkan gençlik, artık ona eklemlenmeyen kentli aydınlar ve geleneksel bütün unsurlarıyla Kürt egemen güçleri Bu toplam topluca yorgundur. Çok uzun süreli bir mücadelenin dinamizmini canlı tutmak siyasette kolay iş değil. Ancak enerjiyi toprağa akıtıp yok eden merkezi bir unsur, aktarıldığı gibi özerklik talebinin kendisidir.
Abdullah Öcalanın demokratik konfederalizm tezi son derece güçsüz bir strateji, politik olarak anlamlandırılamayan bir yaklaşım olarak ortada duruyor. Konfederalizm, tezin sahiplerinin kendi hareketlerine ve toplumlarına ait olacak bir siyasal iktidar talep etmediklerini ısrarla vurguluyor. Bu tür bir yaklaşım, iktidarsızlık iddiası gibi bir saçmalık üstünden değil, iktidar hedefinin gizli kapaklı güdülmesi, adı konmamış fiili iktidar hedefi üstünden anlamlandırılabilir yalnızca. Ama karşısındakini kandırmak olsa olsa taşra politikasında tutar; büyük siyasette geçersizdir.
Demokratik konfederalizm denen model emperyalizmin küreselleşme sloganı altında mevcut devlet sınırlarını aşındırması, önemsizleştirmesinin Kürdistana adaptasyonudur. Bütün Kürt bölgesi, hangi devletle aidiyet bağı olursa olsun kendi kendisini yönetecek yerel özerkliklere sahip olacak. Devlet sınırlarının ne manaya geldiğini bilmiyoruz! Bilmek zorunda olmayabilirdik; eğer bu sınırların ötesinde berisinde çalışan ve bu anlamda sınır tanımaz bir uluslararası sermaye mevcut olsaydı!
Bu kodlama yalnızca ABD, Almanya ve Fransa tarafından ve o da kısmen kullanılabildi bugüne kadar. Son ikisi AB için, birincisi gücünün yettiğince tüm dünyada. Kuşkusuz Avrupa veya Kuzey Amerika merkezli sermayenin -başta askeri alan- devlet gücü olmadan bu düşünülemezdi bile Kürt toplumu ve PKKnin böyle bir hayatla buluşması mümkün değildir ve Öcalanın küreselleşme ideolojisinin kucağına düşmüş vasat bir liberter-anarşist teorisyen olan Murray Bookchinden fazla etkilendiği anlaşılmaktadır. Kürt hareketinin ne yaptığının, ne kast ettiğinin anlaşılmaz hale gelmesinin özünde bu tuhaf yanlış vardır. Öcalan dünyanın egemenlerinin modelini uyarlamaya çalışmış ve Kürt hareketini asla altından kalkamayacağı bir role yönlendirmiştir.
Sonuç: anlaşılmazlık! Anlaşılmazlığın son örneğine şu haberle değinmek durumundayız: HDP Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen, Siirt Milletvekili Kadri Yıldırımın, Kürtlere statü ve anadilinde eğitim hakkının verilmesi koşuluyla HDPnin başkanlık sistemine Hayır demeyeceği yönündeki açıklamasını yalanladı. Öte yandan, açıklamanın yapıldığı K24 televizyonunun röportajı 9 Aralıkta yaptığı belirtiliyor. (2) Demek ki yalan yokmuş! Yöneticileri hapse konmakla kalmayan, binaları fiilen kapatılan HDP kendini gerçekten Anayasa pazarlığının unsuru sayabilir mi? Bilmiyoruz!
PKKnin terör eylemlerinin hükümete baskı fırsatı veren bir hatalı geri pas olarak düşünülmesi imkansızdır. PKK, AKP-MHPnin HDPyi bitirmesi için gayet sonuç alıcı bir asist yapmıştır. Yetmediyse, PKK bu yolda çok kararlı olduğunu Öcalana olası bir suikastı karşı suikastlarla yanıtlayacağını açıklayarak yeniden ilan etti. (3)
NEREYE KÜRT KARDEŞ, NEREYE
Kürt siyasetinin uzun dönem dilinden düşürmediği Türkiye partisi olma yöneliminden artık görünür vade için söz etme olanağı yok. Zaten bunun için önce parti olmak gerekiyor.
Ancak bu yönelimin karşılığı legal parti alanıydı. Legal parti alanı çözüm sürecinde PKKyi de peşinden Türkiyeye çektiğinde süreç patladı. Bugünse PKKnin, buradaki militan ve destekçi sayısından bağımsız olarak, politik anlamda Türkiyeye büsbütün yabancılaştığını görüyoruz. Eylem çizgisinin önce TAKa, sonra Ölümsüzler Taburuna teslim edilmesi başka türlü yorumlanamaz. PKK Rojavalılaşmaktadır. Lakin Türkiye Kürdistanının Batı kantonlarına politik anlamda sığdırılamayacağı açıktır.
Memleketten çekip gitmek Kürtler açısından laiklik üzerinden gündeme gelmiyor. Ama laikler için ülkeyi yaşanmaz hale getiren her ne ise, onun ayrılmaz parçasının Kürt düşmanı şovenizm olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hangi yanının kimi kestiğinden bağımsız olarak söz konusu olan aynı kılıçtır ve Kürt siyasetinin Türkiyeden uzak düşmesini bir eğilim olarak Kürtlerin de gidecek yer aramaya başlamalarının izlemesi kaçınılmazdır.
Dünya bunun için yeterince büyük değil! Devam etmekte olan kavimler göçünü kontrollü biçimde kabul etmek için ekonomik imkanlara ve politik otoriteye sahip biricik Avrupa ülkesinin Almanya olduğunu bilmeliyiz. Yetmez ve Batı Avrupanın Kürt göçüne olumlu bakma olasılığı çok düşük düzeyde kalır. Avrupadaki geniş yerleşik Kürt varlığı kuşkusuz birtakım kanallar açabilecektir. Ama söz konusu olan bunun çok ötesidir.
Bir dönem cazibe merkezi olabilen Güney Kürdistanın istiap haddi çoktan doldu ve çevresi de IŞİDden geçilmez oldu. Rojavanın Barzanistan klasmanıyla yarışması ise düşünülemez bile.
Mecburen anayasal tanınma ve anadil üstünden profil düşürmeye rıza veren milletvekili Yıldırımı hatırlıyoruz. Beraberinde diğer Kürt sağcılarını Bu yol AKPye iltihak anlamına geliyor. Artık her el attığı noktayı kilitleyip anahtarı denize atarak hayatını sürdürmeye çabalayan AKPden söz ediyoruz!
Yukarda değindiğimiz Ekşi Sözlük yazarı kendi benzerlerine bir kenara 50 bin atma tavsiyesinde bulunuyordu. İnşaat, tekstil, tersane sektörlerini, pamuk ve fındık tarlalarını, sabah karanlığında temizlemek için kent sokaklarını dolduran Batı Türkiye Kürtlerinin bu tavsiyeye uyma şansını siz tahmin edin!
Daha iyisi, Kürt emekçilerinin başka dil ve kökenlerden diğer Türkiyeli kardeşleriyle birlikte koskocaman bir işçi sınıfı olarak buluşmaları olabilir. Çekip gitmek bir hayalse sınıfın birliğinde kaynaşmak son derece gerçekçidir. Kararan memleketi aydınlatmanın başka yolu var mıdır? Bu buluşma görülmemiş bir aydınlığı beraberinde getirmeyecek midir?
NOTLAR:
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.