İçimizde nasıl Somanın acısı varsa, karşımızda da tekmeleriyle, tokatlarıyla, ırkçı küfürleriyle bir zalimler ordusu var. Melih Pekdemirin cuk oturan ifadesiyle ZŞnin (Zalim Şahıs) yanında kendisi kadar zalim bir ZŞ (Zalimler Şurekası) bulunuyor. Haziran yaklaşırken işimiz ne kadar zorsa, öfkemiz de bir o kadar katmerli.
Dün BirGünde madenci ücretlerinin ayda net 1070 TLyle ortalama işçi ücretlerinin bile yüzde 25 gerisinde gerçekleştiği ayrıntılarıyla ortaya kondu. Halbuki Soma Holding Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkanın sırf huzur hakkı ayda 35 bin TLyi buluyormuş. Bu tip ödemeler, yani Alp Gürkanın, Yiğit Bulutun, Sümeyye Erdoğanın cebine (kasasına) girenler emek geliri olarak tasnif ediliyor. Tüm CEO, bankacı, borsacı primleri bu çerçevede değerlendiriliyor ve karları düşük, ücretleri yüksek, gelir dağılımını daha az adaletsiz gösteriyor. Bu nedenle küresel krizden bu yana toplumsal muhalefet, gelir ve servet dağılımı üzerinde yoğunlaşıyor, bu kategorileri masaya yatırıyor.
Sözcü gazetesinde yazılarına başlayan değerli arkadaşımız Mustafa Sönmez, Değer mi kardeşim? diye söylenmekten kendini alamıyordu Değer mi 3 milyon dolarlık kömür için bu acıyı çekmek? 1 milyar dolarlık kömür ithalatını zaten yapıyorsun her yıl; üretme, 3 milyar dolarlık kömürü ithal et
Risklidir, çilelidir diye böyle bir tercihi de olabilirdi Türkiyenin. 55 bin kömür işçisi, her gün ölümle randevulaşma yerine, gitsin başka yerde çalışsın da diyebilirdik. (Sözcü 17 Mayıs 2014)
İlginç bir rastlantı, Monthly Reviewun Mayıs 2014 sayısında Hans Baer de, Avustralya Kömürü: Yerde kalsa daha mı iyi olur? başlıklı bir makale kaleme alıyordu. Avustralya 23 milyon nüfuslu bir ülke. Dünyanın ABD (yüzde 31), Rusya (yüzde 21), Çin (yüzde 13), Hindistan (yüzde 8) ve Güney Afrikadan (yüzde 7) sonra altıncı büyük kömür üreticisi. Üstelik yakın tarihlerde kayda değer bir maden kazası da yaşanmamış.
Avustralya ekonomisi sırf taş kömürü ihracatından 2012 yılında 41.5 milyar dolar gelir sağlamış. Diğer bir ifadeyle kişi başına taş kömürü ihracatı 1800 dolar, üretimi 2500 dolar civarında. Türkiyede ise kişi başına kömür üretimini nüfusa oranlayınca sadece 40 dolar rakamına ulaşılıyor.
Avustralya taş kömürü üretiminin dörtte üçünü ihraç ederken, dörtte birini de tüketimde kullanıyor.Hepsini iç tüketime ayırdığı linyit ise taş kömürünün dörte biri kadar üretiliyor. Tüm sektörde istihdam edilen işçi sayısı ise sadece 49 bin kişi.
Peki o zaman Hans Baerin itirazı nereye? Çünkü sera gazı emisyonlarının yüzde 34ü elektrik santrallerinde ve çelik, çimento imalatında kömür kullanımından kaynaklanıyor. Ayrıca üretim sırasında doğaya yayılan metan gazının çevreyi kirletici etkisi de söz konusu. Kömürün taşınması ve depolanmasından da ekolojik denge bozuluyor.Avustralyada ekolojistlerin itirazları fantezi demek istemiyoruz. Oralarda da neoliberal tasarım geçerli,esnek emek politikalarıyla işçi şınıfının geriletilmesi gündemde. Ne var ki onlar Rio Tinto,Glencore Xstrata gibi uluslarüstü şirketlere karşı 21. Yüzyılın sömürü koşulları zemininde mücadele ederken, Somada Kozluda 19. yüzyılın köhne ortamında üretim yapılıyor.
Türkiye gibi maden kazalarının en yoğun olduğu ülkelerden biri Ukrayna. Kömürün yörenin tüm ekonomisini ve kültürünü şekillendirdiği Donetskte 200 bin civarında emekçi kömür ocaklarında ter döküyor. Donbas da denilen kömür havzası nüfusun yüzde 10unu barındırırken, ihracatın yüzde 25ini gerçekleştiriyor. İşte Ukraynadaki ABD-AB destekli darbeye Doğu Ukraynada en sert tepki gösterenlerin başında turuncu tulumlu, baretli Donetsk madencileri vardı. Madencilerin yerin altından kolay çıkmadığı, hemen dolduruşa gelmediği, ama bir de ayağa kalkarlarsa kolay durulmadıkları söylenir. Bu kez de böyle oldu, yönetim binalarına, halk cumhuriyeti tabelalarını asanların ön saflarında madenciler bulunuyordu.
Bir ülkenin daha fazla katma değer yaratan bölgelerinin bunu paylaşmaya yanaşmayıp, ayrılık talep etmelerine elbet sahip çıkılamaz. Gelgelelim Ukraynayı etnik, dil, bölge temelinde bölmekten çekinmeyen, Batıyı ABye bağlamayı planlarken, Doğuyu gözden çıkartanlar bu durumun başlıca sorumlularıdır. Zaten sağduyulu madenciler de Rusya ile birleşmeleri halinde sektörün ayakta kalamayacağından endişeliler ve böyle bir talepte bulunmuyorlar. Ama Bandera özentisi faşistlerin gölgesinde de yaşamak istemiyorlar, isyanlarında kararlılar.Belki daha da önemlisi, madenci isyanının sınıfsal boyutunun görülmek istenmemesi, IMFnin ücretleri dondurmayı,temel ihtiyaç maddelerine ciddi zamlar yapmayı öngören acı reçetesine en sert tepkiyi koyanların madenciler olduğunun gözardı edilmesidir.
Tarih bize, sayıları her zaman kalabalık olmasa da, madencilerin azimleri, kararlılıkları, direniş ruhları ile her zaman emekçi sınıfın öncülüğünü yapmayı başardıklarını hatırlatıyor. 1991de Zonguldaktan Ankaraya Büyük Madenciler Yürüyüşünü gerçekleştiren, önce Özal Hükümetini sarsan, sonra da sonunu getiren yine onlardı.
Bugün de Somadaki, Donbastaki, Avusturalyada Victoria, Queenslandtaki,Güney Afrikada uzun bir grevdeki madencilerin isyan ruhu ayakta....
Bize de, Tüm dünyanın madencileri birleşin, kaybedecek neyiniz var yaşamlarınızdan başka! demek kalıyor.
Soma Katliamı: İşçi Sınıfını Hatırlamak Can Semercioğlu
Somada yaşananları kaza, ihmal, felaket veya elim bir olay olarak tanımlamak mümkün değil. Somada yüzlerce işçinin ölmesi ancak katliamdır. Bu katliamı doğaüstü, olağandışı ve öngörülemez olarak niteleyen sözcüklerle ifade etmek, hem işçi sınıfını hem de katliamın faillerini maskelemek demektir.
Somada yaşananları kaza, ihmal, felaket veya elim bir olay olarak tanımlamak mümkün değil. Somada yüzlerce işçinin ölmesi ancak katliamdır. Bu katliamı doğaüstü, olağandışı ve öngörülemez olarak niteleyen sözcüklerle ifade etmek, hem işçi sınıfını hem de katliamın faillerini maskelemek demektir. İktidarın her yerde ölen işçiler için hutbe okutması, sakallı, sarıklı, cübbeli kişileri Somaya gönderip oradaki halka yaşananların kader olduğunu, kaderden kaçılamayacağını, önemli olanın dua etmek ve Allaha yakarmak olduğunu, asla isyan etmemeleri gerektiğini söyletmesi basit bir vicdani etkinlikten son derece ötede, iktidarın politik çıkarlarını koruyan bir ideoloji mekanizmadır.
Bu mekanizma yalnızca halkın herhangi bir isyan ya da protestoya kalkışmasına engel olmanın yanı sıra iktidar için önemli iki işlevi önümüze koyuyor: Birincisi, sorumluların kim olduğunun saklanması. Bu şekilde iktidara ve maden şirketine yönelecek tepkinin azaltılması amaçlanmaktadır. Dolayısıyla AKP katliamın sorumluluğundan kaçmaktadır.
Bu işlevlerden ikincisi ve daha örtük (ama aslında bir o kadar hepimizin farkında olmadan yeniden ürettiğimiz) olanı da işçilerin sınıfsal karakterinin göz ardı edilmesidir. Özellikle de onların işçi değil, şehit olduğunun vurgulanmasıyla. Aslında bu sınıfsal karakterin göz ardı edilmesi için çok da bir şey yapmaya gerek yok. Bugüne kadar geniş ölçüde bu karakteri kimse görmedi. Yıllardır işçi sınıfı diye bir şeyin kalmadığı, artık hizmet sektörünün yükselişe geçtiği ve pis sanayi işçiliğinin kalmamasıyla işçilerin çalışma ve yaşam standardının yükseldiği çokça konuşuldu ve büyük çapta kabul de gördü.
Geçen gün televizyonda sağ kurtulan Soma işçilerinin anlattıklarıyla yukarıdaki işçi sınıfı kalmadıcı anlayışı kefeye koyacak olsak, işçi sınıfı kalmadıcılık olsa olsa boş laftır. Ne dedi işçiler? Madene girdikten sonra çıkmayalım diye kapıları kapatıyorlardı, Yevmiyemizden kesiyorlardı, Olması gerekenden fazla çalıştırıyorlardı. İnsanlık dışı ve on dokuzuncu yüzyıldan bir kesitmiş gibi önümüzde duran bu gerçekliğe işçi sınıfı deniyor işte. Hizmet işçileri de gayri maddi bir emek sarf ederek aynı düzeyde, ama farklı bir biçimde benzer bir sömürüye maruz kalıyor. Ancak bunların maskelenmesi, sınıf kavramını ve işçi sınıfını unutmamız için yeterli oluyor.
Birkaç gündür AKPnin protestoları ve eylemleri çok daha sert bastırmasının ve din eksenli yumuşatma çabalarının iki anlamı var. İlki işçi sınıfının ayaklanmasından gerçekten korkuyorlar. Zamanında TEKEL direnişi korkulu bir rüya olmuştu. İkincisi ise sınıfsal farklılığın ve sınıf çatışmasının tekrardan gündeme gelmesinin engellenmesi. Milli eğitim bakanı Nabi Avcının Bu konuya odaklanmayalım, normale dönelim demesi tesadüf değildir.
İktidar(lar) işçi sınıfını unutturmaya ve göz ardı ettirmeye çalıştılar. İşçileri bir türlü hatırlayamadık. Şimdi sınıf kavramı tekrardan gündeme geldi. İşçiler ancak ölerek var olabildiler.
Sınıfı her zamankinden çok hatırlamanın zamanı geldi.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.