Yıllar önce galiba bir mizah dergisinde yayınlanmıştı: Karikatürde Mustafa Kemal önündeki topluluğa Beyler, ya istiklal ya ölüm diyor, topluluk da hep bir ağızdan İstiklal! diye bağırıyordu.
Evet, karikatürde halka belirli bir sinizmle bakıldığı açıktır; ama büsbütün temelsiz olduğu söylenebilir mi?
Neyse, karikatürle devam edersek, sonuçta Ölüm alternatifi karşısında halk İstiklal diyor, böylece ortaya pozitif bir durum çıkıyordu
Her zaman böyle olur mu?
Örneğin bugün biri kalkıp Ey halkım, Türkiye çok kötü bir yere gidiyor; ya ölümü de göze alarak mücadele edeceğiz ya da faşizme razı olacağız dese diğer tarafın Ölmektense, bari faşizm olsun diye düşünme ihtimali hiç mi yoktur?
***
Şaka bir yana (az öncekiler büyük ölçüde şakaydı), Türkiyenin bugün geldiği noktayı ve önümüzdeki dönemi madalyonun sadece bir yüzüne odaklanarak okumak ciddi bir hata olacaktır.
Yeni Cumhurbaşkanı ve Başbakanıyla AKP iktidarının niyetinin çok bozuk olduğu açıktır. Defalarca söylenmiş, yazılıp çizilmiştir. Bundan sonra da yapılmasında sakınca yoktur.
Ama burası, madalyonun bir yüzüdür.
Öbür yüzünde ise, henüz örgütlülükten çok uzak, kimi özel durumlarda oraya buraya yalpalayabilen, ama sinip kabuğuna çekildiği söylenemeyecek, üstelik yeni arayış sinyalleri de veren geniş bir kesim görülmektedir.
Dolayısıyla, madalyonun birinci yüzüne bakıp buradan her tür melaneti çıkarmak ne kadar mümkün ve gerekliyse, ikinci yüzden salt umudun ötesinde motivasyon ve görev çıkarmak da o kadar mümkün ve gereklidir.
***
Artık önemli ölçüde devletlileşmiş olan AKP iktidarını tanımlamada faşizm ya da faşizme gidiş kavramları sıkça kullanılıyor.
Bunun kendi başına sakıncalı olduğu söylenemez. Ne var ki, bu ülkede olsun başka ülkelerde olsun faşizm dendiğinde akla ilk gelen, 1920lerin İtalyası ile 1930ların Almanyası olacaktır. Hadi bu da olsun; ama retrospektif (geriye dönük) bir bakışla İtalyada ve Almanyada faşizmin gelişi nasıl önlenebilirdi? sorusuna gömüldükten sonra bulunabilecek yanıtların günümüz Türkiyesine yansıtılması, bu kez eldeki imkânları ve pozitif olasılıkları perdeleyebileceği için sakıncalıdır.
Olumsuz bir tarihsel olguya yönelik retrospektif bakışlar ister istemez defansif, asgari mukavemet çizgisi izleyen ve en olumsuz karşısında daha az olumsuza razı olan çıkarsamaların yolunu açar. Bu da, eğer gerçekten varsa, ciddi bir güncel imkânın ve potansiyelin gerektiği ölçüde değerlendirilmemesi gibi bir olumsuzluğu beraberinde getirebilir.
Dolayısıyla, AKPnin yönelimi herhangi bir sorudan azade netliktedir; burada sorun yoktur. Soru ya da sorun şuradadır: Bugün var olan potansiyel, salt korunma, direnme ve savunma ötesinde ileri hamle açısından gerçekten hiçbir şey vaat etmemekte midir?
Özellikle Hazirandan sonra bu kadar karamsar olmak doğru mudur?
***
Peki, bu söylenenlerden ne çıkar?
Başta dönemin koşullarının büsbütün farklı oluşu bir yana, İtalya ve Almanya örneklerinde, özellikle 1930larda burjuva demokrasisinin dünya ölçeğindeki itibarı beş paralıktı. Diğer sınıflar bir yana, büyük sermaye, egemen sınıflar bile liberal demokrasinin artık rafa kalktığına inanmaktaydı.
Günümüz Türkiyesinde ise, gerek emperyalist odaklar gerekse sermaye sınıfı, AKP-Erdoğan-Davutoğlu rejiminin kendileri açısından felaket denebilecek sonuçlara yol açmaması için mutlaka yedekleme yoluna gidecek, yani malum burjuva demokrasisini parlatılan sözcüleri ve temsilcileriyle birlikte bir yerde hazır tutacaktır.
Ne zaman ve nerede kullanılmak üzere?
Gerçekten güçlü bir toplumsal muhalefet malum rejime kendileri açısından tehlikeli biçimde kök söktürmeye, bu rejim kendilerine astarı yüzünden pahalı gelmeye başladığında mesaj alınmıştır deyip devreye sokmak üzere
Sonuç: AKP-Erdoğan-Davutoğlu rejiminin yönü bellidir. Kimi kaygılar ve ayar verme girişimleri dışında emperyalist odakların ve sermaye sınıfının bu gidişe set çekeceği de yoktur. Ancak, ne zaman ki toplumsal muhalefet güçlenip rejime dünyayı dar etmeye başladı, o zaman ama bir iç savaş işine gelmeyeceğinden, ama muhalefetin daha da radikalleşmesinden korktuğundan, bu çevreler yedeklerini devreye sokacaktır.
Mesele, yedekler devreye sokulduğunda, karşı taraf açısından bunu zorunlu kılan muhalefetin mayışıp gevşemesine izin verilip verilmeyeceğidir.
Peki ya sonrası?
O kadarını kimse bugünden göremez. En iyisi, Leninin Napolyona atıfla söylediğine kulak vermektir:
On s'engage et puis on voit.
Bir kez savaşa girin, ondan sonrasına bakarsınız
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.