Candan Badem İleri Bilim'deki ilk yazısında "Ermeni Soykırımı" tartışmalarını değerlendirdi.
Candan Badem - İleri Bilim
Bu yıl 1915 yılında Osmanlı Ermenilerinin uğradığı soykırımın 100. yıldönümüne denk geliyor. Aynı zamanda Birinci Dünya Savaşının bir parçası olan Çanakkale muharebelerinin de 100. yıldönümü. Ermenistan ve diaspora bu yıldönümüne özel bir anlam yüklerken AKP Ermenistan devlet başkanını Çanakkale muharebeleri anmasına çağırarak Ermeni soykırımını unutturmaya çalışıyor.
Türkiyede akademik tarihçilerin çok büyük kısmı devletten bağımsız bir birey değil, kapıkulu zihniyetine sahip, Türkİslam sentezci, muhafazakar, ulusalcı veya milliyetçi liberal olup soykırım yoktur tezini savunurlar. Milliyetçi olmayan liberallerin bir kısmı ise etnik temizlik veya soykırım tezini savunur. Peki sosyalistler ne diyor bu işe? Orası pek net değil. Türkiyeli sosyalistlerin 1915te bu topraklardaki Ermenilerin başına gelen felakete ne ad verdiği elbette önemlidir. (Baştan belirtelim, şimdilerde Vatan Partisi adını alan eski İPli ulusalcıları sosyalist saymıyoruz). Açıkçası, sosyalistlerin bir kısmı acaba soykırım dersek bazı liberallerle veya emperyalizmin ideologlarıyla aynı konuma mı düşeriz kaygısı içindedir. Taner Akçam gibi bazı eski solcu döneklerin soykırım tezini savunması da işi güçleştirmektedir. Başka bir kısım sosyalistler ise soykırım dersek acaba Ermenistanın toprak ve tazminat taleplerini kabul etmiş mi oluruz kaygısı içindedir. Bence her iki kaygı da gereksizdir.
Ermeni soykırımı gibi önemli bir olay sadece tarihçilere bırakılması gereken, sosyalistlerin bugünkü politikasını etkilemeyen, geçmişe ait bir olay elbette değildir. Ancak hem akademik dürüstlük gereği hem de marksist yöntem gereği, tarihsel bir olayı kabul edip etmememiz bu kabulün bugünkü siyasal sonuçlarına bağlı olamaz. Ayrıca soykırımı kabul etmek Ermenistan devletinin taleplerini kabul etmek anlamına da gelmez. Çünkü soykırıma uğrayan Ermeniler Osmanlı devletinin tebaası idiler, Rusyanın veya o zaman var olmayan Ermenistanın değil. Dolayısıyla başka bir devlet değil, ancak soykırım kurbanlarının mirasçıları maddi ve manevi bir hak iddia edebilir. Bu da kolay çözülebilecek bir mesele olmasa bile sosyalistlerin bu toprakların kadim halklarından olan Ermenilerin uğradığı soykırımı inkar etmemeleri ahlaki bir zorunluluktur. Sosyalistlerin mazlumun değil de devletin yanında veya kendi burjuvalarının yanında olması düşünülemez.
Ermenilere yönelik katliamlar Abdülhamid döneminde 1890larda Anadoluda birçok yerde ve 2. meşrutiyetten sonra da 1909da Adanada yaşanmıştı. 1915te o zamanki İttihatçı hükümet Rusya ile savaşı bahane ederek ülkedeki bütün Ermenileri tehcir yani sürgün adı altında bilerek ölüme göndermiştir. Soykırımın kilit noktası da burasıdır: Suç işleyip işlemediğine bakılmaksızın bütün Ermeniler bile bile ölüme gönderilmiş, yolda ve gidecekleri yerlerde yaşabilmeleri için gerekli asgari tedbirler alınmamış ve nihayet sivil Müslüman halkın ve çetelerin Ermenilere saldırılarına göz yumulmuştur. Her devlet savaş sırasında güvenlik amacıyla belli bir bölgedeki bir nüfusun yerini değiştirebilir. Ancak bunun için o nüfusun göç esnasında ve sürgün yerinde asgari yaşam koşullarını sağlaması gerekir. Osmanlı devleti ise bunu yapmamıştır. Rus ordusu içinde yer alan birkaç gönüllü Ermeni birliğini (bunların mevcudu en fazla 6 bin civarındadır) bahane eden hükümet, bizzat dahiliye nazırı Talat Beyin defterindeki notlara göre 924 bin civarında Ermeni nüfusu büyük çoğunluğu için ölüm demek olan bir yolculuğa çıkarmıştır. Yola çıkanların geride kalan malı mülkü talan edilmiştir. Yolda çeşitli çeteler (ki büyük kısmı Kürt çeteleridir) bu Ermenileri tekrar soymuş, beğendikleri kadınları ve çocukları ailelerinden koparıp almışlardır. Bu kadınlar ve çocuklar daha sonra zorla evlendirilmiş ve Müslüman yapılmıştır. Askerlik çağındaki Ermeniler ise savaş öncesinde ilan edilen seferberlik sırasında askere alınmışlar ancak bunlara silah verilmeyerek amele taburlarında çalıştırılmış ve daha sonra da yok edilmişlerdir.
Ermeni soykırımını daha iyi anlamak için 2. Dünya Savaşı esnasında sürgüne gönderilen Kırım Tatarları ve Ahıska Türklerinin durumuyla karşılaştıralım. Bunu yapalım çünkü liberal sahtekarlar ve Türkİslamcı faşistler Ermeni soykırımını inkar ederken bu iki sürgüne soykırım demektedir. Sovyet devleti Hitler faşizmine karşı giriştiği ölüm kalım mücadelesinde Kırım Tatarları ve Ahıska Türklerini birincisini fiilen ve ikincisi potansiyel olmak üzere tehlikeli bularak sürgüne göndermiştir. Ancak Sovyet devleti sürgüne gönderilenler için tren tahsis etmiş ve bu trenlere bindirilenler liste ile görevlilere teslim edilerek gidecekleri yere kadar can güvenliğinden bu görevliler sorumlu tutulmuşlardır. Trenlere önceden ayrıntılı olarak belirlenen sayıda doktor, hemşire ve erzak yüklenmiştir. Ayrıca sürgüne gidenlerin belli bir ağırlıkta eşyalarını yanlarına almalarına izin verilmiştir. Nihayet gittikleri yerlerde kolhozlara belli sayıda dağıtılmışlar ve barınacak yer ve iş bulmuşlardır. Osmanlı devleti ise bunların hiçbirini yapmamıştır. Ayrıca Sovyet devleti sadece gerçekten güvensiz olan belirli yerlerdeki nüfusu sürgüne göndermiş, insanları sadece etnik kimliğine bakarak sürgüne göndermemiştir. Yani Moskovada yaşayan bir Kırım Tatarı veya Ahıska Türkü sürgüne gönderilmemiştir. Osmanlı devleti ise nerede yaşadığına bakmaksızın bütün Ermenileri, örneğin Edirnedeki Ermenileri bile sürgüne göndermiştir. Edirnedeki Ermenilerin Erzurumdaki savaşla ne ilgisi olabilir? Son olarak Sovyet devleti askere aldığı Ahıska Türküne de Kırım Tatarına da silah vermiş ve eşit koşullarda savaşa göndermiştir. Nitekim bunlar içinde savaştan kahramanlık madalyası ile dönen çok insan vardır. Osmanlı devleti ise askere aldığı Ermenileri de yok etmiştir. Dolayısıyla Sovyet devleti tehcir ya da sürgün yapmış, Osmanlı devleti ise soykırım yapmıştır.
Peki Ermeni soykırımında asıl suçlu kimdir? Emperyalizm? Milli burjuvazi? Türkler? Kürtler? Müslümanlar? Alman emperyalizminin soykırımda yardakçılık yaptığı ve en azından göz yumduğu açıktır. Ancak suçu emperyalizme yıkmak marksistçe bir yaklaşım olamaz. Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır sloganı biz marksistlerin değil ulusalcı şarlatanların bir sloganı olabilir. Leninden beri biz sosyalistlerin öncelikle kendi burjuvalarına karşı savaşmaları gerektiğini savunuyoruz. Emperyalistlerin Ermenileri yok etmek gibi bir amacı yoktu ve olması için bir sebep de yoktu. Aksine savaştan sonra Anadoluda bir Ermenistan yaratmak istediler ancak içerdeki sorunlar ve maliyetin büyüklüğü yüzünden gerçekleştirmeye güçleri yetmedi. Emperyalizm Batıya münhasır bir olgu değildir, Osmanlı da kendi çağında emperyalisttir. Suçu Türkler veya Kürtler diye belli bir etnik kimliğin üstüne atmak da mümkün değildir. Soykırımı planlayan ve emri verenler hiç kuşkusuz Anadolu burjuvazisinin temsilcileriydi. Ancak uygulamada bütün sınıflardan insanlar yer aldılar, yağmadan her sınıf kendine göre bir pay aldı. Dolayısıyla ezilen sınıfların da bu işte tamamen suçsuz olduğunu söyleyemeyiz. Ermeni soykırımı konusuna sonraki yazılarımda devam etmek üzere şimdilik burada bırakıyorum.
Yalçın Küçükün 2000den önce çıkan kitaplarını genç sosyalistlere hala tavsiye ediyorum. O kitapların benim üzerimde de etkisi büyüktür. Fakat sonrası malum, hocamız bir akıl tutulmasına uğradı ve tanınmaz hale geldi. Son kitabı Çıkışta tarihçi olarak beni de yakından ilgilendiren bir iki noktaya değinmek istiyorum. Kitabın 3. bölümünün adı Türk Savaşlarında Kürtler. Evet aynen öyle Türk Savaşları! Osmanlının Rusya ile savaşları Türk savaşları olmuş! Sadece bu bile Küçükün kesinlikle marksizm dışına çıktığının kanıtıdır. Daha da vahimi şu ara başlık: Bizle Savaştılar: TürkRus Harplerinde Kürtler! Kürtler bizle savaşmışlar! Afedersiniz hocam, buradaki biz kim? Biz niye Osmanlı oluyoruz? Sahi siz kimsiniz? Toplumsal Kurtuluşta ve 1990larda Özgür Ülkede yazan Yalçın Küçükle aynı kişi misiniz? Nasıl bir mutasyon geçirdiniz?
Küçük Osmanlı Rus savaşlarında Kürtler üzerine Rus yüzbaşı Pyotr Averyanovun önemli bir kaynak olan Rusça kitabının yanlışlarla dolu eskimiş bir çevirisine referans veriyor ve kitaptan bazı pasajların çevirisini sunuyor. Oysa o kitabın yeni ve düzgün çevirisi daha 2010da Avesta yayınlarınca yayımlandı. Redaksiyonunu da ben yaptım. Yalçın Küçük Avestanın yayımladığı bu çeviriden habersiz, en basit bir literatür araştırması bile yapmadan kitabı kısmen yeniden çevirmeye kalkmış! İşin ilginci Barış Zeren de Avestadan çıkan çeviriden habersiz görünüyor. Küçük, Avestanın çevirisini beğenmeyebilir, ancak yok sayamaz. Yalçın Küçük ayrıca Averyanovun bir cümlesini ya Rusçasının yetersizliğinden ya da daha büyük ihtimalle bilerek ve çarpıtarak çevirmiş. Averyanov, Kürtler hakkında, önceleri savaşlarda sadece düşmanımız idiler, sonra müttefik de oldular diyor, Küçük ise bu cümledeki kritik sadece ve de kelimelerini atıyor ve sonra ekliyor: Bu kitap (Averyanovun kitabı CB) Kürtlerin Türklere düşman oluşlarının hikayesi ve tarihidir. O kitap Kürtlerin Türklere düşman oluşlarının değil, Osmanlı Rus savaşlarında serhat boylarındaki bazı Kürt aşiretlerinin iki büyük güç arasında kalıp her iki tarafı da idare etmeye çalışmasının ve nihayet Rusyayı keşfetmesinin tarihidir. 19. yüzyıldaki bütün Osmanlı Rus savaşlarında her iki tarafta da Kürt aşiret birlikleri (başıbozukları) yer aldılar. 19. yüzyılda Türk savaşı diye bir şey de yoktur.
Yalçın Küçükün birçok eserinde kendi tezi gibi tekrarladığı Transkafkasyaya bizim Kafkas berisi dememiz gerektiği tezi (ki doğrudur) Yusuf Hikmet Bayurun ilk basımı 1960larda yapılan Türk İnkılabı Tarihi adlı kitabında yer almaktadır (bkz. Bayur, agy, cilt III, kısım IV, TTK, 1991, sf. 165). Yani tezin patenti Küçüke ait değildir. Hocamız küçük dağları ben yarattım ve ben olmazsam Türkiyede tarih de yazılmaz havasını bırakmalıdır, çünkü komik oluyor. Bir tane Rusça kitap okuyup onun üzerinden ve bütün bir literatürden habersiz tarihçilik yapılmıyor çünkü.
Yalçın Küçük kitabında Karslı bazı Kürtlerin Yahudi veya Sabetayist olabileceklerini kanıtlamak için Sovyet Ermeni yazar Poğosyanın Kars oblastı üzerine Rusça kitabını da kullanıyor. Ancak yöntem yine aynı: Literatürden habersiz, Türkçe kitapları bile okumamış, tek bir Rusça kitaptan büyük tezler çıkarmaya çalışıyor. Bu sefer benim Rusya, Gürcistan ve Ermenistan arşivlerine dayanarak bizzat yazdığım Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti adlı kitabımdan habersiz. Poğosyanın kitabına yaklaşımı eleştirel değil, Poğosyanın Karsın Rusyaya ilhakından önceki nüfusu içinde Ermenilerin oranını abartan sözlerini doğru kabul ediyor. Kitabımda Poğosyanın bu tezini ayrıntılı bir biçimde çürüttüm, burada tekrarlamıyacağım. Konu şu: Küçük Rus idaresindeki Karsta çok az bir miktar Rus Yahudisi de olmasından esinlenerek Turgut Göle, Gürsel Tekin ve Yaşar Kayanın Yahudi olabileceğini iddia ediyor. Hemen söyleyeyim, olmaz değil, olabilir, ancak başka kanıtlar gerekli. Sadece isimlere bakarak olmaz. Karstaki Yahudiler Kars merkezde yaşıyorlardı, Rus ordusu ile birlikte Karsı terk ettiler. Bu üç şahısın dedeleri ise köylü. İkincisi, Kürtlerde öz Türkçe ad ve soyadlarının Türklerden daha fazla olduğu bilinen bir gerçektir. Bu Türkçe soyadları Türk nüfus memurları tarafından verilmiştir çoğu zaman. Adlara gelince, benim tezim, Kürtlerin öz Türkçe adları daha egzotik ve güzel buldukları yönündedir. Nasıl ki Türkler Fars ve Arap adlarına meyl etmişse Kürtler de Müslüman adlarından sonra en çok Türk adlarına meyl etmişlerdir. Bu üç şahısı siyasi açıdan istediğiniz gibi eleştirin umurumda olmaz. Ama sadece adlarına bakarak kimlikleri hakkında büyük tezler çıkarmak? Ha bir de hak etmediği yerelere gelmiş olmak var. İyi de Türkiyede burjuva politikasının nitelikli insan istediğini kim söyledi ki? Bizzat Yalçın Küçük aksini yazmıştır. Dolayısıyla örneğin Gürsel Tekinin CHPde yükselmesinin benim için hiçbir sürpriz yanı yoktur.
Son olarak Küçükün bir yanlışını daha düzelteyim: Kitabında (sf. 231) Kars oblastı, 1921 yılına kadar, önce Rus Çarlığının ve sonra da Sovyet Rusyaya geçmiş durumdadır. Buradayız diyor. Hayır hocam, orada değiliz, öyle değil. Kars oblastı Mart 1918de Brest Litovsk Antlaşmasının ardından yapılan bir sözde plebisit ile Osmanlıya katıldı, Ekim 1918de Mondros Ateşkesi ile Osmanlı çekilmek zorunda kaldı, ancak Sovyet Rusyaya geçmedi, antiBolşevik Kafkasya hükümetine, Kars İslam Şurası ve Cumhuriyetine ve nihayet Ermenistan cumhuriyetine geçti. Ekim 1920de Kazım Karabekir Ermenilerden geri aldı. Sermayeden yiyerek, dersini çalışmayarak tarih yazmaya çalışınca bu kadar oluyor.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.