Fatih Yaşlı: Haziran, 8 Haziran sabahı, ister rejimin restorasyonu, ister yeni anayasa gündeme getirilmiş olsun, bu gündemleri kökten reddedecek, dinci despotizmin anayasal bir statüye kavuşmasına ve rejimin adının başkanlık olarak konulmasına karşı mücadele edecektir.
Fatih Yaşlı
Talihsizliğimiz
Birleşik Haziran Hareketinin talihsizliği seçim gündemine doğması oldu; kuruluşunu yeni yeni tamamlayıp ilk büyük eylemini, yani laik eğitim boykotunu örgütlemeye giriştiğinde, ülke seçim sathı mailine girmişti bile.
Seçim gündemine doğmaya eklenen ikinci büyük talihsizlik, HDPnin seçimlere bağımsız adaylarla değil, partiyle girme kararı oldu. Kürt siyasi hareketinin kendi politik stratejisi ve hedefleri doğrultusunda yaptığı bu tercih, HDP barajı geçemezse faşizm gelir söylemiyle birleştirilerek, henüz kendi ayakları üzerinde durmaya ve adımlar atmaya yeni yeni başlamış olan Hazirana yönelik büyük bir ittifak/destek basıncına dönüştürüldü.
Seçim tartışmamız
Peki Haziran ne yaptı?
Haziran, en başından beri bir seçim örgütlenmesi olmadığını deklare etmiş olmasına rağmen, kendine yönelik basınç karşısında biz bir siyasi parti olmadığımız gibi, partilerin birliği de değiliz, dolayısıyla ittifaklar meselesini tartışmayı reddediyoruz gibi bir tutum takınmadı. Bilakis, seçimi Meclislerinin tartışma gündemine aldı ve yüze yakın Haziran Meclisi özgür ve demokratik bir seçim tartışması yaptı. Meclislerde yapılan tartışmaların hepsi kayıt altına alındı ve her Meclisin genel eğilimi, bu eğilime katılmayanların şerhleri ve önerileriyle birlikte Yürütme Kuruluna gönderildi.
Bu tutanakların hemen hepsini hızlıca okumuş biri olarak söyleyebilirim ki, Haziran Meclislerinin neredeyse tamamı, Haziranın CHP ve HDPyle herhangi bir ittifak içerisine girmemesi üzerinde mutabık kalmıştı. Hazirancılara göre, daha yeni doğmuş, kendi örgütsel hukukunu ve yoldaşlık ilişkilerini oturtamamış, rüşdünü ispat etmemiş ve bağımsız bir politik özneye henüz dönüşememiş bir hareketin herhangi bir seçim ittifakı içerisine girmesi, Haziranın doğar doğmaz ölmesi anlamına gelecekti ve bu nedenle Haziran herhangi bir ittifaktan da, bir partiyi işaret etmekten de kaçınmalıydı.
Bildirgemiz
28 Şubat-1 Mart tarihlerinde toplanan Yürütme Kurulu, Meclislerden gelen raporlar doğrultusunda ve iki gün boyunca, sabahtan akşamın geç saatlerine kadar süren yoğun bir tartışma yürüttü. Yürütmenin de genel eğilimi Meclislerden gelen raporlarla örtüşüyordu. Seçimin başkanlık sistemi ve dikta anayasası için bir basamak olduğu, dolayısıyla Haziran Hareketinin uzun soluklu bir mücadele perspektifiyle hareket etmesi gerektiği görüşü dile getirildi.
İçerisinde çeşitli siyasi partiler, örgütler, bireyler bulunan ve siyasi bir parti olmayan bir hareketin 8 Haziran gününe kendi iç bütünlüğünü koruyarak girebilmesinin yolu, bu parti, örgüt ve bireylerin seçime dair asgari bir müşterekte buluşmasını gerektiriyordu. O asgari müşterek ise mevcut durumda ittifak ya da bir partiye destek ya da boykot değil, kime oy verilmeyeceğini, kimle mücadele edileceğini söylemek ve 8 Hazirana uzanan bir mücadele hattını örebilmek demekti. Bu ise Birleşik Haziran Hareketini bağımsız ve etkin bir siyasi özne haline getirmek için mücadele anlamına geliyordu.
İşte kimilerince apolitik olmakla, topu taca atmakla, hiçbir şey söylememekle eleştirilen seçim metni bu asgari müşterek etrafında ve 8 Haziranı gözeterek hazırlandı. Dolayısıyla Haziran Hareketi tam da bu nedenle, iddia edildiğinin aksine topu taca atmıyor, siyasetsizliği seçmiyor, kendine sonuna kadar politik bir hedef koyuyordu: Bağımsız bir siyasi hat çizmek ve o hat üzerinden kendisini Türkiye siyasetinin etkili ve güçlü bir öznesi haline getirmek hedefi.
İttifak meselesi ve Haziran sosyolojisi
Peki bağımsız bir siyasi hat oluşturmak için ittifaklardan kaçınmak bir zorunluluk muydu?
Bu sorunun Hazirancılara sıkça sorulduğunu ve soranların kendi yanıtlarının ise değildi, bir seçim ittifakı kurulabilir, HDPnin barajı geçmesi sağlanabilir ve sonra herkes kendi yoluna gidebilirdi şeklinde olduğunu biliyoruz. Benim buna dair yanıtım ise bunun bir zorunluluk olduğu yönünde. Anlatmaya çalışacağım.
Her şeyden önce unutulmuş olan ya da bilerek gözardı edilen, oysa meselenin esasını oluşturan olgudan bahsetmek gerekiyor: Birleşik Haziran Hareketi, Haziran İsyanının ardından ve ne yapmalı sorusu etrafında kuruldu. Dolayısıyla Haziranın toplumsal tabanı, Haziran İsyanında sokağa çıkan kitlelerdir; bu ise Haziran Hareketinin yaslanacağı yerin Haziran sosyolojisi olduğu anlamına gelir.
Peki Haziran sosyolojisi tam olarak neye tekabül etmektedir?
Haziran İsyanı, AKPnin kurmak istediği siyasal rejime ve toplumsal yaşayışa bir reddiyedir. AKP rejiminin kapsamadıkları ya da kapsayamadıkları ve tam da bu nedenle siyasal alanın dışında tutmaya çalışılanlar, özgürlüklerine ve yaşam tarzlarına yönelik bir saldırıyla karşı karşıya olduklarını düşünenler, özetle dinselleşme ve otoriterleşmeye itirazı olan tüm toplum kesimleri Haziran İsyanında sokağa çıkmıştır.
Sokağa çıkanların ezici çoğunluğunu, Cumhuriyetin kazanımlarını sahiplenen, laikliği içselleştirmiş, kendini bayrak ve Mustafa Kemal üzerinden ifade eden bir toplam oluşturmaktadır. Ancak bu toplam kimilerince iddia edildiği üzere darbeci değildir; Haziran kitlesi isyan sırasında orduya kesinlikle ve kesinlikle bir çağrı yapmamış, herhangi bir darbe beklentisi içerisinde olmamıştır.
Ayrıca Haziran kitlesi iddia edildiği üzere tuzu kuru beyaz Türklerden de müteşekkil değildir. İsyana katılanların tamamına yakını emek güçlerini satarak geçinen ücretlilerdir. Dolayısıyla isyan, basitçe bir orta sınıf isyanı olarak da geçiştirilemez, emekçi karakterlidir.
Haziran sosyolojisi en net ifadeyle AKP karşıtlığının üzerine oturmaktadır ve gerekçesi de bellidir: Ülkede AKP eliyle dinci ve otoriter bir rejim kurulmaktadır.
İşte tam da bu nedenle Haziran Hareketinin ilk Vişnelik toplantısından itibaren yapmış olduğu temel tespit Haziran kitlesinin örgütsüz ve kendiliğinden yaptığı dinci ve otoriter rejim tespitiyle örtüşmektedir. Haziranın yaptığı, bu tespite teorik bir çerçeve çizerek onu tarihsel bağlamına oturtmak ve politize etmektir.
AKP rejimi, CHP ve HDP
Peki CHPnin ya da HDPnin AKP rejimiyle varoluşsal/özsel bir derdi var mıdır?
CHP yönetiminin esas derdi, rejimden ziyade, rejimin aşırı yanlarını şahsında cisimleştiren Erdoğanladır. Dolayısıyla CHP, Erdoğansız bir AKP rejimine, yani aşırılıkları törpülenerek restore edilmiş bir rejime çoktan razıdır. Beklenti Erdoğan sonrası konjonktürde ortaya çıkacak ve içerisinde mutedil AKPlilerle Cemaatin yer alacağı yeni iktidar bloğunun bir parçası olabilmektir.
Ya HDP?
HDP için de temel mesele AKP rejiminin niteliği değildir. Örneğin Türkiyelileşme söyleminin en güçlü taşıyıcısı Demirtaşa göre Türkiyede bir İslamizasyon tehlikesi yoktur, esas mücadele edilmesi gereken olgu neoliberalizmdir. Demek ki HDP Türkiyede İslami bir rejim inşa edildiğine dair bir tespitte bulunmamaktadır. Oysa Haziran sosyolojisi ve dolayısıyla Haziran Hareketi, Türkiyede neoliberalizmi ayakta tutan olgunun dinselleşme olduğu tespitini yapmakta ve direniş hattını dinci despotizmle neoliberalizmi sentezleyen rejime karşı kurmaktadır.
Bunun da ötesinde, HDP için, daha doğrusu Kürt siyasal hareketi için AKP; aynı anda hem mücadele hem müzakere edilebilecek bir partidir. Dolayısıyla Kürt siyasal hareketi için öncelikli gündem rejimin devrilmesi değil, müzakerelerdir ve hareket şu an itibariyle, iktidarda olması hasebiyle doğal olarak AKPden başka bir partiyi müzakere edilebilir görmemektedir. Son yapılan ortak açıklama tam da bunu göstermektedir: AKPyle Kürt hareketi anlaşmış falan değildir elbette ama AKP Kürt hareketinin öncelikleri açısından ehven-i şer konumundadır ve siyasal pozisyon tam da bunun üzerinden belirlenmektedir. Söylemsel düzeyde bile olsa Kürt hareketi (Öcalan) Kürt sorununun AKPyle yapılacak müzakereler neticesinde ortaya çıkacak yeni bir anayasayla çözülebileceğini dile getirmektedir.
Bağımsız siyasi hat
Dolayısıyla, Haziran Hareketiyle hem CHP hem de HDP arasında varoluşsal bir farklılık vardır: Haziran, rejim karşıtlığının politik formu, örgütlü hattı, merkez öznesi olmayı hedeflemektedir; sözünü ettiğimiz iki partinin ise böyle bir sorunsalı yoktur. Haziran, 8 Haziran sabahı, ister rejimin restorasyonu, ister yeni anayasa gündeme getirilmiş olsun, bu gündemleri kökten reddedecek, dinci despotizmin anayasal bir statüye kavuşmasına ve rejimin adının başkanlık olarak konulmasına karşı mücadele edecektir.
Haziran kitlesini bu mücadeleye davet etmek ise dost güçlerle dayanışmayı gözardı etmeksizin, kendi varoluş nedeni üzerinden siyaset yapmayı ve bağımsız bir politik hat oluşturmayı zorunlu kılmaktadır; Haziran Hareketinin toplumsallaşması ve güçlü bir siyasi özne olması için bu olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
Haziran eğer bunu başarabilirse, bir seçim ittifakıyla yapabileceği etkinin çok daha fazlasını yapabilecek ve hem Cumhuriyetin kazanımlarının sahiplenilerek ileriye taşınması görevini üstlenecek; hem de Kürt sorununun eşit yurttaşlık temelinde ve gönüllü bir arada yaşama esası doğrultusunda çözümünü kolaylaştıracaktır.
Haziran için politika budur; tam da bu nedenle Haziran, seçime dair çok şey söylemiştir ve söylemeye devam edecektir!
Sizler de farkındasınızdır, Şahısın tek meşru sıfatı şimdiki makamı değil önceki makamı, yani eski başbakan; işte bir başbakan eskisiyle Türkiye yine eskitiliyor, eksiltiliyor.
Öyle bir beterlik içindeyiz ki bunlar yerine geçecek her şey sanki öpülüp baş üstüne konulabilirmiş duygusu var haliyle. Üstelik hele bir gitsinler bile değil, hele bir gitsin de deyip duruyor ahalinin yarısı, belki daha fazlası.
Basit kuraldır: Kötülüğe teslim olmamak için her şeyden önce iyi olmak lazım.
İyi de, iyi olan niye kazanamıyor?
Çünkü kuralları kötüler koyuyor!
Şimdi kurallarını kötülerin belirlediği bir seçimin sonuçlarıyla yine üzüm üzüm üzülecek miyiz? Asıl derdimiz üzüm yemek midir, bağcıyı dövmek midir?
Kendi kuralımızı koyacağız: Üzüm yiyebilmek için, bağımızı gasp edenlerle hesaplaşmak kaçınılmaz.
Aslında burjuva demokrasilerinin tarihinin özeti de budur. Burjuva demokrasisi, mesela, iyi olanların hep kazanamasa bile nefes alabildikleri, beklentilerinin tümüyle imha edilmediği, bağdaki üzümden nasiplenebildiği bir kurgulamadır.
Şimdi burjuva demokrasisi kuralları dışındaki şu seçimlerle ilgili bir nebze iyimserlik kaldıysa, o da, insanlarımızın önemli bir kısmının artık bu yalancılara itiraz edebilme ihtimali olsa gerek.
Bakın işte, Şahıs bugünlerde en fazla ekonomik konularda asıp kesiyor. Bunların küresel sermayeye bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı gibidir, kestim deyince sorun bitmez ki... Kesince derhal Kriz başlar, yoksunluk sendromu bu krize düşenleri çıldırtır...
Çıldıracaklar.
Asmak, kesmek, kelle uçurmak, 40 haramileeer deyince artık yetmiyor.
Şimdi: 400 haramileeer!
(Aslında aklımda onları çıldırtacak çılgın bir proje var! Hani seçim deyip duruyorlar ve kötülüklerini bile inanç meselesi olarak yutturuyorlar ya Madem çoğunluğun İNANÇLARI üzerinden yaptıkları tercihler, demokrasi gereğidir... Yani toplumun çoğu zaten öyle düşünüyor deyip dinsel inançlar adına her şey mubah görülebiliyor... O zaman çoğunluğun İHTİYAÇLARI üzerinden yapacakları potansiyel tercihler niye demokrasi gereği sayılmıyor? Çoğunluk yoksul! Haydi, bir referandum yapalım... Devrim, üretim araçlarının kamulaştırılması filan, bunlardan vazgeçtik. Forbes dergisinde Türkiyenin dolar milyarderleri listesi yayınlanmıştı ya... İşte referandumda bu zenginlerin malları yoksullara eşit olarak dağıtılsın mı dağıtılmasın mı? diye soralım! Referandumun sonucu nasıl olur?! Demokrasi dediysek bunu kastetmedik! derler, değil mi? İşte bunun için demokrasi dedikleri, sadece kendi işlerine gelenlerdir, sadece kendi çıkarları için bir demokrasidir, kendi işlerine gelmeyen talepler, çıkarlarına ters düşen talepler karşısında ise tıynetleri bellidir: Diktatörlük!)
Evet, 400 haramileeer! Demek ki çıldırmaya başladılar. Ekonomide işler hakikaten berbatlaşıyor. Milli içkimiz ayrana bile zam yapıldı. Seçim vakti gelip çattığında, Yahu ayranımız yok içmeye tahtırevanla mı gideceğiz seçmeye demesin hiç kimse.
Hep birlikte sandık başına gidelim.
HAZİRAN meclisleri de seçimde katile, hırsıza değil inandığın partilere oy verin, ama unutmayın HAZİRAN, seçimler için değil mahalleleri savunmak için kuruldu! demeye getirdi işte...
Öyleyse bu yıl Haziranın iki anlamı var, biri kalıcı biri geçici. Seçimimizi aslında buna göre de yapacağız.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.