Türkiye sosyalizminin 80 sonrasında ve özellikle reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte karşılaştığı en önemli sorun kitleselleşememe, kitle kazanamama sorunudur. Onlarca parti, örgüt, dergi derken hepsi bir araya gelse bir meydana yüz bin kişi toplayamaz. Ne yazık ki böyle bir sorunumuz var ve hala sanki hiçbir sorunumuz yokmuş gibi, sanki her şey uyarında gidiyormuş gibi davranmayı da sürdürüyoruz. Tam da böyle nitelenebilir; Türkiye sosyalizminin bir kitle kazanma sorunu var ve bu sorunun çözümü için ne yapılması gerektiği konusunda somut çözümlerimiz de yok. Ya da partilerimiz, örgütlerimiz için gerçekten böyle bir sorunumuz var mı? Hallerinden memnun gibi bir halleri de yok mu? Epey oldu, Tele1'deki bir tartışmada sunucu arkadaş ''birleşme'' konusunu gündeme getirir gibi olmuştu, ama EMEP'ten Mustafa Yılmazer neredeyse, mevcut durumun normal olduğu anlamına gelen bir yorumda bulunmuş, 1917 öncesi Rusya koşullarındaki partilerin durumuna da göndermede bulunmuştu. TKP'den Aydemir Güler de vardı o oturumda, sanırım SOLparti'den Alper TAŞ da; konuya hiç değinmemişlerdi.
Türkiye'de önemli bir aydınlanma birikimi var; yüzü sola dönük, laik bir kitle. Bu nesnel ortam sosyalizm için büyük bir kazanç ama ne yazık ki sosyalistler bu kitleyi kazanamıyor, bu kitle de sosyalistleri tercih etmiyor. Hiç kuşku yok, ülkemizin koşullarına uygun nedenleri de var bunun ama, sosyalist partilerimizin bu kitleyle bağ kuramamasının önemli nedenlerinden biri de kitleye ulaşabilecek bir siyaset üretememesi değil mi? Daha kötüsü oluyor; kitleyle bağ kuramamak, bu konuda siyaset üretememek giderek müzminleşiyor, kanıksanıyor ve sosyalistler için rutine dönüşüyor ve neredeyse bir kader haline geliyor.
Türkiye sosyalizminin bir kalabalık olamama sorunu var. Kimi sosyalistler sosyalist partilerin kitle partisi olmadıklarına değinerek bu konuyu önemsizleştirmek çabasında ama öyle değil, hem bu ''kitle partisi değiliz''in bizatihi kendisi sorgulanmalı ve hem de kitle partisi olmama durumu bile kitleselleşememenin gerekçesi olmamalı. Dün İLERİ'de Doğan Ergün, Lenin'e de göndermede bulunarak Türkiye'de sosyalizmin ciddi bir siyaset olup olmadığı konusunda bir yazı yazmıştı. Haksız mı, böyle bir eksikliğin olmadığı ileri sürülebilir mi? Tekrarlanacaksa Türkiye sosyalizminin siyasetle ilişkisinde bir sorun var. Kendi üye ve sempatizanları dahil, sosyalist parti ve örgütlerimizin kitleyle bağ kurabilme çabaları sorunlu. Belki parti yapısı ve işleyiş biçimi de dahil bir şeylerin yeniden gözden geçirme zamanı, bilmiyorum ama, kesin olan şey bence ve öncelikle bu konuda, kalabalık olamama, kitle kazanamama konusunda ortada büyük bir sorunun olduğunu kabullenmekte yatıyor.
“Siyaset, milyonlarca erkek ve kadının olduğu yerde başlar. Binlerce değil milyonlarca insan neredeyse, ciddi siyasetin başladığı yer de işte orasıdır.”*
‘Güleryüzlü sosyalizm’, Türkiye İşçi Partisi’nin eski liderlerinden Mehmet Ali Aybar tarafından dile getirilmiş bir sözdü. Sosyalizmin asık suratlısı olur mu, Sovyetler Birliği Çekoslavakya’ya müdahalesinde haklı mıydı, reel sosyalizm bürokratik miydi gibi bir dizi soru etrafında, Aybar’ın bu sözü son 50 yılda çok tartışıldı.
Bu yazıda sosyalizmin çehresini çekiştirme niyetim yok. Sosyalizmi değil sosyalistleri, çehreyi değil zihinleri, zihin dünyasını, geçmişi değil bugünü tartışmak istiyorum.
Türkiye’de sosyalizm “ciddi” bir siyasi hareket mi?
“Ciddi” derken, asık suratlılığı kastetmediğim açık olsa gerek. “Endişe verici”, “asık suratlı” veya olumsuz bir anlam taşımamakla birlikte “ağırbaşlı” bir sosyalizmden de bahsetmiyorum.
Sosyalizm deyince, gerçeklikle ilgili olan, güvenilir, ayakları yere sağlam basan, deyim yerindeyse “boş işlerle uğraşmayan” bir siyasi hareket ve onun kadroları mı aklımıza geliyor? İlgilendiğim soru bu aslında…
***
Sosyalist siyasetin ciddi olma ölçütünü, yazının başındaki alıntı sade bir şekilde veriyor. Söz ve eylem ürettiğin konular nüfusun ne kadarını ilgilendiriyor? Enerjini neye harcıyorsun?
Türkiye’de sosyalist kadrolar, son 40 yılın çok büyük bir bölümünde kendi sorunlarıyla ilgilendi. 1980 askeri faşist darbesinden yaklaşık olarak 1990’ların ortasına kadar oldukça anlaşılabilir bir kaygıydı bu. Hayatta kalmak, birinci öncelikti.
Ama o kadar… Oysa bizde ne oldu? 90’ların ortasından itibaren gelen her yeni kuşak bir sonrakine hayatta kalmanın şifrelerini; düşenlerin, yalpalayanların, sapanların zaaflarını; hayatta kalamayanların tedbirsizliklerini anlattı durdu.
’80 ve ’89-91 yenilgilerinin faturası yanlış yerlere kesildi. Kim uydurdu bilinmez; deformasyonun “kontrolsüz büyümeden” kaynaklandığı tezi kulaktan kulağa yayılıp durdu. ’80 öncesindeki esas sorunun, kitle gücünü iktidar hedefine yönlendirememek olduğu bir türlü akla gelmedi. Genç kuşaklar, “kitle kuyrukçusu”, “kitle fetişisti”, “büyük siyaset” öcüleriyle korkutuldu. “Halkçı” bir üslup, “avam” oldu, “popülist” oldu, yeri geldi “varoş” oldu, tukaka oldu.
Siyaset kitle ölçeğinde ciddileştiğine göre, sosyalizm kitle hedefinden koptukça gayriciddi bir hale büründü. Ayakları yere basmaz oldu. Hakikatle bağı koptu. Önce birkaç yüz bin, sonra birkaç on bin ve nihayet birkaç bin kişinin birbirine konuştuğu bir hitabet sanatına dönüştü.
“Sanat için sanat” kötüydü ama “sosyalizm için sosyalizm”, ”örgüt için örgüt” pek güzeldi…
Olan siyasete oldu ve apolitik bir sosyalizm türedi:
Toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren bir sorun mu var; sorunu ortaya çıkaran kaynakla ilgilenme, ortaya konan çözümlerin olası ne gibi handikapları olabileceğine yönel. Taraflaştırma; zaten senden bağımsız şekilde oluşan taraflaşmaya not ver.
Bugün emekçiler büyük bir saldırıya mı uğruyor; istersen yakın ama asıl olarak daha büyük saldırıların başkaları tarafından yapılacağını vurgula.
Taleplere değil genel geçer reçetelere yoğunlaş.
Kendi örgütünden gayrı bütün toplumsal örgütlenmeleri bir tehdit olarak bellet.
İttifak, iş birliği, kitle faaliyeti, kitle örgütü gibi siyasetin temel araçlarına rezerv koy.
***
Nerede yaşıyorsan, öyle düşünüyorsun. Maddi yaşamın ihtiyaçlarını, ihtiyaçların da keşiflerini belirliyor.
Kitle ölçeğini kaybedince, tanımı gereği, siyasi düşünemiyorsun. Milyonlarca değil binlerce insanın olduğu yerde nefes alıp veriyorsan, azı yetiyor. Keşfetmen, icat etmen, öncülük yapman, yeniyi araman gerekmiyor.
***
Bu yazı, siyasi dengelerin değişmeye başladığı, giderek daha fazla yurttaşın yeniye yöneldiği bir tarihsel an’da olduğumuzun bilinciyle, sosyalistleri “ciddi” olmaya davet etmek amacıyla yazıldı. Bir daha da yazılmamalı, yazmaya ihtiyaç duyulmamalıdır.
Sosyalistlerin gündemi, kitle ölçeğidir, siyasettir. ’90’ların ortasında çoktan bitmiş olması gereken tartışmalar artık kapanmalıdır. Çağrı, bir dönemi kapatanlara omuz verme, olmuyorsa yol verme çağrısıdır.
Sosyalizme siyaset, siyasete sosyalizm damga vurabilir. 2021’de artık vurmalıdır…
* V.I.Lenin - Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) 7. Olağanüstü Kongresi - Merkez Komitesi’nin Siyasi Raporu
Türkiye'de solun kitlesellik kazanamama durumunun kuşkusuz pek çok nedeni var. Bunlardan biri de partinin kalabalık olamama durumu. Yani kalabalıkların dönüp bakabilmesinin yolu partinin kalabalık olmasından geçiyor, denilebilir. Parti nasıl kalabalık olacak; daha kapsayıcı, daha kucaklayıcı olarak; peki bu kucaklayıcılık ve kapsayıcılık nasıl?..
Türkiye'de sosyalist solun çok bölünmüş bir hali var ve bence bu durum da solun, sosyalistlerin sosyal demokraside örgütlenmelerine, sosyalist partilerden kaçmalarına neden oluyor. Sosyalist/komünist partilerden biri, bir şekilde öne çıksa, toplumsal alanda hatırı sayılır bir güç haline gelebilse solda bir çekim merkezi haline gelebilir, amip gibi bölünmelerin önüne geçebilir, diye düşünürdüm. Ama olmuyor; olamıyor, sosyalist solun bu bölünmüşlüğü toplumsal alanda bir güvensizliğe ve ''bunlardan bir şey olmaz'' düşüncesinin yerleşmesine yol açıyor. Kendi çapında en kalabalık olanı, bana göre en gelişkini TKP onun da seçimlerde aldığı oy 100bin civarında. Yani 50 milyonluk bir seçmenin olduğu bir ülkede en güçlü sosyalist örgütlenmenin seçimlerde alabildiği oy bu. ''Seçim psikolojisi farklıdır ve seçimlerde alınan oy sosyalist partilerin toplumsal alandaki gücünü göstermez'' şeklindeki bir itiraz bir gerçekliği mi ifade eder, yoksa kendi kendimizi kandırmayı mı?
Şunu söylemek istiyorum. Toplumsal alanda bir güç oluşturabilmek, aynıların aynı yerde olmasını gerekli kılıyor gibi geliyor bana. ÖDP benzeri bir kuruluş süreci değil ama, TKP'nin, özellikle TKP'nin bilimsel sosyalizmde karar kılmış, ideolojik durumlarında çok da farklılık olmayan ve güncel siyasetin temel başlıklarında da sorunlu anlaşmazlıklar yaşamayan (başka) parti ve aydınlarımızın partiye kazandırılması talebini süreklileştirmesi gerekiyor gibi geliyor bana. Bu kadar parçalanmış yapı varken, ''gelin TKP'de bir araya gelelim'' demek, hiç kuşku yok, birileri için, o yapılardaki yönetici konumundaki kişiler için keyif kaçırıcı bir durum da oluşturacaktır ama bu çözümsüzlük noktasında ısrar etmektense kargaşaysa kargaşayı göze almak gerekiyor, diye düşünüyorum. Türkiye güncelliğinde ve AKP gibi bir belirleyenin iktidar olduğu koşullarda demokratik seçenek tükenmemişse, toplumsal alandan güç devşirebilmek pek de mümkün değildir. Toplumsal muhalefetin gerisine düşmek tehlikesi de varken, sosyalizmin omurgası durumunda olan bir partinin bu konuya kayıtsız kalması bana oldukça yadırgatıcı geliyor. Hem kişisel ve hem de örgütsel bazda özgüvenli olmak ve gerekiyorsa her türlü özveriyi göstermeye hazır olmak Türkiye sosyalizminin önünü açmak uğruna tercih edilemez mi?
Kuşkusuz tartışılabilir ama ortada apaçık bir gerçek var.
Bir şeyler yapmak lazım ve içinde bulunduğumuz koşullarda, bütün eksikliği ve yanlışlıklarına rağmen sosyal demokrasiye ve iyi kötü bir demokrasi mücadelesine rağmen sosyalist mücadeleye toplumsal alandan bir güç devşirmek çabası çok da karşılık bulmayacaktır. Belki üç beş sosyalist partiyi TKP'ye katmak, epey sosyalist aydını da partili veya parti dostu yapmak sorunu çözmeyecektir ama, sanki işe buradan başlamak daha doğru bir yönelimmiş gibi geliyor bana.
Reel sosyalizmin çözülüşünün yarattığı umutsuzluğa sağlı sollu liberal basıncın da etkisini kattığımızda sosyalizmin toplumsal alandaki güncelliğini yitirmiş olmasını anlayabilmek kolaylaşıyor. AKP'nin toplumsal ve siyasal alanda yarattığı yıkımdan kurtulabilmenin yolunun demokrasiyi işler kılmak olduğu algısının toplumsal alanda haklı olarak karşılık bulması da bence sosyalizmin halkla buluşabilmesinin önünde bir engel oluşturuyor. Bence bu gerçeklik sosyalist solu bir siyasal pozisyon almaya zorluyor, ya sürecin/nesnelliğin dışında ya da içinde kalmak. Ya dışında kalarak, ve toplumla arasındaki ''doğal'' mesafeyi daha da arttırmayı göze alarak bir mücadele biçimi yeğlenecek ya da toplumla yakınlaşarak, aradaki mesafeyi kısaltarak sol-sosyalist mücadele şekillendirilecek...
Her ikisinin de artı ve eksileri mevcut. Dışında kalmak kitleselleşme konusunda yol almayı daha da güçleştirecektir. Bunun da kendine göre sorunları var ki, en önemlisi kitle partisi olmayan bir sınıf partisinin kitle ile bir bağ kuramaması durumunda toplumsal alanda bir güç oluşturamayacağı gerçeğidir. Sürecin içinde kalarak bir mücadele biçimini yeğleyen partinin kitleyle temas kurabilmesi daha kolay olacaktır. Sadece o da değil, bu yolla egemen siyasal anlayışın iktidardan uzaklaştırılmasına katkının da üst düzeye çıkması kitlenin partiye ilgisinin de artması anlamına gelecektir. Dinci faşizmin iktidardan edilmesi sürecinde yanı başında gördüğü partiye güveni de artacak, hatta pekişecektir.
Siyaset kitle ölçeğinde ciddileştiğine göre, sosyalizm kitle hedefinden koptukça gayriciddi bir hale büründü. Ayakları yere basmaz oldu. Hakikatle bağı koptu. Önce birkaç yüz bin, sonra birkaç on bin ve nihayet birkaç bin kişinin birbirine konuştuğu bir hitabet sanatına dönüştü.
Böyle söylemiş Doğan Ergün bir üstteki yazısında. Haklı. Bir şekilde sosyalizmi kitle ile nasıl buluşturmamız gerektiğine ilişkin kafa yormamız gerekiyor. Zamanı geldi de geçiyor. Metin Çulhaoğlu da bu konuya ilişkin çok şeyler yazmıştı. Kendi gündemlerimiz yerine halkın gündemini öne çıkarmamız gerektiğinin altını çizmesi de yine kitlesellik kazanmayla ilişkiliydi. Doğan Ergün'ün üstteki yazısında değindiği gibi ittifaklar konusunu da bu kapsamda değerlendirirdi. Şöyle:
''Dünyamızın bugünkü durumu ve koşulları, sosyalist solun yükselmesinin, adına ne denirse densin (birlik, blok, cephe, ittifak, koalisyon, pakt, platform, vb.) başkalarıyla birlikte yürüyeceği yola ve alacağı mesafeye bağlı olduğuna işaret ediyor.''https://www.solpaylasim.com/k8554-ittifak-cephe-blok-vb-uzerine-.html
Birkaç gün önce face'e yazmıştım. Sonra da forumdaki ilgili başlığa asmıştım; şöyleydi: ''Koç, Zorlu ve Yıldız Holding derken bu kez de Sabancı Holding'in kapısına dayanıp, bütün görkemimizle '' Mal varlığı ve Karı halkımıza feda olsun'' deyiverdik. Ama anlayamadığım şu; bu siyasi tavrın sosyalizme, partimize ve halkımıza nasıl bir getiri sağlayacağını düşünüyoruz?''
TKP'ydi bu siyasi eylemleri düzenleyen. TKP bu eylemlerle partiye katılım olacağını, sınıfa/topluma bilinç taşıyacağını mı düşünüyor; elbette hayır. Bu tür siyasi eylemlerin sınıftan/halktan partiye ''yığınsal''' katılımlara yol açması beklenemez. Peki öyleyse neden? Parti neden böylr sistematik bir siyasi eylemlerde bulunur? Neyi amaçlar? Parti üye ve sempatizanlarına ''biz buradayız'' demek için mi? Böylelikle kendi üye ve sempatizanlarını yitirmemek ve bir ölçüde de olsa konsolide etmek için mi? Belki.
Ama şurası kesin bu tür siyasetlerin, içinden geçtiğimiz karanlık süreçte sosyalizme, sosyalist partilerimize ve sınıfa/halka hiçbir getirisi olmayacaktır. Ne sosyalizmin toplumsal bir güç olmasına eden olacak ve ne de sınıfla sosyalizm/parti arasındaki açıyı daraltacaktır. Bu eylemler, bu tür siyaset sadece yine ve çoğu zaman olduğu gibi, sosyalist solun bir türlü üzerinden atamadığı şekliyle solun sola ses yöneltme çabasından başka bir şey olmayacak, başka bir işe yaramayacaktır.
Çok basit, bence bu kategorik bir planlama ile yapıldığı izlenimi veren siyasi eylemler ile sokak hayvanlarının katliamına güçlü bir sesle hayır diyebilmek çok daha ilgi çekici olurdu. Bu ve benzer şekilde karanlığı yaratanların akldışılıklarına karşı yürütülecek karşı bir yığınsal tepkinin içinde olmak ya da başı çekmek çabası içine girmek daha kalabalık olabilmenin bir yolu gibi geliyor bana; ki onlarca yıldır aşamadığımız sorunumuz da bu değil mi?
Sosyalizmin toplumsal alanda bir güç olabilmesinin yolu siyasette etkin bir özne olmasından geçtiği gerçeğiyle doğrudan ilişkilidir. Buna göre siyasette etkin bir özne olabilmek veya bir başka tanımla kitleselleşebilmek öncelikle (ve bence) tarihsel TİP'in 65 seçimlerinde aldığı yüzde 3'lük yüzdeyi yakalaması ve aşmasıyla mümkün olacaktır. Peki bunun yolu ve yöntemi ne? Neden başaramıyoruz, neden onlarca yıldır hep binde birlere, on binde birlere-ikilere çakılı kalıyoruz?
Sosyalizm propagandasıyla bu eşiği aşabilmek mümkün görünmüyor. Yapılması gereken şey, öncelikle siyaseten yapılmaması gerekende ısrar edenlere yönelik bir tepki göstermek ve uyarı görevinde bulunmak değil mi? Partili arkadaşlarımızın veya sempatizanların önceliği sosyalizmi sahiplenmek mi, yoksa yanlışta, başarısız sonuçlara yol açan siyasetlerde ısrar edenlere bağlılıktan mı geçer?
Üye yapısını da sorgulamak gerekiyor.
Başka etkenler de vardır kuşkusuz.
Ama Metin Çulhaoğlu'nun bir yazısında altını çizdiği gibi ''ülkeyi en fazla neler meşgul ediyorsa, insanlar en fazla hangi konularda duyarlılık taşıyorsa, bunlara bakmak ve birtakım öncelikler belirlemek'' gerçeğini ''emekli parklarda konuşmalar'' olarak nitelediğimiz sürece...
Başaramayız.
Ve ne yazık ki, başaramamaya mahkumuz demektir.
Bugün bir arkadaşımızın ''like'' atmasıyla farkına vardım, orada kalmış ama bence önemli bir başlık ve orada da öyle kalmaması gerek, ayrıca bu başlığa da uygun.
Parklarda emeklilerin bir araya gelip konuştukları gibi konuşmaya devam edeceksek, bir sosyalist için sosyalizmin ne olup ne olmadığı aşağı yukarı tahmin edilebilir. Örgütlü bir solcu veya sosyalist için de görev partiye üye kazandırmak ve partinin birtakım işlerini yerine getirmektir. Peki partinin işi nedir? ''Parti devrim yapmakla mükelleftir'' mi? Kısmen. Sosyalist kuruluş için devrime, siyasi iktidarın kazanılmasına gerek var ama parti bunu tek başına yapamaz. Benzer şekilde işçi sınıfı da sınıflı bir toplumda tarihsel sorumluluğunun farkına varamaz. Dolayısıyla kendi başına ve kendiliğinden bir süreçle sınıf ve emekçi halk sosyalist devrimi gerçekleştiremez. Olması gereken sosyalizmi kitleyle buluşturabilmektir ve ancak o zaman sosyalizm toplumsal bir güce dönüşebilir. Sonuçta -hepimizin bildiği gibi- partinin kitleyle buluşması gerekir. Kitlesiz ve kitleyle buluşabilmeyi başaramayan bir sosyalist partinin parti olma özelliği ne kadardır, ayrı bir mesele. O zaman bize, solculara, sosyalistlere, yüzü sola dönük kesimlere düşen görev öncelikle sosyalizm açısından BAŞARI denilen şeyin karşılığının ne olduğunu somutlaştırmak değil midir?
Bir kadro oluşturmak, bu kadro etrafında belli sayıda insanları konsolide etmek birtakım yayınlarda bulunmak ve sadece sosyalizm propagandası yapmak, sadece sürece dair analizlerde bulunmak ve sadece sola hitap edip, toplumsal alanda hiçbir etki ve ilgi yaratamamak sosyalizm iddiasında bulunan bir parti için kabul edilebilir bir durum mudur; Ya da böyle bir yapının bir parti olmaktan çok bir fikir kulübü olmaya daha yakın olduğu iddiası yanlış mıdır?
Bu ülkenin sosyalizm iddiasında olan partilerimizin bu konudaki başarı kriteri öncelikle ve öncelikle toplumsal alanda etki yaratıp, ilgi görmeyi başarmasıyla mümkündür. Bu durum gerçekleştirilemediği sürece sosyalist kuram konusunda ağzımızla kuş tutsak faydası yok. Sosyalizm hep bir hayal olarak kalmaya mahkum demektir.
Sosyalizm yolunda bir sıçrama yapmak, bir eşik atlamak istiyorsak bence artık duygusal reflekslerden kurtulmak ve takım tutar gibi parti tutma davranışlarımızı bir kenara koymak gerekir, diye düşünüyorum.
Değiştirmek için yola koyulanların değişmek gibi bir dertleri yoksa bir büyük değişim olan sosyalizmi kurabilmeleri mümkün olabilir mi?
Geçenlerde bir anarşistin hayatının belli bir kesitini işleyen bir film izlemiştim. Anarşist genç çokça dolar basıp piyasaya sürmekten ve böylece ABD ekonomisini batırmaktan ve kapitalizmin böyle yıkıma uğrayacağına inanır. Bu düşüncesini karşılaştığı CHE'ye de açarken aldığı yanıt ''bir pire bir fili yenemez'' şeklindedir. Evet , öyle bir pire bir pire olarak kalabildiği sürece filler hep hayatta olacak ve bizlerin yaşamını da biçimleyecektir.
Değişim istiyorsak, kapitalizmin mevcudiyetine son vermek istiyorsak mutlaka bu ''bir'' olmaktan çıkmalı ve yüz binlerce ve de milyonlarca olabilmenin bir yolunu mutlaka bulabilmeliyiz. Bunun yolu da kitlelerle aramızda var olan mesafenin olabildiğince kapanmasından ve sosyalizmi kitlelerle buluşturmaktan geçiyor. Başka yolu da yok. Beceremiyorsak, onlarca yıldır hep çaresizleri oynuyorsak, bu konuda bir adım bile atamıyorsak bunun nedeninin savunageldiğimiz siyasetler ve toplumun karşısına çıkardığımız ve bir türlü kabul görmeyen liderler olduğunu anlamalıyız, diye düşünüyorum.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.