İnsanlarda merak uyandırmıştı sokaklara yayılan elma kokusu. Elma kokusuyla yayıldı dört bir yana ölüm korkusu. Takvimler ayın 16sını gösteriyordu. Saddamın Kürtleri katletme projesi olarak anılan Enfalin başladığı gündü 1988 yılının 16 Mart günü.
Anlatanlardan da dinledim yaşanılanları, yazılanlardan da okudum. Ama ne anlatabilenler ne de yazabilenler tarif edemiyordu yaşananları. Bir yerden sonra kelimeler düğümleniyor ve sadece yaşayanların anlayabileceği ve kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir boşluk oluşuyordu.
Kürt halkının tarihinde bir ilk değildi Halepçe. Nicesi vardı Kürt halkının acı tarihine bakınca ama hiç biri bu kadar şerefsizce ve insanlık dışı olmamıştı. Belki de Kürt halkı tarihinde ilk kez dağlarda ya da savaşlarda çarpışmadan, sessiz sedasız ne olduğunu anlamadan yaşamını yitiriyordu. Amansız hardal gazı yayıldığı zaman dört bir yana insanlar başları kesilmiş tavuklar gibi koşuşturuyordu sağa sola diye tarif ediyordu olayın canlı şahitleri. Gözleri yuvalarından çıkmış, aldığı nefesle ciğerleri yanmış binlerce masum insan. Hep böyle anlatılır ve ezber olmuştur belki ama durum gerçekten de söylendiği gibiydi: tek suçları Kürt olmaktı normal bir günün sabahına uyandığını sananların.
Olay yaşanana kadar öyle adı çokça anımsadığımız, duyduğumuz bir yer değildi Halepçe. Adını yaşadığı kıyımla duyurdu tüm insanlığa.
Halepçe farklıydı, Şey Ubeydullah İsyanının kanlı bastırılışından, Mir Bedirhanın Eruh kalesinden alınışından, İslam kardeşliği adına cepheye sürülen Hamidiye alaylarından, 1. Paylaşım Savaşında duymadığı diyarlara gönderilenlerden, Xwebûn (Hoybun olarak bilinen) örgütün 1925 ayaklanmasından, Dersimden, Ağrıdan, Zilandan farklıydı.
Yaşanacaklardan bihaber binlerce insan bir sabah yayılan elma kokusuyla irkildi. Hatta kimileri daha iyi almak için o güzel kokuyu pencerelerini açmıştı. Malum Halepçe halkının önü Newrozdu. Haftasına allı yeşilli kadınlarla dolacak sokaklar, gençler ateşleri yakıp halaylara tutuşacaktı. Newrozdu yakın zamanın habercisi. Bir ölüm fermanının nasıl yırtıldığının hikâyesiydi. Yakılan her ateş zulmün kalelerini yıkmak için yeni zalimlere haber çağrısı olacaktı. Bahardı ya, ondandır pencerelere yayılan elma kokusunun heyecanı. Ama öyle olmadı.
Yakılmadı değil ateşler. Yakıldı yine 21 Mart günü ateşler ve halaylarda ayakları daha bir hınçla vuruyordu yere insanların. Hesap soracaklardı ya. İşte onun içindi dik başlı boyun eğmez insanların yüzündeki düşmana inat gülümseme.
Halepçede kimyasal gazlarla öldürülen insanlık, son evladını da zulmün bekçisi Dehaka vermemek için isyan eden Kawanın söyleminde kalktı ayağa tekrar.
Şairler böyle zamanların umududur. Kaldırır dizeleri ile diz çöktürülmeye çalışılan insanlığı. Kürtlerin halayının ölümün makamı olduğu günlerde söze geldi ozanlar. Dengbêjler acıyı ördü nefeslerinde. Ve insanlığı ayağa kalkamaya çağırdılar.
Dayanışmanın doruğudur Halepçe. Kürt tarihinin ilk rock grubu olarak bilenen Koma Wetan, Sovyetler Birliği dağılınca Halepçenin yaralarını sarmak için verdikleri ilk ücretli konserin gelirlerini katliamın yaralarını sarmak için kullanmıştır.
Bir felaketten bir umuda evrilir Halepçe. 16 Marttan 21 Marta geçiştir. Ölümcül gazlara heba edilen bir halkın, son evladımı da vermem zalime diyerek hançeri saplamasıdır zulmün kalbine.
Herkes farklı bir yerden örnekleyebilir elbette ama bence Rojavalı şair Amûde doğumlu Ehmed Huseynînin dizeleridir Halepçeyi en iyi anlatan. Ölümün eşiğinden yaşamın beşiğine bir köprüdür Huseynî. Ayağa kalkıp hesap soranların şairi. Ölüm günü halaya mı tutuşur insanlar nedir bu demeyin. Bakın şair Halepçe ile Newrozu nasıl buluşturmuş:
Şöyle der şair Goristanê Teng (Dar Mezarlar) şiirinde;
"Halepçe /Dağların tahtına kurulmuş gelindi o/ Baharın yuvasında taşa sorsan kuştu o/ Yediveren güldü ince dudakları/ Süzgün gözleri dağınık saçlarıyla gerdanı kırımız gülden bir besteydi o/ Bir öpücük borçluydu bana/ Çabuk bir öpücük ayakta/ Ama amansız hardal gazı kesti dudaklarımı/ Oysa eskiden armağan edilmiş bir elmayla şendi tüm / Aman diledi/ Onunla harladık kendimizi/ Vedalaşma Newrozudur/ Ölüm bayramıdır bu/ Ve biz Umudu ördük İçimizde
Acıdan umuda, felaketlerden direnişleredir boyun eğmeyenlerin tarihi. Yine benzer zamanlardan mı geçiyor insanlık?
Evet! Ama sanırım tek bir farkla. Çatlayan sabır taşından farklı olarak benzer öyküleri yaşıyoruz farklı coğrafyalarda.
Yine yitiyor evlatlarımız, kardeşlerimiz, arkadaşlarımız zalimlerin gazları, kurşunları, diktatörlerin yüzünden
Ama halkın sabır taşı çatladı çatlayacak. Ve Kawanın kapısının önüne gelen uşakların isteği olan, demir işçisinin son evladıdır sabır taşı. Emri ben verdim diyen pervasızlardır, Diyarbakır sokaklarında yalnız bırakılmış bir yiğit anadır. Meclis tutanaklarında Dobroskidir. Roboskili ailelerin evine yapılan sabah baskınıdır. Ekmeğimize aşımıza göz koyanlardır sabır taşı. Bir de tüm bunlara rağmen halen sözde barış masalarında sabır tüketenlerdir sabır taşı!
Haziranda ayağa kalkanların, artık ellerinde kalan son evlatları, ya da evladiyelikleri; Boyun eğmeyişleri
Yakılır elbet o büyük ateş, gaza bulanan coğrafyaların meydanlarında, umuda dönüşür. Yeter ki boyun eğdirmesini bilsin, boyun eğmeyen yürekler.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.