Hiyo Dağındaki asi çiçek: Bâbek (1)
Tuğrul Keskin
Biz Hurremileriz oğul
yaralı ceylanlarız, dağlardan geliriz
ve yoktur birbirimizden gayrımız
ateşe inanırdık, kul olmadık hiç sultana.*
Dağları mesken tutmuş ve sultanlara hiç kulluk etmemiş, çoğu, önceki isyanlarda yenilmiş insanların torunlarından oluşan bu dağlılara Hurremdinliler denirdi. Haksızlığa ve zulme boyun eğmemek, neredeyse doğuştan getirdikleri bir erdemdi. Mazdeki/Hurremilerin yenilgisinden yaklaşık üç yüzyıl sonra tarih sahnesine çıkmaşlardı (800ler). Fakat onlar her zaman dağların yüce doruklarında vaktin gelmesini, eşitliğin çağırmasını, acının bitmesini isteyerek bilenenlerdi. Başlarında büyük bir devrimci; Cavidan Şehrek vardı.
Zalimlerin kitapları neyi yazarsa yazsın, halkın belleği kendisinden yana duranları asla unutmazdı ve unutmadı. Dağların kuytuluk boğazlarında, mağaralarda, kendilerinden önce kıyam edip ölen devrimcilerin mirasını tartışıp sahiplendiler. Bu ezilen halk tarikatının mensupları, vakit ne zaman yetiştiyse, o zaman kavga meydanında yerlerini aldılar ve zalime kılıç çaldılar.
İşte dokuzuncu yüzyılın başlarında, Hiyo Dağlarının (İran Azerbaycanı) doruklarında açan bu asi dağ çiçeğinin adı, Bâbekti. Hayatına ilişkin öyle çok söylentiler var ki... Hakim gerici sınıflar, Onu aşağılayacaklarını sanarak bir dilencinin gayrı meşru çocuğu olduğu yalanını yaydılar yüzlerce yıldır. Fakat gerçekte babası, birkaç baş hayvanından elde ettiği yağı sırtında satarak geçimini sağlayan İranlı bir Azeri idi ve adı Abdullahtı. Bir gün Sabelan Dağlarından geçerken eşkiyalarca öldürüldü ve annesi süt annelik yaparak büyüttü Bâbeki. Yani yoksul bir halk çocuğuydu Bâbek. Cavidan Şehrekle karşılaşması, ondan sonraki yaşamını, mazlum halkların yaşantısıyla ortak hale getirecekti.
Bazen naparsanız yapın, hayatın akışını durduramazsınız. İşte Bâbek ile Cavidanın karşılaşması da böylesi hallerdendir. Ünlü vakanüvislerden Vagid, bu iki devrimcinin karşılaşmasına ilişkin diyor ki: ... Bir gün Cavidan Hiyo Dağlarına dönerken, Mimed Bölgesinde kar ve tipiden mahsur kaldı ve Babekin annesinin evinde konakladı. O yıllar 18 yaşında olan ve sığır çobanlığı yapan Babekle yaptığı sohbetlerde, onun zeki, becerikli bir genç olduğunu gördü. İran diline hakimdi ve içinde bir ateş yanıyordu bu gencin. Onu annesinden alarak Bezz Kentine götürdü...
Bâbekin bu tarihten sonraki hayatı, halkların engin mücadele tarihinin bir parçası olarak gelişecekti. Bâbek bu tarihten başlayarak, içinde yanan ateşi zalimlerin sarayına, alçakların sofrasına fırlatacaktı ki öyle de yaptı.
Fedaayiin, Mazdek ve Hürrem Binti Kadeyi yazarken söylemiştim, bu büyük devrimcilerin hayatlarına ilişkin bilgilerin ne kadar az olduğunu. Elbette bu gerçek Bâbek için de böyle. Hayatına ilişkin kalem oynatmış onlarca vakanüvisten öğrenebildiklerimiz çok sınırlı. Büyük kısmı küfürden oluşan bu satırların içlerine girerek öğrendiğim en kıymetli şey, Bâbekin, tarihin gördüğü en büyük devrimcilerden biri olduğu gerçeğidir. Onu çok büyük yapan ve kendisinden önceki isyancı/devrimcilerden ayıran temel özelik, Bâbek ayaklanmasının, tarihteki ilk materyalist ayaklanma olmasıdır. Evet, Bâbek materyalist bir isyancıdır. Bâbek İsyanı din temelli bir isyan değildir. Siyasal talepleri herşeyin önündedir ve bu taleplerin en başında da mutlak eşitlik ilkesi gelmektedir.
Şeyh Cavidanla geceler, gündüzler boyunca yaptıkları sohbetlerde, Babek, Mazdeki öğrendi önce. Onun eşitliğe çağıran öğretisi genç kalbinde büyük ateşler yaktı. Herkes dünya nimetlerinden ihtiyacı kadarını almalı, bütün insanların durumu muhakkak eşit olmalıydı, böyle öğretti Şeyh Cavidan Ona... Sonra ölen yüzlerce devrimcinin hayatlarını öğrendi. Kalbi göğüs kafesini parçalayacak kadar hızlı çarpıyordu, artık savaş meydanlarında zalimle vuruşmak istiyordu. Öyle de oldu. Bir büyük savaşa çıktılar ve acı ki Şeyh Cavidan-ı Şehrek, o savaşta aldığı yarayla hayatını kaybetti. Büyük devrimcinin ölümünün ardından Hurremdinliler sarsıldı, fakat Bâbekin önderliğinde yeniden, kızıl börklerini giyip, kızıl elbiselerini sarınıp, kızıl bayraklarını açarak, zalim ordularının karşısına çıktılar. İlk savaşlarında Abbasi Devletinin binlerce askerden oluşan ordusunu yendiler. Aynı yıl, Hiyo Dağının doruklarında bir kale kent inşaa ettiler, Bezz adında. 800leri gösteriyordu zaman...
Bir gece gökte yıldız ağlıyordu
uyandım vergiden İsfehan ağlıyordu
dikeni sordum, toprağı sordum
bir uçtan bir uca Azerbaycan ağlıyordu.*
Evet, tarih Milattan Sonra 800leri gösteriyordu... Ve Azerbaycanın, Arabistanın her yanı Abbasi zulmünden kan ağlıyordu. Vergi sistemi öylesine adaletsiz ve vergiler öylesine ağırdı ki halk, ekmeğe muhtaçtı. Fakat her zaman olduğu gibi Abbasi sultanları Bağdattaki saraylarında, 1001 gece masallarını bire bir yaşıyorlardı. Bu içki ve sefahat öyle bir boyuta ulaşmıştı ki, Nizamülmülk, Bâbek yenilgisinden sonra, Mutasımın sarayındaki gecelerden birini şöyle aktarıyor:
...Mutasım, Kadı Yahya Eksem ile şarap meclisinde otururken bir ara kalkıp odasına gitti. Bir müddet sonra çıkıp biraz şarap içti, sonra tekrar bir başka odaya girdi. Biraz sonra yine çıkıp bir miktar daha şarap içerek üçüncü bir odaya girdi. Oradan hamama gidip, gusül abdesti alarak geldi. Seccade isteyerek iki rekât namaz kılıp, tekrar şarap meclisine geldi. Kadıya, Bu kıldığım namazın ne olduğunu biliyor musun? diye sordu. Kadı, Hayır dedi. Bugün Allahın bana yağdırdığı nimetlerin şükrünü yerine getirdim.dedi. Kadı, Ya Emirel- müminin, bunların hangi nimetler olduğunu söyler misin? Girdiğim üç odada üç ayrı düşmanımın kızlarının kızlıklarını izale ettim (kızlıklarını bozdum). Bunlardan biri Anadolu Kayserinin (o dönem Adana Bölgesinde ayaklanmış bir halk önderi), ikincisi Maziyar Gebrin (Bâbekin ünlü komutanı), diğeri ise Bâbek Ardeşirin kızları idi...** Gördüğünüz gibi Sünni İslamın halifesi, şarap meclisinden kalkıp, zina ediyor ve namaz kılıp, tekrar şarap meclisinde oturup, Allahı konuşuyor.Varın Bâbek dönemindeki zulmün boyutlarını siz hesap edin artık...
İşte bu zalimlerin doymayan iştahlarındaki şiddet, bütün coğrafyaya yöneldi ve nihayet, Bâbekin ülkesi Azerbaycanı da işgal ettiler. Azerbaycan ve daha birçok yörede köylülerin toprağı ve herşeyleri bu işgalci ordularca talan edildi. Beyler, emirler, komutanlar bu yağmalarda daha da zenginleştiler. Bu zalim orduların kılıcından kurtulan köle oluyordu. Bütün egemenlerin sarayları köle ve cariyelerle dolup taşıyordu, nice acılar içindeydi Bâbekin halkı.
Abbasi İmparatorluğunun kurucusu Abdul Abbas kendisine Alsaffah yani Kan Dökücü lakabını takmıştı. Onu izleyen sultanlar da kan dökücülükte onu hiç aratmadılar. Tarih Abbasilerle birlikte kanı ve zulmü de yazdı her zaman. Sultanlar, halkı bölük bölük tarikatlarda toplayıp parçalıyorlar, kafalarını bin bir hurafeyle dolduruyorlardı. Sesi birazcık yükselenin başına da Allahın adaletli kılıcı iniveriyordu. Abbasi sultanları beş yüzyıl boyunca böyle saltanat sürdüler. İşte Bâbek böylesi bir zamanda yaşıyordu. Abbasi İmparatorluğu kurulalı henüz elli yıl bile olmamıştı ama zulmü cilt cilt kitaplar doldurmuştu.
O yüzyıllarda her siyasal oluşum, ancak din içinde kalarak meşruiyet kazanabilirdi. Bundan ötürü ki pek çok siyasal hareket, şu ya da bu biçimde dinsel bir kimlik oluşturmak zorundaydı. Sonuçta komünalist halk tarikatlarının bile dinsel bir söylemi vardı. Modern dünyanın örgütleri gibi olmasa da, halk tarikatları (yol, parti) çok yaygındı. Sultanlar halkı kendi tarikatlarında (egemen Sünni İslamda) birleştirip, saltanatlarını sürdürmek istiyor, buna karşılık halk da kendi tarikatlarını kurup (çok değişik adlar alan Şii yapılanmalar), haksızlığa ve zulme direniyordu. İşte Babekin isyan bayrağını birlikte kaldırdığı yoldaşları Hurremdinliler de (geçen hafta söylediğim gibi) kökleri çok eskilere dayanan bir halk tarikatıydı. Zulme ve sömürüye karşı örgütlenmiş bir bölük halk, bir isyan kafilesiydi. Birleşip yoldaş olmuş köylüler, çobanlar, köleler... Bir olup, birlik olup, düşmüşlerdi Bâbekin ardına.
Bâbekin ardına düşmüş bu insanlar her renktendi, her inanıştan, her milletten. Azerbaycanın her köşesinden gelen civanlar, Ermeniler, Kürtler, Araplar, Süryaniler, Keldaniler, Orta Asyanın ve Anadolunun şaman erenleri, duymuşlardı zulme baş kaldıranları ve kılıç çalmaya gelmişlerdi mazlumun yanında, zalime karşı.
815 senesinde kış boyunca Mecusiler, Batıniler, (isyana destek veren halk tarikatları) ve bölük bölük insanlar geldiler Hiyo Dağının doruklarına. Bezz kentinin bir duvarını yedi duvar yaptılar. Ve artık zalimin orduları ulaşamazdı, yıkamazdı yedi duvarını birden Bezzin. Baharla birlikte, Abbasi sultanı Mutasımın bol yiyecek ve kinle donattığı ordusu, Bezz kentinin birinci duvarının önünde durdu. Başlıkları tunç, zırhları demir, kılıçları iki su çelikten, acımasız zalim bir ordu, yıkmaya gelmişti Bezzin yedi duvarını...
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.