İngiliz Savaş Propaganda Bürosunun-Foreign Officein, Wellington Houseun, Washingtonun, Pentagonun, CIAnın Türkiyedeki resmi ya da gönüllü memurları!
Yapmaya çalıştığınız çok ayıp, utanç verici bir şey. 1916da Birinci Emperyalist Yağma Savaşında İngiliz Savaş Propaganda Bürosunun sadece ve sadece Savaş Propagandası olarak ürettiği Mavi Kitap adıyla ünlü, en düzenbazca ve iblisçe yalanlardan derleşik sözde kitapta anılan yalanları ve iftiraları savunuyorsunuz hâlâ.
Oysa, o yalanlar çöplüğü kitabı hazırlayan iki kişiden biri olan Arnold Tonybee, ömrünün son yıllarında yaptığından pişmanlık duyuyor. Bir anlamıyla özür diliyor Türklerden. Çok üzgünüm, diyor. Orada yaptığımız sadece savaş propagandası amacına yönelik şeylerdi.
Anılarında ise Türklerin 1915teki tehciri savunma amacıyla alınmış bir tedbirdi. Benzerini pek çok devlet yaptı. Amerika Birleşik Devletleri de İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkesindeki Japon nüfusu başka bölgelere nakletti, diyor.
Bu gerçekleri siz de biliyorsunuz. Biz de yıllar önce belgeleriyle birlikte ortaya koyduk. Kaldı ki, Mavi Kitapta bile o trajik dönemde hayatını kaybeden Ermenilerin sayısı 600 bin olarak geçiyor. Siz, o abartılı yalanı tam iki buçukla çarpıyorsunuz, bir buçuk milyona çıkarıyorsunuz. Yani savaş propagandası yalanını iki buçukla çarparak katmerlendiriyorsunuz.
O dönemde yaşananın karşılıklı bir çatışma ve katliam olduğu, her iki tarafın da büyük kayıplar verip acılar çektiği çok açık bir gerçektir.
Bu acıların yaşanmasına sebep de Batılı Emperyalist haydutlar; İngiliz, Fransız, Amerikan ve İtalyanlarla Rus Çarlığıdır.
Bu emperyalist çakallar Osmanlıyı parça parça edip aralarında paylaşmak için, yüzyıllar boyu birlikte kardeşçe yaşamış iki halkın arasına kama sokuyorlar. Parçalıyorlar halkları. Ermeni Milletini boş hayallerle avutuyorlar. Nüfusça sadece yüzde 14 küsurunu oluşturduğu, İskenderun Körfeziyle Trabzonu birbirine bağlayan bir hattın doğusunda kalan geniş topraklar üzerinde sana bağımsız bir Ermeni devleti kuruvereceğiz, diyerek kandırıyorlar Ermeni burjuvalarını. Ve harp içindeki Osmanlıyı arkadan vurduruyorlar, bu burjuvaların komuta ettiği Ermeni Ordusuna.
Tehcir, işte Osmanlının bu olay sonucunda aldığı bir savunma tedbiriydi.
Savaş öncesinde Osmanlı sınırları içinde 1 milyon 300 bin civarında Ermeni nüfus vardı. Tehcire tabi tutulan Ermeni insanı 924 bin 158 kişidir, Talat Paşanın not defterindeki kayıtlara göre. Bunun 440 küsur bininin Halepe ulaştığını dönemin oradaki ABD Konsolosu raporlarında bildirir ülkesine. Yüz binlercesi Rusya Ermenistanına gitmiştir. Bir o kadarı da Mısırdan Iraka, Lübnana kadar yayılan Ortadoğu ülkelerine gitmiştir. Ve bir bölümü de Avrupaya, Amerikaya ve hatta Avusturalyaya
Bu trajik süreçte bizce 300 bin kadar Ermeni insanı hayatını kaybetmiştir. Talat Paşanın deyişiyle Zalim yerel yöneticilerin tutumlarından, yağmacı çakalların saldırılarından, hastalıklardan, kıtlıktan, yokluktan, açlıktan dolayı.
Aslında gerçeğin böyle olduğunu siz değilse de sizin yukarıda saydığımız efendileriniz bal gibi biliyorlar. Biz de çok önceki yazılarımızda, kitaplarımızda bu gerçeği matematiksel bir kesinlikle ortaya koyduk, ispatladık. Hem de onlarca net, açık, kesin gerçek belgeyle. Şimdi burada bunlardan sadece iki tanesini analım, size gösterelim. Dönemin Osmanlı Ermenileri Temsilcisi olan Boghos Nubar Paşanın Fransız Dışişleri Bakanlığına yazdığı mektubu ve Paris Barış Konferansında yaptığı konuşmanın bir bölümünü aktaralım:
Önce Fransız Dışişleri Bakanlığına yazdığı mektubu okuyalım:
Sayın Bakan,
Ermeni Milli Komitesi adına, şu hususları hatırlatarak aşağıdaki bildiriyi arzetmekle şeref duyarım:
Sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi, en büyük fedakârlıklar ve sürekli ıstıraplar pahasına, savaşın başından beri İtilaf Devletlerinin gayesine sarsılmaz bağlılığımızın bir nişanesi olarak;
Ermenilerin fiili bir şekilde savaşan taraf olduğunu;
Fransada ilk günden itibaren hizmet eden gönüllülerinin Fransız bayrağı altında Yabancı Lejyonunda zafer elde ettiklerini;
Cumhuriyet Hükümetinin talebi üzerine Ermeni Milli Komitesi tarafından silah altına alınan Ermeni gönüllülerinin Filistinde ve Suriyede Fransız birliklerinin hemen hemen yarısını teşkil ettiklerini ve General Allenbynin zaferinde büyük payları olduğunu, bunun da Allenby ve Fransız komutanlar tarafından resmen beyan edildiğini,
Kafkasyada, Rus İmparatorluk ordusundaki 150.000 Ermeniden ayrı olarak, komutanları Antranik ve Nazarbekoffun komutası altında, 40.000den fazla gönüllünün bir kısım Ermeni vilayetlerinin kurtuluşuna katkıda bulunduğunu,
Lütfen Sayın Bakan, üstün saygılarımın teminatı olarak kabul buyurunuz.
Ekselans S. Pichon
Dışişleri Bakanı Paris
Başkan Boghos Nubar
İmza
Dışişleri Kayıt Damgası
3 Aralık 1918
Şimdi de Paris Barış Konferansında yaptığı konuşmadan bir bölüm:
Bununla beraber, savaşın başında Türk Hükümetinin Ermenilere bir tür özerklik vermeyi önerdiğini ve karşılığında da Kafkasyayı Ruslara karşı ayaklandıracak gönüllüler istediğini hatırlatmak isterim. Ermeniler bu öneriyi reddettiler ve kendilerini kurtarmasını bekledikleri Müttefiklerin yanında tereddüt etmeden yer aldılar.
Ermeniler savaşın ilk günlerinden ateşkes imzalanıncaya kadar tüm cephelerde Müttefiklerin yanında çarpıştılar.
Ermenilerin Kafkasyada neler başardıklarını tekrarlamayacağım. Ermenistan Cumhuriyeti Başkanı olan Bay Aharonyan biraz önce size, benim yapabileceğimden çok daha iyi bir şekilde, geniş bir açıklamada bulundu.
Bununla beraber, Suriye ve Filistinde, Müttefik devletler arasında anlaşma imzalandığı 1916 yılında, Fransız Hükümetinin (Ermeni) Milli Delegasyonuna yapmış olduğu davet uyarınca, Légion dOrientda toplanmış olan beş bin kadar Ermeni gönüllüsünün (o bölgedeki) Fransız güçlerinin yarısından fazlasını oluşturduğunu, Suriyeyi kurtaran büyük Filistin zaferine parlak bir katkıda bulunduğunu ve General Allenbynin kendilerine resmi bir tebrik gönderdiğini belirtmek isterim.
Son olarak Fransada, şanlı ve şerefli bir birlik olan Légion Etrangèrede Ermeni gönüllüleri yiğitlikleri ve dayanıklı olmalarıyla temayüz ettiler. Savaşın başında 800 kadar olan gönüllülerden ancak 40 kişi hayatta kaldı. Geri kalanlar hepsi savaşta düşman karşısında öldü.
(Ermenilerin) bu askeri katkısı Müttefik Hükümetler tarafından resmen ve hararetle takdir edildiği için bu konu üzerinde daha fazla durmama gerek yoktur. Belirtmek istediğim tek husus Ermenilerin İtilâf Devletlerinin davasına bağlılığının, maruz kaldıkları katliam ve sürgünlerin saiklerinden biri olduğudur.
Ermeniler bu nedenle savaşan taraf olmuşlardır. Sonunda Müttefiklerin tam bir zafer kazanmaları Ermenistanı Türk boyunduruğundan kurtarmıştır. Bu bir gerçektir. Katliam ve sürgün kurbanlarına savaş alanındaki kayıplarımız da eklenince Ermenistan tarafından yaşam olarak ödenen bedelin herhangi bir diğer muharip milletin ödediği bedelden daha ağır olduğunun ortaya çıkacağını sözlerimize eklemek isteriz. Ermenistanın kaybı, 4,5 milyon olan toplam nüfusu içinde 1 milyonu aşmaktadır, Ermenistan bağımsızlığını silahla ve çocuklarının kanıyla kazanmıştır.
İki tür gözlemde bulunmak istiyorum. Önce, bizim anladığımız şekilde, gelecekteki Ermeni devletinin sınırlarından bahsetmek istiyorum. Sonra sizlere nüfusa dair bazı ayrıntılar vereceğim.
Sınırlar.
Talebimiz bağımsız Ermenistanın tüm Ermeni topraklarını içermesi ve şu yerlerden oluşmasıdır:
1. Kilikya (Maraş Sancağı dâhil), Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbekir, Harput, Sivas ve Karadenize çıkış için Trabzon Vilâyetinin bir bölümü
2. Halkı, Türkiyedeki kardeşleriyle tek bir Ermenistan Devleti altında birleşmek isteyen Kafkasyadaki Ermenistan Cumhuriyeti toprakları.
Bu Devletin, gelecekteki Ermeni Devletinin, sınırlarına Ermeni olmayan toprakları dâhil etmek istediğimiz bazen söylenmiş ve yazılmıştır. Bu doğru değildir. Böyle bir talebimiz olmadıktan başka, aksine, nihai sınırların tarafımızdan değil, tarihi, coğrafi ve etnik hakları esas alarak çalışacak olan bir karma komisyon tarafından saptanmasını istiyoruz. Söz konusu eyaletlerin veya Ermeni vilayetlerinin halen mevcut idarî sınırları keyfi ve yanlıştır. Bu sınırlar, Âbdülhamit tarafından siyasi amaçlarla, Müslüman (bir) çoğunluk yaratılabilmesi için, Ermeni olmayan bölgelerin de dâhil edilmesiyle keyfi olarak çizilmiştir. Talebimiz, bu dışarıda kalan, genellikle Kürt veya Türk olan bölgelerin, (Ermenistandan) ayrılmasıdır.
Böylece, esas itibariyle Kürt olan Hakkârinin tamamı ve Diyarbekirin güneyi Ermenistanın dışında bırakılmalıdır; aynı şekilde Türk bölgesi olan Sivasın batısı ve birçok yer de Trabzona gelince, ahalisinin çoğunluğunun Rum olduğunu kabul ediyoruz, ancak Trabzon Limanı yukarı (kuzey) Ermenistanın tamamı için Karadenize tek çıkış yerdir. Talebimiz ayrıca Venizelosun bildirisine de uymaktadır. Memnuniyetle belirtmek isterim ki Venizelos, Barış Konferansına sunduğu Muhtırada bu konuyu büyük bir adalet duygusu içinde ele almıştır.
Suriye ile sınırımıza gelince, son günlerde Suriyeli komşularımız kısa süre önce, Suriyeye dâhil etmek istedikleri Kilikyanın büyük bir kısmı için, son derece yersiz olan taleplerde bulundular.
Bunlara (taleplere) devam edilmemelidir. Kilikya esas itibariyle bir Ermeni bölgesidir. 1375 yılına kadar dört asır süreyle burada son Ermeni Krallığı mevcut olmuştur. Zeytun bölgesi gibi bazı yerleri zamanımıza kadar Ermeni prenslerinin idaresinde yarı bağımsız durumunu korumuştur. Kilikyanın Merkezi olan Siste, Türkiyedeki bütün Ermenilerin ruhani önderi olan Katolikos, hatırlanamayacak kadar eski zamanlardan günümüze kadar, dini makamını korumuştur.
Nüfusa gelince büyük çoğunluğu Ermeni ve Türktür. Suriyelilerin sayısı önemsizdir. Savaştan önce Kilikyada 20.000 Suriyeliye karşılık 200.000 Ermeni vardı. Eski ve yeni dünyaya dair hiçbir atlas Kilikyayı Suriyeye dâhil göstermez. Coğrafi, tarihî ve etnik bakımdan Kilikya Ermenistanın ayrılmaz bir parçasıdır ve Akdenize doğal çıkışıdır.
Kilikyayı Suriyeye dâhil etmek amacıyla Suriye Komitesi yayınlarında gösterildiği gibi, Suriyenin kuzey sınırı Toros değil Amanos Dağlarıdır.
( )
Katliam ve sürgünlerden sonra Ermenistanda Ermeni kalmadığı veya her hâl ve kârda kalanların önemsiz bir azınlık oluşturduğu iddia edilmiştir. Memnuniyetle söyleyeyim ki bu doğru değildir.
Önce, bugün kimsenin tartışmadığı ilkelere göre, ölüler yaşayanlar gibi sayılmalıdır. Bütün bir ırka karşı işlenmiş tarifsiz cinayetlerin faillerine yarar sağlaması hoş görülemez. Fakat bütün bir halkı ortadan kaldırma amacına erişilememiştir. Bu savaştan sonra Ermeniler, savaştan önce olduğu gibi, Türklerden, hatta Türkler ve Kürtlerin toplamından, bile, daha fazla olacaklardır.
Aslında, Ermeni kayıpları çok büyük olmakla beraber, savaşta Türklerin kayıpları daha aşağı olmamıştır. Bir Alman raporu; savaş, salgın hastalıklar ve kıtlık nedeniyle, Türklerin kayıplarını 2,5 milyon olarak vermektedir. Bu duruma tedbirsizlik, yeter sayıda hastane personeli ve ilaç olmamasının yarattığı korkunç tahribat neden olmuştur.
Bu kayıpların en aşağı yarısı, Türklerin fiiliyatta sadece buradan askere aldığı ve Rus ve Ermeni orduları tarafından istilâ edilmiş olan Ermeni Vilayetleri halkı tarafından verilmiştir. Böylece şayet Türk halkının en az Ermeniler kadar ağır kayıplar verdiği kabul edilirse Ermeniler, daha önce de olduğu gibi, halen de çoğunluktadır. Kafkasya ve Türkiye Ermenilerinin hararetle istedikleri gibi Kafkasyadaki Ermeni Cumhuriyeti Türk Ermenistanıyla tek bir devlet kurmak üzere birleşirse bu çoğunluk daha da büyük olacaktır.
Dönemin Osmanlı Ermenileri Temsilcisi Boghos Nubar Paşanın anlatımı açık ve net, değil mi?
Şimdi, ruhunda zerre miktarda da olsa içtenlik taşıyanlara soruyoruz:
Bu anlatılanlardan bir soykırım yaşandığı sonucu çıkar mı?
Kesinlikle hayır. Osmanlı, savaşın başında Ermeni temsilcilere geliyor. Ruslara karşı ittifak edelim, karşılığında size çoğunluk olduğunuz bölgelerde özerklik verelim, diyor.
Boghos Nubar Paşa ne diyor bu teklife?
Biz bunu reddettik ve müttefiklerin safında savaşta yerimizi aldık, diyor. Ermeniler savaşan bir taraftır, diyor. Ve de diyor ki; biz Ermeniler kadar Türklerin de bu savaşta kayıpları olmuştur, diyor.
Bu anlatılanlardan bir soykırım olmadığı, yüzde yüz oranında bir kesinlikle çıkmıyor mu?
Çıkıyor.
Yaşananların soykırım olmadığı ve karşılıklı bir çatışma, savaş olduğu başka türlü nasıl anlatılabilir
Yukarıda dediğimiz gibi daha onlarca belge var anılacak da yeri değil burası
Gerçeğin bu olduğunu efendileriniz biliyor. Ama onlar gerçeğin peşinde değil ki. Onlar Yeni Sevr peşinde. Onlar, 1071 Malazgirtin, 1915 Çanakkalenin ve 1922 Anadolunun intikamını alma peşinde. O savaşlarda uğradıkları hezimetin öcünü alma peşinde. Ve yeni bir Haçlılar Seferi başlatma peşinde.
Ne diyordu, 19uncu Yüzyılın son yıllarının Türk düşmanlığıyla kafayı bozmuş, manyamış İngiliz Başbakanı William Ewart Gladstone?
( ) Türk ırkının geçmişte ve bugün ne olduğunun kabaca tarifini çok kısa bir şekilde özetlemeye çalışayım. Bu sadece basit bir şekilde Müslümanlık sorunu değil, aynı zamanda bir ırkın kendine özgü karakterinin Müslümanlıkla birleşmesi sorunudur. Onlar ne Hindistanın mülayim huylu Müslümanlarıdır, ne Suriyenin nazik Selahaddinleridir, ne de İspanyanın kültürlü Mağribîleridir. Onlar, bunların hepsinin ötesindedir ve Avrupaya ilk kez ayak bastıkları o kara günden beri insanlığın en büyük insan düşmanı türüdür. Onlar nereye gittilerse, arkalarında büyük bir kan deryası bırakmışlardır; ve hakimiyetlerinin ulaştığı her yerdeki medeniyetler silinip gitmişlerdir. Onlar her yerde hukuka değil güce dayanan iktidarı temsil etmişlerdir. Böyle bir yaşantının rehberliğinde onların acımasız bir kaderciliği olmuştur, bu kadercilik öbür dünyadaki şehvete düşkün bir cennet inancıdır.
Ayrıca onlar büyük bir askeri gücün cisimleşmesidir. Bu gelişen lanet tüm Avrupaya korku salmıştır. Bu korku nesiller boyu devam etmiştir. Ta ki, bir kısmı şu an devam eden savaşın bir parçası ve yürütülen diplomasinin öznesi olan birçok Avrupa ülkesi insanlarının gösterdiği kahramanlığa kadar. Çok eski zamanlarda bütün Batılı Hıristiyan Âlemi bu ortak düşmana karşı direnmeyi takdir etmiştir. Hatta Reform Hareketinin ateşli ve hararetli mücadeleleri sırasında dahi, eğer yanılmıyorsam, Türklere karşı mücadelelerinde İmparatorun ve Roma Katolik Kilisesinin Önderlerinin başarılı olabilmesi için ibadet eden duacılar vardı. (William Ewart Gladstone, Bulgarian Horrors and the Question of the East [Bulgar Korkuları ve Doğu Sorunu], 1876, s. 12-13)
Gladstone, bu ırkçı, sapkın, canice görüşlerini halefleri olan İngiliz Emperyalizminin diğer sözcülerine de birebir aktarmıştır. Lloyd George, Lord Curzon, Churchill, Lord Kitchener ve benzeri emperyalistler aynı düşüncede olmuşlardır hep. Bunlardan birinin görüşlerini daha gösterelim:
Kişisel görüşüm odur ki, Padişahın İstanbuldan kovulmasına karşı ileri sürülen karşı görüşler kuramsal niteliktedir. Türkler yüzyıllardır Avrupadadırlar ve hep bir belâ, bir baskı öğesi ve bir karışıklık kaynağı olagelmişlerdir. Türk hiçbir zaman Avrupalı olmamış, Avrupa uygarlığını içine sindirememiş ve sürekli bir savaş nedeni olmuştur. Türklerin bu niteliklerini değiştirebileceğini beklemek büyük iyimserlik olur. ( ) Türkleri İstanbulda bırakmak, korkulur ki, sorunun çözümlenmesi anlamına gelmeyecek, sadece yeni güçlüklere bir başlangıç olacaktır. Öbür yönden söylenecek çok şey olduğu da bir gerçektir. Önce Müttefiklerimizin, ne yazık ki İngiltereninkinden değişik görüşte oldukları, sonra, Avrupa ve Birleşik Devletlerde kendi dertlerimiz bulunduğu ve Türklerin atılmasının İslam dünyasında da dert anlamına geleceği; B. Nittinin Türkleri kovmanın maddi güçlüğünü abarttığı görüşündedir. Müslüman dünyasında oldukça büyük bir dinsel tepki olasılığı bulunduğu bir gerçektir. Ama bunlara karşılık, Avrupayı bu vebadan ve karışıklık kaynağından tümden ve bütünlüklü kurtarmak fırsatını belki de kaçırmakta olduğumuzu da düşünmek gerekir. (Osman Olcay, Sevr Anlaşmasına Doğru, s. 7)
O emperyalist haydutların, Türkleri Avrupadan ve Anadoludan atma, Asyaya geri gönderme planlarını, Antiemperyalist Birinci Ulusal Savaşımızın zaferiyle kâğıt üzerinde bıraktık. Haydutların hevesleri kursaklarında kaldı. Fakat, bu düşünce ve niyetlerinden hiç vazgeçmediler. Amerika Birleşik Devletleri de içlerinde olmak üzere tüm emperyalist haydut devletler hep bu niyetleri beslediler bize karşı.
Ve ne yazık ki Ermeni Milleti, Yunan Milleti, ulusal kimliklerini bu ırkçı Türk düşmanlığı ideolojisi üzerine inşa etti.
Ve tüm bunlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere, Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi PKK, HDP de siyasi ideolojisini aynı anlayış üzerinde temellendirdi.
Gelinen noktada tıpkı Haçlı Seferlerini kışkırtan ve ona kutsal gerekçe sunan Papalar gibi, I. Gregorius (1086) ve halefi II. Urbanus (1095) gibi bugünün Papası I. Fransiscus da Ermeni Soykırımı adlı emperyalist yalanı, savaş propagandasını vaftiz ederek kutsadı.
Şu aşağılık, namussuzca yalan ve iftiraları sıraladı:
Son yüzyılda insanlık 3 büyük trajedi yaşamıştır. Bunların ilki, genel olarak 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak görülen ve siz Ermeni halkına karşı yapılmış olandır. Piskoposlar, rahipler, dindarlar, kadınlar, erkekler, yaşlılar ve hatta savunmasız çocuklar ve hastalar bile öldürülmüştür.
Bugün, acıdan parçalanmış ama umut dolu kalplerle, atalarınızın zulme maruz kaldığı bu trajik olayın, bu toplu ve delice kıyımın yüzüncü yıldönümünü anıyoruz.
Hatırlamak gereklidir, hatta zorunludur çünkü kötülüğü saklamak ya da inkar etmek, bir yarayı tedavi etmeden kanamaya bırakmaya benzer.
Bu din adamı maskeli CIA devşirmesi, hiç utanıp arlanmadan, bu iftiralarla suçluyor atalarımızı, halkımızı, milletimizi.
Bu Papa, nasıl II. Jean Paul başta Polonya olmak üzere Sosyalist Kamptaki karşıdevrim hareketine dinsel destek vermek üzere CIA tarafından Vatikana getirilmişse, bu Latin I. Fransiscus da Latin Amerikada yükselen devrimci dalgayı nötralize etmek, Chavezin, Maduronun, Moralesin ve tabiî Fidel ve Raulun ve halklarının estirdikleri devrimci rüzgarları dindirmek için Vatikana getirilmiştir. Papa sıfatıyla sıfatlandırılmıştır. Bununla şu mesaj verilmek istenmiştir Latin Amerika halklarına:
Ya bakın sosyal eşitlik, sosyal adalet, yoksulluğun ortadan kaldırılması gibi amaçlar zaten İncilde vardır. Bu nedenle siz, Kutsal Kitapın dışında başka ideolojiler peşinde koşmayın. Bunlar gereksizdir. İncile sarılın. Onun amaçları gerçekleştiği zaman zaten bütün dertler deva bulacaktır.
İşte böyle Ortaçağcı yalan ve dümenle Latin Amerika Halkları kandırılmak, uyutulmak istenmiştir.
Şimdi bu devşirme, bu emperyalist işbirlikçisi sözde din adamı Papa kalkıyor, hiç utanıp sıkılmadan atalarımızı canilikle suçluyor.
İnsan birazcık dürüst olur. Eğer inanıyorsa bir kutsal varlığa, onun huzurunda olsun yalan söylemez, iftira atmaz.
Türkler, dünyanın en toleranslı milletlerinden biridir. Canilik yapmaz. Çocuk, hasta öldürmez.
Papa, zerrece ahlâk ve namus sahibi olsaydı, andığı dönemde Ermeni burjuvazisinin, Taşnaksütyun Partisinin peşine takılmış saldırganların Müslüman Halkı çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç ayrımı yapmaksızın camilere, evlere doldurup sonra da ateşe verip yakarak katlettiklerini söylerdi. Yine aynı şekilde Müslümanları diri diri baş aşağı kuyulara atıp üst üste yığdıktan sonra üzerlerine büyük taşlar yuvarlayarak canavarca katlettiklerini söylerdi.
Bırakalım 100 yıl önceyi, 1992 yılının 25i 26ya bağlayan Şubatında Hocalıda 613 Azerbaycanlı Müslümanı tam da soykırım kapsamına girecek bir planlamayla kuşatıp bir gecede katlettiklerini söylerdi. Hocalı, Karabağ ve onun haricinde Ermenistanın bugün de işgal altında tutmaya devam ettiği Azerbaycanın 7 ayrı yerleşim bölgesinde daha yaptıkları katliamlarında Türk düşmanlığı ile zehirlenmiş, ruhları kirletilmiş, vicdanları, insanlıkları bitirilmiş burjuva Ermenistan Ordusunun askerlerinin küçücük bir kız çocuğunu kollarından pencereye çivileyip göğsünü yarıp atan kalbini söküp çıkararak öldürdüklerini söylerdi. Yine yaralılar arasında bulunan ve hâlâ kalbi atmaya devam eden 7 yaşlarındaki bir kız çocuğunu kurbanların cesetlerinin doldurulduğu kamyona atıp öylece ölüme gönderildiğini söylerdi. Hocalıda ve Azerbaycanın diğer bölgelerinde kaçamayan tüm Azeri Türklerini katledip cesetlerini bir zincir oluşturacak şekilde uç uca dizip sonra da göğüslerinin üzerine basarak yürüdüklerini söylerdi.
Düşünün bir kere: Dünyada az sayıda da olsa böyle canilikler yapılmıştır, değişik bölgelerde. Ama hiç kimse bu caniliklerini sonradan kitaplaştırarak övünmemiştir yaptıklarıyla. Bizim bildiğimiz bu insan soyunun yüz karası canavarlığıyla övünen sadece bugünkü burjuva Ermenistanın o katliamda cellât rolü oynayan kişileri yapmıştır. Piyasadadır bu kitaplar.
Bugünkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan da o katliamda yer alan komutanlar arasındadır. Ödülünü de almıştır, görüldüğü gibi.
Modern Ermeni Tarihinin en büyük kahramanı ilan edilen Andranik Ozanyan da anılarında anlatır, kendi savaşlarında yer almayan, tersine Osmanlıya sadık kalmayı seçen bir Ermeni ailenin evine baskın yaparak erkeğini, kadınını ve çocuklarını katlettiklerini.
Demek ki bugünün burjuva Ermenistanının tarihi kahramanı da, şu anki cumhurbaşkanı da kadın ve çocuk katilidir. Canavarca katliamlarda yer almışlardır. Kendi anlatımları bu.
1992 ve onu takip eden süreçte katliamlarla işgal ettiği 14 bin 400 kilometrekarelik Azerbaycan toprağını Ermenistan bugün de işgali altında tutmaktadır, aradan 20 küsur yıl geçmiş olmasına rağmen.
Ermenistanın işgal ettiği bu topraklardan kayıtsız şartsız çekilmesini öngören 4 tane Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı vardır. Buna rağmen bu kararları hiçe sayan Ermenistan işgalini pervasızca sürdürmektedir. İşgal altında tutulan bu topraklar Azerbaycanın yüzölçümünün yüzde 20si tutarındadır.
Ermenistan bu pervasızlığı kime güvenerek yapabilmektedir?
ABD, AB Emperyalistlerine ve artık emperyalist bir devlete dönüşmüş olan Rusyaya. Dikkat edersek onlar bugüne kadar Ermenistanın bu karara uyması yönünde en küçük bir söz ve davranışta bulunmamışlardır. Böylece de Birleşmiş Milletler kararları kâğıt üzerinde kalmıştır. Çünkü Azerbaycan Türktür
Bugün, Türkiyenin artık istenilen kıvama geldiğini, erime-çözülme sürecine girdiğini düşünüyor emperyalist haydutlar sürüsü. ABDnin Başkan Obaması bir taraftan, CIA kökenli Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Marie Harf bir taraftan AB Emperyalistlerinin üst örgütü Avrupa Parlamentosu bir taraftan Ermeni Soykırımı, 1 buçuk milyon Ermeninin katli gibi yalan ve iftira çığlıkları atıyorlar.
Ve Türkiyenin Parababalarını, burjuva siyasi partilerini, medyasını da artık istedikleri çerçeve içine almış durumdadır ABD Emperyalistleri. Onların da kimi tevil yoluyla, soykırımcı danışmanlar, milletvekili adayları seçerek kimi de S. Demirtaş gibi açıktan bu emperyalist yalanı savunuyorlar artık. Cumhuriyet Gazetesinden Yurt Gazetesine, Bir Gün Gazetesine ve holding medyası denen satılmış Parababaları medyasının tamamı günlerdir ekranlarından, sayfalarından bu yalanı tekrarlıyor. ABDli efendilerinin gözüne girebilmek, mevki, ün, poz, iktidar ve para sahibi olabilmek için onların propagandistleri gibi çalışıyorlar bütün güçleriyle.
Yani Batılı Emperyalist haydutlar ve yerli hain işbirlikçiler el ele vermişler, fırsat bu fırsat Türkiye şu anda Mütareke günlerindeki duruma düştü. Bu kez tuzağımızdan kurtulmasına izin vermemeliyiz, diyorlar.
Ey Ermeni Soykırımı yalanını haykıran hainler ve gafiller!
İnsanlığa karşı suç işliyorsunuz. Saf, bilinçsiz insanları yalanlarınızla kandırarak onları Türklere karşı kin ve nefret zehriyle doldurup ruhlarını kirlendirmek istiyorsunuz. Ermeni Halkına da Türk Halkına da Kürt Halkına da kötülük etmektesiniz. Bu her üç halkı da birbiriyle boğazlaştırmayı planlayıp projelendiren ABD Emperyalistlerine hizmetkârlık ediyorsunuz.
İçinizden hain olanlarınız Hollywood Alacakaranlık Kuşağı filmlerindeki kart zombiler gibi ağınıza düşürüp yalanlarınızla kandırdığınız masum insanları da kendinize benzetip insanlıktan çıkarıp zombileştirmek istiyorsunuz.
Bakın bir İngiliz Tarihçi ne der sizin gibileri kast ederek:
Yalan ve asılsız sözlerle insanların zihnine kin ve nefret şırınga edilmesi, savaşta hayat kaybına neden olmaktan çok daha büyük kötülüktür. İnsanlık ruhunun kirletilmesi, insan vücudunun tahribine nazaran daha kötü ve sakıncalıdır. (Arthur Ponsonby, Falsehood in Wartime [Savaş Zamanında Kandırmaca], s. 3)
İşte, Hocalıdaki, Karabağdaki yukarıda andığımız canavarlıkları, böylesi yalanlarla insanlıktan çıkarılıp canileştirilen burjuva Ermeni Ordusunun askerleri yapmıştır.
Bu canavarlaştırma operasyonu, sadece Ermenistanda olmamaktadır. Diaspora Ermenilerinin yaşadıkları ülkelerde de özel kamplarda ve konferanslarda bu operasyon yapılmaktadır. İşte kanıtı.
ABDde yaşayan bir Ermeni kadın konu üzerine bir kitap yazmış. Bir Varmış Bir Yokmuş: Türkiye, Ermenistan ve Ötesinde Nefret ve Olabilirlik Üzerinden Bir Yolculuk adında. Burada yaşadıklarını ve konuya ilişkin düşündüklerini yazmış. Dilimize çevrilmedi kitap henüz. Haluk Şahin İngilizcesini okumuş ve tanıtmış kitabı 7 Nisan 2015 tarihli Yurt Gazetesinin kitap ekinde. Şöyle tanıtıyor H. Şahin, kitabı ve yazarını:
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış döneminde yaşanan Ermeni faciasının 100. yılındayız. Ermenistan, Ermeni diasporası ve dünyanın dört bir yanına yayılmış olan Ermeniler bu acılı yılı anmak için çeşitli etkinlikler düzenliyor, filmler yapıyor, kitaplar yayınlıyorlar.
Benim açımdan çıkanlar arasında en önemlisi Melin Toumaninin kitabı: There Was and There Was Not: A Journey Through Hate and Possibility in Turkey, Armenia and Beyond. (Bir Varmış Bir Yokmuş: Türkiye, Ermenistan ve Ötesinde Nefret ve Olabilirlik Üzerinden Bir Yolculuk) 2014ün Kasımında çıktı. Ama tartışması 2015e taştı ve daha uzun zaman devam edeceğe benziyor. Ben Kitabı Aralıkta Santa Barbarada alıp bir solukta okudum. Umarım Türkçeye de çevrilmektedir ve yakında yayınlanır.
Türk korkusuyla gençlik yılları
Meline Toumani, İran kökenli bir Ermeni kızı olarak ABDnin New Jersey eyaletinde büyümüş. Ama diasporada bir Ermeni çocuğu olarak kimliğini, yazın katıldığı Ermeni gençlik kamplarında edinmiş. Çünkü bu kampların asıl amacı Ermeni çocuklarını milli ruhla donatmak adına Türk nefretiyle doldurmakmış. Şiirler, korkunç hikâyeler, sloganlar, savaş antları Hayatında hiç Türk görmemiş olan küçük kız, müthiş bir Türk korkusu ile girmiş gençlik yıllarına.
Ancak, daha sonraki yıllarda içine bir kuşku kurdu düşmüş: Nedir bu Türk takıntısı? Kendi kimliğimi ille bir başkasına duyulan nefret üzerinden inşa etmek zorunda mıyım? Aslında, şu korkunç Türkleri daha yakından tanısam fena mı olur?
Düşman takıntısından uzak
Cesur bir genç kadın ve gazeteci olarak en doğru şeyin Türkiyeye gidip kendi gözüyle görmek olduğu sonucuna varmış. Öyle de yapmış. Türkiyeye iki kez gelmiş, ikincisinde uzun uzun, iki buçuk yıl kalmış, Türkçe öğrenmiş, gezip dolaşmış, Türk ve Türkiyeli arkadaşlar edinmiş
Ve döndükten sonra yaşadıklarını yazıp kitap halinde toplamış. Bir Varmış Bir Yokmuş işte o kitap.
Türklerle konuştum, kendi gözlerimle gördüm, soykırım moykırım olmamış! diyen bir kitap değil bu. Ama, Türkleri nefret objeleri olarak almayı reddeden, onların kendi aralarında farklı fikirler besleyen, iyisi ve kötüsü olan, düşman takıntısından uzak, zor yerlerden geçme çabasında, sorunlu bir toplum olduğu duyarlılığı ile yazılmış bir kitap. Evet, duyarlı, hatta Türklere karşı duyarlı. Diaspora edebiyatında pek görmediğimiz bir şey bu. (Yurt Gazetesi Kitap Eki, 7 Nisan 2015)
Görüldüğü gibi, Ermeni kadıncağızın gençlik yılları, bu zehir tacirleri, kin ve nefret tohumu tüccarları tarafından zehir ediliyor. Ama kutlarız ki kadıncağız cesur davranıyor. Gidip şu korkunç Türkleri yakından tanıyayım, işin aslını öğreneyim, diyor. Türkiyeye gelip iki buçuk yıl kalıyor, Türkçe de öğreniyor.
Bakıyor ki Türkler, korkulacak insanlar değil. Kendi halinde kendi dertleriyle boğuşan, kafası karışık insanlar.
Bu kadıncağız Soykırım Yalanını ben tanımıyorum filan demiyor kitabında. Sadece Türklerin korkunç yaratıklar olmadığını söylüyor ve de kör nefret ile nereye kadar? sorusunu soruyor kendi halkına.
İşte bu tutum, Batılı Emperyalistlerle eklemlenmiş Diaspora Ermenilerini ve burjuva Ermenistan Cumhuriyetindeki milliyetçi Ermenileri küplere bindiriyor.
Haluk Şahin, tanıtım yazısında şu satırları yazıyor:
Ve Tabiî, zavallı kadının, Ermenistan ve Amerikadaki milliyetçi Ermeniler tarafından bir tek linç edilmediği kaldı. Kitabın boykot edilmesini istediler, hakaret dolu yazılar yazdılar, konuşmalarının sonunda olay çıkardılar (agy)
Demek ki bu Soykırım yalanlarının kazanının emperyalistlerce bu denli kaynatılmasının sebebi, yukarıda andığımız Gladstoneun ve Lloyd Georgeun önerilerinin hayata geçirilmesidir. Yoksa, niye emperyalist haydutlar bu savaş propagandası yalanın bu denli peşine düşsünler, takipçisi olsunlar?
Oysa asıl soykırımcı kendileridir. 10 milyonlarca Amerikan yerlisini tam bir soykırımla kökünü kazırcasına katleden ABD Emperyalistleridir. Ortadoğuda ortalama 6 milyon civarındaki Müslüman Halkı 1990dan bu yana yaptığı saldırı ve işgallerle yok eden ABD ve AB Emperyalistleridir. Siyah Afrika Halklarını, Hindistan Halkını, Avusturalya-Yeni Zelanda Halkını acımasızca katliama uğratan ve sömürge statüsüne düşüren Avrupanın emperyalistleridir. Bunların yaptığı katliamların, soykırımların hangi birini sayalım? Say say bitmez ki.
Bir de utanmıyorlar, arlanmıyorlar, tam bir iki yüzlülükle, alçaklıkla Türkleri suçluyorlar
Dedik ya; içerideki devşirilmiş işbirlikçi hainler de bunlarla el ele kol koladır, diye. İşte bunların medyası da 24 Nisan törenlerini yerinde izleyip oradan yazılar geçmek için muhabirler göndermiştir Erivana. İzlesinler ve geçsinler bakalım. O törenler bilindiği gibi, Soykırım Müzesi denen yalanlar ve iftiralar merkezinin önünde yapılmaktadır. O müzede neler bulunduğuna dair de bir örnek vermiş olalım:
Bilkent Üniversitesi Tarih Profesörü Doktor Jeremy Salt, Ermeni iddialarına dayanak gösterilen ve Soykırım Müzesinde asılı duran Türk resmi görevlisi, açlıktan ölmek üzere olan Ermeni çocuklara ekmek göstererek alay ediyor fotoğrafının, fotomontaj olduğunu kanıtladı.
Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünde ders veren, Osmanlı Ermenileri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Avustralyalı tarihçi Prof Dr. Jeremy Saltın dikkatini, Oxford Üniversitesi tarafından yayınlanan okuduğu kitaptaki fotoğraf çekti. Erivandaki Soykırım Müzesinde de sergilenen ve St. Lazar Mkhitarian koleksiyonuna ait olduğu belirtilen fotoğrafın altında Türk resmi görevlisi açlıktan ölmek üzere olan Ermeni çocuklara ekmek göstererek alay ediyor yazıyor.
OKURKEN FARK ETTİ
Arama motoru Googlea starving armenian (Açlıktan ölen Ermeniler) yazıldığında da karşınıza çıkan bu fotoğraf Ermeni iddialarının sembol fotoğrafı. Donald Bloxhamın 2005 yılında yayınlandığında büyük ses getiren The Great Game of Genocide. Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians (Büyük Soykırım Oyunu. Milliyetçilik ve Osmanlı Ermenilerinin Yok edilişi) adlı kitabında da yer aldı. Zaten düğüm Prof. Saltın bu kitabı incelemeye başlamasıyla çözüldü.
HaberTürke konuşan Prof. Salt, sözlerine Sahtekârlığı, 2008 yılında Donald Bloxhamın Büyük Soykırım Oyunu adlı kitabını incelerken fark ettim diye başladı. Kitabın tek taraflı yazılmış olmasının kendisi açısından dikkat çekici bir unsur olduğunu kaydeden Prof. Salt şöyle konuştu:
Soykırım iddiaları tek yanlı olarak ele alınmıştı. Ancak benim en çok dikkatimi çeken yazılardan çok parlak kâğıda basılmış bir dizi fotoğraftı. Özellikle de bir fotoğraf Bu fotoğrafta ceket ve kravatlı bir adamın etrafında yırtık pırtık elbiseli çocuklar vardı. Adam elinde ekmek tutuyor, etrafını saran çocuklar ellerini açmış ekmeğe ulaşmaya çalışıyordu. Nereden bakılırsa bakılsın iç burkan bir sahne. Prof. Salt işte burada biraz duraksadı ve sözlerini kocaman bir Ama ile sürdürdü:
MANTIK HATALARI VAR
Fotoğrafla ilgili yazılan bilgide aç Ermeni çocuklarla alay eden Türk resmi görevlisi olduğu belirtilmişti. Eğer iddia edildiği gibi I. Dünya Savaşı sırasında çekilmişse oradaki Osmanlı memuru olmalıydı, Türk resmi görevlisi değil. Fotoğraftaki adam ceket ve kravat giyiyordu. Oysa Osmanlı memurunun boyna kadar düğmelenmiş yakasız gömlek ve fes giymesi gerekmez miydi? Prof Salt fotoğrafı inceledikçe şüphelerinin arttığını söyledi.
ANALİZLE KESINLEŞTİ: SAHTE
Fotoğrafa bakarken adamın ceketi boyunca giden bir çizgi dikkatimi çekti. Fotoğrafı eğerek ışığı yakalamaya çalışınca adamın sağ tarafıyla sol tarafı arasında kalan pürüzlü, düzgün olmayan bir çizgi fark ettim. Ceketin bir tarafı diğerinden daha koyuydu. Sonra fotoğrafın geri kalan kısımlarına baktım. Adamın kafasının arkasındaki duvar birdenbire beyaz bir boşluğa dönüyordu. Dikkatlice incelediğimde yerde yatan çocuklardan birinin bir eli sıska, diğeri toplucaydı.
Prof. Salt şüpheleri artınca fotoğrafı Ankarada bir fotoğraf uzmanına götürmüştü. Çıkan sonuç şüphelerinde haklı olduğunu gösteriyordu:
Fotoğraf laboratuarında 10 dakika süren analizde fotoğrafın pikselleri 2 bin 400 kez büyütüldü. Evet, fotoğraf sahteydi. Fotoğrafı inceleyen uzmanlar fotoğrafın birçok yerden alınmış parçalardan oluştuğunu net bir şekilde tespit ettiler. Fotoğraftaki adam figürü tamamen derlemeydi. Yerde oturan çocuklardan birinin elinde bir şey varmış gibi duruyordu. Oysa elinde hiçbir şey olmadığı ortaya çıktı. Taklitçi belli ki çok dikkatli davranmadığı için başka bir yerden kopyaladığı fotoğrafta çocuğun parmak kenarlarını kesmek için çok zaman harcamamış.
OXFORD KİTAPLARI İMHA ETTİ
Sorularına tatmin edici cevap alamayan Prof. Salt konuyu İngiltere Türk Dernekleri Federasyonuna taşıdı. Federasyonun genel koordinatörü ve Asılsız İddialarla Mücadele Komitesi Başkanı Servet Hassan, 19 Ekim 2009da Oxford Yayınları Tarih Editörü Christopher Wheelera şikâyet mektubu gönderdi. Hassan süreci şöyle anlattı:
Wheelera gönderdiğimiz şikâyet mektubuna 2 Kasımda yanıt geldi. Hata yaptıklarını, birkaç parçadan oluşan fotoğrafın fotomontajla bir araya getirildiğinin anlaşıldığını, yani fotoğrafın sahte olduğunu kabul ediyordu. Ama konunun kapanmasını sağlamak için de, ellerinde bulunan ilgili kitabın tüm stoklarını imha ettiklerini söylüyordu. Ama bu yeterli değildi. Çünkü bu kitap başta İngiltere olmak üzere dünyadaki birçok ülke kütüphanesine dağıtılmıştı. O kitapların da toplatılması gerekiyordu.
TİKSİNDİRİCİ BİR SAHTEKÂRLIK
Fotoğrafın sahte olduğunu anlamak için birkaç dakikalık ayrıntılı bir incelemenin yeterli olduğunu söyleyen Prof. Salt, Benim kısa sürede gördüğümü Oxford Üniversitesi Yayınları yetkilileri göremedi mi? En azından içlerinde hiçbir şüphe oluşmadı mı? diye sordu, sonra da sorusunu cevapladı:
Mutlaka birileri şüphelenmiştir. Peki, buna rağmen fotoğraf neden basıldı? Çünkü Ermeni iddiaları artık tarihten çok teolojiye geçti, tabu haline geldi. Tarih kutsallaştırıldığında, gerçek bilindiğinde soru sormaya gerek kalır mı? Kalmaz.
O zaman editörler de şöyle düşündü: Tabii ki, Türk resmi görevlisi Ermeni çocuklarla dalga geçecektir, o halde neden basmayalım? Ortaya çıkan tiksindirici bir sahtekârlık ama maalesef bu konudaki tek sahtekârlık değil!
FOTOĞRAFA YİNE YER VERECEKLER
Oxford Üniversitesi sahteciliğin anlaşılmasından sonra, fotoğrafa yeni basımda da yer vereceğini açıkladı. Ancak bu kez altına Bu fotoğrafı her iki tarafın da başvurduğu sahtekârlıklara örnek teşkil etmesi için yeniden yayınlıyoruz. cümlesinin yazılacağını bildirdi. Servet Hassan ise buna karşı çıktıklarını belirtip Sahtekârlar belli. Türk tarafında sahte belge yok. Kaynağının çarpıtılmadan yazılmasını istedik. dedi.
İŞTE FOTOĞRAFTAKİ SAHTEKÂRLIKLAR
1. Dünya Savaşında çekilmiş olsaydı adam Osmanlı memuru olmalıydı, Türk görevlisi değil.
Fotoğraftaki adam ceket ve kravatlı. Oysa Osmanlı memurunun boynuna kadar düğmelenen yakasız gömlek ve fes giymesi gerekirdi.
Fotoğrafın pikselleri 2400 kez büyütülünce birçok fotoğraftan alınmış parçalardan oluştuğu net olarak tespit edildi.
Adam figürünün tamamen derleme olduğu anlaşıldı.
Çocuklardan birinin elinde bir şey varmış gibi görünüyor. Oysa elinde hiçbir şey olmadığı ortaya çıktı.
Başka bir yerden kopyalanan çocuğun parmak kenarları kesik kalmış.
Çocuklardan birinin, bir kolunun diğer kolundan çok daha ince olduğu anlaşıldı.
Adamın arkasındaki duvar, birdenbire beyaz bir boşluğa dönüşüyor. (http://akademikperspektif.com/2011/12/25/ermeni-iddialarindaki-fotomontaj-sahteciligi/)
Böyle namussuzca, ahlâksızca üretilmiş sahte belge, daha yığınla vardır Ermeni koleksiyonlarında. Hangi birini sayalım. Sahte Aram Andonyan Telgraflarını mı?
Mustafa Kemali Bir sandalyede oturur gösteren fotoğrafa, fotomontajla yerleştirilmiş bir kesik baş ekleyerek, Türklerin lideri katlettirdiği Ermeni çocuğun başı önünde keyifle oturuyor, diye altına açıklama yazan iğrençliği, alçaklığı mı?
Ve de savaşı protesto etmek amacıyla bir Rus ressam tarafından yapılmış ve Moskova Müzesinde bugün de sergilenmekte olan kafataslarından oluşan piramit ve kargalar resmedilmiş tablo için Türkler kestikleri Ermenilerin kafataslarından böyle piramit oluşturdular, diyen alçakça, iğrenççe iftirayı mı? Bir de bunu görelim:
( )
Görevli olarak Edirnede bulunduğum yıllarda, Yunan devlet televizyonları EPT 1 ve EPT 2yi de izlerdik. Bu kanallarda, yılda en az 15-20 kez, bir kafatası yığınını gösteren birtakım programlar yayınlanırdı. Kafatasları bir piramit oluşturacak şekilde üst üste konulmuştu. Piramidin fotoğrafı, siyah beyaz ve silikti. Program boyunca Türkiyeden söz edilir, söz konusu fotoğraf da program süresince ekrana yapışıp kalırdı. O fotoğraf; bir sağından, bir solundan, bir ortasından, bir alt kısmından, bir üstünden zumlanır; diskolardaki gibi, zum oranı artırılıp azaltılarak gelgitler yapılır, bununla izleyicilerin dikkat kesilmesi amaçlanırdı.
Derken, kısa bir süre sonra, Bulgar devlet televizyonu БНТ de devreye girdi. Benzer programlar üst üste yayınlanıp duruyor, bizlerse ne dediklerini pek anlayamıyorduk. Sorduğumuz kişilerse ya seyretmemişlerdi ya da bizim gibi anlamayanlar takımındandılar.
İstanbula döndüğümde, kablolu kanallarımızda yer alan ve Belçika, Fransa, Kanada başta olmak üzere Fransızca konuşan uluslar topluluğuna yönelik yayın yapan Frankofon televizyon kanalı TV5te de aynı fotoğrafı gördüm. İlginç bir olaydı bu Çünkü TV5; programlarında yerli yersiz Türkiyeye saldıran, Türkiye aleyhinde yayın yapma fırsatı arayan kişilerce yönetilen, kalitesi vasatın altında kalmış istasyonlardan biriydi. Buna karşın, yayın yaptığı ve etkileme fırsatı bulduğu ülke sayısı da insan sayısı da hayli fazlaydı.
Türkiyedeki kablolu yayın hizmetleri, bugünkü gibi özel firmalara dağıtılmadığından, hâlâ devlet eliyle yönetilmekteydi. Bu iş bir bakanlığa bağlıydı. O bakanlığın başında da milliyetçiliği kimseye bırakmayan MHPli bir bakan vardı. İşte o bakanın yayın onayı verdiği kanaldı TV5
Malum fotoğraf, aynı günlerde, İngiliz BBCde de boy gösterdi. İşin aslı anlaşılmıştı. Fotoğraftaki yığın, Öcü Türklerin, 1915 yılında kestikleri melek Ermenilerin kafataslarından oluşuyordu (!).
Aman Allahım, vur Türklere; vur! Eline ne geçerse onlarla vur!
Attıkları nara da şu: İşte, soykırımın belgesi!
Hangi ülkenin televizyonunda yayınlanırsa yayınlansın, fotoğraf fluydu. Televizyonlar rengârenk, ünlü fotoğrafımızsa siyah beyazdı. Bu nedenle herkes; fotoğrafın eskiliğine inanmış, hatta bazı tanıdıklarımızdan, Ermenileri kesmişiz ki, adamlar orijinal fotoğrafı gösteriyorlar. sözlerini duyar olmuştuk.
Malum, milletçe teslimiyeti sever, yabancıların her söylediğini, bir karış açılmış ağızlarla hayran hayran dinlerdik.
Birden bir yanlış yapıldı. Çağ dijital haberleşme çağıydı. Diaspora, Türkler tarafından pek okunmayan; Ermeni, İngiliz, Fransız, Kanada, Yunan, Bulgar, Alman gazetelerinde sıkça yayınlanan bu fotoğrafı, internette bulunan çok sayıdaki sitelerinde de yayınlayıverdi. Ardından başlayansa rezillikler zinciriydi.
Fotoğraf sahteydi. Hatta fotoğraf bile değildi. Ünlü bir ressamın elinden çıkmış bir tabloydu. Öyle kafalara kazınmaya çalışıldığı gibi siyah beyaz da değildi.
Ressam her cismi orijinal rengiyle resmetmişti.
1915 Olaylarında yaşanmış bir anı gösterdiği söylenerek, aşağılık bir propaganda malzemesine döndürülen bu tablo, 1904 yılında ölen o ressamın eseriydi. Tablonun yapılış tarihiyse 1871
1915te olduğu iddia edilen olaylardan tam 11 yıl önce ölmüş bir ressamın, ölmeden 33 yıl önce yapmış olduğu bir tabloydu bize karşı kullanılan. On bir ile otuz üçü topladığımızda vardığımız noktaysa 1915ten tam 44 yıl öncesiydi.
Yani, iddia edilen soykırım olaylarından tam 44 yıl öncesi
İsterseniz 1871den 1915e kadar, parmak hesabıyla(!) yapın sağlamanızı. Sonuç aynı, şaşmıyor.
Bir şey daha var, bir ihtimal, ama çok önemli bir ihtimal:
Tabloya konu olan kafataslarının, Türklere ait olabileceği Ruslarla yapılan bir savaş sonrası; gözünü kin bürümüş bir Rus komutan tarafından, ibret alınsın diye üst üste dizdirildiği
Sizi gidi sahtekârlar sizi!
Sizi gidi tarih hırsızları sizi!
Kime mi söylüyorum: Tabii ki bu fotoğrafı kullanan tüm ülkelere, tarihçilere, politikacılara ve Türkiyede yuvalanmış uzantılarına
Allah topunun
Söylediğim şudur: 1915 Ermeni Soykırımının belgesi diye, pişirilip pişirilip önümüze sürülen soykırım fotoğrafının aslında bir tablo olduğu, konusunun 1915ten çok çok önce Çarlık Rusyası ordularının yaptığı bir savaşla ilgili olduğu, hâlen Moskovadaki önemli bir devlet müzesinde bulunduğu
Sahtekârlık tarihinin zirvesinde gezinen rezilleri tarihin çöplüğüne atıp, tabloyla ilgili bilgileri bu kez de bir araya toplayarak yazıyorum.
RESSAM: Vasily Vasilyevich Vereshchagin
TABLONUN ADI: Apotheosis (Türkçe karşılığı Tanrılaştırma)
TABLONUN KONUSU: Savaşın ilahlaştırılması
RESSAMIN DOĞUM YER-YILI: Çerepovets, Ç. Rusyası, 1842
RESSAMIN ÖLÜM YER-YILI: Port Arthur, Çin, 1904
RESSAMIN TEBAASI: Çarlık Rusyası
TABLONUN YAPILDIĞI DÖNEM ve YIL: Çarlık Rusyası 1871
TABLONUN HÂLEN BULUNDUĞU MÜZE: Dünyanın en önemli güzel sanatlar koleksiyonlardan önemli bir kısmının bulunduğu Rusyadaki Государственная Третьяковская галерея Tretyakov (Tretyakovskaya) Devlet Galerisi
Vasily Vasilyevich Vereshchagin [1842-1904]Hadi, Ermenilerle Fransızların; yalan, iftira ve sahtekârlıklarına alıştık. Ya diğer ülkelere ne demeli? Hele hele bu tablonun ne olduğunu, kimin yaptığını, nerede bulunduğunu çok iyi bilen Rusyanın; bunca yıldır hiç ses etmemesini nasıl karşılamalı?
Sahtekârlıkları bir kez daha tescillenen diğer devletler de aynen Ruslar gibi, yüzsüzce sustular. Sustular dediğimi yanlış anlamayın, onlar yalnız Apotheosis konusunda sustular. Yoksa hâlâ yüzsüzler.
Taziyeci Başbakan Ermeniler konusunda öyle büyük tarihî fırsat kaçırmıştır ki nasıl anlatsam bilemedim. Bunu da sonraki yazılarımda ele almak isterim. Seçim oyunu oynayacağına, biraz da ülkesini temsil ettiğini hatırlayabilseydi, soykırım konusunda bir çırpıda büyük sıçrama yapabilirdik. Maalesef, her zaman olduğu gibi, yine yanlış yola saptı.
Tablodaki kargalar bile olan bitene gülüyorlar.
Başbakandan, Ermenistandan, Ermenilerden, Türkiye tarihiyle yüzleşmeli diyenlerden, Türkiyede yuvalanmış Özürcülerden; atalarımız, şehitlerimiz, kendimiz, çocuklarımız, torunlarımız ve Türkiye adına özür bekliyoruz.
Aslında beklemekte olduğumuz özürler bu kadarla sınırlı değil.
Cahil insanları aldatarak zehirlemeyi amaçlayan bu şerefsiz zehir tüccarlarına ne demeli acep?
Ne denebilir sizce?
Utanın, diyelim. Yazıklar olsun size, diyelim ve de bırakın bu düzenbazlıkları da başarabilirseniz birazcık da olsa insan olmaya çabalayın, diyelim
Şimdi de gelelim Sosyalist Kampın 1991deki çöküşünden sonra ABDnin dümen suyuna girerek onunla eklemlenmiş ve onun hizmetine girmiş Amerikancı Kürt Hareketinin bu emperyalist yalana dört elle sarılarak onu hararetle savunuşuna. Kawanın bu yüzkarası torunlarına.
Bunlar da ABli efendilerine şirin görünebilmek için onların bu propaganda malzemesi yalan ve iftirasını iştahla savunuyorlar. Böyle yapmakla atalarına karşı da ihanet etmiş, dolayısıyla da suç işlemiş oluyorlar. Çünkü Ermenilerin geçen yüzyılın başlarında hak iddia ettikleri ve buralarda bağımsız bir Ermeni devleti kurma amacıyla savaşa giriştikleri toprakların ezici çoğunluğunu bugünkü Kürt illeri oluşturmaktadır.
Bilindiği gibi Ermeniler İskenderun Körfezi ile Trabzonu birleştiren bir hattın doğusunda kalan bölgenin tamamını talep etmektedirler.
Sevr Haritası da Diyarbakırla Hakkâri arasındaki dar koridoru ayrı tutmak kaydıyla bugünkü Kürt illerinin hemen hemen tamamını Ermenistanla Fransız sömürgeciler arasında paylaştırmaktadır.
İşte o haritayı parçalayarak emperyalist saldırganların suratına fırlatıp atan bizim Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşımızdır. Onun başkomutanı da Mustafa Kemaldir.
Bu savaşta İngiliz, Fransız ve Amerikan Emperyalistleri bütün çabalarına rağmen Kürt Halkını Türk Halkından koparamamışlar, böylece de hainane amaçlarına ulaşamamışlardır. İki halk kardeşçe omuz omuza vererek Çanakkalede olduğu gibi Birinci Kuvayimilliyede de emperyalist talancıları hezimete uğratmıştır.
Ne diyor Ermenistanın kadın ve çocuk katili cumhurbaşkanı Serj Sarkkisyan, üniversite öğrencilerine hitaben yaptığı bir konuşmada?
Karabağı biz aldık, Ağrıyı size emanet ettik.
Yani gerisini siz getireceksiniz, diyor.
Ne diyor Taşnak milletvekilleri?
Türkiyeyle ilişkilerimizin normalleşmesi için Türkiyenin Sevri tanıması gerekir, 6 vilayeti bize vermesi gerekir.
Ne diyor Diasporadaki Ermeni temsilcisi Amerikada?
ERMENİSTANIN TOPRAK TALEBİ
ABDde Ermeni diasporasının lideri sayılan Harut Sassounian, Armenian Weekly gazetesi için Ermenilerin Batı Ermenistan dediği bugünkü Doğu Anadolu toprakları üzerindeki taleplerini yazdı.
ABDde Ermeni diasporasının lideri sayılan Harut Sassounian, Armenian Weekly gazetesi için Ermenilerin Batı Ermenistan dediği bugünkü Doğu Anadolu toprakları üzerindeki taleplerini yazdı. Harut Sassounianın makalesinde sıkça sorulan sorular ve bunlara verilen yanıtlar şöyle:
1- Soykırım suçları iddialarının 100 yıl sonra zaman aşımına uğradığı doğru mu?
Hayır. 26 Kasım 1968de, BM Genel Meclisi soykırım dahil insanlığa karşı işlenen tüm suçların herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmayacağına dair kararını kabul etti. Bu anlaşmanın 1inci maddesi, Tarih ve zaman aşımı dahil hiçbir sınırlama bu suçlara uygulanamaz diyor. Bu nedenle 1915in üzerinden ne kadar zaman geçtiğinin önemi yok. Soykırımı da içeren savaş ve insanlığa karşı suçlar her zaman yargılanabilir.
2- Ermenilerin Batı Ermenistanı (Doğu Anadolu) geri alması gerçekçi bir ihtimal mi?
Hiç kimse Türk liderlerin Ermenilere topraklarının tek bir parçasını bile gönüllü şekilde verecekleri ilüzyonuna kapılmamalı. Toprak genellikle güçle alınır. Ermenistan askeri anlamda Türkiyeden zayıf olduğu için Türkiyede yaşanacak öngörülemeyen gelişmeleri beklemek zorunda. Mesela iç savaş, bölgesel çatışmalar, Kürt isyanı, doğal felaketler gibi güç boşluğu yaratacak ve dünyanın bu bölümünde sınırların değişmesine neden olacak gelişmeler Hukuki haklarını talep edebilecekleri an gelene kadar Ermeniler bu isteklerini kuşaktan kuşağa aktarmalılar.
3- Eğer bu topraklar geri alınırsa Ermeniler burada azınlıkta kalmayacak mı?
Evet eğer bugün Batı Ermenistan (Doğu Anadolu) Ermenilere verilirse bu doğru olur. Fakat daha önce de dediğim gibi bu gerçekleşmeden önce büyük olayların yaşanması lazım ve bunların bölgedeki demografik sonuçları Kürtler, Türkler ve Ermenilerin kalan alanlardaki durumlarını değiştirebilir. Kimse demografik statükonun aynı kalacağını varsayamaz.
4- Eğer Batı Ermenistan geri alınırsa diaspora konforlu yaşamını bırakıp gelir mi?
Burada mevzu Ermenilerin kendi tarihi evlerine yerleşme haklarıdır. Bu topraklar döndüğünde, nerede yaşayacaklarına Ermeniler karar verecek. Bu Türkiyenin meselesi olmamalı. Tüm Yahudiler İsrailde mi yaşıyor? Yakın Ortadoğu ülkelerinde yaşayanlar Batı Ermenistanı tercih edeceklerdir. (Milliyet, 09 Ağustos 2012)
Niyetler apaçık ortada, değil mi?
Ahmaklar bile anlar bu satırlarda ne dendiğini.
Kuşkusuz Amerikancı Kürt Hareketinin halklara ve Tarihe ihanet içinde olan liderleri de anladı bunları.
Onlar, kendilerince şöyle bir hesap yapıyorlar:
Türkiyenin işini elbirliğiyle bir bitirelim de Ermenistanla kozumuzu sonra paylaşırız, biz kocaman Kürdistanız. Küçücük Ermenistanı nasıl olsa haklarız, bize diş geçiremez.
Yanılıyorlar. Hem de fena halde yanılıyorlar.
Küçücük İsrailin koca Arap Dünyasına 60 küsur yıldan bu yana kan kusturduğu meydandadır. demek ki mesele küçük ülke büyük ülke olma meselesi değildir. ABDnin ve ABnin kimden yana olacağıdır mesele.
Şuradan buradan devşirilmiş IŞİDin bile Rojovada, Kobanede, Irak Kürdistanında neler yaptığı da yine meydandadır. Objektif tespit şudur: Eğer ABD Hava Kuvvetlerinin havadan vurması ve Irak Ordusunun karadan vurması olmasaydı bugün IŞİD ne Rojova bırakacaktı, ne Kobane ne de Erbil, Süleymaniye. Buralardaki Kürt Halkı yine geçmişte olduğu gibi canını kurtarmak için Türkiye sınırları içine kendisini atacaktı. Fakat ABD IŞİDin bunu yapmasını istemedi. Tam tersine, Kürt bölgelerini korumasına aldı. Bugünkü çıkarı öyle gerektirdi
Fakat, Kürt Meselesinin Amerikancı çözümünün hayata geçmesi durumunda yani Türk ve Kürt Halklarının birbirinden koparılması durumunda Kürt Halkı da Türk Halkı gibi tek başına kalacaktır. Ve o zaman da haritası ABD tarafından çizilecektir. ABD Emperyalistleri kendi namussuzca çıkarlarına en uygun gelecek şekilde çizeceklerdir Kürdistan Haritasını
Soralım şimdi:
ABD ve AB Emperyalistleri Müslüman Kürdistanı mı kendilerine yakın bulurlar yoksa Hıristiyan Ermenistanı mı?
Bizce Ermenistanı tercih edeceklerdir. Ve Ermeni taleplerinin en azından önemli bir bölümünün gerçekleşmesi için gereken planı sinsice yapıp uygulamaya koyacaklardır. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Burada Amerikancı Kürt Hareketinin liderlerine soruyoruz, dürüstçe cevaplasınlar. Tabiî eğer yapabilirlerse:
Bugünkü Kürt illeri Kürdistanın bir parçası mıdır, yoksa Tarihi Ermenistan dolayısıyla da Ermenistanın bir parçası mıdır?
Osmanlı bu Kürt illerini alın buralarda siz bağımsız bir devlet kurun, diyerek Ermenistana vermemekle yanlış mı yapmıştır?
Eğer Osmanlı yanlış yapmışsa o yanlışı bugün düzeltmek, ortadan kaldırmak, ona yanlış diyenlerin sorumluluğu değil midir?
Evet, Osmanlı yanlış yapmıştır, biz bunu düzeltiyoruz ve talep edilen Kürt illerini Ermenistana veriyoruz ya da verilmesini savunuyoruz, diyebiliyor musunuz?
Eğer bütün bunlara hayır diyorsanız o zaman namuslu olun. Osmanlının ve Türklerin sırtından demokratı oynamayın. Osmanlı, Türk, Kürt atalarımıza ihanet içinde olmayın. Onlara soykırımcı vesaire türünden iftiralar atmayın. Yazıktır, ayıptır, günahtır.
ABD ve AB Emperyalistleri, tarihlerinin her döneminde nereye adım atmışlarsa ölüm cellâdı onların hep yanı başında olmuştur. Masum dünya halklarına kan kusturmuştur, ölümler, işkenceler, açlıklar, kırımlar sunmuştur onlara.
Dünyada en büyük haydutluğu, en büyük katliamları, canilikleri, vicdansızlıkları, soykırımları hep bu emperyalist haydut sürüleri yapmıştır.
Onlar, Ortadoğudan, Afrikadan, Asyadan, Latin Amerikadan kovalanıp kendi ülke sınırları içine hapsedilmedikçe dünya halklarına, mazlum milletlere rahat yüzü yoktur
İşte bu Ermeni Soykırımı emperyalist yalanıyla da Ermeni, Kürt, Türk Halklarını birbirlerine boğazlatmayı ve böylece bölgemizi kan deryasına, dolayısıyla da yeni bir cehenneme çevirmeyi amaçlıyorlar. Her yerde olduğu gibi onların çıkarı böyle aşağılık, pis, utanç verici oyunlar oynamayı, cinayetler işlemeyi gerektirir.
Yanlış anlaşılmasın; bizim Ermeni Halkıyla hiçbir sorunumuz yok. Onlara karşı asla olumsuz bir duygu ve düşünce beslemiyoruz. Keşke emperyalist çakallar 100 küsur yıl önce aramıza girmeseydi de eskiden olduğu gibi yüzyıllarca süren kardeşliğimiz aynı şekilde devam edip gitseydi. Ve bugün ülkemizde milyonlarca Ermeni kardeşimiz de yaşıyor olsaydı. Komşu olsaydık, arkadaş olsaydık, dost olsaydık onlarla. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde, mahallelerde, işyerlerinde yan yana olsaydık.
Ama ne çare Emperyalist haydutlar girdi araya, o trajediyi yaşattı bizlere. Her üç halkı da acılara boğdu.
Biz diyoruz ki yetsin artık yaşanan acılar. Bir daha aramıza sokmayalım emperyalist haydutları. Onların girdiği her yerde hiç yoksa bile düşmanlıklar ortaya çıkar, kötülükler oluşmaya başlar. Kanmayalım bunlara.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.