Maden filmini hatırlıyorum; sonra Demiryol'u... Ama en çok Maden'di hafızalarımıza kazınan. Tarık Akan'ın rolü, Cüneyt Arkın'ın rolünün filme de pek oturmamış olduğu o zamanlar hep dilimizdeydi. İşçi sınıfının mücadelesini anlatıyordu ve biz, o dönemin devrimci gençlerini çok etkilemişti.
Televizyonda ilk duyduğumda, o altyazıyı ilk okuduğumda içim bir cızz etti. Bir bir eksiliyoruz, duygusu çöktü üzerime. Bir derin sızı... Ölüm hayatın gerçeği oysa; tıpkı yaşam gibi diyalektik bir gerçeklik. Ölüm olmadan yaşam olmuyor. Bir bilim insanının sözü, hayatın ölümü keşfetmesi de canlılığın gelişimi açısından bir zorunluluk. Her canlı bir gün ölecek ki, ve hatta ölmeli ki yaşam kendini sürdürebilsin...
Ama işte, hayatın bir başka anlamı daha var. Yaşamın sürdürülebilir olması için gerekli bir zorunluluk olan ölüm insanın içinde gerçekten önüne geçemeyeceği bir hüznün doğmasına da neden oluyor. Bir daha hiç görememek, ellerine dokunamamak, gözlerine bir daha hiç bakamamak...Korkunç bir şey bu.
Aynı ürkütücü gerçekle karşılaşma zorunluluğu mu, insanı hüzünlendiren ve derin bir sızı duymasına neden olan? Yaşanmış onca şeyin, o günlerin bir daha hiç geri gelmeyecek olması mı? Belki. Ne diyelim; ışıklar içinde uyusun; yıldızlar yağsın üzerine. Bizlere duyumsattığı onca güzel duygu ve düşünceler için binlerce teşekkür.
Bu ileti en son melnur
tarafından 23.05.2019- 06:28 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.