Örgütçü ve önder Lenin
Vladimir İlyiç Ulyanov, bilinen adıyla Lenin, 21 Ocak 1924'te 53 yaşında öldü
Lenin'i, "Stalin Lenin'i anlatıyor" adlı kitaptan bir alıntıyla anıyoruz.
Stalin aşağıda yayınladığımız konuşmasını Lenin'in ölümünden sadece 7 gün sonra 28 Ocak 1924'de, Kremlin askeri öğrencilerinin Lenin'i anma gecesinde yaptı.
Dağ Kartalı
Yoldaşlar, duydum ki, burada Lenin'i anmak için bir gece düzenlemişsiniz ve ben de konuşmacılardan biri olarak çağrılmışım. Zannederim ki, Lenin'in yapmış oldukları konusunda sıradan bir konuşma yapmam gereksiz olur. Bence, Lenin'in bir insan ve halk işçisi olarak özelliklerini ortaya koyacak bir kaç olaydan söz etmem yerinde olacaktır. Bu olaylar, birbirleriyle bağlantılı değillerdir; ancak bu durum, bu olayların Lenin'in genel bir tanımını yapmalarına engel değildir. Her durumda, bugün, şu söylediklerimden fazlasını yapabilecek durumda değilim.
Lenin'le ilk kez 1903 yılında tanıştım. Bu tanışmamız karşılaşma şeklinde bir tanışma olmadı. Bu tanışıklık mektupla kuruldu. Ama bu ilk tanışmamız, parti için çalıştığım yıllar boyunca üzerimde silinmeyen bir etki bıraktı. O günlerde, Sibirya'da sürgünde idim. 1890'ların sonuna doğru ve özellikle 1901'de izleyen günlerde, Iskra'nın yayınlanmasından sonra Lenin'in devrimci eylemi üzerinde gördüklerim bende Lenin'in sıradan bir adam olmadığı izlenimini uyandırdı. O sıralarda, Lenin'i sadece partinin lideri olarak görmüyor; yaratıcısı olarak düşünüyordum. Bunun sebebi ise partinin özünü ve gerekliliklerini sadece ve sadece o kavrıyordu. Lenin'i ne zaman partinin öteki liderleriyle, Plekhanov'la, Martov'la, Axelrod'la ve diğerleriyle karşılaştırsam, bana öyle gelirdi ki, silah arkadaşlarından bir baş boyu daha uzundur. Lenin onlara kıyasla sadece liderlerden biri değil, üstün bir lider, savaşta korku nedir bilmeyen ve partiyi Rus devrimci eyleminin nereye çıkacağı belli olmayan yollarına cesaretle yöneten bir dağ kartalıdır. Bu izlenim kafama öylesine kazınmıştır ki; o sıralarda benim gibi sürgünde olan bir arkadaşıma düşüncelerimi yazmak ve Lenin hakkındaki görüşlerini öğrenmek istedim. Bir süre sonra, ben hala sürgünde iken, yani 1903 yılında arkadaşımdan bir heyecanlı mektup ve onunla birlikte Lenin'den basit ama içten bir not aldım. Anlaşılan arkadaşım mektubumu Lenin'e ulaştırmıştı. Lenin'in mektubu oldukça kısaydı; ama partimizin uygulamalı çalışması konusunda açık sözlü ve korkusuz bir eleştiri yapıyor ve parti çalışmalarının o devre için gerekli planını keskin çizgilerle anlatıyordu. Sadece Lenin, en zor sorunlar hakkında böylesine basit, böylesine açık seçik, böylesine keskin ve böylesine sıcak ve yakın yazabilirdi. Onun her sözü, konuşuyor gibi olmak şöyle dursun bir kurşun gibi konuyu can alıcı yerinden vururdu. Bu sade ve sıcak mektup partimizin dağ kartalını Lenin'de bulduğumuz konusundaki düşüncemi bir kat daha da arttırdı. Eski bir yeraltı çalışmacısı alışkanlığıyla Lenin'in bu mektubunu da diğerleri gibi yaktığım için büyük pişmanlık duyuyuyorum.
Lenin'le beraberliğimiz o zamandan başladı.
Alçakgönüllülük
Lenin'le ilk kez 1905'in Aralık ayında, Tammerfors'daki (Finlandiya) Bolşevik Kongresinde karşı karşıya geldik. Partimizin dağ kartalını, o büyük insanı, hem sadece davranışlarıyla değil fiziği ile de büyük olan o insanın nasıl biri olduğunu çok merak ediyordum. Çünkü, Lenin'i, kafamda bir dev gibi, iri yarı ve gösterişli olarak çizmiştim. Sıradan bir adamla, ortadan daha kısa boylu ve hiçbir biçimde, sözün tam anlamıyla hiçbir biçimde, öteki ölümlülerden ayrılamayacak bir adamla karşılaştığım andaki düş kırıklığımı ne kadar anlatsam azdır.
"Büyük adamların" toplantılara gecikmesi ve orada bulunanları merak içinde bırakması ve tam gelirken de toplantıdakilerin "Şişt... Susun... Geliyor" demeleri bir alışkanlıktır. Bu tören, bana da gerekli görünürdü. Çünkü, büyük etki yapar ve büyük saygı uyandırır diye düşünülüyor. Lenin'in toplantıya delegelerden önce geldiğini, bir köşeye sıkışıp, kongrenin sıradan delegeleriyle, sıradan bir konuşma yaptığını öğrendiğim andaki düş kırıklığını gözünüzün önüne getirin. Bu tutumun bana bazı gerekli kurallara karşı gelmek göründüğünü sizlerden saklamayacağım.
Ne var ki, sonradan anladım ki, Lenin'in bu sadeliği ve alçak gönüllülüğü, göze çarpmamak için bu çabası ve her durumda kendini ileriye atmayıp üstün durumunu göstermemesi, Lenin'in yeni kitlelerin yeni lideri olarak, basit ve sıradan kitlelerin yeni lideri olarak, insanlığın sıradan bireylerinin lideri olarak en güçlü özelliklerden biriydi.
Mantık gücü
Lenin'in bu konferansta siyasal durum ve toprak sorunu üzerine yaptığı iki konuşma çok önemliydi. Ne yazık ki, bunların belgeleri saklanmadı. Bu konuşmalar konferansdakilerin tümünü büyük bir duygu ve heyecan seline kaptıran ve doğaçtan yapılmış konuşmalardı. Olağan üstü bir ikna yeteneği, sözlerin sadeliği ve açık seçikliği, herkesin anlayabileceği biçimde kısa cümleler, çok bilmişlik yapmamak, etkili olmak için şiddetli el kol hareketleri ya da yüksekten atar sözler söylememek... Bütün bunlar Lenin'in konuşmalarını sıradan "parlamento" sözcülerinin konuşmalarından ayıran özelliklerdi.
Ancak o sıralarda beni en çok etkileyen Lenin'in konuşmalarındaki bu özellik olmamıştı. Beni kıskıvrak bağlayan Lenin'in konuşmalarındaki biraz kuru ama buna karşı, dinleyenleri yenik düşüren, giderek havayı elektriklendiren ve sonunda giderek herkesi avucunun içine alan o inanılmaz mantık gücü idi. Delegelerden çoğunun, "Lenin'in konuşmalarındaki mantık gücü insanı dört yanından kuşatıp kavrayan ve teslim olmak ya da ezilmeyi göze almaktan başka çıkar yol bırakmayan ahtapotlara benziyor" dediklerini duydum.
Sanırım Lenin'in konuşmalarındaki bu kendine özgü özellik, konuşma sanatının en güçlü yanıdır.
Ağlamazdı
Lenin'le ikinci kez 1906'da partimizin Stockholm Kongresi'nde karşılaştık. Bilindiği gibi bu kongrede Bolşevikler azınlıktaydı. Ve yenilmişlerdi. Lenin'i ilk kez orada yenik durumda gördüm. Yenilgiden sonra ağlamaklı duruma gelen ve umutsuzluğa düşen liderlere hiç benzemiyordu. Tam aksine yenilgi, Lenin'i kendine inananları ve bağlı olanları yeni mücadelelere ve gelecek zaferlere inandıran donmuş bir enerji kalıbı durumuna getiriyordu. Lenin yenilmişti, dedim. Ama ne tür bir yenilgi? Lenin'in karşısındakileri, Stockholm galiplerini, yani Plekhanovları, Axelrodları, Martovları ve diğerlerini görecektiniz. Hiç de galiplere benzer bir yanları yoktu. Çünkü Lenin Menşevizmi amansız bir şekilde eleştirirken bunların iler tutar yanlarını bırakmamıştı. Bolşevik delegelerin küçük gruplar halinde toplanarak Lenin'den akıl danıştıklarını hatırlıyorum. Delegelerin konuşmalarında umutsuzluk ve eziklik görülüyordu. Lenin'in bu tür konuşmalara sıkılmış dişleri arasında sert bir tonda, "Ağlamayın yoldaşlar, mutlak kazanacağız, çünkü haklıyız" dediğini hatırlıyorum. Lenin o sıralarda bize ağlamaklı aydınlardan nefret ettiğini, kişinin kendi gücüne güvenmesi ve zafere inanması gerektiğini söylerdi. İnsan, Bolşeviklerin uğradığı yenilginin geçici olduğunu görüyor, kısa bir süre sonra başarıya ulaşacaklarına inanıyordu o konuştukça.
"Yenilince ağlamak yok." Lenin'in çevresinde kendisine sonuna kadar bağlı ve gücüne inançlı bir ordu toplanmasını sağlayan çalışmalarındaki bu özelliği olmuştur.
Övünmezdi
1907'de, Londra'daki ikinci kongrede Bolşevikler kazandılar. Lenin'i ilk kez orada galip yolunda gördüm. Genellikle zafer galiplerin başını döndürür, onları gurura ve övünce yöneltir. Çoğunlukla galipler kendi zaferlerini kutlamaya ve zafer çelenklerinin desteğine dayanmaya başlarlar. Ama Lenin bu liderlere hiç de benzemiyordu. Tam aksine, zaferden sonra her zamankinden daha uyanık, daha tetikte oluyordu. O günlerde, delegelere ısrarla şunları dediğini hatırlıyorum:
Yapılacak ilk iş kendimizi zafere kaptırmamak ve boş bir övünce düşmemektir. Yapacağımız ikinci iş zaferi pekiştirmektir. Yapacağımız üçüncü iş karşımızdakileri ezmektir. Çünkü onlar bugün sadece yenildiler ama gereğince ezilmediler.
Hafiflik içinde "Artık Menşeviklerin sonu geldi" diye övünen delegelerle alay ediyordu. Menşeviklerin işçi eylemi içinde hala kök salmış olduklarını, onlarla ustaca savaşmak gerektiğini, kişinin kendi gücünü abartmasının ve özellikle, düşmanın gücünü küçümsemesinin kesinlikle önlenmesi gerektiğini kolayca anlatıyordu.
"Zaferde övünmezdi," Lenin'in düşman güçlerini yeterince tartmasını ve partiyi olası süprizlere karşı güçlü tutmasını sağlayan özelliği buydu.