TKH Ekim devriminin yıldönümünde bir Stalin dosyası oluşturmuş. Güzel, yararlı ve gerekli yazılar var. Stalin hala bir kısım (sözde) solcular tarafından tu kaka ilan edilmiş ya, umarım bu tür yayınlar ve bilgiler bu önyargının değişmesine neden olur.
Staline saldırmanın dayanılmaz hafifliği
PUSULAda bu hafta Stalinin tarihi değerini değerlendiriyoruz.
2. Dünya Savaşı sırasında Time dergisi tarafından Yılın Adamı seçilen ve Batıda Joe Amca diye anılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin ve Büyük Yurtseverlik Savaşının önderi Josef Stalin sosyalizm tarihinde özel bir yere sahip. Tarihin en uzun ömürlü işçi devletini ortaya çıkartan Bolşeviklerden biri olan Stalin uzun bir süredir hakkında yürütülen kara propagandayla anılıyor.
Büyük Ekim Devriminin 100. yılında Batıda uyduruk bir kara mizah filmiyle gündeme getirilmeye çalışılan sosyalizmin bu büyük önderini ne bu karalamalar ne de Hruşçovun Gizli Konuşması açıklayamaz.
PUSULAda bu hafta Büyük Ekim Devriminin 100. yılı nedeniyle Stalini anıyoruz. Joe Amcayı hatırlamak başlıklı dosya yazımızın yanı sıra Stalinin ne yaptığı ele alan Gürkan Erenin Stalin tarihin turnusol kağıdıdır, kişilik kültü meselesini değerlendiren Orhan Denizin Mevzu Stalin değil ve Troçki ile Stalin arasındaki ilişkileri anlatan M. Balkarın Tek ülkede sosyalizm ve Troçkinin yanılgısı başlıklı yazılarla bu hafta Stalinin neden hedef alındığını değerlendiriyoruz.
Bu yıl 100. yıldönümünü kutladığımız, sosyalizm mücadelemizde yaktığı ışıkla yolumuzu aydınlatan Büyük Ekim Devrimi, hiç şüphesiz bugüne kadar sınıflar mücadelesinde işçi sınıfının taktığı en büyük, en görkemli taçtı. Gerek öncü partinin (Bolşeviklerin) verdiği siyasi-ideolojik-örgütsel mücadele, gerekse işçi sınıfının verdiği toplumsal siyasi mücadele Ekim Devriminin öncesi ve sonrasıyla (iktidarın alınışı ve sosyalizmin kuruluşu) bir yığın derslerle, örneklerle doludur.
Bu örnekler ve dersler sosyalist iktidar mücadelesi veren bugünün komünistleri için elbette her şeyden önemlidir. Ama tarih elbette sınıflar mücadelesi tarihi olsa da, bu tarihi mücadelede kimi figürler-kişilikler vardır ki, ürettikleriyle, kararları ve kararlılıklarıyla, yapıp ettikleriyle sosyalizmin iktidar mücadelesine yön vermişlerdir. Bizler için Leninden sonra adını altın harflerle tarihimize yazdıran bu kişi elbette Josef Stalindir.
Karşıt ideolojik cephedekiler tarafından, yani emperyalist-kapitalist dünyanın ideologları ve Stalinin partideki önderliğine karşı muhaliflerince Stalin, cahil, kaba, despot, diktatör olarak konumlandırılıp bunun propagandası yapılırken, Sovyet insanı ve halkları içinse Stalin güçlü ve kudretli sosyalist devletin yansıması, faşizm karşısında büyük bir kurtarıcı, bir baba olarak cisimleşmiştir. Bu, tarihin gerçek aynasında da böyledir.
SSCBnin inşasına önderlik
Ekim Devrimine kadar pratiğin zahmetli yollarında görevler üstlenen Stalin, 1912 yılında Merkez Komitesine girmiş ve 1922-1953 yılları arasında Sovyetler Birliği Komünist Partisinin liderliğini üstlenmiştir. Lenin ölümünden sonra üstlendiği bu görevi yerine getirirken, Leninin karizmatik lider boşluğunu doldurabilmiş olsa da Leninin parti içindeki çeşitli eğilimlerin bir arada duruşunu sağlayan tutkal etkisini ise koruyamamıştır.
Ancak bu durum da ideolojik karşıtlarının iddia ettikleri gibi onun kişilik özelliklerinden, kişisel zafiyetlerinden ötürü değil esasında nesnel şartların ve değişen koşulların gerekliliklerince şekillenmiştir. Nitekim devrim artık gerçekleşmiş, siyasal iktidar alınmış ancak artık proletaryanın diktatörlüğünde yeni bir toplumsal düzen inşa edilmek, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin bir işçi devleti olarak ayakları üzerinde kurulmak zorunluluğuyla karşı karşıya gelinmiştir. Hem kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm çağında tek ülkede sosyalizm savunulmaya çalışılırken, hem de Ekim Devrimi sürecinde de en temel sorunların başında yer alan toprak-tarım sorununa ve ulusal soruna çözüm yolları ararken.
Bu sert ve çetin yol, sert ve çetin kararların alınmasına ve bu kararları uygulanmasını sağlayabilecek sertlik ve çetinlikteki bir parti iradesine, dolayısıyla onun liderliğine ihtiyaç duyurmuştur. Stalinin liderliği entelektüel karşıtları, hasımlarınca sık sık teoriden uzak olmak, cahillik, kabalık ve mekaniklikle kıyasıya eleştirilmiştir.
Oysa kuruluşun sancıları daha çok somut sorunların pratik, reel çözümlerinde karşılığını buluyor, Parti içinde artık kaçınılmaz hale gelen ve 1924 yılıyla birlikte başlayan tasfiye hareketleri örgütsel çözümleri dayatıyordu. Stalin başta proletarya diktatörlüğünün inşası, tek ülkede sosyalizmin savunusu, ulusal sorun ve tarım sorununa ilişkin attığı her pratik adımda geçmişteki teorik mirasın kalkış noktalarına kıskançlıkla sadık kalmış, çözümlerini neden-sonuç bağlamında ortaya koymuştur. Belki de bundandır ki ilk işçi iktidarının hızlı düşünüp karar verebilen, sezgileri güçlü bir önderi ve halk adamı olabilmiş, Sovyet halkları da onda kendini görebilmiş, onun koruyuculuğu ve kolaycılığına güven duyabilmiştir.
Sosyalist devletin başarıları
21 Mart 1921de yürürlüğe konulan Yeni Ekonomi Politikası (NEP), 1925 yılında Stalin önderliğinde yürürlükten kaldırılmıştır. Staline göre NEP döneminde sosyalist devletin mutlaka gerçekleştirmesi gereken sanayileşme hamlesi için ihtiyaç duyduğu sermaye birikimine kavuşmuş, kırdaki köylü isyanları sona ermiş, uluslararası tecrit zayıflamıştı; aksi halde geçici olarak düşünülen bu programın devamı kapitalist ekonomiye ait uygulamaları ile son verilmek istenen sınıfsal çelişki ve karşıtlıkları başka düzlemlerde yeniden üretmeye devam edecekti.
Programın yürürlükten kaldırılmasından sonra izleyen yıllarda sosyalist devlet dev sanayi atılımlarını gerçekleştirdi, kentsel altyapıda ve elektrifikasyonda çok büyük yol kat edildi ve beş yıllık kalkınma planlamalarıyla muazzam bir ekonomik-sosyal ilerleme görüldü. Her alanda üretilen kolektif zenginlik merkezi planlamalarla topluma pay edildi.
Öte yandan NEPten sonra kolektif çiftlikler (kolhoz) oluşturularak kırdan kente yönelen işçi göçü durduruldu, kırsal kalkınma sağlanabildi. Kentsel alanda olsun kırsal alanda olsun yeni bir işçi sınıfı yaratılmaya başlandı, Sovyet işçisinin en büyük değer ve erdemi emek bilinci, çalışma ve fedakarlık oldu. Kuruluşun ilk yıllarındaki emek üretkenliğindeki düşüklük böylece ortadan kaldırılabildi.
Bu ekonomik hamlelerin elbette ki siyasi ve ideoloji boyutları da vardı. Sosyalizmin ilerleyebilmesi için kırdaki en önemli engel olan din ve dinci ideolojilerle de kora kor mücadele edildi. 1936ya kadar yaşanan yoğun ve köklü sıçrama aynı zamanda Sovyet toplumunu ve işçi devletini faşizmin saldırısına karşı da dolaylı olarak hazırladı.
Nazizmi ezen Sovyet halkının başkomutanı
Hiç şüphesiz ki 2. Dünya Savaşının esas hedefi SSCB idi. Stalinin de en başından, Hitlerin Almanyada iktidara geldiği günden, beri gördüğü gerçek paylaşılacak şeyin Sovyet toprakları, anayurt olduğuydu. Stalin, bu kez de, tüm Sovyet halklarını büyük anayurt savunması etrafında biraya getiren, kenetleyen bir başkomutan olarak parladı. Savaş sırasında Kızıl Ordu ve Sovyet toplumu yeniden şekillenir. Sovyet halkı önderliğin ne yaptığını bildiğine güvendiği için direnir. Öyle ki bu şanlı direniş 20 milyon Sovyet vatandaşının hayatını kaybetmesine rağmen faşizmin mutlak yenilgisiyle sonuçlanır.
Tüm bunda insanlara sonsuz güven veren Stalin yoldaşın rolü büyüktü. Sovyetler, karşı taarruzuyla Nazi işgalinden kurtardığı ülkeleri önce emperyalizmin etkisinden kurtardı sonra da sosyalist kuruluşlarına başladı. Önder yine Stalindi.
Stalinden arınmak
Savaşın sona ermesinden sonra kapitalist-emperyalist kutup, sosyalizmi seçen ya da sosyalizme yönelen ülkelere karşı ve onların iktisadi-sosyal-ideolojik ana dayanağı olan SSCBye ve onun önderi Staline karşı amansız bir ideolojik saldırıya geçti. Sözde özgür dünyaya Avrupanın doğusundaki sosyalist blok, demir perde olarak, proletaryanın diktatörlüğü ve Stalinin önderliği ise demir yumruklu diktatör olarak propaganda edildi. Fakat yine de bir süre daha Sovyet halklarının yükselişi engellenemediği gibi, ne işçi sınıfının mücadelesindeki artış ve kazanımlarının ne de dünyada sosyalizme yüzünü dönen halkların artışının da bir süre daha önüne geçilemedi.
Stalinin 1953 yılındaki ölümünden 3 yıl sonra 1956da partinin 20. Kongresinde Hruşçovun konuşmasıyla bu kez içeride SSCBnin kalbinde ideolojik bir saldırı başladı: Destalinizasyon kampanyası. Bu kampanyanın özü Sovyet toplumuna kendisine çeyrek asırdan fazla önderlik etmiş bir insanı gündem dışı bırakmaya, unutturmaya çalışmak, sihirli sözü ise kişi putlaştırmasına son vermekti.
Hruşçov ile elbette hemen kapitalistleşme başlamadı, ama merkeziyetçilikten vazgeçilmesiyle bölgesel eşitsizlikler artmaya başladı, devlet çiftlikleri tasfiye edildi, sonuçta kuruluş büyük bir kesintiye uğradı. Yürütülen destalinizasyon kampanyası ile hem parti temellerinden sarsıldı, hem de SSCB vatandaşlarının ideolojik belirlenimleri sarsıldı. Toplumun siyasi-ideolojik dengeleri altüst edildi.
Bu, ileride etkili olacak karşı-devrim için altyapı oluşturacak, karşı devrimci sürecin işini kolaylaştıracaktı. Takip eden Brejnev dönemiyle birlikteyse Sovyet işçi sınıfının sosyalizm kavgasına yabancılaşması devam etti.
Sonuçta tarihte görülen ilk işçi devletinin kurucusu ve liderine dönük ihanet, Ekim Devrimine ihanete döndü, 1985te Gorbaçovun glasnost ve perestroyka girişimleri ile SSCB dağılana kadar bu süreç işledi ve ardından kapitalizm muzaffer ilan edildi.
Sovyetler Birliğinin yıkılışı üzerinden 26 yıl Stalinin ölümünün üzerinden 64 yıl geçmesine rağmen sermaye sınıfının sosyalizm düşmanlığı Stalin karşıtı propagandayla sürüyor. Bu saldırırlar yalnızca sermaye sınıfın kalemşorlarından değil aynı zamanda soldan devşirilen kimi yazarlarca da sürdürülüyor. Sosyalizm karşıtlığı Stalin karşıtlığı ile cisimleşiyor.
1917 Ekim Devrimi insanlığın sömürüsüz, savaşsız, eşit ve özgür toplum hayalinin en önemli adımıydı. Ekim Devrim tüm dünyada yeni bir pencere açmıştı. Stalin, devrim öncesinde ve sonrasında, iç savaşta ve NEP döneminde sosyalist toplumunun kuruluşunda önemli görevler üstlendi.
Lenin yaşamını yitirmesinden sonra Sovyetler Birliğinin kuruluş sürecinde Stalinin sorumluluğu daha fazla artmış, sosyalist toplumunun kuruluşunu üstlenmiştir. Stalin kuruluş sürecinde planlı ekonomiye geçiş, tarımda kolektivizasyon ve endüstrileşme adımları ile Sovyetler Birliğinin temel taşlarını döşemiştir.
1929 yılı, on yıla yakın bir süre uygulanan NEP politikasının sonuna doğru geliş ve tarımda kolektivizasyon sürecinin başlangıcı olmuştur. Savaş sonrası geçici olarak uygulanan NEP politikası köylülük içinde zengin bir kesim yaratmış ve yoksul köylülük üzerinde baskı kurmuştu. Kolektivizasyonun ana amacı işçi sınıfı iktidarını korumak ve sosyalizmi Sovyet topraklarında sağlamlaştırmaktı. Aynı zamanda, kolektivizasyon süreci kent ile kır arasında oluşan çelişkilerinde azalması yönünde katkısı oldu.
1929 yılında, dünyanın çoğu sanayileşmiş ülkesinde büyük yıkımlar yaratan Büyük Buhran da yaşanmıştır. Bu kriz nedeni ile insanlar büyük oranda işsiz kalmıştır. Tam tersi şekilde kriz yıllarında Sovyetler Birliğinde ise hızlı bir sanayileşme ve gelişme yaşanmıştır. Bu tablo da kapitalist üretim biçimi ile sosyalist planlı üretim biçimi arasında ki farkın en somut göstergelerinden biri oluyor.
Kolektivizasyon süreci aynı zamanda burjuva liberaller tarafından Staline yalanlar ile saldırmak için kullanmaya çalıştıkları bir argüman. Bu yalanların en popüler olanı; Sovyetler Birliğinin, kıtlık oluşturduğu ve milyonlarca insanı açlıktan öldürdüğü yalanıdır.
Tasfiyeler neydi?
Liberallerin en çok kullandığı bir diğer yalan ise Stalinin siyasi tasfiye sürecinde milyonlarca insanı sürgüne gönderdiği veya idam ettiğidir.
1937 yılında başlayan bir siyasi tasfiye süreci yaşandı fakat bu liberallerin anlattıkları şekilde gerçekleşmedi. 1937 yılında ki tasfiyeler kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşmek zorundaydı. Parti içinde sağ bir eğilim bulunmaktaydı ve bu eğilim faşizmin yükselmesi ile birlikte harekete geçme tehlikesi barındırıyordu. Parti içindeki Troçkist ve sağ eğilim, Sovyetler Birliği içerisinde sabotaj eylemleri ve Sovyetlere karşı emperyalist ülkeler ile işbirliği yapacak kadar tehlikeli bir konumda bulunuyorlardı.
Savaş öncesi bu tehlikenin ortadan kaldırılması ve sosyalizmi korumak için birçok duruşma yapıldı. Bu yargılamalar esnasında birçok kişi sosyalist vatana karşı ihanet ettiklerini itiraf etmek zorunda kalmıştı. Eğer 30lu yıllarda bu yargılamalar yapılmasaydı, Sovyet Birliği savaşta çok büyük kayıplar verebilirdi.
1939 yılında, sonucunda milyonlarca insanın hayatını kaybedeceği 2. Dünya Savaşı başladı. Stalin, kaçınılmaz olan savaşın yıkıcı etkilerinden Sovyetler Birliğini kurtarmak için, Almanya ile saldırmazlık anlaşması imzaladı. Bu anlaşmanın temel sebebi savaşı Sovyetler Birliğinden uzak tutmak ve savaş hazırlığı için gerekli zamanı yaratmaktı. Sonuç olarak bu anlaşma Sovyetler Birliğine bir buçuk yıllık bir zaman kazandırmış oldu. Kazanılan bu zaman hayati bir öneme sahiptir, 1930lu yılların başında sanayileşmede büyük adımlar atan Sovyetler Birliği, 1939un ortalarından itibaren savaş hazırlıklarını yapmıştır.
Stalin, yapılan anlaşmaya rağmen, Hitler faşizminin Sovyetler Birliğine saldıracağını biliyordu. Sonunda 1941 yılında başlayan ve yaklaşık dört yıl sürecek olan, savaşın en büyük cephesi açılmış oldu.
Emperyalizmin yalancı dostluğu
Savaş süresince emperyalistler, Hitler faşizminin Sovyetler Birliğini yıkacağı beklentisi içinde oldu. ABD ve İngiltere, Sovyetler Birliği ile aynı tarafta olmasına rağmen, Sovyetleri rahatlatacak olan ikinci cepheyi açmak için savaşın sonuna kadar beklediler.
Sonuçta ortaya çıkan tablo emperyalistlerin beklentilerinin tam tersi şekilde oluştu. Stalin önderliğinde Sovyetler Birliği, Hitler faşizmini kendi topraklarından püskürtmüş ve Berline kadar kovalamıştı. Emekçi halklara büyük bedeller ödeten, milyonlarca insanın ölümüne sebep olan, onlarca kenti yıkan faşizm, sosyalizm tarafından büyük bir bozguna uğratılmıştı.
Savaş sonrasında, Stalin üzerinden Sovyetler Birliğine karşı kara propaganda kampanyaları devam etti. Siyasi, ideolojik ve ekonomik olarak ABDnin başı çektiği soğuk savaş döneminde, ABD içerisinde birçok Sovyetler Birliği yanlısı aydın, sanatçı tutuklanmış, ABD ve dünya basının da gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan haberler servis edilmiştir.
Bugün Sovyetler Birliği ve Stalin yok fakat hala burjuva kalemşorlar Sovyetlere ve Staline saldırmak için en ufak bir fırsatı daha kaçırmamaktalar. Çünkü, Stalin 1922 yılından 1953 yılına kadar Sovyet Birliğini büyük bir sanayi ülkesi haline getirmiş, tarımda kolektivizasyonu sağlamış ve dünya emekçi halklarını faşizmden kurtararak dünyanın büyük kısmında sosyalizmin bayrağının dalgalanmasını sağlamıştır. Tabi ki bunu tek başına Stalin başarmamıştır, Stalin gücünü partisinden, halkından almıştır.
Burjuva kalemşorlarının bugün hala Staline saldırmasının nedenleri bunlardır. Çünkü bilmek gerekir ki Staline yapılan saldırı Marksizme, Leninizme ve sosyalizme yapılmış bir saldırıdır. Burjuva kalemşorlar de bu bilinçle saldırılarını sürdürmektedir.
Stalin tarihin turnusol kağıdıdır, sizi işçi sınıfının penceresinden mi yoksa sermaye sınıfın penceresinden mi tarihe baktığınızı ele verir.
Hruşçov gizli konuşmasına başlarken, sunduğu raporun amacının Partinin bugünü ve geleceği için muazzam bir önemi olan bir sorunla ilgili olduğunu belirtir ve sorunu Stalin kültünün, parti disiplininde, parti demokrasisinde, devrimci yasallıkta giderek artan bir dizi bozulmanın belirli bir özel kaynağına dönüşen bu kültün, nasıl tedrici bir şekilde büyüdüğü sorunu şeklinde tanımlar.
Kişi kültü (ya da kişi putlaştırması) tartışması Hruşçovun konuşmasından önce de gündemdedir, ama yapılan gizli konuşma tartışmayı çok daha büyük ve tehlikeli bir evreye taşır. Hruşçov, Stalinin her şeyi gören, her şeyi düşünen, her şeyi yapabilen, davranışlarında yanılmaz olduğu varsayılan bir süper insan olarak yüceltildiğini, bunun kolektif parti liderliği ilkesine zarar verdiğini ve bunun henüz kavranamayan sonuçlar ortaya çıkardığını iddia eder ve Marxtan, Leninden örneklerle kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışır. Konuşmanın devamında özellikle 1930lu yıllardan sonra muhalefete karşı yürütülen mücadeleyle ilişkili yapılan uygulamalar gündeme getirilir ve tüm bunların Stalinle, Stalinin putlaştırılmasıyla ilişkisi kurulur, Stalinin Sovyetler Birliğini ilgilendiren bir çok kritik noktada çok büyük hatalar yaptığıyla ilgili iddialar sıralanır ve kişi kültünü yok etme çağrısı yapılır.
Stalin ne yapmış?
Peki, gerçekten Stalin kendisine yönelik bir putlaştırmayı desteklemiş, böyle bir putlaşmanın büyümesine izin vermiş midir? Bu soruya tarafsız bir yanıt verebilmek ne derece mümkün? Kendi adımıza bunun pek de mümkün olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Tarafsız yanıtlar aramaktansa, taraf olmaya neden olan koşulları, konulan hedefleri ve alınan sonuçları tartışmak daha doğru olacaktır.
Yani, Stalini, genç bir komünist olarak Rusyadaki devrimci harekete katıldığı günlerden, bir parti militanı olarak yerine getirdiği görevlerden, partinin içinden geçtiği zorlu dönemlerde sergilediği tavırlardan, sosyalist iktidarın korunmasından, ayakta kalmasından ve inşa edilmesinden, faşizmin yenilmesinden bağımsız, bunları gözardı ederek ya da Hruşçovun konuşmasındaki raporun amacı Stalinin bütün yaşam ve faaliyetlerini değerlendirmek değildir el çabukluğuna kanarak değerlendirmek büyük bir yanlış olacaktır. Stalinin kendisine yönelik yüceleştirme, putlaştırma vb. davranışlara karşı tutumunu gösteren çeşitli örnekler vardır.
Örneğin, en kritik makam olarak görünen Genel Sekreterlikten farklı zamanlarda istifa etmek ister, fakat bu talebi kabul edilmez. Ya da kendisini, kendisiyle ilgisi olmayan bir gösterinin önderi olarak tarif eden resme müdahale edip bu doğru değil diyerek basılmasını engeller. Kendisine mektup yazan bir parti üyesine, Şatunova, verdiği yanıtta Bana olan sadakatinizden söz ediyorsunuz. Belki bu tesadüfen kaleminizden dökülmüş bir ibaredir. Belki Ancak tesadüfi değilse size kişilere sadakat ilkesini terk etmenizi tavsiye ederim. Bu Bolşevikçe bir davranış değil. Sadakatiniz işçi sınıfına, onun partisine, onun devletine olsun. Bu gerekli ve iyi bir şey. Fakat buna kişilere sadakati, şu boş ve lüzumsuz allamece işleri karıştırmayın. uyarısını alenen yapar.
Benzeri örnekler çoğaltılabilir. Tersiyse, yani Stalinin kendisini yüceltip, etrafındakileri hor gördüğü örneklerse, ne Stalinli yılları yaşamış komünistlerin ne de o dönemlerde Sovyetler Birliğine gitmiş diplomat, gazeteci ya da sanatçıların aktarımlarında bulunmaz.
Gizli konuşma neye yaradı?
Stalin, Sovyetler Birliğinin ömrünün yarısına yakın bir süre en üstteki isim olarak görev yapmıştır ve sosyalizm karşıtı propagandanın da hedef tahtasına oturttuğu ilk isimdir. Stalin şahsında somutlaşan anti-sosyalist ve anti-Sovyetik propagandanın nirengi taşıysa Hruşçovun yaptığı konuşma olmuştur.
Hruşçovun böyle bir konuşmayı niye yaptığıyla ilgili çeşitli hipotezler vardır. Bunlar arasında, örneğin Hruşçovun Staline (ve diğer bazı parti yöneticilerine) kişisel bir kin beslediği, Hruşçovun aslında Buharinci örgütün bir üyesi olduğu ve kendini uygun koşulları buluncaya kadar sakladığı gibi iddialar da vardır, fakat bunların maddi olarak ispatlanmaları mümkün değildir (en azından şimdiye kadar bu yönde somut belgeler bulunmamıştır). Önemli bir diğer iddiaysa Hruşçovun bu konuşmayla parti içerisindeki konumunu sağlama almayı ve muhalifleri bastırmayı hedeflediğidir. Hruşçovun parti içindeki pozisyonu ve 20.Kongre sonrası gelişmeler gözönüne alındığında bu iddia daha mantıklı görülmektedir. Hruşçovun pozisyonunu güçlendirmek için Sovyetler Birliği tarihindeki en güçlü figüre saldırması akla yatkın bir hamledir.
Ama bu hamlenin sonuçları Hruşçovun boyunu fazlasıyla aşmıştır. Gizli konuşmanın ABD öncülüğünde başlayan Soğuk Savaşla zamansal örtüşmesi, Stalin döneminde yapılan yanlışlardan kurtulma adına içeride yapılan ekonomik ve politik hamleler hem uluslararası alanda hem de Sovyetler Birliği ülkelerinde sosyalizmin zarar gördüğü bir sürecin zeminini oluşturmuştur. Hruşçovun Staline yaptığı saldırının yarattığı asıl tahribat, iktidarın alınmasından faşizmin yenilmesine kadarki tüm olağanüstü dönemlerde tüm Sovyet halklarına güven verebilen, onları siyasal olarak yönlendirebilen bir önderliğe saldırılmasında aranmalıdır. Hruşçov, bilinçli veya değil, sosyalizmin çözülüşüne doğru giden yolun temelini atmış, Sovyet insanının aklını kuşatacak ideolojik saldırı için burjuvazinin eline muazzam bir koz vermiştir.
Gizli konuşmayla hızlanan Stalin karşıtı kampanya bazı başarılar elde etmiştir. Ama, dikkat çekicidir ki, özellikle eski sosyalist ülkelerde Stalin halen halkın en sevdiği liderler arasında olmasını değiştirememiştir. Neden mi?
Bugün hiç bir ses, Stalin dönemi konusundan son söz olarak kabul edilemez. Stalin, ancak tarih tarafından yargılanabilecek kimselerdendir; yaptığı işlerin asıl niteliği, gözden uzaklaştığı ölçüde aydınlık hale gelmektedir. Biz en azından şunu biliyoruz: 1928 yılında o, tek bir ülkede, düşman bir dünya ile çevrilmiş geri bir köylü ülkesinde sosyalizmi kurmaya başlamıştır. O işe başladığında Rusya, köylüydü, cahildi; bitirdiğinde ise, dünyanın ikinci büyük sanayi gücüydü. Ülkeyi iki kez kurdu: Hitler istilasından önce ve bir de savaşın yıkıntıları üzerine. Bu sonsuza dek onun hanesinde kayıtlı kalacak; bu işin mühendisliğini o yaptı. (*)
(*) Anna L.Strong, Stalin Dönemi
Yazı için ayrıca Grover Furrun Hruşçovun Yalanları kitabından ve Hruşçovun 20.Kongre Gizli Raporundan yararlanılmıştır.
Şöyle bir kabalaştırma yapılabilir: Lenin partinin ve devrimin önderi olarak öne çıkarken, Troçki kendisini Lenine eşdeğer Stalininse üzerinde bir konuma yerleştirir, Stalin ise kendini Leninin öğrencisi olarak gördüğünü sıklıkla ifade eder. Leninle Stalin en başından itibaren Bolşevik Partinin iki üyesi ve yöneticisidir. Troçki ise 1903teki ayrışmadan itibaren 1917ye kadar Menşeviklerle birliktedir, yıllar sonra bu durumu şöyle anlatır: 1903te sorunun tüm çıkış noktası Leninin Akselrod ve Zasuliçi yayın kurulundan çıkartma arzusundan ibaretti. Onlara karşı benim tutumum saygı doluydu ve kişisel bir etkilenme unsurunu da içeriyordu. ( )Leninle kopuşum ahlaki ya da hatta kişisel sayılabilecek zeminlerde yaşandı.
1917ye kadar Troçki ile Lenin (ya da Bolşevikler) arasında çeşitli polemikler yaşanır; tersinden de söylenebilir, Stalin ve Troçki arasındaki tartışmalar ve gerginlikler aslolarak 1917, hatta 1923, sonrası yoğunlaşır. Lenin-Troçki arasındaki polemiklerin içeriğini Leninin önerdiği parti modeline ve köylülüğe bakıştaki farklılık oluşturur. Troçki, Leninin tarif ettiği örgütü sekter bir örgüt olarak tarif eder ve böylesi bir örgütün işçi sınıfını kitlesel bir şekilde örgütleyemeyeceğini, bu örgütün parti örgütünün partinin kendisi, merkez komitesinin parti örgütü ve sonuçta bir diktatörün merkez komitesi yerine geçmesine neden olacağını söyler. Ekim Devriminin ön günlerinde Leninist partinin işçi yığınlarını örgütlediğini gören Troçki bu eleştirilerinden vazgeçse de, daha sonraları bu yaklaşımını bürokratik devlet iddialarında tekrar öne çıkarır.
Kendine güven ama devrime güvenme
Troçkiyi karakterize eden kilit kavram sürekli devrim ve bağlantılı olarak dünya devrimidir. Aslolarak Marxtan kaynaklanan bu bakış Troçkinin düşünce sistematiğindeki en kilit ve ayrıştırıcı kavramdır. Kabaca özetlersek, sürekli devrim teorisi bir ülkede gerçekleşecek devrimin hızlı bir şekilde yayılmasını, burjuva demokratik görevlerin işçi sınıfı önderliğinde gerçekleşecek sosyalist devrime verilmesini, demokratik devrimin hemen sosyalist devrime dönüştürülmesini ifade eder. Devrimin bu şekilde teorize edilmesinin Troçki ve Ekim Devrimi özelindeki iki önemli sonucuysa tek ülkede sosyalizmin kuruluşunun ciddiye alınmaması ve Ekim Devrimine başka ülkelerdeki (özellikle işçi sınıfının güçlü olduğu ülkeler) devrimleri başlatması misyonundan ötesinin pek yüklenmemesi olmuştur.
Yalçın Küçük, Leninin vasiyeti olarak bilinen mektupta Leninin Troçki için kullandığı aynı zamanda muazzam ölçülere varan kendine güveni ve işlerin idari yanlarıyla uğraşmayı çok fazla seven bir yaratılışa sahip olması sözlerinden yola çıkarak Troçkinin perfeksiyonist olduğu tespitini yapıyor ve Brest-Litovsk örneğini veriyor:
Trotskiy, Brest-Litovsk anlaşmasının imzalanmayarak Avrupaya doğru ihtilal savaşının sürdürülmesini isteyerek, Ekim Devriminin değerini anlamadığını gösteriyor. Ancak iç savaşı mükemmel örgütleyerek de, işlerin idari yanına düşkünlüğünü başarı ile sergiliyor.
Sosyalizmin inşası ya da imkansızlığı
Ekim Devriminin ardından Lenin dahil birçok Bolşevik gözlerini Batıya, özellikle Almanyaya çevirir. Rusyada gerçekleşen devrimin hayatta kalma şansını Avrupada gerçekleşecek devrimlerde görürler, fakat beklenen devrimler gerçekleşmez. Avrupadan devrim beklentisinin Troçki açısından teorik, Lenin ve Stalin açısından ise pratik gerekçelerin ağır bastığı görülür. Troçkinin sürekli devrim teorisi merceğinden bakıldığında Ekim Devriminin proletaryanın güçlü olduğu merkezlerdeki devrimleri tetiklemenin ötesinde bir işlevi olması zordur, Lenin ve Stalin açısından ise halkın büyük çoğunluğunun sefalet içinde olduğu ve barış istediği bir ülkede devrimin dışarıdaki devrimlerle desteklenmeye, en azından saldırıya uğramamaya ihtiyacı vardır. Troçkinin Brest-Litovskda barış anlaşmasını imzalamamasına karşı Leninin sözleri yeterince öğreticidir, Troçki aktarıyor: Alman devriminin zaferi için bizim mahvolmamız gerekiyorsa, bunu yapamayız. Alman Devrimi bizimkinden çok daha önemli olacaktır. Ama ne zaman olacak bu devrim? Kimse bilmez. Bugün için dünyada bizim devrimimizden daha önemli bir şey yoktur. Ne yapıp yapıp onu kurtarmak gerekir.
Tek ülkede sosyalizmin inşası
Avrupa devrimlerinden beklentisini kesen Lenin ve Stalin tüm stratejilerini sosyalizmin yaşamasına ve inşasına göre geliştirmeye başlar. Ekonomik açıdan son derece geri, işçi sınıfının birkaç sanayi kenti dışında neredeyse olmadığı, yarım asra yakın bir süredir sürekli savaş içinde olan bir ülkede siyasi iktidarı ele geçiren Bolşevikler bu durumu toplumsal yapıyı dönüştürecek bir şekilde kullanmanın arayışına girerler. Özellikle Leninin hastalanması ve ölümü sonrası Stalin tek ülkede sosyalizmin inşasında önderlik misyonunu üstlenir ve Stalin-Troçki arasındaki gerilim artmaya başlar.
Stalin-Troçki arasındaki tartışmaların detaylarına girme imkanımız yok. Özü itibariyle, iç savaş yıllarını takiben devrimi korumak ve sosyalizmi inşa etmek için yapılan NEP, sanayileşme, kolektivizasyon hamleleri Troçki tarafından aşağılanır ve değersiz bulunur. Ek olarak Stalinin yönetimi kabul edilmez ve Staline karşı bir muhalefet örgütlenir. Bu muhalefet zaman içerisinde Sovyetler Birliğinin yıkılması beklentisine girilmesi ve bu beklentinin gerçekleşmesi için çaba gösterilmesine kadar gider. 1927 yılında, Ekim Devriminin onuncu yıl kutlamalarında, Troçkistlerin düzenlediği protestoyla birlikte Stalin-Troçki gerilimi iyice tırmanır. Aynı yıl partiden atılır, bir yıl sonra sürgüne gönderilir, 1929daysa Sovyetler Birliğinden sürülür. Ömrünün kalan kısmını sürgünde, Staline ve Sovyetler Birliğine karşı mücadele ederek sürdürür. Stalinin Troçkiyle mücadelesini J.T.Murphy şöyle özetler:
Stalin önce vuran, sonra tartışan bir insan değildi. Aslında, hiçbir ülkenin politika tarihinde politik bir partinin önder üyeleri arasında böylesine uzun bir söz savaşının, yalnızca sözlerle yürütülen bir savaşın bulunmadığını söylemek isterim. Ayrıca, Stalin gibi böylesine büyük bir iktidara sahip hiçbir önderin hasmına karşı bu kadar büyük bir sabır göstermediğini rahatlıkla ekleyebilirim.
Stalinin aklımıza gelen ve tarihe mal olmuş tüm isimlerden daha fazla ayrıştırıcı ve saflaştırıcı bir etkiye sahip olmasının sırrı nedir? Stalin konusuna başlarken üzerinde en fazla durulması gereken nokta burası.
Öyle bir isim düşünün ki, ona dair bilerek ya da bilmeyerek sahip olduğunuz fikir, sizin siyasi yelpazedeki pozisyonunuzun koordinatlarını neredeyse tam olarak versin. Buna toplamda bir tavır anlamına gelmeyen ortalamacı yorumları da katıyoruz. Stalinin bu sadeleştirici gücüne bugün her şeyden fazla ihtiyaç duyduğumuz aşikar. Diğer taraftan tarihteki bu türden isimler üzerine yapılan tartışmaların eskisi kadar teorik öneminin kalmadığının da farkındayım. Ancak buna sevinmek mi gerekiyor emin olmamak lazım; düşünce dünyasının 2. Savaş sonrası liberal dizaynındaki katılığın çözüldüğünü sanmıyorum. Bazı tartışmaların önemsizleşmesi, işçi sınıfının dünya çapında kaybettiği mevziiyle ilgili. Üstelik bugün çok ilgisiz görünenlerin bile dönüp dolaşıp varacağı, söz söylemek zorunda kalacağı tarihi sabitler var ve o sabitlerden birisi, belki de birincisidir Stalin.
Burjuva ideologlarının dışlamak ve hatta şeytanlaştırmak zorunda kaldığı, aksini hiç denemedikleri tek isimdir Stalin. Yine sormak zorundayız, neden? Her şeyin sorumlusu olarak Stalini göstermek konusunda burjuvazinin öyle büyük bir ısrarı oldu ki, bu uğurda Lenini bile kabullenmekte ya da makul görmekte bir sakınca görmemişler diyebiliriz. En azından Leninin Stalin kadar lanetlenmediğini biliyoruz. Burada sorun Leninde değil elbette; biraz kurnazca bir taktik, biraz da Leninin erken ölümü...
Tarihçi Carr Sovyetlerde tasfiye edilenlerle tasfiye edenler arasında hülyaya bağlı kalanlar ve gerçekçiler ayrımı yapıyor. Carrın bu ayrımı neden ve nasıl kullandığından bağımsız buranın başlangıç noktası olarak bize bir ipucu verdiğini kabul edebiliriz. Çünkü kimileri hülyaya bağlı kalırken, kimileri onu her şeye rağmen gerçek kılmaya çalışacaklar. Sadece hülyaya bağlı kalmaksa, onu her şeye rağmen gerçek kılacak yolu bulamadığınızda ya sizi ya hülyayı bozacaktır. Nitekim öyle de olmuştur.
Lenin dünyanın ilk sosyalist devriminin tartışmasız önderi, adını izm ekiyle Marksizme ekletecek teorik katkıyı yapmış bir isim. Lenin devrimin stratejisine dair somut yanıtları verdiği için Lenin olmuş, dünyanın ilk işçi devleti onun gösterdiği yoldan gidilerek kurulmuştur. Ancak Leninde sosyalist kuruluşun somut sorunlarına dair yanıtlar ayrıntılı olarak yer almaz. Bunu beklemek zaten mümkün değil. Çünkü bu bir karşılaşma biraz da amprisizme muhtaç bir konudur. Lenin kuruluşla ilgili karşılaştığı somutluklarda da yetkin olacağını daha en başta NEP gibi bir uygulamaya cesaret etmesiyle göstermiştir. Buraya dair bir soru(muz) yok. Ama kuruluşun gerçek mimarı Stalindir, onun kadrolarıdır. Dünyada 70 yıla yakın süren bir işçi devleti var olduysa onun attığı temeller sayesinde olmuştur ve bu miras ancak bu kadar süre içinde tüketilebilmiştir. Sorun mirasta değil, mirasyedilerdedir.
Diğer taraftan bir konuya geçerken dikkat çekmemiz gerekiyor. NEP adımının, Moskova Mahkemelerine uzanan yolun başı ve parti içi sağ-sol muhalefeti taraflaştıran başlıca konu olduğunu söylersek, Leninin erken ölümü olmasa SSCBde Stalinin omuzlarına yıkılan tablo çok mu farklı olurdu sorusu akıllara geliyor. Tüm sorumluluğun Staline yüklendiği tasfiye dalgasının sınıfsal zemini okumak nedense akıllara pek gelmiyor. NEPe başlanırken soldan saldıran Trotskiy muhalefetinin önce küçük burjuva bir hayalciliğe-bozgunculuğa, oradan emperyalizmin oyuncağına dönüşmesi; ve NEPe son verilirken muhalefet eden Buharin kanadının sağcılaşması ve adeta köylü kulakların çıkarlarını savunur noktaya düşmesi bir vakadır ve son derece sınıfsal bir tartışmadır. Bu isimlerin devrimde oynadıkları rolle, gelinen noktada düştükleri pozisyonu birbirinden ayırmak zorundayız. Bu işler ne şakaya gelir ne de hatır gönül dinler.
Partide öyle ya da böyle kuruluşun ardından bir tasfiye dalgasının yaşanacağını söylemek bugünden bakınca fazla kestirmecilik sayılmamalı. Elbette tasfiye edilenlere, hele ki anlı şanlı Bolşevikleri düşününce, kabul edilemeyecek yakıştırmalar yapmak niyetinde değiliz. Ancak pratiğiniz sizi objektif olarak bir noktaya taşır ve bu her zaman sizin niyet ettiğiniz nokta olmayabilir.
İşte Stalin burada sapmayan, boşluğu dolduran, hülyayı gerçek kılan isimdir. Önce Trotskiy tarafından sağcılıkla, sonra Buharin tarafından solculukla suçlanmıştır. Oysa o açık ki gerekeni yapmıştır. Burjuvazinin bunca yıldır affedemediği günah da burada başlıyor.
Marx denince teori, Lenin denince taktik, Stalin denince irade akla geliyor. Birisi başlangıç, diğeri savaş, sonuncusu kuruluştur. Buradaki zinciri bir yerinden koparmak bence mümkün değildir. Bunun denendiği her yerde geriye başlangıca kadar giden bir tartışmanın kapıları açılmıştır.
İradenin Stalinde ve kuruluşta ayrı bir anlam ve önem kazandığı açık olmakla birlikte sadece Stalinin kişiliğiyle açıklanabilecek bir olgudan söz etmiyoruz. Bu notu düşmek zorunda hissediyorum çünkü sonradan her türden liberal ideoloğun tarihin yanlış coğrafyada zorlanması ya da zorbalıkla eş tutuldu Bolşevik irade. Sovyetlerin giderek yozlaşmasına ve sonunda çözülmesine giden sürece bilimsel kılıf bulmaya meraklı burjuvazinin akademik gevezeleri irade konusunu özellikle deştiler ve deşmeye devam ediyorlar. Özetle olmayacak duaya amin diyorlardı, en çok da Stalin diyordu, çok zorluyordu, o yüzden bu işler böyle sarpa sarmıştı. Oysa açık ki Stalin zamanında oldurulan işler, beceriksiz ellerde batırılmıştı. Niye böyle oldu, Stalinin bunda payı var mıydı ayrı tartışma, gerçekten ayrı; önce hakkı teslim etmek, atılan adımların gayet beceriklice atıldığını kabul etmek, olabildiğinin dosta düşmana gösterildiğini anlamak lazım.
Diğer taraftan insan iradesiyle ilgili tartışma ne Staline ne de sadece Bolşeviklere sıkıştırılabilir. Bu tartışmanın kökleri Rus düşüncesinde çok eskilere kadar gidiyor ve fazla deterministik soğuk ve bilimsel bulunan Avrupa felsefe geleneğinde eleştirilen en önemli noktalardan biri olarak öne çıkıyor. Rusçada Volya kelimesinin hem özgürlük hem de irade anlamında kullanılması bir tesadüf değil.
Burada Marx öncesinden bahsediyoruz. Marxın çıkışı Avrupa düşünce geleneğinde bu konuda niteliksel bir sıçrama anlamına geliyor ve insan iradesine teorik bir zemin kazandırıyor. Teorik zeminin Rusyada kendini gerçekleştirmesinin bu ülkenin maddi koşulları kadar, bu koşulların ortaya çıkardığı ve irade tartışmasını devralmış ülkenin aydın geleneğinin de payı var. Rus devrimi başlı başına teoriye aykırı ya da Kapitale karşı değil miydi hem. İrade konusunu bir kere hafife aldığınızda, ya da bilimsellik adına yolunda gitmeyen şeylere gerekçe olarak sunduğunuzda geriye devrim adına pek az şey kalacağından emin olabiliriz.
Dolayısıyla bu gelenek Rus devrimini hem seven hem de üstüne titreyen Stalinle devam etmiştir; kendi devrimi beğenmeyen ve kazanılan mevziiyi küçümseyenlerle değil! Stalinin nasıl iktidara geçtiğine dair komplo teorileri üretmeye gerek yok. O kendi devrimini ve Rus işçisinin attığı devasa adımı önemsemiştir. Her şey burada başlıyor.
Kadrolar her şeyi çözer sözü kadar Stalini ve kuruluşu anlatan pek az ifade bulunur. Devrim süreci belli koşulları gözetmeyi daha fazla mı hak eder, emin değilim; ama iktidar bir kez alındıktan sonra tarihin çarkının sonuna kadar ve her şey pahasına zorlanmasından daha meşru bir uğraş olamaz. Stalin sonuna kadar meşrudur.
Emekçiler tarihte Stalin ve onun kadrolarının Sovyetler Birliğinde olduğu kadar büyük ilerlemeyi ve o özgüveni bir daha hiç kazanmadılar. İktidarda olduğu yıllar boyunca yapılanlar, sosyalizmin nasıl bir şey olduğunu işçi sınıfı tarihine kazımıştır. Stalin hülyayı yeryüzünde yaşanır ve görünür kıldığı için burjuvazi için affedilmez bir suçludur ve o nedenle her zaman kötülenmek zorundadır. Stalin konusu masaya geldiğinde buradan başlamadan varılacak her noktanın sorunlu olacağına emin olabiliriz.
'Garip'' bir ülkeyiz; bu garip sözcüğünün elbet bir açılımı var ama, şimdilik geçelim bunu... Örnekse, kendini özellikle enternasyonalist komünist, marksist, vb olarak tanımlayan pek çok kişi yeri geldiğinde birebir alıntı da yaparak proleter diktatörlüğün altını çizmeye başlar sonra bir başka başlıkta ''bürokratik' göndermeli eleştirilerde (!) bulunur, açık seçik Lenin karşıtlığı içine girmez ama bunu her zaman -bilerek veya bilmeden- Stalin üzerinden yapar. Lenin'in ulusal ölçekli siyasal devrim perspektifini ya bilmez, ya bilmezlikten gelir, ve sonuçta enternasonal bir dünya devrimi üzerinden yine Stalin'e yüklenir.
Stalin gerçekten de liberal olmadığını sanan enternasyonalist(!), komünist(!) ve sağlı sollu liberallerin açık-gizli saldırıları altındadır ve bana göre Stalin günümüzde, komünist olup olmamanın bir turnusol kağıdı durumundadır ve böyle bir işlev görmektedir. Türkiye'de sağlı sollu liberallerin, döneklerin, sosyalizmin geriye çekildiği dönemlerde seslerini yükselten Troçkist ve anarşist akımların hedef haline getirdikleri Stalin gerçekte bilimsel sosyalizm düşmanlığının bir simgesi durumundadır. Açık seçik bilimsel sosyalizme düşmanlık yapamayan kesimlerin Stalin'i nerdeyse baş düşman haline getirmelerinin nedeni de bu düşmanlıkta yatmaktadır. Stalin sosyalizmin çelikten iradesidir. Onlar bu çelikten iradeye düşmandır ve ''özgürlükçü sosyalizm'' adı altında proleter diktatörlüğe ve proleterya partisinin iradesine karşı çıkmaktadırlar.
Sosyalizmin Avrupa'da yenilgiye uğramasıyla tek başına kalan Rus devriminde Lenin'in savunduğu anlamıyla sosyalist kuruluşu hayata geçiren önderdir, Stalin. Stalin'i Leninizmden ayrı düşünebilmek olanaksızdır. Lenin'in sosyalizmin inşaası için öngördüğü tüm planlar Stalin tarafından hayata geçirilmiştir. Hem sosyalist sanayileşme ve hem de tarımda kollektif anlayışın gerçekleştirilmesi Stalin tarafından başarıyla gerçekleştirilmiştir. Dışarda emperyalist saldırılara, içeride emperyalizmin maşası saldırılara karşı koyabilmiş, eşi benzeri görülmemiş bir anavatan savunmasında ülkesindeki tüm halkları faşizme karşı yönlendirebilmiştir. Stalin emperyalizmin merkezinde sosyalist kuruluşu gerçekleştiren önderdir ve bu yüzden hem emperyalizmin ve hem de emperyalizmin maşası olmaktan öte hiçbir işlevi olmayanlar tarafından hedef tahtasıdır. Reel sosyalizmin çözülmesiyle bilimsel sosyalizme yönelik ideolojik saldırıların Stalin'i hedef haline getirmelerinin nedeni de burada aranmalıdır.
''Stalinin şöyle bir önemi var; çok uzun bir dönem Sovyetler Birliğinin idarecisi. Kurucu lideri hiç tartışmasız Lenindir. Ama Lenin dönemi aslında fiilen 5 yıl sürüyor. 1924ten 1953e kadar SSCBde hemen hemen bütün önemli dönemeçlerine imza atan tarihsel kesitlerinde Stalin var. Ortada bir gerçek var. Sovyetler Birliği büyük atılımlar yaptı. Sanayileştiler, yıpranmış bir tarım ülkesinden gelişen bir sanayi ülkesine döndüler. Eşitsizliklerin önemli bir bölümünü kaldırdılar, açıkta, işsiz hiç kimse kalmadı. Sağlık ve eğitim açısından muazzam bir seferberlik yapıldı. Eğitilmiş bir toplum ortaya çıktı. Bunu yaparken de neredeyse sürenin üçte ikisinde savaştılar. Dünyanın en acımasız saldırısına maruz kaldılar. Oradan ayakta çıktı bu toplum. 1945 yılında yalnız Sovyetler Birliğinde değil, Avrupada da, ABDde de bir idoldü. Komünist olmayanlar için de muazzam bir kahramandı. Bu yalnızca Hitleri yendiği için değil, bir ülkeyi ayağa kaldırdığı için de böyle. Şimdi bunu yok etmek zorundalar. Bu kavgayı yürütmek zorundalar. Niye? Hafızayı ortadan kaldırmak zorundalar.''
Stalin konusunda ''...egemen sınıflarda devam eden korkuyu anlamak zor değil. Marx ve Engelsin kuramsal temellerini attığı, Leninin liderliğinde Bolşevik Partiyle devrimi zafere ulaştıran Rusya proletaryası, Stalin önderliğinde patron sömürüsünün olmadığı, emeklerinden artan paranın tekrar halkın çıkarları için kullanıldığı bir sistemin reel olarak uygulanabileceğini tüm dünyaya ispat etti. Bu durum dünyada ilkti ve sosyalist devrimin üzerine sosyalist ekonominin ayakları üzerinde durabilmesi gerçeği, sermaye sınıfının çıkarları açısından dehşete düşmesine neden oldu. Eğer bu örnek yayılırsa fiilen sonları gelmiş olacaktı.
En etkin ve kestirme yoldan kara propaganda makinası derhal çalıştırıldı. Yukarıda belirttiğimiz gibi bütün kara çalmalara cevap vermek gibi bir niyetimiz yok, en kuyruklu yalan ve şehir efsanelerine fazladan yorum dahi katmadan rakamlarla durumu ortaya koymaya çalışacağız, fazlasını meraklısı araştırıp öğrenebilir.
Staline getirilen en temel eleştirilerden birisi bürokratikleşme ve muhalefetin sesini kısmaydı. Bürokratikleşme sorunu doğrudur, yalnız bu durum Stalin döneminde başlamamış, devrimin olmasıyla birlikte yeni doğan bebeklerde görülen sarılık hastalığına benzer bir sorundur. Açalım; Sovyetler iktidarı ele geçirmelerinden itibaren ülkeyi yönetecek kadro sıkıntısı yaşadılar. Hal böyle olunca çarlık dönemi bakiyesi bir kısım asker, bürokrat ve yöneticiyi kullanmak zorunda kaldılar. Neticede insan ağaçta yetişmiyor, bilinç aşıyla verilmiyordu. Lenin de Stalin de bu durumun farkındaydı. Hem parti hem devlet kurul-kurumlarını bu konuda sıkça uyaran birçok yazı kaleme aldılar (Lenin ve Stalinin toplu yazılarından bulunabilir) ancak şunu unutmamak gerekir ki devlet tek insan yönetiminde değildi. Çeşitli yetersizlikler de eklenince sorun çözülemedi. Hatta Kruşçev dönemiyle birlikte bu vaziyet kullanışlı bir hal aldı çünkü katılımcılık kısıtlanıyor, dar çevrelerde kararlar alınabiliyordu.
Gelelim muhalefeti bastırma meselesine. Bolşevik Parti içinde açıktan ilk muhalefet Lenin hayattayken 1923 yılında başladı. İçinde başta Troçki olmak üzere 46 parti yöneticisini barındıran bir toplam maddeler halinde eleştirilerini açıkladı. Bunlar da parti organlarında yayınlandı. İlk Bolşevik programın tartışılması 4 yıl sürdü. Neticede birleşik muhalefet alternatif bir program ortaya attı ve 27 Aralık 1927de oylama yapıldı. Hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir sonuç ortay çıktı. Muhalefet 725.000 kayıtlı seçmenden 6.000inin oyunu aldı, bu partinin %1inden azının birleşik muhalefeti desteklediğini ifade ediyordu. Leninist partilerde işleyiş şöyledir: Bir meselede (program, tüzük vb) tartışmalar yapılır, kurullar işletilir bu süreçte her parti üyesi öneri ve eleştirilerini ortaya koyar. Süreç sonuçlandıktan sonra ise ayrımsız bütün partililer kararları eksiksiz biçimde uygular. Bolşevik Parti mantığı bugün de böyledir aksi taktirde işin sonu tıpkı geçmiştekiler gibi önce bozgunculuğa, ardından karşı devrimciliğe kadar gider. Nitekim yukarıda bahsettiğimiz oylama sonucu muhalefet bozguncu faaliyetlerini bırakmamış aksine artırmış, neticesinde de parti disiplini gereği ihraç edilmişlerdir. Bunların bir kısmı da özeleştiri vererek partiye geri dönmüştür.
Stalin döneminde Sovyetler geriye mi gitmiş, yoksa kapitalist devletlerin hayal edemeyeceği adımlar mı atmıştır? 1922de Stalin Bolşevik Parti Genel Sekreterliğine seçildiği esnada Avrupanın en geri ülkelerinden birisi olan Sovyet Rusya onun hayatını kaybettiği 1953te dünyanın ekonomik, siyasal, sosyal ve askeri açıdan en etkin ülkelerinden biri haline gelmiştir. Herhalde bu basit gelişimin bilimsel açıklaması olmalı.
Stalin'i en sert eleştirenler özü itibariyle ne diyor? Stalin milyonlarca insanı hapse atmış ve öldürmüştür (rakamların fersah fersah abartıldığını not düşelim). Ancak onların açıklayamadığı ve açıklayamayacağı bir gerçeklik var ortada. Acaba nasıl oldu da yüz milyonlarca Sovyet yurttaşı, kendilerine karşı yapıldığı ileri sürülen terör ortamında bu denli büyük başarılara imza atabildiler? Eğer onların dediği gibi olmuş olsaydı Sovyetler Birliği'nin herhalde daha önceki Çarlık rejiminden daha geri bir noktaya sürüklenmesi ve Nazi Almanyası'nın saldırısı karşısında dağılıp yok olması gerekirdi. Öyle ya 25 milyon Sovyet yurttaşı bir diktatör için mi öldü?
Gelin bir de Stalin döneminde yapılan Sovyet Anayasası'na bakalım. 1936 yılında 6 ay süren tartışmalar ve 1.5 milyon Sovyet yurttaşının katkısıyla hazırlanan Anayasadan bazı maddeleri sıralayalım:
-SSCB dünyada 8 saatlik çalışma süresini getiren ilk ülke olmuştur.
-SSCBnin sağladığı diğer bir hak ise çalışan herkesin 1 aylık izin hakkı tanınmasıydı.
-SSCBde hiçbir işçi, meslek gruplarının izni olmadıkça işten çıkarılamıyordu.
-SSCB döneminde her işçi, yılda bir kez gitmek istediği tatil yeri için müdürüne talep iletebiliyordu.
-SSCBde yaşayan her yurttaşa ücretsiz daire verilmekteydi.
-SSCBde her yurttaş evden işine ücretsiz ulaşım hakkına sahipti.
-SSCBde doğan her çocuğa 3 yaşına kadar ücretsiz olarak süt veriliyordu.
-SSCB döneminde doğum yapan her kadına üç yıl doğum izni veriliyordu. (İlk yılında çalışma ücretini tam alan anne, diğer yıllarda da sosyal yardımlardan yararlanabiliyordu.)
-SSCB yurttaşları, dünyada ilk kez, parasız olarak profesyonel sağlık hizmeti alan ilk halktı. Vatandaşlar istediği bir sağlık kuruluşuna sıra beklemeden ve ücret ödemeden gidip muayene olabiliyorlardı.
-Üniversiteye girip bitiren her öğrenciye devlet tarafından iş bulma garantisi veriliyordu.
-SSCBnin dünyadaki ilk uygulaması ise isteyen her öğrenci, derecesine göre üniversite okuyabiliyordu, Bu uygulama ile lise derecesine göre isteyen her öğrenci istediği üniversitede eğitim alabiliyordu. Bu uygulama Rusyada halen uygulanmaktadır.
-SSCB, dünyada ilk olarak okul öncesi eğitimi ve kreş eğitimini ücretsiz olarak sağlayan ülke olmuştu.
Ne diktatörlük ama olsa da yaşasak!
Hiçbir devrimci önder, peygamber veya aziz değildir. Staline siz hiç hata yapmaz mısınız? diye sorulduğunda gülümseyerek hatayı ancak ölüler yapmaz demiştir. Biz de ekleme yapalım, bir de suya sabuna dokunmayan steriller yapmaz. Stalin de hatalar yapmıştır, eleştirilmez değildir ancak burada belirleyici olan alınan konumdur. Çoğunlukla Lenine saldıramayanlar, kendilerine Stalini paravan yaparlar. Hala sermaye diliyle, kokuşmuş argümanlarla Staline soldan saldırmak sıkıntılı bir bakış açısıdır. Bu tepkiyi verenlerin bir kısmının yetmez ama evetçi, bir kısmınınsa dün Ukraynada bugün de Suriyede devrim görmesi şaşırtıcı değil, perspektif sorunudur.''
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.