Denizlerin ulusalcılığı üzerine genel bir değerlendirme İsmail Güney Yılmaz
Son zamanlarda, Türkiye devriminin önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnanın hemen her ölüm yıl dönümünde, bu savaşçı öncüler üzerinden saldırı mahiyetinde bir ulusalcılık tartışması kopuveriyor. Daha çok liberal yazar çizer takımının ve bazı püriten Kürt milliyetçilerinin (*) dillendirdiği bu ulusalcılık suçlamasının tam karşısında da bu kez ulusalcıların, yine Denizlerin Kemalistliği üzerinden onları sahiplenmesini net olarak seçebilmekteyiz.
Bilinir, Deniz Gezmiş, diğer iki öncü devrimci Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkayaya göre genel toplum nezdinde daha popüler ve sempatiyle anılan bir figür. Denizin, yoldaşları Mahir ve İbodan Türkiye ölçeğinde gayri sol unsurlarca da daha hayırla yâd ediliyor oluşunun elbette belli başlı sebepleri var. Liberallerin solcu/ Marksist değil diye kötülediği (!) ve dolayısıyla sola bir redd-i miras önerdiği Denizin, tıpkı bir ikon olarak Che Guevaranın başına gelenlerde olduğu gibi pratiğinin içi boşaltılarak sahiplenildiği aşikârdır. Deniz figürünün, bu yönüyle tıpkı Che gibi adeta bir pop metaı olarak pazarlandığını, devrimci eylemciliğinin, savaşçılığının içinin boşaltıldığını, onun romantize edildiğini söyleyebiliriz. Devrimci cesaretiyle devlete korku salan ve halkın dilinde efsane olan Deniz gitmiş, yerine maceracı, romantik ve masum Deniz konmuştur.
Bölye bir poplaştırmanın neden Mahir ya da İboda değil de Denizde gerçekleştirilebildiğinin temelleri birkaç tanedir. Öncelikle Mahir, Türkiye solunun omurgası ya da ana kirişi olarak tanımlayabileceğimiz THKP-Cnin kurucu önderidir. Ayrıca o bir teorisyen ve yazdığı, çizdiği ortada, takipçisi olan devrimci örgütlerin de devlete karşı silahlı pratiği hemen hemen aralıksız sürüyor. Hatta bu örgütlerden bir tanesinin adı sanı küresel ölçekte bilinmekte ve söz konusu örgüt, militanlarının başına -tıpkı eski günlerde olduğu gibi- ABD tarafından para ödülü konulabilecek denli tehlikeli görülmekte.
Öyleyse, ardında Marksist-Leninist yazılı bir eser ile güçlü bir gelenek bırakan ve gerektiğinde adam öldürebilen Mahirden devrimcilere yakın ya da çok yakın olmayan geniş yığınların rahatlıkla benimseyebileceği bir pop ikon çıkamayacaktır.
İbrahim Kaypakkayaya gelirsek, bu köylü, Kızılbaş önderliğin de Deniz kadar popülerleşememiş olmasının birkaç somut sebebi var. O da ardında yazılı eser bırakmış bir M-L teorisyeni, üstelik o ulusal sorunda da TKPnin başlangıca yakın olan kısa bir süreci ve Kıvılcımlı dışında solun pek cüret edemediği kadar keskin ve net konuşuyordu. Her şeyden önemlisi Kaypakkaya, Kemalizmi faşizm olarak mahkum eden bir devrimci. E takdir ederseniz ki bu onun sol çevreler dışında sevgi ve saygıyla yad edilmesi önünde koca bir engel. Ayrıca yine İbonun devamcısı olan örgütlenmelerin silahlı mücadelelerini İbonun şehadetinden bugüne sürdürdüklerini de unutmamak gerek. Tabii ki TKP-ML geleneğinin sol içinde uzun yıllar boyunca hep biraz lokal bir hareket olarak kaldığını da bu mesele özelinde başka bir işaret olarak okuyabiliriz.
Solun içinde, geleneğini sürdürenler açısından en popüler olan Mahir olsa da, genel popülaritede her zaman Deniz öne çıkmıştır -ancak yine de Mahirin de bazı Kemalist çevrelerde az çok bir sahiplenme gördüğünü eklemeliyiz. Denizin kamuoyu nezdinde bu kadar öne çıkışı o sağken de söz konusuydu. Bu öne çıkma durumu onun çekici görünümüyle, gerçek anlamda bir öğrenci lideri olmasıyla, şehadeti çatışarak değil idam ile gerçekleşmesiyle ve eline ilk silahı alanlardan olmasına karşın adam öldürmemiş olmasıyla belki açıklanabilir. Denizin Türkiye genelinde yobaz takımı dışında bu kadar önemli bir figür olabilmesinde kuşkusuz onun Mustafa Kemal sevgisinin diğerlerine göre daha bariz olmasının da payı var.
O hâlde şu devrimci hareket ve Kemalizm mevzuuna biraz göz atalım.
Türkiye Devrimci Hareketi ve Kemalizm 60'ların ortalarından sonlarına doğru TİPten kopmaya başlayan devrimci gençlik hareketinin ortaya çıkışında güçlü bir Kemalizan birikme olduğu inkâr edilemez bir gerçek. Bir yönüyle de DP dönemi gençlik hareketiyle akrabalığı olan bu öğrenci gençlik akımının eylemlerinde Türk bayraklarının yoğun olarak taşındığını, devrimcilerin büyük Mustafa Kemal yürüyüşleri düzenlediğini biliyoruz.
Burada en çok öne çıkan Deniz olsa da bu Kemalist, Kuvvacı duruş Denizle sınırlı değildi. Bizzat TDHde Kürt meselesinde en radikal çıkışı göstermiş olan İbrahim Kaypakkayanın bile 1969'un Aralık ayında Türk Solu dergisine 6. Filo olayıyla ilgili yazdığı yazıda direkt Kemalist çıkışlar okunur -bu onun erken dönemi olarak yorumlanmalı, İbo bu çizgiyi sürdürmedi; fakat örneklemimiz için önemli olduğu yadsınamaz. Burada TDHnin ilk dönem ya da çıkış dönemi dergisinin adının Türk Solu olması bile her şeyi özetleyebilecek sarih bir tercihi imliyor.
Bu süreç, bir öğrenci hareketi temelinde yeniden biçimlenmeye başlayan Türkiye solunun ilk oluşum evresidir ve rahatlıkla sol Kemalizme yakın bir duruşun olduğu bir dönem olarak yorumlanabilir. Esas 70'den sonra, 71 devrimci çıkışı dediğimiz dönemle birlikte Kemalizmin etkisi aşama aşama aşılmaya başlanmıştır, fakat bu karma ideolojinin etkileri yine de -günümüze dek- sürdü/sürüyor.
İbo, Mahir ve Deniz, yani üç önderlik içinde Kemalizm lafzını sonuna dek -mahkemedeki savunma dahil- sürdüren Deniz Gezmiş oldu: Gerçekler örtülmek isteniyor. Mustafa Kemale gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. Onun istiklali tam prensibini ve onun istiklali tam Türkiye idealini yalnızca biz devam ettiriyoruz. Fakat bu onun Kürt ulusal gerçekliğini reddettiği anlamını da taşımamaktadır. Ne yazık ki Denizin ardında bıraktığı bir yazılı eser yoktur ve o da diğerleri gibi 20'li yaşlarının henüz ortalarındayken katledilmiştir, bu da Denizin olası teorik açılımlarını engellemiştir. Fakat, burada geriye çok az yazılı kaynak bırakan THKOnun Hüseyin İnan tarafından kaleme alınan Türkiye Devriminin Yolu broşüründe Milli Mesele adlı bir başlığın da bulunduğunu belirtelim. Burada kısıtlı da olsa ulusal soruna değiniliyor: Kurtuluş savaşına, Türkiyenin sınırları içinde yaşayan bütün ulusların ilerici ve anti-emperyalist sınıf ve tabakaları aktif olarak katıldılar. Bağımsızlık savaşının sonunda kurulan hükümette Türk milliyetçiliği hâkim durumda idi. Bu nedenle Türkiyenin sınırları içinde yaşayan hiçbir ulusa demokratik hak ve özgürlükleri tanınmadı; tam tersine, bütün uluslar asimile edilmeye başlanarak Türk ulusu imtiyazlı bir duruma getirilmeye çalışıldı.
Bu küçük tespite karşın THKO Misak-ı Millici ve Kemalizan duruşunu bu metinde de sürdürmüştür ve Kürt meselesi ve diğer milliyetler için bir tür UKKTHden yazının bazı yerlerinde söz edilse de, sonuç olarak ortak mücadele / ortak vatan söylemi tercih edilmiştir. Ancak, lâkinli de olsa THKOnun ulusal soruna değinmesi, TDYde Türkiyedeki tüm emekçilerin çıkarlarına en uygun çözüm yolu da bölgesel özerklik olacaktır denilmesi THKOyu Kemalizmin içine dâhil edilebilirlikten kesinkez ayırır. Yani bu durumda ortada olan eninde sonunda bir Kemalizmden etkilenme pozisyonudur ve Denizin Mustafa Kemalinin, Anadolu/Kürdistan Aleviliğinin Alisiyle eş tutulabilir bir kült ikon olduğunu söylersem sanırım abartmış olmayacağım!
Türkiye solunda Kemalist etkilerin Denizle ya da THKOyla sınırlı olmadığını söyledik. Denizle benzer reflekslerin izdüşümleri daha düşük tonda Mahir ve THKP-Cde de görülebilir. Mahir, örgütünün Kemalist değil Marksist olduğunu altını çizerek belirtse de, THKP-Cnin de resmi tarihi pek aşamadığını açıklıkla söylemeliyiz. Mahire göre Kemalizm şudur; Kemalizm, emperyalizmin işgali altındaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir milli kurtuluş bayrağıdır. Kemalizmin özü, emperyalizme karşı tavır alıştır. Kemalizmi bir burjuva ideolojisi, veya bütün küçük-burjuvazinin veyahut asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlıştır. Kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alışıdır. Bu yüzden, Kemalizm soldur; milli kurtuluşçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur. Ülkede, kendi solunda, emperyalizme karşı hiçbir devrimci, ulusal-radikal sınıf hareketi olmadığı, dünyada, bugünkü gibi milli kurtuluş savaşlarının destekçisi bir dünya sosyalist bloğunun olmadığı bir evrede, emperyalizme karşı, dünyada ilk muzaffer olmuş bir halk savaşını veren radikal-milliyetçiler, bu bakımdan, ülkemizin -kökeni Osmanlı alt bürokrasisinin ilericiliğine dayanan- bir orijinalitesidir. Kemalistler için ülkemizdeki, asker-sivil aydın zümrenin jakobenleri diyebiliriz.
Mahirin bu tespiti elbette doğru yaklaşımlar taşısa da temelde -bana göre- yanlıştır, zira anti-kapitalist olmayan bir ideolojinin anti-emperyalist olması da beklenemez. Mahir Çayanın söz ettiği Kemalizmin anti-emperyalistliği salt konjonktüreldir ve aynı zamanda pragmatiktir, tam bir karakter taşımaz.
Kendi başına bir mesele olarak Kurtuluş Savaşı bu yazının kaldıramayacağı kadar yüklü bir mesele olsa da, Mahirin bir ideoloji olarak Kemalizmi ele alışı solun üzerindeki ulusal kurtuluş savaşı büyüsünün etkilerinin THKP-Cye de sirayet ettiğini gösteriyor.
T.C.nin daha ilk başta Mustafa Kemal döneminde, kısa sürede yozlaştığını tespit eden Çayanın ulusal meseleye dair geliştirdiği yorumsa ilgi çekicidir ve Misak-ı Milliden kopuşu gösterir: Mihri Belliye göre, Türkiyedeki milli meselenin her zaman ve her şart altında tek bir çözüm yolu vardır; Kürt emekçi halkının çıkarlarıyla bağdaşan tek formül vardır; o da, meseleyi şartlar ne olursa olsun, Misak-i Milli sınırları içinde ele almak gerekir. Oysa bu görüş, temelden yanlış ve anti-sosyalist bir görüştür. Bilindiği gibi, devrimci proletarya milli meseleyi ulusların kendi kaderini tayin hakkının ışığı altında ele alır. Biz, ulusların kendi kaderini tayin hakkının ışığı altında diyoruz ki: Her şart altında, her zaman meseleyi misak-ı milli sınırları içinde ele almak gerekir veya Kürt emekçi halkının çıkarlarıyla bağdaşan tek çözüm yolu ayrılma hakkının kullanılmasıdır diyen görüşler yanlıştır. Bu görüşlerin sahipleri, her iki tarafın burjuva ve küçük-burjuva milliyetçi unsurlarıdır. Oysa, devrimci proletarya, meseleyi diyalektik bir tarzda ele alır. Yani, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkının öngördüğü ayrılma, özerklik, federasyon vs. çözüm yollarının hangi şartlar altında ve ne zaman geçerli olabileceğini açıkça ortaya koyar.
Yani THKP-C hareketinin öncül metinlerinde UKKTHden gayet açık bir biçimde söz edilmektedir. Fakat THKP-C ve ardılları Kürdistan ya da Lazistan için sömürge tespiti yapmazlar ve THKP-C kökenli hareketlerin tümü ayrılmadansa, birlikte mücadele, birlikte devrimden yana eğilim bildirirler. Fakat yine hepsi Kürt ulusal kurtuluş hareketini esastan desteklerler, ancak kendi örgütleri içinde bir seksiyon örgütlenmesi vs. bir tarza sahip değillerdir -bunun yanlış ya da doğru bir tutum olduğunu ima etmiyorum.
Diğer genç devrimci önder Kaypakkaya ise, hareketine miras ve kılavuz olarak bıraktığı yazılarında Kemalizmi faşist diktatörlük olarak nitelemiş ve Kemalizan dokunuşlardan en radikal kopuşu gerçekleştirmiştir -faşist diktatörlük tespitini doğru ya da yanlış bulduğumu da ima etmiyorum.
İbo, Kemalizm için şöyle bir tanım yapıyor: Kemalizm demek, fanatik bir anti-komünizm demektir. Kemalizm demek, işçi ve köylü yığınlarının, şehir küçük burjuvazisinin ve küçük memurların sınıf mücadelesinin kanla ve zorbalıkla bastırılması demektir. Kemalizm, işçiler için süngü ve ateş, cop ve dipçik, mahkeme ve zindan, grev ve sendika yasağı demektir; köylüler için ağa zulmü, jandarma dayağı, yine mahkeme ve zindan ve yine her türlü örgütlenme yasağı demektir. ( ) Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir. Kemalizmin istiklâl-i tam ilkesi demek, yarı-sömürgelik şartlarına seve seve razı olma ilkesi demektir. Kemalist Türkiye, yarı-sömürge Türkiyedir. Kemalist iktidar, İngiliz-Fransız emperyalizmine ve daha sonra Alman emperyalizmine uşaklık eden, onlarla işbirliği eden bir iktidar demektir.
Ancak, Kaypakkayanın tüm bu tespitlerine karşın Kürdistanı bir sömürge olarak nitelendirmediğini (**) ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili de kısmi olumlu değerlendirmeleri bulunduğunu da belirtelim. Ayrıca yine İbonun Kürdistanın kendi kaderini tayin hakkının çiğnenmesini büyük oranda tarihte kalmış bir mesele olarak görme eğiliminde olduğu da sezilir.
Sonuç
Türkiyede sol, devrimci harekette bir başlangıç verisi olarak ulusalcı, Kemalist, Misak-ı Millici adına ne derseniz deyin bir etki olduğu vakadır. Ancak devrimci önderlerden ve öncül üç örgütten hiçbiri doğrudan doğruya ulusalcı yaftası yemeyi hak etmemektedir, ki bu yönde tavırların maksatlı olduğu da çok açıktır. Bu genç önderlerin ve yeni hareketlerin Kemalizmin etkisini aşmaya çalıştıkları, bunun üzerine kafa yordukları, tartıştıkları, meselenin neliğini sorguladıkları, her üç harekette de farklı ölçülerde sezilir. Denizin, Mahirin, hatta bazen de İbonun Kemalist/ulusalcı oldukları iddiasıyla mahkum ve reddedilmeleri (***) gerekliliğini savlamak solun kendi tarihini ve kurucu önderlerini reddetmeyi önermektir, onu köksüzleştirme gayretidir. Hâlbuki, hiçbir önderlik ya da devrimcinin tam anlamıyla üstün meziyetlerle ve hatasızlıkla taltif edilemeyeceğini kabul edip, tarihe eleştirel ve yapıcı yaklaşma, sola yeterli gelecek ilerleme nüvesi olarak görülmeli.
Önder Mahir, Önder Deniz, Önder İbo ve düşmüş binlerce devrimcinin canları pahasına bize bıraktığı bir miras, bir külliyat ve bir yoldur. Bu mirasa katılacak daha çok değer, külliyatın üzerine konacak daha çok eser ve düşe kalka yürünecek daha çok yol var. Açtıkları yola bir devrim borcumuz var.
(*) Kastım PKK hareketi değil. PKK de tıpkı Türkiye solu gibi Mahir, Deniz ve İboyu önderlikler olarak tanır.
(**) Kürdistanı sömürge olarak nitelendirenler ya da ayrı örgütlenme önerenler sınırlıdır. Bunların başında Hikmet Kıvılcımlı gelir. Onun dışında 70′den sonra TKEP ve Kurtuluş da bu yönde teoriler geliştirdiler. Esas olarak Kürt ulusal kurtuluş hareketinin güçlenmesinden sonra sömürge tespiti yapanlarda bir artış oldu -saydıklarımız dışında MLKPnin adı verilebilir-.
(***) 12 Mart darbesinden sonra hareketlerin yeniden toparlanma döneminde THKO geleneğinden gelenler THKO eleştirisi vermiştir. Aynı şekilde THKP-C kökenli Kurtuluş da kapsamlı bir THKP-C eleştirisi yaparak siyaset sahnesine çıkmıştır. TKP-MLden de kopan çok sayıda yapı olsa da buradaki konuyla bunun ilgisi yok.
Not: Yazıdaki alıntıların bilinen ve kolay ulaşılabilir kaynaklardan olması sebebiyle kaynak belirtmeyi tercih etmedim.
Sendika.org
Bu ileti en son umut
tarafından 09.05.2014- 12:52 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
En son Ukrayna Meselesi ve Devrim yazımın giriş cümlesindeki dikkatsiz bir ifadem TKPnin ulusalcı olup olmadığı konusunda bir tartışma açtı. İfade şuydu: Ulusalcı cenahtan, Rusya yanlısı (muhtemelen İPli ya da TKPli) bazı arkadaşlar
Burada görüleceği gibi, TKPlileri ulusalcı olarak değerlendirdiğim sonucu çıkmaktadır. Oysa böyle düşünmüyorum, neden böyle düşünmediğimi aşağıda açıklayacağım. Her neyse, bazen yanlışlıklar da bir konunun netleşmesine hizmet edebilir.
Yakın geçmişteki hiçbir yazımda TKPyi ulusalcı olarak değerlendirmedim. Bu partiyi her zaman devrimci saflardaki sol hareket içinde değerlendirdim. Yalnızca kimi yönelimleri nedeniyle, sol içindeki ulusalcılığa yakın eğilim olduğunu belirttim. Bunda da haksız değildim. Nitekim, TKPnin önderlerinden Kemal Okuyan, Geziden hemen sonra, Türk bayrağının faşizmin elinden alınıp devrimin eline geçtiği mealinde yazılar yazdı. Bu da, ulusalcılığa yakınlık tespitini haklı çıkaran noktalardan biridir. Bununla birlikte, ulusalcılığa yakın olmakla ulusalcılık aynı şey değildir. TKPyi ulusalcı bir parti olarak görmüyorum, ulusalcılığın turnasol kâğıdı olan şu üç temel konudan dolayı: 1. Kürt meselesi; 2. Ermeni katliamı; 3. AKP diktatörlüğüne karşı tutum.
TKP, Kürt ulusal hareketiyle arası pek iyi olmamasına rağmen, ulusalcıların Kürt düşmanı hezeyanlarına hiçbir zaman katılmamış, hatta genel anlamda Kürtlere yönelik ulusal baskıya karşı çıkmıştır. Kürtlere karşı düşmanlığın başını çeken üç ulusalcı odak vardır (düşmanlığın dozajına göre sıralayacak olursak): 1. Sözcü gazetesi ki, bu konuda, bundan sonra adını anacaklarım bile bu gazetenin eline su dökemez; 2. İşçi Partisi; 3. CHP içinde aşağı yukarı yirmi kadar milletvekili ile temsil edilen ulusalcı kanat. TKPyi bu üç eğilimle aynı safta görmek büyük haksızlık olur.
TKP, Ermeni sorununda da ulusalcı kanattan net bir şekilde ayrılır. Ulusalcılığın bu konudaki mızrak ucu İP, hatta özel olarak Doğu Perinçektir. Sloganları, Ermeni katliamı uluslararası bir yalandır. Doğrudan reaksiyoner ve ırkçı bir yönelimi temsil eden bu eğilimin TKPnin Ermeni konusundaki tutumuyla ilgisi yoktur, daha açıkçası, TKP bu ırkçı hezeyana hiçbir zaman katılmamıştır.
Ulusalcılar, 17 Aralıktan sonra, İPli ve CHPli ulusalcı kanatlarıyla (Buna Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlunu da katabiliriz) AKP diktatörlüğü ile kısmen açık, kısmen üstü örtülü bir ittifaka girmişlerdir. Gerekçeleri, F Tipi paralel yapıya karşı mücadeledir. Doğu Perinçek, dışarı çıkabilmek için AKPli yetkililerle pazarlıklar yapıldığını yazılı olarak değil ama sözlü olarak açıkça kabul etmiştir. Bu, İP ve TGB çevrelerinde büyük itirazlara ve hoşnutsuzluğa yol açmıştır. Bu itirazların sözcülüğünü yapan Mehmet Ali Güller, AKP diktatörlüğü ile ittifaka girmenin sakıncalarını, bu siteye de aldığım yazısında açıkça ortaya koymuştur. Diğer yandan, CHPnin ulusalcı kanadı, 30 Mart seçimlerinden sonra, Kılıçdaroğlu yönetimine, Cemaatçilerle ittifaka girdikleri için açıkça saldırıya geçmiştir. Bu da keza, böyle bir zamanda yeni müttefiklere fazlasıyla ihtiyaç duyan AKP yönetimine açık bir ittifak çağrısı anlamına gelmektedir.
Bütün bunlar olurken TKP, tam tersine, AKP diktatörlüğüne karşı mücadelede sağlam bir tutum sergilemiş ve RTEnin anti-emperyalist olduğu (ki bu, sitede yayınladığım Numan Beyin yazısında görüleceği gibi, bazı anarşist mahfillerde bile yankı bulmuş bir tezdir) argümanlarına yüz vermemiştir. Son olarak TKP, 1 Mayısta Kadıköyde yapılan sarı 1 Mayıs gösterisine itibar etmemiş ve bütün militan gücünü Taksim 1 Mayısına yöneltmiş, polisin vahşice saldırılarına karşı diğer devrimcilerle birlikte direnmiştir.
TKPyi beğenmeyebiliriz, eleştirebiliriz ama onu ulusalcı olarak nitelendirmek haksızlık olacaktır. TKP, Toplumsal Mücadele Saflaşmasında Bugünkü Üç Kategori yazımda incelediğim Toplumsal Muhalefet Gücünün temel bileşenlerinden olan Sol hareket içinde yer almaktadır. Siyasi ve kültürel yönelişleri de buna uygundur.
İki yazı da ulusalcılık üzerine olduğu için tek bir başlıkta topladım. Yazının birinde Denizlerin diğerinde TKP'nin ulusalcı olmadığı yolunda yorumlar var. Bu yorumlardan yola çıkılarak kimlere ulusalcı denilebilir? İP ulusalcı mıdır, neden ve ulusalcılar solcu olamaz mı?
Bu ileti en son umut
tarafından 09.05.2014- 13:14 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Ulusalcıdan ulusalcıya fark var. TürkSolu çevresi de ulusalcıyım diyor, İşçi Partisi de. CHP'li Muharrem İnce'ye de ulusalcı diyorlar. Böyle olunca ulusalcı lafı yetersiz kalıyor ve tek başına her şeyi anlatmaya yetmiyor. Bence Türksolu dergisinde yazılanların çoğu faşizan düşünceden örnekler veriyor. İşçi Partisi ulusalcı ve solcu, Muharrem İnce'nin ise ulusalcı olup olmadığını bilemem. Ben onu solcu görüyorum, o da kendisini öyle tanımlıyor.
"Ulusalcı" lafının da cılkı çıktı. Eğer emperyalizmin kozmopolitizmine karşıysanız bir noktada ulusalcısınız demektir. Yoksa neden emperyalizme karşı çıkacaksınız? Yalnızca kapitalin emekçileri sömürmesine karşı çıkarsınız. "Ulusların kaderini tayin hakkı"nda da özünde ulusalcılık vardır. Yoksa neden bir ulusal devlet kurma hakkı tartışılsın ki?
Sonuç olarak "ulusalcı" derken emperyalizme ve emperyalizmin globalizmine karşı olanlar anlaşılıyor. Tabii bunlar içinde çok farklı siyasi çizgiler olabilir.
Gün Zileli'linin ulusalcılık tanımından yola çıkacaksak, 1- Kendimi kürt ulusal hareketine hiç bir zaman yakın bulmadım. Bölücülüğe, Türkiye'nin bölünmesine şiddetle karşı çıkıyorum. Şimdi ben ulusalcı mı oluyorum, Zileli'nin yorumuna göre. 2- Ermeni olayları konusunu bir soykırım olarak nitelemiyorum. Savaş koşulları içinde tarihte yaşanmış acı olaylardır olanlar. Sadece Ermeniler değil, o yörede bulunan kürtler, türkler ve yezidiler de aynı acıları yaşamışlardır. 3- AKP diktatörlüğüne kuruluşundan beri karşıyım ve solda bu konuda en ciddi muhalefet yapan parti de İşçi Partisi. Şimdi İşçi Partisi bu yorumlara göre ulusalcı mı oluyor?
Gün Zileli'nin ulusalcı tanımını doğru bulmuyorum. Ben kendimi solcu, sosyalist, ulusalcı olarak görüyorum. Solcu ve sosyalistim. İşçi sınıfının son kertede kendi iktidarını kurması gerektiğine inanıyorum. Solculuk ve sosyalistlik konusunda savunduğum bu. Bugün için ise emperyalizm karşıtlığının öncelikli olduğunu düşünüyorum. Lenin emperyalizm döneminde dünyayı ezen uluslar, ezilen uluslar olarak ikiye ayırmıştı ve mücadelenin emperyalizme karşı olması gerektiğini söylemişti. Savunduğum bu. Ulusal düzeyde emperyalizme karşı topyekün bir mücadele verilmedikçe ve demokratik bir halk iktidarı kurulmadığı sürece sosyalizm hayata geçirilemez. Sosyalist mücadele de verilemez. Bir solcunun böyle bir stratejik mücadele içinde olması gerektiğini düşünüyorum. Kürt ulusal hareketi böyle bir perspektifin içinde değil. Karşı oluşumun nedeni de bu. Onların mücadelesi kürt ve türk halklarını bölmekte emperyalizme karşı oluşturulması gereken cephenin zayıflamasına yol açmaktadır. Bu strateji ulusal bir stratejidir ve benim ulusalcılığımın nedeni de budur.
Bunlara bir de köktenci AKP karşıtlığını ekleyin, duruşum ve aşağı yukarı İşçi Partisi'nin duruşu da budur. İşte o yüzden solcu, sosyalist ve ulusalcıyım. Kemalizm'i de devrimin Türkiye'deki adı ve stratejesi olarak yorumluyorum.
Yaşanan gerçekleri saptırıyor ve görmezlikten geliyorsunuz. Ermenilerin katliama uğradıklarını, kürtlerin ise cumhuriyet dönemi boyunca asimilasyona tabi tutulduğunu söyleyebilir misiniz? Siz Gün Zileli'nin yorumuna göre de ulusalcısınız. Ulusalcılığı Zileli'nin yorumundan alıp başka bir konuya taşıyor, gerçeklerden uzaklaşıyorsunuz.
Yaşanan gerçekleri saptırıyor ve görmezlikten geliyorsunuz. Ermenilerin katliama uğradıklarını, kürtlerin ise cumhuriyet dönemi boyunca asimilasyona tabi tutulduğunu söyleyebilir misiniz? Siz Gün Zileli'nin yorumuna göre de ulusalcısınız. Ulusalcılığı Zileli'nin yorumundan alıp başka bir konuya taşıyor, gerçeklerden uzaklaşıyorsunuz.
Siz de tarihsel olayları yaşandıkları koşullardan soyutlayarak ele alıyorsunuz. Yorumunuz bu nedenle anlamlı değil. Tehcir öncesi ve sonrasında sadece Ermeni halkın değil, yöredeki kürt, türk ve yezidilerin acı çektiklerini söylemem neden yeterli gelmiyor size? Kürtlerin asimilasyon konusu da sizin değerlendirmeniz. Ben entegrasyon diyorum. O dönemde imparatorluktan ulus devlete geçiş yapılıyor ve devlet bu minvalde yapılanıyor. Ulus devlet kuruyorsanız o ulus devlet içindeki tüm etnik unsurların bir entegrasyon süreci içinde yurttaş olabilmeleri amaçlanmıştır. Proje doğru bir projedir. Doğru proje olması süreç içinde yanlışlıklar yapıldığı anlamına da gelmez.
Ulusalcılıkla milliyetçiliği ve sol içindeki milliyetçi sapmaları karıştırarak bir yere varılamaz.
Öncelikle 68 gençlik hareketine bakmakta yarar var. Bu hareketin içindeki farklı çizgiler arasındaki ayrım net olmadığı gibi, kalkıp bunları bütünsellik içeren, teorik yönden tutarlı çizgiler olarak görmek yanlıştır. Bir kere öğrenci gençliğin örgütlenmelerini tutup komünist partisi yerine koymak olmaz. Bunların tümünün en büyük zaafı kendilerini parti ve öncü güç olarak görmeleri nedeniyledir. Öyle bir durum kesinlikle yoktu, olamazdı da. Bu kadar bölük pörçük olmanın nedeni de, ister kızalım, ister beğenelim tümünün küçük burjuva aydın hareketi olmasındandır. Bunların işçi sınıfı tabanı kesinlikle yoktu. Bunlar içinde köylülüğü ön plana çıkaran ve devrimi yoksul köylülerle yapacağını sananların da köylü bir tabanı yoktu. O dönem Kürt demokratik muhalefetinin sosyalistlerle müttefik olması nedeniyle, kırsala ve Kürtlere dayanan bir silahlı hareket peşinde olanlar da hüsrana uğramıştır. Acı ama böyle.
O dönem teori üretmeye kalkan bu gençlerin tümünün en büyük zaafı uluslararası Marksist-Leninist hareketle de bir bağları olmamasındandır. Devrimci ruh ve iyi niyet teorisyen olmak için yeterli değildir. Kendi sezgilerine göre devrimci strateji de oluşturulamaz. Yirmili yaşlarda bir avuç üniversite öğrencisinin kalkıp devrim yapması, ülkenin düzenini değiştirmesi de olanaksız zaten. Bunların tümü teorik olarak çok zayıf bazı tezler ortaya atıyordu. Kalkıp yazılanlara bakıp, falancanın teorisi var, ötekinin yok demek de yanlış.
Bütün bu hareketlerin üzerinde, sol Kemalizmin de, Maoizmin de büyük etkisi vardı. Hepsinde vardı. Tümünün hareket noktası da anti-emperyalizmdi. Değişik yerlerde yazdım, hareket noktası sosyalizm değil, anti-emperyalizmdi.
Yiğitliklerine, devrimciliklerine tüm solun kuşkusuz büyük saygısı var. Halk kitlelerin de saygısı giderek artıyor. Bugün o zamankine göre, 1971'e göre çok daha geniş kitleler tarafından benimseniyor ve saygı görüyorlar. Ancak o zaman yazılanlara bakıp, günümüzün siyasi tartışmalarını yönlendirmek olmaz. Bugün bambaşka bir ortam var. Yalnız bu da değil, o zaman yazılanlar, zamanında bile yeterli değildi.
Bu ileti en son yorum2006
tarafından 10.05.2014- 20:21 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.