Geçen yıl öğrencilere dönük olarak yapılan kılık-kıyafet düzenlemesi sonrasında başörtüsü tartışmaları bir kez daha gündemleşmişti. Memur Senin kılık-kıyafet serbestliği adı altında özünde başörtüsüne özgürlük isteyen imza kampanyası sonrasında ise bu tartışmalar alevlenmişti. AKPnin sahte demokratikleşme paketinden de başörtüsü serbestliği çıktı.
İşçi ve emekçilerin dinsel inançlarını, iktidar gücü olmanın manivelası olarak değerlendiren AKP iktidarı, 12 yıllık iktidar dönemi boyunca süründürdüğü başörtüsü meselesini nihayet bir sonuca bağlamış görünüyor. Kemalist rejimin dinsel gericiliğin hizmetine sunduğu başörtüsü yasakları, böylece ortadan kaldırılmış olmakla kalmıyor, AKP iktidarının 28 Şubatçılarla girmiş olduğu dalaşta, rövanşı almış olmanın gücünü de yansıtıyor. Başörtüsü sorunu, rejimin iç iktidar dalaşının bir ürünü olarak, inanç özgürlüğü kavramının sınırlarını aşan siyasal bir sorun haline gelmiş, laik/anti-laik eksenli burjuvazinin iç dalaşının sembollerinden biri olmuştu. Bugün bu hamle ile AKP iktidarı, hem zaferini (!) teyit etmiş, hem de önümüzdeki seçim dönemlerine dönük güçlü bir yatırım yapmış oluyor.
AKPnin sahte demokratikleşme paketinin açıklanmasıyla özellikle de kamu işyerlerinde başörtüsü tartışmasının gündeme geleceği aşikar. Başörtüsü meselesi; konunun istismara açık yönleri, burjuvazinin iç iktidar mücadelesindeki yeri, kılık kıyafet serbestliği ve inanç özgürlüğü, emekçi yığınların inanç sistemiyle olan bağları, kadın sorunu gibi bir dizi olguyla iç içe geçmiş bir mesele olması nedeniyle hassas bir konudur. Bu hassasiyetleri nedeniyledir ki, burjuva gericiliğin iç iktidar mücadelesinin bir parçası olarak on yıllardır üzerinde tepindiği, işçi sınıfı, emekçiler ve gençliğin sermayenin çeşitli siyasal odakları arasında kutuplaştırılmasında önemli bir silah olarak kullanılan bir konu olagelmiştir başörtüsü. Bu nedenle de, konunun belli yönleri ile incelenmesi, sol-sosyalist hareketin ve KESKin alması gereken tutumun belirlenmesi açısından gereklidir.
Din ve devlet
Cumhuriyet tarihi boyunca burjuva iktidarın din ile olan ilişkisi iktidar ilişkilerinin dışında olmamıştır. Daha cumhuriyetin ilk yıllarında kemalist rejimin din karşısındaki tutumu doğası gereği bu eksende belirlenmiştir. Osmanlıda din, feodal devletin iktidar aracı olarak rol oynamış, siyasal egemenlik hakkı ve hilafet Osmanlı hükümdarının elinde toplanmıştı. Kemalist rejim ise 1922 yılında saltanatı kaldırarak Osmanlı hükümdarının egemenlik haklarına son vermiş, halife unvanını ise Osmanlı hanedanından Veliaht Abdülmecid Efendiye vermişti. Ne var ki halifelik, Osmanlı iktidarının izlerini taşıyordu ve kemalist iktidar açısından önemli bir tehdit olarak algılanıyordu. Kemalist rejimin dinsel örgütlere karşıt tutumu, bu kurumların Osmanlı iktidarının dayanakları olmasından da ileri geliyordu. Kemalist rejim, geçmiş iktidarın dayanaklarını doğası gereği ortadan kaldırmaya-sınırlamaya yönelirken, öte yandan da siyasal ve toplumsal yaşamın her alanında üstten bir dayatma ile toplumu biçimlendirme çabası içindeydi. Nitekim hem dinsel hem etnik meselelerde asimilasyoncu bir devlet çizgisi oluşturuluyordu. İktidar mücadelesiyle de bağlantılı olarak gündeme gelen hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi ilerici adımlar, aynı zamanda dinin devlet tekeline alınmasının olanağına da çevrilmişti. Zira söylemde din ile devlet işlerini birbirinden ayıran kemalist rejim, Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunu oluşturmuş ve dini, devlet eliyle toplumu yönetmenin bir aracı olarak kullanmıştır. Üstelik hilafetin Sünni mezhep üzerinden şekillenmesi gibi, Diyanet İşleri de aynı mezhep üzerinden şekillendirilmişti.
İlerleyen yıllarda ise din, burjuva düzenin toplumu dizginlemekte ve yönetmekte kullandığı önemli araçlardan biri olacaktı. ABD güdümüne giren burjuvazi, 1960larda yükselen sosyal mücadelelerin önünü alabilmek için dinsel gericiliği siyaset sahnesine çıkarttı. 12 Eylül askeri faşist darbesi sonrasında ise, görünürde dinci partileri yasaklayan Amerikancı cunta, sınıf hareketini, ilerici ve devrimci güçleri zorbalıkla bastırırken, özel politikalarla dinci-gericiliğin önünü açmıştır. Osmanlı feodallerinin iktidar aracı olarak kullandıkları din, burjuva iktidarının da aracı olmuş, cunta döneminde ise pervasızca kullanılmıştır. Örneğin Sünni mezhep üzerinden şekillenen din eğitimini zorunlu hale getiren faşist cunta, yüzlerce yeni imam hatip okulu açmış, Kuran kurslarını alabildiğine yaygınlaştırmış, ahmakça bir uygulama ile Alevi köylerine camiler inşa edip, imamlar atamıştır.
Toplumsal muhalefeti ezmek üzere devlet eliyle palazlandırılan ve kullanılan dinsel gericilik, öte yandan emperyalizmin çıkarlarıyla da uyuşmaktaydı. Sovyetler Birliğini kuşatmak amacıyla Yeşil Kuşak projesi ile ABD emperyalizminin özel desteğiyle gelişen radikal siyasal İslam, 90lar sonrasında yine ABDnin bölgesel çıkarlarıyla uyumlulaştırılmış bir biçimde ılımlı İslam projesi ile iktidara hazırlanacaktı. Ne var ki bu yıllar aynı zamanda İslami sermayenin giderek büyümesini de doğuracak, burjuvazinin çıkar ve iktidar çatışmaları yükselecekti. 1995 yılında Refah Partisi önemli bir başarı elde etmiş ve Refah-Yol hükümeti kurulmuştu. Laik/anti-laik çatışması olarak kendisini gösteren iktidar dalaşında milli görüşçü dinsel gericilik önemli mevziler kazanmış, ancak, sahte laik burjuva cephenin devletin belkemiği olan ordu ve yargı üzerindeki hakimiyeti sürmeye devam etmişti. Nihayetinde ordunun balans ayarı gecikmedi ve 28 Şubat muhtırası gündeme oturdu.
Başörtüsü ve AKP gericiliği
28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısı kararları dönemin başbakanı Erbakana dikte edilmiş ve imzalatılmıştı. Bu kararlardan biri ise kamuda başörtüsü yasağının sürdürülmesiydi.
AKP iktidarı 12 yıllık dönemi boyunca başörtüsü yasağını kaldırmamış, ancak bu sorunu kullanarak işçi ve emekçilerin dinsel inançlarını istismar etmiştir. AKP son yıllarda kemalist iktidarı sarsmış, ordu ve yargıya müdahale ederek dinci-gerici iktidarını pekiştirmiş ve buna dayanarak başörtüsü meselesini tekrar gündeme getirmiştir.
AKPnin başörtüsü meselesini, gerici iktidar savaşının bir aracı olarak kullandığı, onu din ve vicdan özgürlüğü ekseninde değil de, toplumu gericileştirme hamlesinin bir aracı olarak ele aldığı, din eğitimini yaygınlaştırması ve yeni bir imam hatip okulları açma hamlesinden de görülebilir.
Başörtüsü meselesini özgürlük sorunu olarak tartışan AKPnin, sahte demokratikleşme paketinde göstermelik düzenlemeleri bir yana bırakırsak, beklendiği gibi inanç özgürlüğüne dönük hiçbir düzenlemesi bulunmuyor. Alevilerin talepleri görmezden gelinirken, Kürt sorunu gibi diğer temel sorunlarda da göstermelik adımların ötesine geçen düzenlemeler yer almıyor. Kısacası AKPnin özgürlük algısı iktidarını pekiştirme niyet ve tutumundan ötesine geçmiyor. Bu ise AKPnin başörtüsü sorununu inanç özgürlüğü çerçevesinde değil, dinsel gericiliğin siyasal amaçlarıyla örtüşen bir noktadan ele aldığını gösteriyor. Zorunlu din dersleri, Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevi mezhebinin yok sayılması vb. yerli yerinde duruyor. Kuşkusuz AKPnin zorunlu din derslerini kaldırması, devlet eliyle din eğitimi verilmesine son verilmesi gibi adımları atmayacağı, sadece AKPnin değil, burjuvazinin sahte laik kesimlerinin dahi buna yanaşamayacağı ve din gibi toplumu uyuşturmada kullanılan temel bir araçtan vazgeçemeyecekleri biliniyor.
Başörtüsü, sol ve KESK
Başörtüsü meselesi kamusal alanı yakından ilgilendiren bir mesele olması nedeniyle, bu alanda örgütlü sendikaların ve KESKin alacağı tutum da büyük önem taşımaktadır. Ne var ki, KESKin bu konuda tutarlı bir duruş sergilemekten uzak olduğunu söylemek gerekir. Bununla birlikte solun reformist kanatlarının belli kesimleri başörtüsü karşıtlığı üzerinden bir tutum geliştirmekte ve KESKin tutumunu belirleyen de bu olmaktadır.
Düzen solunun ve ulusalcılığın etkisi altındaki sol siyasetlerin, düzenin sahte laik / anti-laik çatışmasında laik cephede konumlandığını, gerek siyasal mücadele sahnesinde ve gerekse de kılık-kıyafet serbestliği meselesinde düzenin kemalist güçlerinin yedeğine düştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.
Geçtiğimiz yıl öğrencilere dönük serbest kıyafet (!) düzenlemesi karşısında Eğitim-Senin eşofmanlı eylemi hafızalardaki yerini koruyor. Eğitim-Sen o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı `Kılık-Kıyafet Serbestliği` Uygulaması İle Neyi Amaçlıyor başlıklı bir açıklama yayınlamıştı. Bu açıklama ile düzenlemenin sınırlayıcı yanları ve AKPnin gerçek niyetleri teşhir edilirken, kendi serbestlik algısını ise dinsel sembollere karşıtlık üzerinden kurma yolunu tutmuştur. Öyle ki bu karşıtlık, serbest kıyafetin çocukların sınıfsal aidiyetlerinin açığa çıkması gibi olumsuz(!) bir sonucu açığa çıkaracağı düşüncesiyle Eğitim-Seni tek tip kıyafeti savunma durumuna düşürmüştür.
KESK ise, Memur-Senle girdiği lüzumsuz polemik ile bir yandan Memur-Seni sahte özgürlük anlayışı nedeniyle haklı olarak kınarken, öte yandan da Kamu kurumlarında yaratılmaya çalışılan tek tip, biat eden emekçi tipine karşı mücadele etmek; insanların kültürel, dinsel kimliklerini öne çıkartarak bir arada eşit ve kardeşçe yaşamın önüne koyulan engellerle de mücadele etmek olacaktır. KESK, kamu hizmeti veren emekçilerin herhangi bir dinsel simge (türban, sarık, takke, haç vb.) kullanarak kamu kurumlarında çalışmasına karşı durmaya devam edecektir diyerek kendi bakış açısını ortaya koymuştur. (KESKin Memur-Senin Yaptığı Kılık-Kıyafet Serbestliği Tartışması Özgürlük Talebi Değildir! başlıklı açıklamasından )
KESK aydınlanmacılığın damgasını taşıyan bu bakış açısı ile emekçilerin dinsel veya mezhepsel bir talep ile parçalanmasına hizmet etmesine karşın yazının sonunda Ezilenlerin ve emekçilerin birlikteliklerini dinsel simgeler üzerinden parçalamaya çalışanlara karşı eşitlikçi ve özgürlükçü bir zeminde gerçek bir laikliği savunmak, aynı zamanda toplumda gelişen muhafazakârlık ve gericiliğe karşı mücadelenin ilerici adımları olacaktır diyebilmektedir.
KESKin Memur Senin kılık-kıyafet serbestliği arkasına gizlediği başörtüsüne özgürlük kampanyası karşısında yapması gereken, başörtüsü üzerinden emekçilerin ayrışmasına hizmet edecek bir tutum geliştirmek değil, eksiksiz bir laikliği, kılık-kıyafet serbestliğini, din ve inanç özgürlüğünü savunmak, pratikte de buna uygun bir mücadele biçimi geliştirmek olmalıdır. Aksi bir durumda emekçileri parçalayan bir algının içerisine düşülür ki, KESKin yaptığı tam da budur.
Dinsel gericiliğe karşı mücadele görevi ve sınıfsal tutum
Kuşkusuz dinsel gericiliğe karşı mücadele devrimci sınıf mücadelesinin temel görevlerinden biridir ve sol-sosyalist hareket bir an olsun bu mücadeleden geri duramaz. Ne var ki, temel sorun dinsel gericiliğe karşı mücadelede izlenecek çizgi ile ilgilidir. Bu mücadelede sol hareket ve KESK, düzenin iç iktidar dalaşının bir parçası olarak gündeme gelmiş bir mesele üzerinden, kitlelerin düzen güçleri arkasında yedeklenmesi sonucunu doğuracak bir tutumdan özenle kaçınmak zorundadır. Kılık-kıyafet meselesi gündeme geldiğinde başörtüsü karşıtlığını eksen alan bir çizgi, gerisin geri emekçi kitlelerin bu dar eksende kutuplaşmasına hizmet edecektir. Sınıf mücadelesinin katı gerçekleri içerisinde bir mücadeleye atılmadan emekçi kitlelerin dinsel yargı ve inançlarından beslenen başörtüsü tutsaklığının biçimsel olarak belirlenen yasaklarla aşılamayacağı, tam tersine bu türden yasakların gericiliği besleyip kışkırtan ve emekçileri de böylece dinsel-mezhepsel bölünmeye iten bir silaha döndüğü açıktır.
1874te Londrada sürgünde yaşayan blankici mülteci komüncülerin ünlü bildirilerini yorumlarken Engels, onların dine karşı gürültülü savaş ilanını bir aptallık olarak niteledi, ve böyle bir savaş ilanının dine olan ilgiyi canlandırmanın ve onun gerçekten ölüp gitmesini önlemenin en iyi yolu olduğunu söyledi. Engels, blankicileri, ancak, proletaryanın en geniş tabakalarını bilinçli ve devrimci toplumsal pratiğe kapsamlı bir biçimde çekerek, çalışan yığınların sınıf mücadelesinin ezilen yığınları dinin boyunduruğundan gerçekten kurtarabileceğini anlama yeteneğinden yoksun oldukları için suçlarken, dine karşı savaş açmanın işçi partisinin siyasal görevi olduğunu ileri sürmenin anarşistçe bir lafebeliği olduğunu söylemişti.
Ve 1877de de Anti-Dühringinde, idealizme ve dine verdiği pek küçük ödünlerinden ötürü filozof Dühringe acımasızca saldırırken Engels, dinin sosyalist toplumda yasaklanması gerektiği konusundaki Dühringin sahte-devrimci düşüncesini daha az bir kararlılıkla suçlamıyordu. Engels, dine böylesine bir savaş ilanının, Bismarcktan çok bismarkçı olmak, yani Bismarckın din adamlarına karşı açtığı aptalca mücadeleyi (ünlü Kültür İçin Mücadele, Kulturkampf, yani Bismarckın 1870lerde, katolikliğe polis baskıları aracıyla, Alman katolik partisine, Merkez partisine karşı mücadele) yinelemek demek olduğunu söylüyor. Bu mücadele ile Bismarck, yalnızca katoliklerin militan papaz yandaşlığını canlandırmış, ve yalnızca gerçek kültüre zarar vermiştir, çünkü siyasal bölünmelerden çok, dinsel bölünmelerin öne geçmesini sağlamış, ve işçi sınıfının bazı kesimlerinin ve öteki demokratik unsurların dikkatini sınıfın ivedi görevlerinden, devrimci mücadeleden uzaklaştırarak, en gereksiz ve sahte burjuva papaz yandaşlığına karşı çekmiştir.
Dinin en derin kökleri bugün, çalışan yığınların toplumsal olarak ayaklar altına alınmış durumunda ve onların, her gün ve her saat sıradan çalışan insanlara, savaşlar, depremler vb. gibi olağanüstü olayların verdiğinden bin kez daha şiddetli olarak, acıların en korkuncunu, işkencelerin en vahşisini veren kapitalizmin kör güçlerinin karşısında, görünüşteki tam çaresizliklerindedir. (...) Hiçbir eğitsel kitap, kapitalist zor çalışma koşullarıyla ezilen ve kapitalizmin kör yıkıcı kuvvetlerinin insafına terkedilmiş yığınların zihninden, bu yığınların kendileri, birleşmiş, örgütlü, planlı ve bilinçli bir yoldan dinin bu köküne karşı savaşmayı, her türlü biçimleri içerisinde sermayenin düzenine karşı savaşmayı öğrenmedikçe söküp çıkaramaz.
Proletaryanın partisi devletin, dinin kişisel sorun olduğunu ilan etmesini ister, ama halkın afyonuna karşı mücadeleyi, dinsel boş inançlara vb.ye karşı mücadeleyi kişisel bir sorun olarak görmez.
Leninin 1909 tarihli İşçi Partisinin Din Karşısında Tutumu başlıklı o ünlü makalesinden alıntıladığımız bu sözler, konumuz açısından tutulması gereken yola ışık tutmaktadır. KESKin ve Eğitim Senin yapması gereken başörtüsü karşıtlığı eksenine oturan ve aslında böylece dinsel yargı ve inançları kışkırtan bir tutum geliştirmek değil, inanç özgürlüğü sorununu devletin, dinin kişisel bir sorun olduğunu ilan etmesi yönünde tutum geliştirmektir. Kuşkusuz KESKin veya Eğitim Senin laiklik eksenli bu talepleri savunmadığını iddia etmiyoruz. Fakat bu talepleri başörtüsü gibi bir mesele eksenine oturtmak, inanç özgürlüğünün kişisel bir sorun olarak görülmesi yönündeki bakış açısını da zedelemektedir.
Gerçek bir laiklik inanç özgürlüğü dışında düşünülemeyeceği gibi, kılık-kıyafet serbestliği de dinsel sembollerin yasaklanması gibi bir bakışla savunulamaz. Devlet tarafından dinsel sembollerin kullanılması ile emekçilerin inançlarının gereği olarak gördükleri yaşam tarzı arasında ayrım yapamayan bir algılayış, inanç sisteminin etkisi altındaki geniş yığınların düzen içi iktidar dalaşında dinsel gericiliğe sığınmasını kolaylaştırır. Başörtüsü yasağının gerisindeki sınıfsal ilişkileri görmekten ve teşhir etmekten uzak olan bu anlayışın, emekçi kitlelerin dinsel gericiliğin etkisinden sıyrılması yönünde de hiçbir olumlu katkısı olmayacaktır.
İnanç özgürlüğü ve laiklik kavramları devletin din ile bağlarının tümüyle kopartılması, somut planda ise Diyanet İşleri ve zorunlu din derslerinin kaldırılması, din temelli eğitim veren kurumların devletle ilişkisinin kopartılması vb. gibi güncel talepleri içermek zorundadır. Bunun gündemdeki başörtüsü tartışmalarıyla ilişkisi ise kılık-kıyafet yönetmeliklerinin tümüyle kaldırılarak tam bir serbestlik tanınması ekseninde kurulmalıdır. Bu aynı zamanda AKPnin başörtüsü ile sınırlı sahte özgürlük anlayışının da pratik bir teşhirini sağlayacaktır.
Burada meselenin özü emekçi kitleler üzerindeki dinsel etki ve yargıların ortadan kaldırılmasının, başındaki örtüyü yasaklarla kaldırıp atmakla mümkün olmadığını görebilmek, dinsel gericiliğin etkisi altındaki geniş yığınlar nezdinde AKPnin sahte özgürlükçülüğünün pratik bir tutum geliştirilerek açığa çıkartılmasını sağlamaktır.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.