Son dönemde dünya ölçeğinde gücünü arttıran Çin Halk Cumhuriyetinin emperyalizm başlığında bulunduğu konumu değerlendiren bir yazı.
Behiç Oktay
Türkiyede gündemi pek işgal etmese de Çin konusu gitgide daha da fazla önem kazanan ve gündemi doğrudan etkileyen bir hal alıyor. Çin dış politikasının, 2013ten bu yana görevde olan ve Kasım ayında düzenlenecek olan 19. Parti Kongresi ile birlikte bir dönem daha görev alması beklenen Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ile oldukça ivmeli bir yükselişte olması dünyada bazı taşları yerinden oynatıyor.
Çin gibi bir gücün, yaklaşık 4 yılda dev uluslararası projelere girişmesi, kendi çevresini tamamen kontrol altına almayı amaçlaması gibi durumlar elbette ki ABDyi rahatsız ediyor. Bugün dünya üzerindeki gerginlik noktalarının büyük kısmı doğrudan veya dolaylı olarak ABD-Çin gerginliğine dokunur duruma geldi. Bu, herkesi ABDnin yerini Çin mi alacak sorusuna yanıt aramaya itiyor.
Çin ve Kore Sorunu
Kore Sorunu olarak adlandırabileceğimiz, uluslararası siyasetin kritik noktalarından biri haline gelen Kore Yarımadası ve çevresindeki kriz ortamı, uzaktan bakıldığında yalnızca Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) ile ABD arasındaki bir restleşmeden ibaret olarak görülse de sorunun içindeki aktörler ve rolleri oldukça fazla.
Çinin kendi doğusunu tamamen kontrol altına almak istediği artık su götürmez bir gerçeklik halini aldı. Güney Çin Denizi ile Kore Yarımadası, Çinin bu yöndeki politikalarının en belirgin şekilde ortaya çıktığı bölgeler olarak öne çıkıyor.
Kore Sorunu bugün Çini tehdit eder bir boyuta ulaştı. Doğusundaki tek müttefiki olan KDHCye yıllar boyunca uygulanan ambargoya karşın, gümrük kaydı yapmadan ticareti sürdüren Çin, son dönemdeki uluslararası baskı sebebiyle bunu sürdürmekte zorlanır hale geldi. KDHCnin füze denemeleri sonucu ABDnin bölgede askeri varlığını artırması da Çini zor durumda bırakmaya başladı.
Geçtiğimiz yıldan bu yana ABDnin Güney Koreye yerleştirmek istediği füze savunma sisteminin yalnızca Güney Koreyi KDHCden korumayı amaçlamadığını Çin elbette biliyor. Bu füzeleri Çinin hakimiyet kurmak istediği Pasifik kıyılarında ABDnin askeri tehdit olarak kullanabileceği oldukça açık.
Çin, ABDnin askeri olarak bölgeye daha fazla yerleşmemesi için Kore Sorununun askeri olarak değil masada çözülmesini gündemde tutuyor. Çin, KDHC, Güney Kore, ABD, Rusya ve Japonyanın yer alacağı altı katılımcılı görüşme önerisi sorunun müzakere sonucunda barışçıl şekilde çözülmesini içeriyor. Mayıs ayında göreve başlayan Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-inin seçim vaatlerinden birisi olan KDHC ile müzakere masasına oturmak kritik bir paralellik içeriyor. Moon, gerekirse Pyongyangı ziyaret edeceğini dahi belirtiyordu.
Ancak KDHCnin füze denemelerini bahane eden ABD, geçtiğimiz haftaki hidrojen bombası denemesi sonrası, Güney Kore ile füze savunma sisteminin yerleştirilmesi ve kapasitelerinin artırılması konusunda anlaştı.
Bu durum elbette KDHC ile birlikte Çini de rahatsız ediyor. Çin, KDHC ve ABDyi masaya çağırırken, KDHC çevresindeki emperyalist ablukayı savuşturmak için füze denemelerini sürdürüyor. Tarafların yaptıkları sert açıklamalar ve bölgede artan askeri hareketlilik sürerken, tarafların Çinin ısrarla önerdiği müzakere masasına gelmeyeceğini söylemek mümkün. KDHC emperyalist saldırganlığa karşı elindeki tek kozu güçlendirmek isterken, ABD ise bunu bahane ederek bölgeye yerleşiyor ve Asyanın Pasifik kıyılarındaki iki rakibine karşı bölgede elini güçlendiriyor.
Kore Sorununu yönlendirme kapasitesine bakıldığında Çinin önerisinin şimdilik pek gerçekçi olmadığı görülüyor.
Ortadoğuda petrol hesapları
Çin için petrolün önemi gün geçtikçe artıyor. Elbette bunun bir sonucu olarak, Ortadoğu ülkeleri ile ilişkiler gün geçtikçe daha da gelişiyor. Çin için petrolün önemi Türkiyeyi de yakından ilgilendiriyor.
Çinin başka devletlerin iç işlerine karışmama politikası 25 Eylülde yapılacak olan Kürdistanın bağımsızlığı referandumunda Çini oldukça sıkıştıran bir başlık haline geldi. Çin özellikle ABD işgali sonrasında Kuzey Irakta Kürtler tarafından kontrol edilen zengin petrol sahalarıyla ilgileniyordu.
Çinin dış politikasına bakıldığında, Sincan, Tayvan ve Tibet bölgelerindeki sorunlar nedeniyle diğer ülkelerdeki ayrılıkçı hareketlere yönelik kesin bir karşı duruş sergilediği görülüyor. Türkiye ile yaptığı anlaşmalar sebebiyle de Kürtlere karşı bu tutumunu devam ettirmek zorunda kalan Çin, şimdiye kadar Kürtlerin yaşadıkları ülkelerde haklarının korunması gerektiğini vurgulamakla birlikte, genel anlamda ayrılıkçı düşüncelerin dünya için savaş ve istikrarsızlık anlamına geleceğini de savunmayı sürdürüyor.
Ancak Çinin çıkarları söz konusu olduğunda bu tavrından taviz verebildiğini görüyoruz. Kuzey Irakın önemli petrol kaynaklarına sahip olması Çinin iştahını kabartırken, 25 Eylül sonrası Çinin buna benzer tavizler verip vermeyeceğini göreceğiz.
ABD-Çin gerginliği ve Çinin gelecekteki rolü
Geçtiğimiz yıl Avrupa ve ABDde gerçekleşen kritik seçimler öncesi çokça tartışılan küreselleşmeci-korunmacı ayrımı ilk duyulmaya başlandığı andan itibaren Çin bu saflaşmada yerini almıştı. Küreselleşmenin önemini vurgulayan pek çok açıklama yapan Çin, özellikle Avrupalı küreselleşme yanlılarının desteğini almayı başarmıştı.
Dünya Ekonomik Forumunun düzenlediği Davosta düzenlenen forumda ilk kez bir Çin Cumhurbaşkanı açılış konuşması gerçekleştirdi. Konuşmasında beklendiği üzere küreselleşmeyi överek Davos katılımcılarının ve küreselleşme yanlılarının sempatisini kazanan Xinin özellikle Avrupa sermayesi tarafından dünya liderliği olarak potansiyel bir aday olarak görülmesine şaşırmamak gerek.
Tüm bu konuların aslında tek bir ortak noktası var. Çin ABDnin dünya üzerindeki egemenliğini sarsıyor. ABD ise Çini kendi yuvasından çıkarmamak için elinden geleni yapıyor. Çin, Bir Kuşak Bir Yolun inşa edilebilmesi için projeye dahil olan ülkelerde istikrarın ve barışın hakim olması gerektiğini ısrarla belirtirken, ABD Çini çevre ülkelerdeki çeşitli sorunlar ile bölgesine hapsetmeye uğraşıyor.
Filipinlerde IŞİD saldırıları, Kore Yarımadasında askeri hareketlilik, Güney Çin Denizinde tansiyonun yükselmesi, Hindistan ile yaklaşık 2 ay süren sınır gerginliği, Katar krizinde Çinin Suudi Arabistan ile İran arasında bir seçim yapmaya zorlanması ve son olarak Burmada yaşanan olaylar bunlardan bazıları.
Çin bugün dünyanın ve özellikle ABnin kendine biçtiği role uygun hareket edebilmek adına dış siyasette sıradan bir politika izliyor gibi görünse de, özellikle ABD desteğiyle çeşitli kanallardan egemenlik alanlarına ve Bir Kuşak Bir Yol projesinin geçeceği bölgelerde yapılan saldırılara oldukça sert tepki verdiği görülüyor. Önümüzdeki yıllarda Afrika ve Ortadoğuda İpek Yoluna yönelik saldırılar, projenin engellenmesi, güvenliğinin sağlanması gibi konularda nasıl bir tavır alacağı da merak konusu.
Dünyanın bu derece çalkalanıyor olması, her yerde tansiyonun yükselmesi, Çinin ABD hegemonyasını ciddi olarak tehdit etmesi ve her iki ülkenin de tüm dünyada askeri, siyasi ve ekonomik olarak etkisi bulunduğu düşünüldüğünde, çok kutuplu dünyaya gidişte bütün dünyayı etkileyen bir kriz döneminden geçtiğimizi söyleyebiliriz.
Çin, istemediğini sıkça dile getirse de ABDye daha ciddi bir rakip olacaktır. Asıl soru, Çin yeni bir ABD olacak mıdır?
H.Murat Yurttaş yazdı | Emperyalizm üzerine III: Emperyalist sistemde liderlik
H. Murat Yurttaş bu haftaki yazısında Çini ekonomik ve siyasi yönden değerlendiriyor
Emperyalist sistem içerisinde yeni bir durumun ortaya çıktığını ve emperyalist olmaya aday olduklarından şüphe olmayan özellikle Rusya ve Çinin siyasi ve ekonomik olarak yükselişlerinin daha yakın ve derinlemesine değerlendirilmesi gerekiyor dedikten sonra Rusya ile başlamıştım. Şimdi de aynı kriterlerle Çine bakalım.
* * *
Çin üzerindeki dünyanın en büyük ekonomisi oldu olacak beklentisi bir yandan da ABDnin yerine yeni bir lider ortaya çıkıp çıkmayacağı sorularını gündeme getirdi.
Dünyadaki eğilim, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan ve Soğuk Savaş koşullarında şekillendirilen mevcut emperyalist sistemin bu haliyle devam etmesinin zor olacağını gösteriyor. ABD ve İngiltere arasındaki yakınlık ile Almanya-Fransa-İtalya arasında belirlenen Avrupa Birliği arasında artan bir rekabet olduğu görülüyor. Bu bağlamda, bir yenilik olarak Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrikanın yeni bölgesel güçlerin öne çıktığını ve emperyalist olmaya aday olduklarını daha önce yazmıştık.
Büyük toprakları ve devasa nüfusuyla Çin kuşkusuz bu ülkeler arasında bir odak olma özelliği tartışmasız olan bir ülke. Ancak Çin hakkında bugün emperyalist değerlendirmesinin yapılıp yapılamayacağı biraz daha tartışmayı hak ediyor.
* * *
Çin ekonomisine baktığımızda bir dizi veriyi şöyle sıralayabiliriz;
Nominal olarak dünya 2.si olan 11,8 trilyon dolarlık ve satın alma gücü bakımından dünya 1.si olan 23,2 trilyon dolarlık gayri safi milli hasılaya (GSMH) sahiptir. Bu, Çini satın alma gücü bakımından 20 trilyon dolar barajını ilk geçen ekonomi yapmaktadır.
Bununla birlikte kişi başına düşen gelir nominal olarak 8.500 dolar ve satın alma gücü bakımından 16.500 dolar ile Çin sırasıyla 71 ve 78. sırada tutmaktadır.
1,4 milyarlık dünyanın en kalabalık nüfusunun içinden 807 milyonluk devasa bir işgücüne sahip ülkede, nüfusunun yüzde 29u tarımda, yüzde 30u sanayide ve yüzde 41i hizmet sektöründe çalışıyor.
GSMHnin ise yüzde 9u tarım, yüzde 40ını sanayi ve yüzde 51ini hizmet sektörü sağlıyor.
Çin ekonomisi 1979-2010 arasında yıllık yüzde 10 büyüme ortalamasını tutturarak 2000 yılında İtalyayı, 2005te Fransayı, 2006da İngiltereyi, 2007de Almanyayı ve 2009da Japonyayı geçerek dünyanın ikinci büyük ekonomisi oldu.
9,6 milyon kilometrekarelik yüzölçümü ile kıyaslandığında Çinin doğal kaynaklar açısından zengin sayılamayacağı söylenebilir. Hızlı büyüyen ekonominin ihtiyaçlarını karşılamak üzere doğal kaynaklarını büyük miktarlarda üretmekle birlikte pek çok alanda büyük bir hammadde ihtiyacına sahip bir ekonomi konumunda. Çinin kömür rezervleri dahi onu dünyada ancak üçüncü sıraya koyuyor. Bu durum Çinin dış ticaretteki geleceği açısından akılda tutulmalıdır.
Çinin ihracatı incelendiğinde, 2010da 1,75 trilyon dolar olan ihracatın 2015 yılında 2,37 trilyon dolara yükseldiği ve bunun yüzde 48ini makineler, yüzde 13ünü giyim ve tekstil, yüzde 8,7sini metaller ve mineraller, yüzde 5ini kimyasal ürünler, yüzde 4ünü taşıtlar, yüzde 4ünü plastik ürünler ve yüzde 3ünü aletler oluşturduğu görülüyor.
Çin en çok ihracatı ABD (yüzde 19), Hong Kong, Japonya, Almanya, Güney Kore, Meksika, İngiltere, Hindistan, Kanada ve Vietnam ile gerçekleştiriyor.
Çinin ithalatına bakıldığında ise, 2010 yılında 1,1 trilyon dolar olan ithalatın 2015 yılında 1,27 trilyon dolara geldiği görülüyor. Çinin en büyük ithalat kalemi yüzde 32,5 ile mineral ve değerli metaller de dahil olmak üzere metal hammaddeler. Bunu yüzde 25 oranıyla makineler, yüzde 13 ile taşıtlar ve aletler, yüzde 8 ile kimyasal ürünler, yüzde 5 ile plastik ürünler, yüzde 8 ile hayvansal ve bitkisel ürünler takip ediyor.
Çin en çok ithalatı ABD, Güney Kore, Japonya, Almanya, Avustralya, Hong Kong, Malezya, Brezilya, Singapur ve Rusya ile yapıyor.
Çin 2011de ABDye karşı 275 milyar dolar ve Avrupa Birliğine karşı 92 milyar dolar dış ticaret fazlası verdi. Benzer şekilde Meksika, Hindistan, Kanada ile birlikte İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Türkiye gibi ülkelere karşı bakıldığında da 20 ile 35 milyar dolar arasında dış ticaret fazlası bulunuyor. Bununla birlikte Güney Koreye 88, Tayvana 87, Malezyaya 37, Avustralyaya 35, Almanyaya 32, Suudi Arabistana 30 ve Japonyaya 21 milyar dolar ticaret açığı verdi.
Çinin dış ticaret rakamlarında dikkat edilmesi gereken bir husus da Çinde yapılan üretim sırasında yaratılan katma değerin aslında çok düşük olması ve bunun dış ticaret istatistiklerine yansımaması. Bir hesaplamaya göre, Çinde üretilen iPhone ürünlerinden Çinin ABDye karşı sağladığı dış ticaret fazlası 13 milyar doları geçiyor. Ancak, aynı hesaplamayı yaratılan katma değerler üzerinden yaptığınızda ABD sadece Çine karşı iPhone ürününden 7 milyar dolardan fazla ticaret fazlası veriyor. Bunun nedeni Çinde yapılan üretimin iPhone ürünlerinin toplam maliyeti içindeki payının sadece yüzde 4 olduğu ve bu ürünlerin yarattığı katma değerin en fazla yüzde 10u Çinde kaldığı halde ürünün tüm maliyetlerinin Çinden ABDye ihraç edilirken fiyatın içinde kalması.
Çindeki yabancı sermaye yatırımlarına bakıldığında 2016 yılında yatırım stoku 2,9 trilyon dolara yaklaşmış durumda. Çine 2005 ile 2008 arasında her yıl ortalama 140 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım yapılırken 2009da yaşanan yüzde 25lik düşüş ertesi yıl toparlandı. 2010dan 2013e gelindiğinde yıllık doğrudan yabancı yatırım miktarı rekor düzey olan 291 milyar dolara gelirken ardından başlayan düşüşle birlikte 2016da ise 2008deki düzeye kadar geriledi. Bu iki dönem arasında doğrudan yabancı yatırımlar yüzde 40a varacak şekilde azalmış oldu.
2016da Çine yapılan yabancı yatırımların yüzde 69u Hong Kong üzerinden geldi. Bunun dışında yüzde 5 Singapur, yüzde 4 Güney Kore, yüzde 3er ABD, Macao, Tayvan ve Japonya, yüzde 2şer Almanya ve İngiltere ile yüzde 1 Lüksemburg diğer yatırımcı ülkeler oldular. Bu yatırımların yüzde 43ü imalat, yüzde 21i emlak, yüzde 6sı hizmetler, yüzde 6sı toptan ve perakende ticaret ile yüzde 2si ulaşım ve haberleşme sektörüne yapıldı.
Çin yabancı ülkelerde 2005 ile 2013 yılları arasında yıllık ortalama 45 milyar dolar doğrudan yatırım yaparken bu tutar 2014-2016 yılları arasında yıllık ortalama 170 milyar doları geçmiş durumda. Çinin doğrudan yatırım stoku 1,3 trilyon doları buluyor.
Çinin 2004-2010 arasında yaptığı yurtdışındaki yatırımları ise en çok 140 milyar dolar ile Hong Konga, 27 milyar dolar ile Cayman Adalarına, 14 milyar dolar ile Virgin Adalarına, 7 milyar dolar ile Avustralyaya, 6 milyar dolarla Güney Afrikaya, 5 milyar dolarla Singapura, 3,5 milyar dolarla ABDye, 3 milyar dolar ile Kanadaya, 2,5 milyar dolar ile Rusyaya ve 1,6 milyar dolar ile Myanmara gitti.
Çin Forbes dergisinin dünyanın en büyük 2 bin şirketini gösteren listesinde 263 şirketle temsil ediliyor. Bunların arasında hizmet, inşaat, sigorta, madencilik, ev eşyaları, büyük bankalar, emlak ve bölgesel bankalar sektörlerinde dünyanın en büyük şirketleri Çinli firmalar. Ancak bunların Çinin büyük nüfusu ve yüzölçümü düşünüldüğünde çok şaşırtıcı sayılmaması gerekir.
Bu ileti en son melnur
tarafından 01.10.2017- 13:00 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Çine bakarken sosyalizmden devralınan planlamanın bu ülkenin ekonomik kalkınmasına katkı sunduğunu görmek gerekiyor. Bu haliyle son birkaç yılda büyüme oranının düşürülerek daha niteliksel bir hal almasına öncelik verilmesinin diğer kapitalist ülkelerden daha etkili sonuçlar doğurabileceği düşünülmelidir. Benzer şekilde Tek Kuşak Tek Yol projesinin de hayata geçtikçe Çinin etkisini arttıracağı bilinmelidir. Dolayısıyla karşımızda ABD liderliğindeki emperyalist sistemde alternatif bir kutup yaratmaya ya da hiyerarşiyi değiştirmeye en yakın aday olduğunu biliyoruz.
Çinin iktisadi verileri bize Rusyadan farklı olarak sanayi odaklı bir ekonomiyi gösteriyor. Ayrıca Çinin gelişen sanayisi ve elindeki görece az hammadde kaynakları düşünüldüğünde Çinin iddialı ekonomik büyümesini sürdürmek için hammaddelere sürekli erişimini sağlamak gibi bir zorunluluğu bulunuyor. Bu durum Çinin dünya ticaretinin serbestleşmesi ve yeni ticaret anlaşmalarında çıkarlarının önümüzdeki dönemde daha fazla tartışılacağını da gösteriyor. Çinin yurtdışındaki yatırımlarının da esasında bu hammadde ihtiyacını karşılamaya yönelik olduğu tahmin edilebilir.
Çinin bugüne kadarki ekonomik büyümesinin esas olarak ucuz ve devasa işgücü ile dev bir fabrika haline gelmesine dayandığı da görülebilir. Ancak iktisadi verilerin daha derinlemesine incelenmesi gerektiği de yukarıdaki iPhone örneğinde açıkça görülüyor. Çin, yüksek teknolojili ürünlerin yarattığı değer önemli ölçüde az olan montaj işlemlerini yerine getiren sanayisi ile emperyalist ekonomilerle gerçekten rekabet edebilecek nitelikte olmadığı açık olmalı.
Bununla birlikte, niteliksel büyümeyi öncelemek için büyüme oranını aşağıya çekmek, Tek Kuşak Tek Yol projesi ve Yuanın uluslararası para birimi olması için son yıllarda gösterilen tercihler Çinin planının iktisadi göstergelerini bu rekabete hazırladığını açıkça ortaya koyuyor.
Çinin en büyük gücünün 1,4 milyarlık devasa nüfusu olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu toplamda devasa bir iç pazar sağlarken dış dünyada rekabete hazırlayıcı da sayılabilir. Çinin nüfus yapısını sağlıklı tutmak için tek çocuk politikasını da ikinci çocuğa izin verecek şekilde gevşettiğini söylemek gerekiyor.
Elbette bu devasa nüfus bir yandan da sorunlar biriktiriyor. Çinde bir eksik istihdam sorunu yaşanıyor. Düşük ücretler, esnek istihdam modelleri gibi nedenler ciddi bir işsizlik olasılığını barındırıyor. Ayrıca tek çocuk politikası nedeniyle yaşlanan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak kadar genç ve çalışabilir nüfus bulunmaması riski de bulunuyor.
Bunun yanı sıra özellikle enerji ihtiyacı ve karbon salınımlarının azaltılması gerekliliği Çin ekonomisini zorluyor. Dahası, Çin ekonomisinin yüksek büyüme oranlarının sürdürülebilir halde tutulması için gereken finansman ihtiyacı da büyüyor. Çinin yabancı rezerv varlıkları ve özellikle ABDye verdiği borçlar dışında son birkaç yıldır sermaye ihraç eder bir konumda olsa da doğrudan yatırım stoklarının da gösterdiği gibi henüz yolun başında olduğu açık.
* * *
Çinin öncülüğünde yürütülen Tek Kuşak Tek Yol altı kara ulaşımı koridoru ve bir deniz yolunu öngörüyor. Bunlar, Batı Çinden Batı Rusyaya uzanan Yeni Avrasya Kara Köprüsü, Kuzey Çinden Doğu Rusyaya uzanan Çin-Moğolistan-Rusya Koridoru, Batı Çinden Türkiyeye uzanan Çin-Orta Asya-Batı Asya Koridoru, Güney Çinden Singapura uzanan Çin-Çinhindi Yarımadası Koridoru, Güney Çinden Myanmara uzanan Çin-Myanmar-Bangladeş-Hindistan Koridoru ve Güney ve Batı Çinden Pakistana uzanan Çin-Pakistan Koridoru ile Çin kıyılarından Singapur üzerinden Akdenize uzanan Deniz İpek Yolundan oluşuyor.
Bu amaçla ABD ve Japonya dışında hemen her ülkenin halihazırda üye olduğu veya üye olması beklenen 100 milyar dolar sermayeli Asya Altyapı Yatırım Bankası (AAYB) ile ayrıca 40 milyar dolarlık İpek Yolu Fonu kuruldu. AAYB, kurulur kurulmaz Tacikistan, Bangladeş, Pakistan, Endonezya, Pakistan, Myanmar, Umman ve Azerbaycanda 1,73 milyar dolarlık projeye finansman sağlamış durumda.
Tek Kuşak Tek Yol projeleri kapsamında 4 ile 8 trilyon dolar arasında altyapı yatırımı yapılması bekleniyor. Bu projelerin Asyanın ve dünyanın ekonomik yapısını değiştireceği kesin olmakla birlikte Çinin etkinliği ve amaçlarının belirleyici olacağı söylenebilir. Bu bağlamda, Çinin uzun vadeli hedefleri açısından fikir verdiği söylenebilir. Ayrıca Çinin finansal sermayesinin dünyaya açılmasının da bu projeyle birlikte ete kemiğe bürüneceği söylenebilir.
* * *
Çinin dış politikasına kısaca göz atıldığında Tayvanın en temel sorunlarından biri olduğu görülüyor. İç Savaş sonrası milliyetçilerin elinde kalan tek yer olan bu ada üzerinde kurulu Çin Cumhuriyeti 1971e kadar tüm Çinin temsilcisi kabul edilirken bugün artık Çin Halk Cumhuriyeti bu statüye sahip. Çinin ayrıca başta Hindistan, Vietnam ve Japonya olmak üzere neredeyse tüm bölge ülkeleriyle sınır ve münhasır ekonomik alan sorunları bulunuyor.
Çin, Afrika, Asya ve Pasifik bölgesinde etkisini arttırmayı sürdürürken Rusya ile stratejik bir ilişki geliştiriyor. Ancak ne Rusya ile ne de diğer ülkelerle ilişkileri emperyalist Avrupa Birliği ve NATO gibi bir işbirliği düzeyine erişmiş değil. Bununla birlikte Çinin Pakistan gibi ABDnin etkin olduğu kimi ülkelerle ilişkilerinin son yıllarda fazlasıyla geliştiği görülüyor.
Bununla birlikte son dönemde Kore Yarımadası, Güney Çin Denizi ve Myanmarda yaşanan bölgesel gerilimler ile Hindistanla yaşanan sınır gerginliği gibi başlıkların Çini kontrol altında tutmak üzere ABD tarafından kaşındığı da görülüyor.
Öte yandan Çinin yumuşak karnını ordusu oluşturuyor. Teknolojik yeterliliği kuşkulu olmakla birlikte giderek kendi askeri sanayisine dayanan Çin ordusunun 15-20 yıl içinde ABD ordusunun becerilerine ulaşabileceği ileri sürülse de bunun şimdilik kolay olmadığı da söylenmeli.
* * *
Tüm bu açıklamalar ışığında Çinin gelecek vaat eden bir odak olduğu tartışmasız olmakla birlikte emperyalist olarak değerlendirilmesi için henüz çok erken olduğu rahatlıkla söylenebilir. Son dönemde ABD ile yaşadığı gerginliklerin sona ereceğini söylemek mümkün olmasa da sonuç olarak bu gerginlikte ABDnin başka güçleri kendi düzeyine yaklaştırmama politikasının mı Çinin ekonomik büyümesinin mi galip geleceğini zaman gösterecek.
Çinin emperyalist sisteme liderlik etmesinden çok ayrı bir kutup oluşturma potansiyelinin daha öne çıktığı görülüyor. Bunun ötesine geçen analizler ise ancak ABDyi yerinden etme telaşıyla uydurulan masallar olabilir.
"Lenin’in emperyalizm teorisi için en çok söylenebilecek niteliklerden biri, süper, ultra gibi adlarla anılan emperyalizmin kendi içerisindeki çıkar çatışmaları ve çekişmeleri bütünüyle yok saymaya varan tezlerle olan hesaplaşmasıdır. Lenin için bir hiyerarşi yoktur, güçleri farklılaşan emperyalist güçler vardır."
En başında kısaca yazalım. Yunanistan Komünist Partisi, Pire Limanı’nın bugün %67’ye ulaşan payının Çin devlet şirketi COSCO’ya satılmasından bu yana bu özelleştirme ile mücadele etmenin yolunu Çin’i emperyalist ilan etmekte buldu.
Benzer şekilde Rusya doğalgazının Yunanistan üzerinden taşınması ihtimalleri konuşulmaya başlandığında ise bu kez emperyalist sayılma sırası Rusya’ya gelmiştir.
Bu yaklaşımdaki “yabancılık” unsurunun doğrudan “emperyalizm” tartışmasının bir unsuru sayılmasından başlayarak bir dizi sorunu barındıran bu yaklaşımın teoriden kopukluğunun en güzel örneklerinden birisi ise Türkiye’de Komünist Parti’nin 2017 yılında yayınladığı konferans raporundaki Lenin’in emperyalizm teorisini ters yüz eden ve meseleyi bir siyasi soruna indirgeyen yaklaşımda görülmüştü.
* * *
Buradan ilerlerken not etmek gerekir ki, emperyalizm “hiyerarşik bir sistem” değildir. Emperyalist hiyerarşi, reel sosyalizm ile mücadele ve “Soğuk Savaş” döneminde kurulan ittifaklar bağlamında ortaya çıkan bir anomalidir. Bir tür tarihsel çıkarların belirlediği kapitalizmin doğasına aykırı “zorunlu işbirliği”nin sonucudur.
Lenin’in emperyalizm teorisi için en çok söylenebilecek niteliklerden biri, süper, ultra gibi adlarla anılan emperyalizmin kendi içerisindeki çıkar çatışmaları ve çekişmeleri bütünüyle yok saymaya varan tezlerle olan hesaplaşmasıdır. Lenin için bir hiyerarşi yoktur, güçleri farklılaşan emperyalist güçler vardır.
Emperyalizm ne hiyerarşik olmak zorundadır ne bir “dünya sistemi”dir. Kapitalizmin belli bir gelişkinlikte ve belli özellikleri olan en yüksek aşamasıdır. Farklı sermaye gruplarının ve bunların devletlerinin birbirleriyle sürekli bir rekabet, çekişme ve çatışma içerisinde oldukları bir kaotik durumdan sistem ve hiyerarşi çıkmaz.
Bu emperyalizmin tarihini tam olarak kavrayamayan veya yok sayan bir yanlış değerlendirmenin ürünüdür.
* * *
Bu yanlışlardan arınarak sağlıklı bir değerlendirme yapmak gerekir. Bu nedenle Çin’i değerlendirirken bazı kritik soruların cevaplanması gerekiyor.
Bunların en başına Çin’in 1990’da kişi başına 300 dolar olan gelirini bugün 10 bin dolara taşırken başarı kapitalizmin midir? Böyle diyeceksek iki sorunun daha cevabını vermek gerekir.
Birincisi, kapitalizm neden başka ülkelerde benzer sonuçların ortaya çıkmasını sağlamamıştır? İkincisi ise planlamanın etkileri, üretim araçlarında özel mülkiyetin payı ve bunların büyümeye katkıları ile kamusal mülkiyetin payı ve bunların büyümeye katkıları arasında bir kıyas yapınca ne gibi sonuçlarla karşılaşıyoruz?
Tarihsellik diyeceksek hiçbir zaman kapitalistleşmemiş bir toplumun sosyalizme geçerken izleyeceği yolun 1917 Rusya’sı gibi bölgesel de olsa kapitalizmin gelişkin halde var olduğu veya günümüz Türkiye’si gibi kapitalizmin gelişkin halde tüm ülkede egemen olduğu örneklerle aynı şekilde olacağını söylemek mümkün müdür?
Emperyalizmi sadece yabancılık unsuru üzerinden ele almaya varacak bir noktaya varmayı hangi teorik temele dayandıracağız?
Sosyalist kuruluş aşamalarında kapitalizme alan açılmasının büsbütün karşısında mıyız?
* * *
Çin’in başlı başına bir model olduğunu tartışmaktan ziyade Çin’i bekleyen tehlikeler ile birlikte Çin’e özgü sosyalizm, 21. yüzyıl sosyalizmi iddiası ile uyumluluğu incelemenin daha verimli ve ileride tüm devrimler yönünden önemli olan sorulara cevap bulmak için bu yaklaşım çok daha sağlıklı olacaktır.
Çin’e eleştirel yaklaşmakla onu emperyalist saymak arasında büyük bir açı vardır. Dahası Çin’in iddiasının sosyalizmi kurmanın daha ilk adımlarını atmaktan ibaret olduğu bugün Çin’in kapitalist olup olmadığını tartışmak da yararlı ve ilerletici değildir.
Dahası emperyalizmin kapitalist dahi olsalar emperyalist olmadıkları açık olan Çin ve Rusya’ya karşı müdahale ve saldırganlıklarını da doğru şekilde konumlandırmak için bu tartışmanın teorik çerçevesinin doğru çizilmesi gerektiği tartışmasızdır.
* * *
Dünya bir kez daha emperyalist rekabetin gerilimlerine doğru ilerlerken yanlış sularda vakit kaybetmemek gerekiyor.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.