Uzunca bir zamandır gözleri görmüyor, kulakları duymuyordu. Çok yaşlanmıştı, mamasını yemek, suyunu içmek için kendisine ayrılan bölüme giderken sağa sola çarptığı oluyordu. Üzücüydü, alışılmadık bir şeydi ama sonrası daha da kötü oldu, ayaklarının üzerinde duramamaya başladı. Yemeğini yemesine, suyunu içmesine biz yardımcı oluyorduk. Ama işte, soluk alıyordu ya, sıcaklığını hidssediyorduk ya...-yetiyordu. Sonra...Bir hafta önceydi, yemek yememeye başladı, suyunu da yeterince içmiyordu. Tatlıyı severdi, hoşuna gidecek bir şeyler vermeye zorladık, üzüm gibi, hatta çukolata gibi. Sonra...-dün akşam onları da kabul etmedi bünyesi. Evet, yaşlıydı, çok yaşlanmıştı. 19 yaşını devirmişti ve çok zayıflamıştı. Hani bir deri bir kemik denir ya...Dün akşam kucağıma aldığımda soluğunu duymaz olmuştum. Kalp atışlarını hissediyordum. Saatler öyle geçti. Yerinde daha rahat eder diye sarıp sarmalamış, oraya bırakmıştım. Başında onu izliyordum. Birkaç gecedir onu yalnız bırakmak istemiyordum aslında, hiç gelmemesini dilediğim o an'ın yakınlığını hissediyordum. Sonra...-uyuyakalmışım. Sabaha karşı uyandığımda ona çekinerek, korkarak dokundum, her zamanki sıcaklığı yoktu. Üşümüş gibiydi, soğuktu. İnsanın inanası gelmiyor, kabul edemiyor. Canımı, ciğerimi kaybetmiştim... Oğlumu, birtanemi...
Biraz önce gömdük, sitenin bahçesinin bir yerine. Çukura yatırırken son bir kez öptüm, kokladım ve içimden de bir koca parçayı onunla birlikte oraya bıraktım. Garip bir duygu, yine çoğaldıkça çoğalıyor içimde... Her ayrılıkta, her ölümde aynı şeyleri yaşıyorum. Sanki bırakıp gitmiş, sanki bir haksızlıkta bulunmuş ve sanki onu yalnızlıklara terk etmişim gibi. Sanki bana ihtiyacı var da, ben ona bir türlü yardım edemiyormuşum gibi bir duygu...
Bir şeyler kopup kopup gidiyor içimde.
Evdeyim, bunları yazıyorum, Lokum'un ardından bir şeyler yazmak ihtiyacı beliriyor Ve bunları yazarken sanki parkelerin üzerinde yürürken çıkardığı o sesi duyacağım, sanki kapının önünde belirecek,, mama saatinin geldiğini hatırlatmak ister gibi bakışlarını bana çevirecek... Ya da, sanki birazdan yağmur yağmaya başlayacak, gök gürlüyor, şimşekler çakıyor, LOKUM ayaklarıma sığınacak birazdan...Koltuktaysam, kucağıma gelecek...
Yok, hiçbiri olmayacak artık. LOKUM anılarımda yaşayacak. On dokuz yıllık ömüründe bize kocaman bir anılar yığını bıraktı; onlarla yaşayacağız. Ve biliyorum, içimdeki bu sızı hiç bitmeyecek.
Her şey için çok teşekkür ederim yavrum.
Bitanem...
Seni şimdiden o kadar çok özledim ki...
Hiç kuşku yok alışacağız. İnsan nelere alışmıyor ki...Ama onsuz ilk gece o kadar zor geçti ki. Daha bir gün önce kucağında taşıdığın ve sıcaklığıyla seni ısıtan, mutlu eden bir can'ın olmaması ve en ürkütücü yanı, bir daha hiç olmayacak olması, onu bir daha hiç görememek, ona dokunamamak, onunla oynayamamak kahredici bir duygu... Dile kolay on dokuz yıllık bir birliktelikten sonra onu yitirmek, belki de hiç kapanmayacak bir boşluk yaratıyor insanda... Abartmıyorum, dün sadece Lokum'u toprağa vermedim, onunla birlikte canımın bir yarısını da...
****
Bir şekilde duyanlar veya bu başlığı okuyarak haberdar olanlar dün telefonla veya mesengerle arayıp baş sağlığı dilediler, acımı paylaşmaya çalıştılar. Hepsine duyarlıklarından ötürü tekrar teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar.
Bu ileti en son melnur
tarafından 16.09.2021- 07:01 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yavrumu 15 Eylül Çarşamba günü kaybetmiştik. 15 gün geçti ve on beş gündür hayatımızda artık yok. İnsan alışıyor. İlk günler sabah evden çıkarken veya akşam eve dönerken onun yattığı toprağa elimi sürmeden yapamıyordum. Ona da alışıyorum. İyi mi kötü mü bilmiyorum ama, hayat da böyle bir şey değil mi?
İyi niyetli öneriler geliyor; ''yavru köpek al, kedi beslemeye başla'' diyorlar. Mümkün değil ki, Yirmi yıla yakın bir zamandır biriktirdiğimiz onca güzelliklerle dolu anıları bir anda zihnimden silmek ya da ötelemek ve Lokum'un yerini başka bir hayvanla doldurmaya çalışmak hiç beceremeyeceğim bir şey. Evimin duvarlarında ve bilgisayarımın anasayfasında onun fotoğrafı var. Ona bakıyor ve arada bir zihnimi de serbest bırakıyorum. Mutfağa her gidişimde parkenin üzerinde yürürken çıkardığı seslerle birlikte peşimden geliyor. Mutfak kapısında durup bana bakıyor, biliyor birazdan ona bir şeyler vereceğimi. Ben de rüşvetimi alıyorum: kocaman bir öpücük.
Bir ay'ı geride bıraktık; yavruma dokunamadığım bir ay geçti. Kimi örtülerini, yatağı ve oyuncaklarını onunla birlikte toprağa koymuştum. bugün de kalan tüm eşyalarını, oyuncaklarını ve giysilerii toparlamaya çalıştım. Papyonu geçti elime, bir yılbaşı akşamı için almıştık, okşadım... Yakınımızda bulunan bir hayvan barınağına götüreceğim.
Her ölüm bir ayrılık, tıpkı her ayrılığın bir ölüm olması gibi. İnsan ya da Lokum... Bir yanınız öylece, kopup gidiyor, eksik kalıyor, yoksullaşıyorsunuz... Abartmıyorum, biliyorum, bir yanım hep hüzünlere bulanık kalacak... Hiç unutulmayacak.
Bugün ilk...
On dokuz yıl sonra ilk...
O'nsuz bir 23 Nisan
Doğum günüydü.
Tatlı bir heyecan yaşanacaktı,
küçücük bir pasta,
belki şirin bir hediye
karşılıklı bol bol öpüşmeler, oynaşmalar...
Ama işte O yok.
LOKUM, canım benim, bilesin, seni hala çok özlüyorum. Ve yokluğuna hiç alışamadım. Karşımda, çalışma odamın duvarında büyükçe bir resmin asılı. Gözlerim ona taklıyor bazen, ayp değil ya, kendimi tutamadığım oluyor...
Bitanem, gece yarısının ilk saatleri... Penceremden dışarı bakıyorum, kucağımdasın. Sıkı sıkıya sarılmışım sana, sokak lambalarının sarı, soluk ışıklarının aydınlattığı caddeye bakıyoruz. İki köpek geliyor, karşı duvar dibine, aranıyorlar, sonra aceleci adımlarla uzaklaşıyorlar. Gecenin bu yarısında havlamanı istemediğimi bildiğinden sadece heyecanlanyor, hareketleniyor ve içten içe havlamaya çalışıyorsun... -ne kadar güzel olurdu bu hallerin!
Sabah sana geleceğim, ilk işim toprağını okşamak olacak bilesin.
''İyi ki doğdun'' diyeceğim, belki duyarsın.
İyi ki doğdun, bitanem.
Doğum günün kutlu olsun.
Bize yaşattığın onca güzellikler için sana sonsuz teşekkürler.
Seni çok seviyoruz, yavrum.
Seni hiç unutmayacağız,
Ayrılıklar zamanla külleniyor. Daha ötesi, yaşamın şaşmaz bir gerçeği olarak giderek kanksanıyor. Hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi zaman durmadan daha ileriye başka ilişkilere, başka başka duygulanmlara yelken açıyor. Kısaca zamanın üstesinden gelemediği hiç bir ayrılık acısı da yok. Her şey geride kalıyor, her şey unutuluyor, anılar zaman içinde sararıp soluyor ve hemen her şey günün birinde sanki hiç yaşanmamış gibi silikleşiyor!
Öyle mi gerçekten?
Seni hiç unutmadım bitanem; yokluğuna hiç alışamadım. Alışamayacağımı da biliyorum. Bugün 15 eylül ya, tam bir yıl geçmiş aradan , sensiz geçen koskocaman bir asır. İnanamıyorum biliyor musun? Hatırladığımda, gerçekten inanamıyorum. Sanki eve geldiğimde beni karşılayacak, kuyruğunu sallaya sallaya sevinçli hareketler yapacaksın. Bir şeyler bekleyecek, en çok da boynunun altını uzun uzun öpmemi isteyeceksin, sonra,... sonra sarılmamı, dayasıya, doya doya...-hiçbiri olmuyor, olmayacak. Evet, alışamayacağım. Sensizliğe katlanabilmek hiç kolay değil. Yaşamın katı gerçeği bu olsa da, yaşamın içinde bu tür ayrılıklar kaçınılmaz olsa da, anılar, yaşanılan güzellikler hiç küllenmiyor bilesin.
Oysa on dokuz yıl yaşamıştık birlikte, dile kolay, dolu dolu geçen bir on dokuz yıl. Ne çabuk geçti ve ne garip, hayatın insanlara dayattığı bir acmasızlık bu. Bir anda, birdenbire bir beraberliğin ortadan kalkması katlanabilir br şey değil, korkunç bir şey. Hele o gün... o günü hatırlamak...bir yıl öncesini, o 15 eylül gününü! Bahçemizden sorumlu görevlinin kazdığı o çukurun başında bekler ve sen kucağımda, uyurken üzerine örttüğümz örtülere sarılı bir haldeyken, birazdan o çukura yatırmak ve sonra...-sonsuza değin kopmak, ayrılmak!
Hayat ne garip bir şey.
Ve ne kadar ürkütücü...
Sen yoksun artık.
Ve bir yıl geçti aradan...
Ve seninle olmadığım, olamadığım o garip, o ürkütücü hayat bir şekilde ve hala devam ediyor.
Kucağımdasın biliyor musun, gecenin bir yarısı, seninle çoğu zaman yaptığımız gibi pencerenin hemen önünde karanlığa, ötedeki ölgün sarı ışıklara, sonra çöp konteynırlerin bulunduğu yere sık sık uğrayan sokak köpeklerine bakıyoruz. Sen biraz da beni kızdırmamak için içinden havlıyorsun. O hallerini de çok severdim, sarılırdım sana, sımsıkı...Daha çok sarılıyorum sana, daha çok, daha çok...
Göz açıp kapayıncaya geçiyor zaman.
Tam iki yıl geçmiş aradan.
Sanki, koskocaman iki asır.
Sensizliğe alışıyorum bitanem. On dokuz yıllık bir beraberlikten sonra sensiz geçen iki yıl, hiç kolay değil.
Hiç kolay da geçmedi.
Odamda, oturduğum koltuğun karşısındaki duvarda büyükçe bir fotoğrafın asılı.Ona dalıyorum arada bir. Melis'e sınıf geçme armağanı olarak almıştım seni. Sevinmişti, sevinmştik. Ailenin bir parçası oldun sonra. Her günümüzde, her an'ımızda hep sen oldun. Seninle güldük, seninle hep güldük. Seninle birlikteyken kötü bir günümüz bile olmadı. Ama işte hayatın kötü ve dayanılmaz bir yanı var. Eninde sonunda bir ayrılık gelip çatıyor. Kahredici bir ayrılık yaşanıyor. İki yıl önce tam da bugün...
Son kez kucağımdaydın.
Son kez...
Sensizliğe alışıyorum dediğime bakma, lafın gelişiydi. Sensizliğe alışmak mümkün değil. Sensizliğe alışamayacağımı biliyorum. Zaman hep böyle geçecek, ve anılar da ne kadar silikleşirse silikleşsin, hep hatırlanacak. Anılar unutulmuyor bitanem. Ne kadar sararıp solsa da hatırlandığında hep hüzün veriyor. Seni hep gülümseyerek hatırlamak istiyorum ama olmuyor. Geride kalan her şeyin sonuçta hüzün vermesi de ondan. Bir daha hiç yaşanmayacaklar. Bir daha hiç.
Bir yıl daha geçti.
Zaman uçup gidiyor.
Tam üç yıl geçmiş...
Sensiz geçirmek zorunda kaldığımız tam üç koca yıl...
Hava yağmurluydu bugün İstanbul'da. Ara sıra çakan şimşek; aklıma gelmiştin, korkardın, her gök gürlemesinde bize sokulur, arkamıza gizlenirdin. O korkulu halinle ne kadar şirin olurdun.
Biliyor musun, bu günlerde bir telaş yaşanıyor bizde... Çok sevdiğin, birlikte büyüdüğünüz ablanın hafta sonu nişanı var; işte evlenme hazırlıkları; bu telaş içinde ablanın aklına geliverdi; üzerinde senin güzel bir fotoğrafının olduğu bir paketçiğe kuru mama koydurdu. Nişan bitiminde davetliler çıkışta aldıkları bir paketi senin adına sokak hayvanlarına verecekler. Son zamanlarda siyasal iktidar sokak hayvanları için bir katliam yasası geçirmişti parlamentodan. Karşı çıkanlar, ''Sokak Hayvanlarına 'Dokunma'' diyenler ellerinden geleni yapıyorlar. Sonuçta sert bir kayaya çarptıklarını anlayacaklar, toplumda büyük bir direnç var. Yaşatacağız...
Anılarımızda yaşıyorsun...
Zaman zaman senden söz ettiğimiz oluyor. Gülümsüyoruz ama hüzünlü bir gülümseyiş oluyor. Zaman da hep ileri doğru akıyor ama geride kalanları, seni, hiç geride bırakmayacağız.
Bizimle kalacaksın...
Bizle olacaksın.
Hep.
Seni çok sevdik LOKUM.
Bu sevgi hiç bitmeyecek.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.