17 Aralıktan 24 Şubata kadar uzanan zaman diliminde durum şöyle görünüyordu:
Erdoğan, 17 Aralıka direnecekti; 30 Marta odaklanacak, bu seçimlerde anketlerin işaret ettiği başarıyı yakalayınca da gücünü ve alternatifsizliğini cümle âleme ilan edecekti
Bu arada elbette başka alanlarda da boş durmayacaktı. HSYKsıyla, MİTiyle, iletişim alanındaki düzenlemeleriyle vb. hükümet-devlet özdeşleşmesinde çok daha ileri adımlar atacaktı. Ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşam üzerinde kaçakları asgariye indiren bir denetim kuracaktı
Derken 24 Şubat olayı patladı
İlk soru şu: Fail kim?
Failin, metafizik çağrışımlardan arındırılması kaydıyla bir üst akıl olduğu söylenebilir. Kendi başına bağımsız bir özne olmayıp hassas operasyonlar için görevlendirilen (ya da ittirilen) Cemaat in de duhul olduğu bir akıldır. Erdoğanın üzerini bir süredir çizmiş olan dışarıdaki ve içerideki güç odaklarından oluşmaktadır. Öyle lobi, diaspora falan değildir, uluslararası kapitalizmin güç merkezleri ve onların tetikçileridir.
İkinci soru: Neden?
Birincisi: Üst akıl, Erdoğanın şiddetle direneceğini anlamıştır. Abdullah Gül, AKP içi huzursuzlar gibi potansiyel aktörlerin Erdoğana şöyle ya da böyle biat ettiklerini; parlamentodaki muhalefetin de sünepeliğini görmüş, hadi ne duruyorsunuz aşısı yapma gereğini duymuştur.
İkincisi: Üst akıl Erdoğanın her şeye rağmen 30 Mart seçimlerinden başarı denebilecek sonuçlarla çıkabileceğini de görmüştür. Görmüştür ve daha aşağılara çekici bir hamle gerektiğini düşünmüştür.
Üçüncüsü: Üst akıl, AKPdeki üç dönem sınırının Erdoğanın siyasal hesaplarıyla kaldırılabileceği sinyallerini almış, böyle bir ihtimale karşı Erdoğanı iyice bitirmek üzere harekete geçmiştir.
Dördüncüsü: Üst akıl, özellikle Haziran Direnişini dikkate alarak AKP ve Erdoğan karşıtı toplumsal muhalefetin hiç istenmeyen, apayrı bir cephe olarak güçlenebileceğini sezmiş, böyle bir gelişime meydan vermemek üzere düzen içi muhalefeti canlandırıp harekete geçirecek yeni bir operasyona gerek duymuştur.
Bu sonuncusu özellikle önemlidir: Haziran olmasaydı, belki Türkiyeye özgü bir turuncu devrim bile gündeme getirilebilirdi
* * *
Siyasette saflaşma ve cepheleşmelerin üç ayrı odak üzerinden yürümesi ancak kısa bir süre için mümkün olabilir.
Günümüze bakalım:
Eğer Erdoğanın Türkiyede kalıp kendi çevresi ve destekleyicileriyle direnmeye devam edeceğini varsayarsak, bir cephe budur (A).
Direnen Erdoğana üst akıl doğrultusunda, doğrudan onun güdümünde ya da etkisinde, bu akıl tarafından tasarlanan projeler çerçevesinde muhalefet edecekler ikinci cephede yer alacaktır (B).
Bir de, ikirciksiz AKP iktidarı-Erdoğan karşıtlığına rağmen ülkelerinin geleceğini emperyalist odaklara, artık AKPleşmiş siyasetlere, büyük sermaye çevrelerine, cemaatlere, kısacası düzen içi unsurlara teslim etmeyecek olanlar vardır: Üçüncü cephe (C).
Gelgelelim, az önce de söylendiği gibi siyasette üçlü cepheleşme ilanihaye süremez: Bir yerde, bir uğrakta sayı ikiye inecektir
Bu saatten sonra, (C) ne kadar güçlenirse güçlensin (A) ile (B)nin kaynaşarak yeniden tek cephede buluşması mümkün değildir.
Ancak, (B)nin (C)yi kenarlarından tırtıklaması, birtakım illüzyonlara sürüklemesi, yolundan saptırması, pasifize etmesi vb. mümkündür.
Tehlikeli bir ihtimaldir ve (A)ya karşı sergilenen direncin (B)nin içinde erimeye karşı da gösterilmesi gerekir.
Bu durumda en iyisi, (A)nın bir an önce devreden çıkması, çıkarılmasıdır.
Çıksın, çıkarılsın ki cephe sayısı olması gerektiği gibi ikiye insin.
* * *
Bitirirken bir not: 30 Marttan sonra (normal koşullarda) bir de Cumhurbaşkanlığı seçimi vardır ve belirli durumlarda (B)nin (C)yi yeme operasyonunun önemli uğraklarından biri olma ihtimali vardır.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.