SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Kürt sorunu bunun neresinde? - Aydemir Güler           (gösterim sayısı: 122)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.433
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

37 kere teşekkür etti.
53 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 07.12.2024- 06:45


Kürt sorunu bunun neresinde? -   Aydemir Güler

Proje çizmesi bedava! Ama hayat veya pabuç pahalı! Bu senaryoya kıyısından köşesinden dokunan her büyük veya küçük özne bir diğerine silah sıkmaya hazırdır.

Bu hafta Kürt sorununa ilişkin Türkiye’de solun tarihsel konumlanışını hatırlatmaya dönük notlar yazacaktım. Bunu bu köşede yakında yapmayı deneyeceğim. Ama Suriye haritasındaki değişiklikler Türkiye’nin siyasi konjonktürünü de değiştirdi.

Daha doğrusu takke düştü ve Bahçeli-Erdoğan ikilisinin açtıkları sayfanın başlığına değil “çözüm”, “Kürt sorunu” diye yazmanın bile “kellik” olduğu görüldü.

Meclisin açılışıyla hızlanan gündem bir savaş açılımıymış meğer!

Kürt sorunu dendiğinde ne anlamak gerektiği artık tamamen karışmış durumdadır. Bölgenin paylaşılmasına dönük karmakarışık ama arkasında çeşitli boylardan sömürücülerin durduğu da bir o kadar açık olan çatışma, Kürt sorununu bombaların kaldırdığı tozla boyadı. Bizim anlamamız gereken bambaşka bir şeydir ve “bizim Kürt sorunumuz” bu toz dumandan bütünüyle ayrı bir eksende konuşulmalıdır. Ona sıra gelecek…

Örnek olsun, şurada “bizim” Kürt sorunumuzla ilgili herhangi bir şey yoktur. DEM Partinin bir sözcüsü geçenlerde bir TV programında “İran Kürtleri, diyordu, asla molla rejiminden yana olmaz.” Bu sözün “çatışma boyutlanıp da Tahran hükümetine karşı bir cephe açılması gerektiğinde bizi unutmayın” anlamına geldiğini söylersem ayıp etmiş olur muyum? Burada başka bir sorun, hatta bela vardır!

Şam hükümetinin egemenlik alanının bir parçasına TSK-Suriye Milli Ordusu, bir diğer parçasına da PYD yerleşecek ve iktidarın meşruiyetini orasından burasından kıracaklar. ABD Suriye Kürdistanı üstünden sahada çıkarları olduğunu ilan edecek, sonra kimse farkına varmadan büyük bir savaş makinesinin sahibi haline getirilen HTŞ Suriye’nin ikinci büyük kentini ele geçirecek… Bu ortamda Kürt sorununu mu tartışıyor olacağız peki?

ABD on yıllar önce Irak’ı üçe bölme projesi yumurtlamıştı. Orada elde var, bir Kürt devletçiği. Barzani otonomisini tam anlamıyla devlet sayamayız, çünkü egemenliğini sadece merkezi Bağdat hükümetiyle paylaşmamakta, aslında tüm iktidarını ABD’den almaktadır. ABD’nin deniz aşırı, çok sayıda fiili eyaletinden biridir Erbil merkezli yapı. Sonra, devlet dediğimiz modern yapılar, 19.yüzyılın sonlarından başlayarak ulus aidiyeti ile karakterize edilir. Kürt özerk bölgesi bir aşiret devleti olarak eski çağların bir güncellemesidir, kapitalizmin son aşamasında buram buram feodalite kokmaktadır. Dünyamız, kalkıp aşiretlere dayanan, emperyalistlerin himayesinde beslenen devletçiklere dönmeyecekse bu tablo arızi ve geçici olarak kalacak. Bu garip yapının öncülü Birinci Körfez Savaşıyla, yani yeni ABD mandası altında 1991 sonrasında ortaya çıkmıştı. O sıralar sol-liberal ve Kürtçü bir sol henüz ortalığı kasıp kavurmuyordu. Sadece bazı öncüler arzı endam ediyor ve söz konusu bölgenin ne kadar özgür olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Türkiye’de başat konumdaki Kürt siyasi hareketinin Barzanistan’a rezervli yaklaşması bunların sınırlı kalmasının esas nedeniydi tabii…


Yeri gelmişken, Irak Kürdistan’ı bir istilanın ürünü olarak federe devlet statüsü kazanmadan önce Türkiye Cumhuriyeti bölgede pasaport bile dağıtmıştır! Özal’ın rüyası, deforme de olsa gerçekleşmiş, Ankara birtakım Kürtleri himayesine almıştı.

Batı emperyalizmi şimdi de Suriye’yi parsellemiş bulunuyor. Yeni değildir ve özetle Suriye haritalarında Şam-Lazkiye Nusayri devleti, Kürdo-Amerikan Rojava devleti ve Türko-Arap Sünni devleti olarak çizimler çoktan başlamıştır.
Bu dünyada herkesin bir büyük ağabeye ihtiyacı olduğu kabul edildiğinden, birinci devletin kapıları ile Akdeniz kıyıları Rusya’ya açık olacaktır.

Devletsiz ulus olmaktan şikâyet eden Kürtler ikinci devletçiklerine kavuşacaklardır. Aslında bir “ileri üs” hüviyetinde bu zaten vardır.

Üçüncü yapı ise bir maymuncuktur. Ankara, bütün emperyalistlerin sevdalandığı dinci gericiliğin patentini eline almak için yanıp tutuşmaktadır ve belli ki AKP sayesinde son derece avantajlıdır. Dinci gericiliğin Suriye sultanlığını elinde tutanlar, Rojava + Barzanistan’ın sahiplerine “Büyük Kürdistan” hayali satabileceklerdir. Hayalin vizesi Akdeniz’e çıkış koridorudur. Böylece Türkiye + Kürdistan işlemiyle Ortadoğu’da yeni-Osmanlı geri dönecektir. Davutoğlu da bir AKP koltuğu alır mı, belli olmaz! Ama, Kürt sorununun çözümünden bunların kast edildiği anlaşılmaktadır.


Kürt sorunu bütün bunların neresindedir?

Tutarsa; AKP bir değil iki Kürt devletçiğinin yakın dostu olmuşken, Türkiye sermayesi bölgeyi ihya ederken, yerde boru hatları döşenir, havada dronlar uçuşurken birileri de silah bırakmış, “terör bitmiş”, çok mudur? Muhtemelen birileri de “silahım namusumdur” falan diyecek ve silahların hiç değilse bir kısmı ara sıra çıkartılıp tetiğine basılmak üzere zulaya kaldırılacaktır. Bu kirli, akıl ve insanlık dışı oyun mudur ulusal sorun denilen?

Proje çizmesi bedava! Ama hayat veya pabuç pahalı! Bu senaryoya kıyısından köşesinden dokunan her büyük veya küçük özne bir diğerine silah sıkmaya hazırdır. Bir haftadır yaşananlar bu kaotik savaşın ilk raundu bile değil!

Şam tartışmasız direnecek. Esad’ın kara kaşına meraklı olmayıp, sıranın kendine gelmesini ertelemeye odaklanan İran da öyle. Rusya, zaten kimsenin göz dikemeyeceği deniz üssüne çekilecek değildir ve Türkiye’nin enerji ihtiyacı dendiğinde tekel sahipleri de Moskova’da oturmaktadır. Bu gerilimlerin ara ara alev almaması mümkün değildir.


ABD cihatçı beslemeleri ile Kürt müttefiklerinin alenen çatışmasını istemez elbette. Ama bunların arasındaki rekabetin bazen kontrollü patlamalarla yönetilmesi gerçek bir “ihtiyaçtır.” Hem bu olduğunda Batı kamuoyu ve bir kısım Türk solu “işte Ortadoğu’nun biricik seküler modern öznesi; hem kadın gerillalar da var” diye tempo tutabilme imkânına kavuşmaktadır. En azından Suriye ve Irak IŞİD eliyle son karıştırıldığında böyleleri sahne almıştı…

Sahi Kürt sorunu bu ateş ve kan diyarının neresindedir?

Bu tablonun her bir köşesinde mülk sahibi egemenler hüküm sürmektedir. Aralarında düğmesine Washington’da, Londra’da basılan hegemonya mücadeleleri verilmektedir. Bölgemiz sayısını bir çırpıda veremeyeceğimiz halkların birbirini kesmesine hazırlanmaktadır. Arada ilan edilen barış veya çözümler, görünür vadede sadece geçici ateşkeslere denk düşebilir.

Ateşin ve kanın bugün için Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına teğet geçmekle yetineceğini düşünenler mutlu olabilir. Borsada şirketlerinin değeri artacak olanlar, yıkılan kentleri yeniden inşa etmeye hazırlananlar, yaralı halkların muhtaç duruma düşmesine ellerini ovuşturanlar… Kaos ortamında kendi ülkesi doğrudan hedef olmayan az sayıda devletin bir üst ligin oyuncusu oldukları doğrudur. Gerçekten Türkiye bu anlamda yok olma tehdidi altında olanlarla karşılaştırılamaz. Ancak banka cüzdanlarını sıvazlayıp mutlu olanlara “gülme komşuna” demenin de zamanıdır. Ne de olsa proje ofisleri Atlantik kıyılarındadır ve oradan bakıldığında Tayyibistan’ın herhangi bir dokunulmazlığı yoktur.

Devlet Bahçeli bir çözüm sürecini mi başlatmıştı? Kürt sorunu derken, ne kast etmiştiniz?

Biz ne kast ettiğimizi biliyoruz. Onu konuşacağız…

Kürt sorunu bunun neresinde?




Bu ileti en son melnur tarafından 21.12.2024- 06:53 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.433
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

53 kere teşekkür edildi.
37 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 21.12.2024- 06:51



Kürt emekçilerinin Amerikan-İsrail şemsiyesi altında ele alınacak bir sorunları bulunmuyor. Esas alınması gereken komünist hareketin tarih tezidir, sahip olduğumuz birikimdir.

 
Kürt sorununa bakmak - Aydemir Güler

Birkaç hafta önce demiştim ki, Türkiye solunun bir Kürt sorunu birikimi, hatta “tarih tezi” vardır... Bunu hatırlatmak gerekiyor, çünkü son on yıllarda bu birikim inkâr edilir oldu. Ne de olsa, çözüm niyetine “İslam kardeşliği” uydurması ortaya atılacaksa, solun sözünün örtülmesi, unutturulması gerekiyordu. Mümkünse “Kürt düşmanı” ilan edilmeliydik!

Böyle böyle kendinden utanan, geleneklerini karalayıp onlardan kopan bir “solculuk” elde edildi. Bu yeni solculuk, Kürt ulusal taleplerinin destekçiliğinden ibaretti…

Oysa “biz” yeni başlamamıştık bu meseleyi konuşmaya.

*     *     *

Son zamanlarda çekiştirilmek istenen Mustafa Suphi’den bu yana düşünüyoruz, konuşuyoruz…

Suphi, Osmanlı’nın çözüldüğü, işgalle çöktürüldüğü ve Türkiye’nin kurtuluş sancılarının hissedildiği dönemde, yani her şeyin tartışma masasına geldiği bir zamanın insanıydı. O sıra Kemalizm dâhil, herkes Kürtlerin, Lazların ve başkalarının varlığını hem kabul etmişti, hem de ulusal topluluk veya etnisitelerin yeni Türkiye’ye nasıl bağlanacaklarına dair akıl yürütmekteydi.

Komünistler de bu sesli düşünmeye katıldılar. Ama bu altüst oluş döneminden “model” çıkartmak, örneğin Mustafa Suphi’nin federasyoncu olduğunu iddia etmek fantezi kaçar. Ama Suphi’de daha sonraki birikimle uyumlu ilkelerin, yaklaşım tarzının izini ararsak eli boş dönmeyiz.


Bir kere, sol, sömürüye son vermeyi en başa yazar. Sol, milliyetçi, milli çıkarcı değil, sınıfçıdır. Bu yol bizi emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı konumlanışa götürür. Milli çıkar niyetine emperyalizmle uzlaşıldığına çok rastlanmıştır. Sınıfsallıktan hareket edenlerin bağımsızlıkçılığı geri dönüşü olmayan bir yoldur.

Anti-emperyalizm, bağlantılı bütün başlıkları etkileyen bir ilkeydi. Çıktıları da gayet somuttu: Yeni Türkiye emperyalist paylaşım planının geri püskürtülmesi anlamına geliyordu. Paylaşılmaktan kurtulmak, yeni ülkenin Boğazlara, Anadolu’ya egemen olması, Kafkaslara dayanmasıyla mümkündü. Yoksa püskürtülen planda yazılıp çizilene benzeyen, son derece dayanıksız, en az öncülü kadar “hasta adam” bir Osmanlı bakiyesi kalırdı elde.  

Bu toprak parçasında ulusal ve etnik bir çeşitliliğin hüküm sürdüğü kimse için sır değildi. Dolayısıyla yeni Türkiye ulusal sorunlarla birlikte doğmuştur. Yakın tarihimiz bu sorunların görmezden gelinmesinin ve etrafından dolanılmasının tarihidir. Komünistlerinse ilkeleri ve tezleri olmuştur.

İlke demişken, Sovyet Rusya’yı, ilk sosyalist işçi devletini unutamayız. Britanya başta olmak üzere emperyalistlerin boğmak istedikleri Ekim Devrimi’nin Karadeniz-Kafkasya güvenliğinin nereden geçtiği açık değil mi? Bizim için sömürüye son verilen ilk deneyiminin korunması, elbette bir ilke olacaktı. Komünistler Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesi olasılığına, emperyalizme yarayacağı, sosyalizm için kâbus anlamına geleceği için uzak durmuşlardır.

Aralarında somut bir bağ kurulmuş olsun veya olmasın, yeni Türkiye’nin oluşumuna taş koyan hareketler ile emperyalizm arasında bir çıkar ortaklığı gizlenir. Kürt isyanları Londra’yı heyecanlandırmış, Moskova’yı kaygılandırmıştır.

*     *     *

Eşyanın tabiatı gibi, komünizm “sınıfçı”dır.

Osmanlı’nın son ve Cumhuriyet’in ilk dönemindeki Kürt hareketleri sınıfsal olarak feodalite tarafından belirleniyordu. Bu durum, farklı ulusal kimlikler arasında değil, bir ulusal topluluğunun içine dair bir derttir. Feodalite, aşiret yapısı, onlara eşlik eden tarikatlar, herkesten önce yoksul Kürt köylüsünün başının belasıdır. İsyanlarda kanı dökülen bu yoksul Anadolu insanlarının sayısını bile hesap edemiyoruz. Zaten kim nerede görmüş egemenlerin halk kitlelerini cepheye, ölüme sürmediklerini? Sıradan insanların, yoksul halk çocuklarının bize miras kalan büyük acısının, olayın sınıfsallığını örtmekte kullanılmasına izin veremeyiz!

Bir taraf feodal idiyse, diğer taraf da kapitalizm yolunu seçiyordu. Doğrudur, ama farklı düzenlerin “sömürü” ortak paydasının “eşit mesafe doktrinine” yol vermesi saçma olur. Bir taraf geri olandır, diğer tarafta yurttaşlık vardır, temel eğitim vardır, kadın hakları, kentleşme, halk sağlığı vardır… Salgın hastalıklara karşı mücadele de, okuma yazma seferberliği de, kadınların seçme seçilme hakkı da bizimdir, solundur. Ve sol bundan fazlasıdır. Cumhuriyet kapitalizmin ufkunu aşamadığında kazanımların hepsi yarım kalıyor. Kürtlerin eşit yurttaşlığının reddinde olduğu gibi… Yarım kalmışlık sol tarafından, sosyalizme doğru tamamlanmadığında hikâyenin sonunu biliyoruz. Kapitalizm cumhuriyetin katili oluyor. Hatta sermaye düzeninin sahipleri ve egemenleri utanmadan baskıların, eksiklerin, yanlışların günahını Cumhuriyete, Cumhuriyetçilere fatura ediyorlar!

Türk kapitalizmi Kürt feodallerinden kırpıp kırpıp kapitalist yaptı. Bunlar da sömürünün yenilenmiş düzenine iltihak ettiler. Geriye emekçi halkın yoksulluğu, çaresizliği, inkâr edilmişliği, dökülen kanı kaldı…

Başlangıçta feodal reaksiyon, merkezileşme karşıtıydı. Merkezileşmenin bir ayağının Kürt kimliğinin baskılanması anlamına geldiği doğruydu, ama ağalık altında ulusal kimliğin çiçek açacağı kuyruklu yalandır. Merkezilik demişken; kim halk sağlığı, eğitim hakkı ve diğer tarihsel ilerlemeleri savunur ve yeniden ayağa kaldırmaya niyetlenirse merkezi bir yapıya ihtiyaç duyacaktır.

*     *     *

Peki, sol ne yapmıştır?

Siyasetin bir özeti de “güç ilişkisidir.” Sol, bu kavgada verili güç dağılımı ve dengeleri çerçevesinde pozisyon alabilirdi. Çok etkisiz kaldığımız bir gerçek...

Ancak etkimizin çok ötesine uzanan bir tezimiz olmuştur. TKP’ye ve Komintern’e ait olan bu tezi küçümsemek kimsenin, hele emperyalizm yanlılarının, “İslam kardeşlerinin”, ağalık övgücülerinin, Türk ve Kürt inşaat tekellerinin haddi değildir.

Eski düzenin mağduru olan köylülük, Cumhuriyet Devriminin müttefiki haline getirilmeliydi. Toprak düzenine müdahale edilebilirdi. Bu müdahale mülksüz kitleleri özneye dönüştürebilirdi. Ademi merkeziyetçi feodalitenin tepeden askeri araçlarla değil, Kürt halkının enerjisi devreye sokularak dağıtılması, neden mümkün olmasındı?

Mümkündür! Sovyetler Birliği’nin parçası köylü ülkelerinde toprakta özel mülkiyete son verilmeye çalışılmış, kooperatifleşme ve devletleştirme modelleri geliştirilmiş, bu doğrultuda köylülük örgütlü kılınmıştı. Buraya kadarı “tezimizdir.” Güç ilişkisiyse bizden yana olmamıştır. Önce TKP’nin işçi sınıfıyla Kürt yoksul köylüleri arasında böyle bir ittifakın temsilcisi haline gelmesi gerekirdi.  

Cumhuriyet başka bir stratejiye soldan zorlanamayınca, çeşitli nedenlerle tarihsel yanlışını yapmış ve sömürülen halka el uzatmak yerine Kürt sömürücüleri karşıt ve yandaş diye bölmeye bakmıştır. Sonuçta Kürtlerin çoğunlukla yaşadıkları bölge onlarca yıllığına aşiret düzenine terk edilmiştir.

İhmal edilemez bir boyut da feodalite/aşiret yapısının geri ideolojilerin ve tarikat örgütlenmesinin kokuşmuşluğu anlamına geldiğidir. Bu durum, ileride hem solun karşısına çıkartılacak, hem de Cumhuriyeti dağıtan karşıdevrimin kaynaklarından birini oluşturacaktı.

TKP’nin emperyalizme karşı bir ülke kurmaya çalışan ve Sovyet Rusya ile dostluktan uzaklaşmayan Kemalist hükümete verdiği desteğin içinde Kürt düşmanlığı arayanlar, emperyalizm ve feodal aşiret karşıtlığını örtmek istemişlerdir. Belli ölçülerde başarılı oldukları doğrudur.

Ama gerçek buradadır. Kürt sorunu üstüne Hikmet Kıvılcımlı’nın yazdıklarında, katledilen köylü kitlesini gerici liderlikten ayırt etme çabasını görürsünüz. Kıvılcımlı partisinin hattına karşı çıkmıyor, tersine bu hattı beslemeye, derinleştirmeye, somutlamaya uğraşıyordu. Meraklısı İhtiyat Kuvvet Şark’a bakmalıdır. Bizim birikimimiz doğrudur, onurludur, ilkelidir, ahlaklıdır.

*     *     *

Öyle olduğu için 1960’larda, artık modernleşme Kürtlere de ulaşıp meyvelerini verdiğinde demokrat/sosyalist Kürt gençleri birinci TİP’i evleri belleyeceklerdi. Geleneksel yapıdan yana, sağcı Kürtler aşiretçi, Barzanici, diğerleri TİP’li oluyordu.

Kürt sorununda sözünü sakınmayan bir diğer sol kulvar da Doğan Avcıoğlu’nun Yön hareketi tarafından açıldı. Solcu ve Kemalist Avcıoğlu sözünü sakınmamıştır. Dergi koleksiyonları orada duruyor.

Meraklısı TİP’in 1970 Kongresinde aldığı ve 12 Mart darbesinden sonra kapatılmasına gerekçe oluşturan Kürt sorunu kararını okumalıdır. Temelde geçerliliğini bugün de koruyan bu belge solun üstü örtülmek istenen tarihsel pozisyonuna ışık tutmaktadır.

Modern, aydınlanmacı bir Kürt dinamiği Türkiye solunun bağrında doğdu. Ama bundan fazlası, Kürt sorununun bir emek sorunu, bir emekçi sorunu haline gelmesidir. Burjuvazi emekçileri böler. Nasıl geçim kaynağı niyetine emeğinden başka bir gücü olmayan kitlelerin bir bölümünün işsiz bırakılması, yani yedek sanayi ordusu olarak kenara atılması kapitalizmin yasasıysa, bir diğer yasa da emekçilerin dinine, kültürüne, ulusal kökenine göre bölünmesidir. Kürt emekçisinin daha niteliksiz işlerde daha ucuza çalışması, iş cinayetine uğrama olasılığının daha yüksek olması kuraldır.

İzleyen yıllarda Kürt solcu ve devrimci hareketi adım adım Türkiye solundan ayrışmaya koyuldu. Solu Kürtlüğe yabancı olmakla eleştiren demagoglar, Kürt emekçilerinin ayrı bir devlet kurmak üzere ayrı örgütlenmeleri fikrini sahipleniyor olmalıdırlar. Emekçileri bölme operasyonuna karşı solu silahsız bırakan bu tutumun sorumluluğu da, acaba yeterince güçlü olmadığımız için bize mi yüklenecektir!

*     *     *

Geldik ulusların kendi kaderini tayin hakkına…

Komünist hareketin saflarında, ülkeler haritasının altüst oluşa gittiği 20.yüzyıl başlarından Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar bu hakkın bir ilke sayıldığı doğrudur. Kendi kaderini tayin hakkı ayrı devlet kurmayı kuşkusuz kapsar. Ancak örnek olsun Batı Avrupa’nın deniz aşırı sömürgelerinde politik strateji bağımsızlıkken, başka yerlerde farklı olabilmiştir. Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü yitirmesi veya federasyon benzeri modellerle “gevşemesi” komünist hareket tarafından herhangi bir momentte benimsenmemiştir. Kaderini özgürce belirleme hakkı teslim edilen bir halka, ayrılmamasını söylemek, emekçilerin ortak geleceğini birlikte inşa etmeye çağırmak mümkündür. Solun uzun bir dönem pozisyonu bu olmuştur.

1990’lara geldiğimizde ise “kader tayinine” emperyalizm el koydu. Sosyalizmin gerçek ve güçlü bir alternatif olduğu çağda, emekçilerin ve solun önderliğinde hayata geçirilen aynı adlı “hak”, örneğin Irak’ta Barzani ile Talabani aşiretlerine ABD bombaları altında ihale edilmiştir! Yugoslav halklarının devletçiklere dağılması ulusların özgür iradesinin değil, Alman emperyalizminin ve NATO bombalarının eseridir…

Bu gerçeği dile getirenler Kürt düşmanı ilan edilmiş, bütün bir tarih, mücadeleler, analizler, ödenen bedeller görmezden gelinmiştir. Egemen güçler tarafından en ucuzundan bölücülükle suçlanıp duran, örgütleri kapatılan, militanları ve aydınları en ağır cezalara çarptırılan solu karalamak, yoksul Kürt emekçilerinin işine yaramış olamaz!

*     *     *

Kimlere, neye mi yaradı?

Türkiye otuz yıla yakın zamandır, karşıdevrimci, cumhuriyet karşıtı bir akımın önce ağırlık kazanmasına sonra iktidarını kurmasına sahne oldu. Bu dönüşümün sağlanabilmesi için Kurtuluş Savaşının emperyalizme karşı verilmediği, olayın Türklerin diğer halklara zulmetmesinden ibaret olduğu, laikliğin Müslüman halka zulüm olduğu yolunda bir öykü gerekiyordu.

Bunun işbirlikçi, saltanatçı, şeriatçı, tarikatçı sağcılar tarafından yazılmasının etkisi ise sınırlı kalırdı. Solun insancıl ve vicdanlı diliyle yazılırsa neler neler olmazdı ki! “AKP demokratik devrimi tamamlıyordu. Sola, Müslümanlara, Kürtlere kan kusturan Cumhuriyet’in karşısına yeni bir ittifak çıkmalıydı. Türkiye gayrimeşru bir oluşumdu. Zaten Sovyet sonrası küreselleşme ulus-devletlerin devrinin kapanması ve ulusal sınırların önemsizleşmesi anlamına geliyordu...”

Yaratılan bu iklimde solun sınıf vurgusuna, sosyalizm programına, ulusal taleplerin belirlediği dinamiklerin, parçalı toplumsal hareketlerin, kimlik mücadelelerinin de sosyalizm hedefine bağlanması tezine yer yoktu. Sol “günahlarından” arınmak için bütün önceliği Kürt sorununun çözümüne vermeli, Kürt ulusal hareketinin destekçiliğine fit olmalıydı.  

*     *     *

Bu gösterdikleri alanın sola dar geleceğini düşündüler mi, bilmiyorum. Ama olan tam da budur.

Bir aralık sol-liberalizmin, kimlikçiliğin baskın olduğu, sınıftan kaçışın moda haline geldiği doğrudur. O günler geçmiş, emperyalizmi arkaik bir olgu, sınıf kavramını yetersiz, komünizmi hayal olarak niteleyenler Amerikan ittifakını aklamak için bin dereden su getirmek gibi zor işlere soyunmuşlardır.

Bir süre önce yeni bir çözüm sürecinin işaret fişekleri atıldı. Bahçeli’nin el sıkıştığı günden bu yana yaşananlar, “analar ağlamasın” sözünün demagojiden ibaret olduğunu tüm açıklığıyla önümüze sermiş oldu.

Kürt emekçilerinin Amerikan-İsrail şemsiyesi altında ele alınacak bir sorunları bulunmuyor. Esas alınması gereken komünist hareketin tarih tezidir, sahip olduğumuz birikimdir. Sosyalist Türkiye sömürünün olmadığı, eşitsizliklerin her türüne savaş açılmış, kimsenin kimliği nedeniyle bir diğerine göre ayrıcalığa sahip olmadığı bir düzene sahne olacaktır.

https://haber.sol.org.tr/yazar/kurt-sorununa-bakmak-396905



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.433
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

53 kere teşekkür edildi.
37 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 22.12.2024- 08:23



Neden susacakmışız? Biz bu konuları çok eskiden beri tartışıyoruz ve ciddi bir birikime sahibiz.

 
Kürt sorununu yeni tartışmıyoruz… - Aydemir Güler

Sorun eski. Sorunun tartışılmasının baskılandığı da doğru. Ama bu baskı görmezden gelmeye değil, olsa olsa tartışmanın görünmez kılınmasına neden olmuş olabilir. Neyse, “biz” Kürt sorununu onlarca yıldır tartışıyoruz.

Biz derken; toplumsal bir sorunu aklı başında ve açık açık tartışmayı aşiret leriyle, tarikatlarla, ağalarla düşüp kalkan sağdan bekleyecek değiliz herhalde. Biz tartıştık. Sol, komünistler, devrimciler… Solun Kürt sorunuyla ilgilenmediği, her şeyi sosyalizm sonrasına ertelediği, Kürtlere yabancı olduğu yolundaki uyduruk iddialar palavradır. Bizim bu konuda bir tarih tezimiz var.

Buna girmeye bugün sıra gelmez. Çünkü önce düzen cephesini hatırlatmak gerekiyor.

“Kürt açılımcılığında” Turgut Özal’a ayrıcalıklı bir yer ayrıldığını biliyoruz. Oysa işin özü, Özal’a atfedilen “bir koyup üç alma” lafıdır. Bu bir strateji değil, at pazarlıkçılığıdır. Birinci Körfez Savaşı fırsatçılığı!

1990 yazında, ABD, İran’a karşı destek verdiği Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesine el altından yol verir. “El altından”; zaten Washington 1980’de patlayan ve ölü-yaralı sayısının bir milyonun üstüne çıktığı İran-Irak savaşında da “resmen” tarafsızdı. 1991 başında emperyalizm suça teşvik ettiği Irak’ı cezalandırdığında, bölgede Sovyet ağırlığının çerçevelediği uzun süreli statükonun sonunu da ilan ediyordu. Dünyanın bütün anti-komünistleri yağmadan pay almak için gayrete geldi. Türkiye egemenlerinin payına, yaratıcılığı ve hatta devrimciliği övüle övüle bitirilemeyen Özal sayesinde aniden demokrat olmak düştü. Demirel’in yani 1950’lerden gelen, büyük sermayenin ana akım temsilcisi Türk sağının “Kürt realitesini tanıyoruz” demesi artık bir zorunluluk olmuştu. Demirel’in prensesi Tansu Çiller kimsenin ne olduğunu bilmediği bir “Bask modeli” uydurdu. Özal’ın prensi Mesut Yılmaz “AB yolu Diyarbakır’dan geçer” diye kervana katıldı. Ama turnayı gözünden vuran, Kürt siyasetçilerini seçim ittifakıyla meclise taşıyan Erdal İnönü’nün SHP’si oldu.

Bugün bütün bu hara güreden Kürt sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin elde ne kaldı derseniz, yanıtım koskoca bir sıfırdır. 1990’lar PKK’nin “son isyanı” başlattığı 80’leri de, “aman dönmeyelim” denen 12 Eylül öncesini de aratan şiddette bir savaş ortamına döndü.

Pardon, eksik söyledim; elde kalan sıfırın altındadır! Kürt milliyetçiliğinin, sağlı ve sollu liberallerin inşa ettikleri efsane daha önceki ilerici birikimin üstüne kürek kürek toprak atmış oldu. İddiaya göre Türkiye sermaye sınıfı çözümden yanaydı, demokrattı. Türkiye’de milliyetçi bir derin devlet ve onun karşısında demokrasi güçleri vardı. Bunlara devletin içinde de rastlanıyordu. Avrupa Birliği bu cepheyi güçlendirecekti. ABD Kürtleri devletsizliğe ve ezilmeye mahkûm eden eski dünya düzenini değiştirmek istiyordu. Ah şu lanet olası milliyetçiler olmasaydı. Akan kanın durması, “anaların ağlamaması” için en geniş cephe lazımdı. Hal böyleyken sınıf mücadelesi, sömürü düzeni, emperyalizm gibi kavramlara takılıp kalan bir grup solcu, eskimiş kafalarıyla seslerini kesmeliydiler…

“Çözüme karşı” olanlar ise manzarayı Türkiye’yi “emperyalistlerle bir olup bölmeye kalkanlar” ile “vatanı sahiplenenler” kutuplaşması üstünden resmettiler. Vatan deyince orada başka anadilleri, farklı kültürleri olanlara düşen, boynunu eğmekti. Solcular, zaten toptan haindi. Aslında bu kesim de “yeni dünyada” fırsat peşine düşmüştü. Emperyalistler bölücülüğü destekliyordu, ama buna kızanların aklına “ne işimiz var NATO’da” demek hiç gelmedi!

Bu tablo sıfırın altıdır.

Hepsi bu kadar değildi elbette. Solda birileri de sınıf mücadelesinde ve ulusal sorunun sınıfsal çözümünde ısrar etmiştir. Sonuç “tarihe not düşmenin” ötesine geçemese de, birikimimizi kurda kuşa, şovene liboşa yem etmedik!
Fırsatçılık yarışından sadece kan, riyakârlık, halkların birbirlerine mesafelenmesi, derin yozlaşmalar, emperyalistlerle ve sermayeyle karmaşık bağlantılar çıkmıştır. Sürecin son noktası ise Abdullah Öcalan’ın 1999’da dönemin Ecevit-Bahçeli iktidarını çok aşan bir operasyonla yakalanıp İmralı’ya kapatılmasıyla kondu. Devrede İsrail’in, o varsa tartışmaya gerek yok, ABD’nin de olduğu açıktır. Sadece politik olarak değil operasyonel olarak bir ortak yapım söz konusuydu.

Bahçeli’nin o ara idam cezasının kaldırılmasına fazla ses etmemesinde, bugünkü açılımcılığının izlerini bulanlar olabilir. Oysa 2000’lerin sahne tasarımı, Kürt siyasi hareketinin Amerikan stratejisine, bir de rehin lider üstünden bağlanmasıyla başlamıştır. Sonra Irak’ın işgali gelmiş, bölgenin irili ufaklı Kürt siyasetleri, kendini anti-emperyalist sayanlar dâhil, “emperyalizm bize çalışıyor” noktasına çekilmiştir. Barzanistan yollarını aydınlatmaktadır. Başat Kürt siyasi dinamikleri kendi içlerinde ve diğer bölge güçleriyle işbirlikçilik rekabetine girerler.

Solda sınıf bayrağını sallamaya devam edenlere ise “barışa mı karşısın!” deme edepsizliğinin dışında bir de “ne yapalım yani, denmeye başlanacaktır, bize destek verecek sosyalist devlet mi var, solda dayanacağımız bir güç mü var da, Amerikalıları tercih ettik!” denmeye başlanır.

Erdoğan’ın imza attığı ikinci açılım, bu sefer sadece “80 öncesine” değil bir de “aman 90’lara dönmeyelim” diye ittirilecektir. Nereye ittirildiği ise yine muammadır. Türk dincileriyle Kürt laiklerinin “Türkleri ve Kürtleri birleştiren İslam’dır” tezinde buluşmalarına tanık olduk. Sahnede koşturanlar milliyetçiliğin eskide kalmış bir ideoloji olduğunda mutabıktı. AB yolunda sınırlar zaten önemsizleşecekti. Küreselleşme vaatlerinden heyecanlanan Kürt patronlar araya bölgesel asgari ücreti sıkıştırmaya kalktılar. Hep birlikte Cumhuriyet fikrini uçurumdan aşağı ittirdiler. Ne güzeldi Osmanlı zamanları!

Oysa Türkiye’de yurttaşlık algısının geri dönülmez biçimde yerleşmesiydi Cumhuriyet. Aslında modern Kürt olgusu da varlığını bu dönüşüme borçludur. Osmanlı’da varsayılan barış ise tipik yerel feodallerin, aşiretlerin özerkliğinden ibaretti. Ama ne gam; Batı düşünce kuruluşlarının ve akademisinin, 21.yüzyılın yükselen yıldızı olarak Kürtleri “onurlandırmadığı” tek gün geçmiyordu. Tarihte tertemiz kalmış bir milliyetçilik varmış gibi, herhangi bir yeni devletin Ortadoğu’da sadece kanın içinden çıkabileceği bilinmiyormuş gibi, onur payesi egemenlere dağıtılırken milyonlarca yoksul emekçi yokmuş gibi…

Kürt sorununun nasıl bir çözüme götürüleceğini, birileri MI6’in davetlisi olarak ağırlandıkları İngiltere’de “İrlanda sorunu workshoplarında” tartışmış olabilirler. ABD’de think tank’lerle Dışişleri arasında mekik dokuyanlar da vardır. Ortadoğu’da İsrail’in yoktan var edilmesi Büyük Kürdistan için yararlanılacak bir deneyim midir? Suriye topraklarından geçip Akdeniz’e açılan bir yeni devlet fikri gökten düşmüş olamazdı. Ortaya çıkan işaretler Öcalan’ın “demokratik konfederalizm” teorisiyle uyumlu görünüyordu. Bütün bunların bir yerlerde konuşulmuş olduğu kesindir.

Ama biz bilmiyoruz! İkinci açılımdan bize, halka, kamuoyuna kalan “bildiğiniz gibi değil” fısıltısıdır. Elde kalan budur. Bir de kan gölü!

Sadece 2015’te AKP’nin “açılım dedikse o kadar değil” yapmasından sonra değil. Sürecin bütününde en şaşaalı açılım yolları kanla sulanmıştır. Bir süre önce Bahçeli üçüncü açılım der demez Tusaş’ın patlamasına kimse şaşırmasın. Şaşırmak yerine dönüp on, on beş yıl öncesine bakılmalıdır.

Eksik bırakmayalım; 2009-2015’te çözüm diye diye inşaat sektörünün en güvencesiz, geçici istihdam alanları Kürt yoksullarıyla doldu. Uzun süre can pazarı olan Tuzla tersanelerine gömülenlerin çoğu Kürt işçisiydi. Diyarbakır’ın ve diğer Kürt kentlerinin çevresi sitelerle kuşatıldıkça oralı müteahhitler zenginleşmiş, oralı işçiler çocuklarını besleyemez hale gelmiştir. Elimizde bir de bu vardır. Günümüz dünyasında sınıfsal olmayan tek bir sorun yoktur. Elimizde bu gerçeğin çok kanıtı vardır.

Bugün açılan perdede aynı filmler gösterilemez, gösterilememelidir. Çözüm alanı olarak Türkiye’yi esas alan, emperyalistlere duvar çeken, laikliğin eşitliğin başlangıç noktası olduğunu kabul eden, hangi anadili konuşursa konuşsun, hangi bölgede doğmuş olursa olsun sınıflı bir toplumda yaşadığımız gerçeğine dayanan, mülksüzlerle mülk sahipleri için ortak bir çözümün koskoca bir yalandan ibaret olduğunu bilenler susmayacak. Neden susacakmışız? Biz bu konuları çok eskiden beri tartışıyoruz ve ciddi bir birikime sahibiz.

https://haber.sol.org.tr/yazar/kurt-sorununu-yeni-tartismiyoruz-396464

Aydemir Güler'in üstteki iki yazısından önce yazdığı bir yazı bu. Atlamışım. Hep brlikte okunmasında fayda var.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Yeniden Kürt sorunu ve Kürt ulusalcılığı üzerine... melnur 9 294 15.12.2024- 04:22
Konu Klasör Siyaset tarihin neresinde?-Aydemir Güler umut 3 4200 05.12.2014- 12:14
Konu Klasör Ekim'in intikamı-Aydemir Güler melnur 6 4724 30.10.2019- 10:21
Konu Klasör Suriye için elimizden gelen…- Aydemir Güler melnur 0 1 14.12.2024- 05:39
Konu Klasör Yine bir Aydemir Güler yazısı üzerine... melnur 0 240 03.02.2024- 07:51
Etiketler   Kürt,   sorunu,   bunun,   neresinde,   Aydemir,   Güler
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS