Beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular,
rüzgarlara, kuşlara, bulutlara yakın,
senin etinden, tırnağından ayrı,
senin kokundan uzak.
Benim güzelim,
benim ceylan bakışlım,
benim kafamın ateşi,
yüreğimdeki.
Mümkün mü şu anda rüzgar olmak, kuş olmak,
şu anda üç dört portakal almak, getirmek sana,
sana tuzlu badem,
kabak çekirdeği.
Şu anda hiçbir şey mümkün değil.
Şu anda her şeyden ayrı, her şeyden uzağım ben.
Şu anda sadece yalnızlık ve kahır.
Hayır, güzelim,
hayır, ceylan bakışlım,
hayır, kafamın ateşi, hayır,
hayır, yüreğimdeki.
Şu anda mümkün en güzel olan tek bir şey vardır:
Yaşlılara saksılar dizdim, bahçeler yaydım.
Yorgunlara diri beden verdim, taze yürek.
Döşekler serdim hastalara, rahat, yumuşacık.
Nerde yalan dolan gördüysem kızardım.
Yiğit yüreklere, dedim, canım armağan.
Ardına kadar açtım çocuklara kapıları.
Dostluklar boy attı yeryüzünde,
dostluklar orman orman.
Ebemkuşakları gökyüzünde fır dolandı.
Yürüdü dağlardan ovalara doğru
gümbür gümbür bir deli su,
yıktı bu su önüne geleni,
bu su, çoğala çoğala.
İnsanlar insanları aldı götürdü.
Bahçemdeki dut ağacı
vurdu ince dallarıyla penceremin camına,
bir Beşiktaş tramvayı geldi aldı beni,
bir Beşiktaş tramvayı götürdü sana.
Çemberlitaş, Şehzadebaşı, Saraçhane.
Almışım parmaklarını ellerime,
Beşiktaş tramvayında giderim yane yane.
Terzi Adem, berber Ali,
dikimaneden Emine teyze
ve Makbule.
Üç sarışın birader,
Kapalıçarşı terlikçileri.
Bir küçücük simitçi çocuk,
levent bir hizmet eri.
Hep iyi insanlar bunlar.
Dert yüzü görmesinler.
Eksik olmasınlar.
Vatman ağabeyimiz de eksik olmasın.
Her akşam böyle götürsünler seni evine,
bir elinde gönlüm benim,
bir elimde sefertasın.
Şimdi melûn bir gecedir.
Bir nöbetçi kürkü gibi simsiyah ortalık,
ve görünmez, garba giden yollar.
O görünmeyen yollara,
dokunaklı bir yağmur yağıyormuş gibi,
yorgun ayak sesleri dökülmektedir.
Hepsini tanıyorum onların.
Aynı topraktan buğday yediler.
Aynı topraktan taşıdılar saadeti harmanlara
kucak kucak
Ve söylediler aynı türküyü;
güneşin karşısında gerinirken,
bir zerresine bile
en harikulâde bir tebessümden fazla
kıymeti olan toprak.
Hepsini tanıyorum onların.
Yıldızlı bir gece altında otlara uzanıp,
onlardan dinlemiştim bir zamanlar
anadan doğma hikâyelerini yeryüzünün.
Hepsi memnun, hepsi genç, hepsi güzeldi.
Dudaklarında damlası yoktu hüznün.
Hiçbiri bıkmamıştı yaşamaktan.
Şimdi melûn bir gecedir.
Ne gökte bir tek yıldız,
ne yerde bir tutam ot var.
Yalnız, o mavi gözleri,
ve sarışın yüzleriyle
gençleri ve ihtiyarlarıyle insanlar,
girmişler içine sıcacık düşüncelerinin,
batıya gidiyorlar,
batıya giden yolda ...
Sosyalist olup da bu ülkede hiç çile çekmemiş insan var mıdır; hele bir de yazarsan, siyasetçi veya şairsen?...Bu şairlerden biri de A.Kadir. A.Kadir'in basılı tek bir kitabı var. Daha önce yayınladığı kitapçıkları sonradan tek bir kitapta "Mutlu Olmak Varke"de toplayıp bastırmıştı. İyi de yapmıştı. İlk okuduğumda sanki ikinci bir Nazım gibi gelmişti bana, etkileyiciydi. Acılıydı dizeleri onun da; her sözcüğünde hasret, yalnızlık ve inadına umut vardı.
İlk kitabının adı Tebliğ'di ve kendi deyişiyle "onun yüzünden başına gelmedik kalmamıştı".
"Toplatıldı bu kitap. Kitap dediysem, gözünüzde büyütüp bir şey sanmayın. 48 sayfalık küçük boy bir şey. Topu topu 18 şiir var içinde. Çıktıktan az sonra toplatıldı, 1943 yazında. O zaman İstanbul'da sıkıyönetim ve dünyada savaş vardı. Savaş yıllardır her yanı kasıp kavuruyordu. Hemen hemen bütün Avrupa inim inim inliyordu faşizmin yumruğu altında. O zaman bizim İstanbul'da savaş yoktu, ama açlık ve yoksulluk sarmıştı bütün şehri. İnsanlar kırılıyordu açlıktan Ekmek vesikayla ve çamur gibiydi.Şeker yoktu, kahvelerde beş on tane kuru üzüm korlardı çay bardaklarının yanına, şeker niyetine.( Hapsi bitirmiş, er olarak askerliği de bitirmiş, İstanbul'a gelmiş ve tek dayanağım ablamı genç yaşında toprağa vermiştim, bir başıma sipsivri kalmıştım.
(...)
"Şimdi Marmara sinemasının ve Beyaz Saray'ın filan bulunduğu o sırada bir lokanta vardı, adını unuttum.Ben çokluk Şehzadebaşı'nda ya işkembe çorbası ya da tahin pekmezle doyururdum karnımı, Sirkeci'deyken de köfte ve piyazla ya da gene işkembe çorbasıyla.Arada bir, bir kap sıcak et yemeği ve bir kap pilav çekerdi canım, o lokantaya girerdim. Ömrümde ben ilk kez orada gördüm on iki on üç yaşında körpecik körpecik kız çocuklarının gizli orospuluk yaptığını. Yaşlı başlı kadınlar ellerinden tutup getirirlerdi onları oraya. Şimdi bunu burada söylemenin sırası mı sanki? ( Ne gülüyorsun orda pis pis ulan, ne gülüyorsun? Açlık nedir bilmez misin sen?)"
Böyle başlıyan uzun bir önsöz'ü de var, kitabın. A.Kadir'in sözleriyle "belki gerekli, belki gereksiz." Okurken o önsözün de etkisinde kalmamak mümkün değil. Dedim ya, sosyalist olup da, haksızlığa uğramamak, hapislere ve sürgünlere yollanmamak mümkün mü?
"Kitap toplatıldıktan az bir süre sonra tutuklandım. (...) bir hücreye tıktılar beni ve günlerce çıkarmadılar. (...) soruyu, emniyet müdür muavini sordu makamında: "Bu kitap ne be?" Bizim zavallı "Tebliğ'i tutmuş elinde, mendil gibi sallıyordu: "Bu kitap ne?" "Şiir kitabı" dedim. Önündeki kahve fincanını gösterdi, hiç unutmam, bende ayakta duracak hal yok, iki gün iki gece uyumamışım, hep ayakta bırakmışlar, hiç oturmamışım, ağzıma bir lokma bir şey koymamışım, boğazıma bir damla su girmemiş, bir tek sigara içmemişim. Hepsi yasak "Şu fincana dair şiir yazsana...Nedir o açlık, sefalet, açlık sefalet?
(...)
İki gün iki gece daha bıraktılar beni o şekilde, ayakta aç, susuz ve sigarasız. Bir şiir kitabı (...) yüzündendi bütün bunlar. Kitap mahkemeye verilmedi. Bana en ufak bir savunma hakkı tanınmadı.(...) Beşinci gün bir yatak getirdiler ve "Haydi yat bakalım" dediler. Soluğum kesiliyordu nerdeyse. O gün hayatımın en güzel uykusunu uyudum orada. Sonra da sıkıyönetimin sürgün kararını bildirdiler. Peki madem böyle bir karar vardı, dört gün dört gece böyle bir şakayı neden yapmışlardı bana?"
Böyle devam ediyor önsöz. "Belki gerekli belki gereksiz" diyor A.Kadir ama, bu kitabı her elime aldığımda bu önsözü de tekrar tekrar okurum. Ve A.Kadir'in söylediği gibi; "Şimdiye kadar kimbilir ne insanlar okka altına girmişler şu yeryüzünde!"
Ve kimbilir kaç insan yatmıştır boşyere mapus damlarında ve boşyere ne kadar acılar, ve hasretler çekmişlerdir.
MAHPUSHANE DÜŞÜNCELERİ
Hani bir dışarda olsam.
Hep yürürüm durmam.
Benimle beraber yürür
gökyüzü, toprak
hürriyet, benimle beraber.
Hani bir dışarda olsam,
belki günlerce uyumam.
Sabahları yok artık o kahpe uyanışım.
Duvarda kaldı gözlerim.
Dalmışım.
Ülkemizi yıkmaya çalışanlar bir gün sosyalisti ezdi,bir gün birisine sen solcusun dedi ezdi,bir gün sen sağcısın dedi ezdi, gül gibi omuz omuza yan yana kardeş gibi yaşayan bizleri böldüler param parça ettiler,sahip çıkan olur dedik sahip çıkanları da ezdiler ama bölemediler bu güzelim ülkemizi ve bizi, farklı düşüncelerin mozaiğinde ayrı bir renk olan düşüncelerimizi bizleri bölemezler çünkü yüreğimize el atamazlar,yollarımıza barikatlar kurabilirler ama gönlümüze bu barikatı kuramazlar.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.