1 Kasım sonuçlarının hepimiz üzerinde sarsıcı ve üzücü etkileri olduğunu inkar etmek gereksiz. Böylesi bir durum karşısında üzülmek, son derece insani ve haklı bir davranıştır. Dolayısıyla, ne kimseye üzüldüğü için kızılmalıdır ne de üzüntü hor görülüp aşağılanmalıdır.
Yapılması gereken, bu üzüntüyü bir yılgınlığa taşıyacak kanalları tıkayacak açıklamalara ulaşmak ve üzüntüden yeni bir mücadele için azim ve kararlılık yaratmaktır. Bunun için de 1 Kasım akşamı karşılaştığımız sonuçlara (sadece seçim sonucu değil, toplumsal ve siyasal sonuçlara da) biraz yakından ve sakince bakmak gerekli.
***
AKP, 1 Kasımda %49 oy oranına ulaştı. Peki, 2011 ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ulaştığı oran neydi? Sırasıyla, %49 ve %51. Bu açıdan bakıldığında, AKPnin esasında daha önce görülmemiş bir orana ulaştığı söylenemez. Ayrıca ülkemizin geleneksel sağ-sol dağılımı olan 60-40 dengesinin de korunduğu görülüyor. Dahası, AKP, bir türlü aşamayıp kaç keredir tosladığı %50 barajını yine aşamamış, Türkiyenin yarısının direncini kırıp dağıtamamıştır. Demek ki, AKPnin daha öncekinden yüksek bir başarı yakaladığını ya da kendi rekorunu kırarak mutlak bir zafer elde ettiğini, bu arada kendi karşısındaki bloku da parçalayıp erittiğini söylemek, en azından matematiksel olarak, pek mümkün değil. Üstelik, bu denli yüksek oranların, AKPnin ülkedeki egemenliğini garanti altına almadığı da son iki buçuk yılda yaşananlardan sonra açık olsa gerek. Tek bir örnek olarak, 2011deki %49luk galibiyetin ardından gelen Gezi Direnişini hatırlamak yeterli.
O halde, nedir bu denli sarsıcı ve üzücü hissettirmesinin nedeni? Belki de şu: 7 Haziranla birlikte AKPnin yenilmesi olasılığı gayet gerçekçi bir ihtimal haline gelmişti. 1 Kasıma böyle gidildi ve tüm kanlı katliamlar ve provokasyonlara rağmen bu inanç yok edilemedi. Dolayısıyla, üzüntünün kaynağı, bu inancın ve umudun gerçekleşmemiş olmasıyla ilgili. Yani, yenilmiş olmak değil, yenememiş olmak bahsettiğimiz üzüntünün kaynağı.
Yenilgi duygusunun yayılmasında ise, en çok Demirtaşın seçim akşamı yaptığı açıklama rol oynadı. İnsanlar sandık başlarında tek bir oy için mücadele verirken ve AKPnin hırsızlığı birçok örnekte belgelenmişken, Demirtaşın (ve ardından Kılıçdaroğlunun) sonuçları kabullenmekte gösterdiği acelecilik, oyuna sahip çıkan yurttaşları yalnız bırakmak anlamına gelmiş, AKPnin ve havuz medyasının başaramadığını Demirtaş başarmış ve insanların direncini bu gereksiz açıklama ile kırmıştır.
***
AKPnin 7 Haziranda yediği ağır darbeden sonra hızla toparlanmasında birçok faktörün etkisi vardır: Erdoğanın devletin imkanlarını kullanmak konusundaki mahareti, koalisyon görüşmelerinin bir oyalamaya dönüşmesinin önlenmemesi, Kürt illerinde başlatılan katliamlarla birlikte ortaya çıkan savaş atmosferinin toplumdaki yansımaları, bunlardan birkaçı. Fakat hiç akıldan çıkarılmaması gereken neden şudur: Bu seçim galibiyeti, IŞİDin AKPye armağanıdır. Erdoğanın 7 Haziran sonrası planının en hain ayağı olan yüzlerce insanın katledildiği canlı bomba saldırıları, diğer nedenlerin tümünden daha etkili olmuştur diyebiliriz.
Ancak daha ötesi de var. Şimdi sıra AKPye gelmiştir ve bu defa AKP IŞİDe bir armağan sunmak zorundadır. Suriyede hareket alanı daraldığına göre, bu armağanın ülke içinde sunulacağından da emin olabiliriz. Yani, AKP, IŞİDin Türkiyede yaygınlaşması ve güçlenmesi için her türlü kolaylığı gösterecektir. Borcunun karşılığı olarak, AKP Gençlik Kolları ya da Osmanlı Ocakları, IŞİDe tahsis edilecektir.
***
HDPnin seçim sürecindeki çalışmaları, doğal olarak, birçok yönden kısıtlandı ve etkisi sınırlandı. Zaten, insanların sokaklarda avlandığı, ilçelerin dünyayla iletişiminin kesildiği, meydanlarda bombaların patlatıldığı, binaların taşlanıp yakıldığı bir ortamda siyasetin alanı doğal olarak daralır. Ancak, bu çatışma ortamının HDPnin oy kaybında etkisi olduğu inkar edilemez. Bu, savunmanın bir zorunluluk haline geldiği anlar için de geçerli, nesnel bir durumdur. Dolayısıyla, çatışma ortamının HDPnin oylarında erimeye yol açtığı iddiasının doğrudur.
Ancak, bu erimenin karakterini saptamak da son derece önemlidir. Görünen o ki, çatışma ortamı, çatışmanın bizzat yaşandığı yerelliklerde değil de, çatışmalara uzak yerelliklerde ve Kürt halkının üst-orta sınıf, muhafazakar/dindar kesimlerinde erimeye yol açmıştır. Yani, 7 Haziranda sözü edilen emanet oylar CHPden değil, AKPden alınmış ve çatışma atmosferi sonucunda AKPye geri dönen de bu oylar olmuş. Bu sonucu tersinden okursak, şuna varabiliriz: HDPnin 1 Kasımda aldığı oy, muhafazakar/dindar Kürt nüfusun ağırlığının azaldığı, Kürt ilerici, özgürlükçü tabanının baskınlaştığı bir nitelik sergilemektedir. Dolayısıyla Altan Tan, Hüda Kaya gibi örneklerle denenen her ne ise, kalıcı ve garantili bir sonuç vermediği de açığa çıkmış oldu. Bu, bu seçimin sonrasında Kürt hareketinin mutlaka muhasebe etmesi gereken ve bir fırsata dönüştürmesi mümkün olan başlıklardan biridir.
***
1 Kasımın sonuçlarıyla birlikte, Türkiyenin iki ana bloka ayrıldığını söylemek mümkün. Bir tarafta, Türkiyenin gerici, dinci, faşizan kitlesini konsolide edip kendisinde cisimleştiren AKP; diğer tarafta ise çeşitli siyasal unsurlar tarafından temsil edilen ilerici, özgürlükçü, kardeşlik ve adalet arayışındaki halk kesimleri. 1 Kasım seçimi, diğer faktörlerin yanında, bu sadeleşmeyi sağlaması ve Türkiye siyasetinin kutuplarını ortaya çıkarması açısından da önemlidir. Türkiyede sık sık vurguladığımız ortak mücadele cephesi ihtiyacı, bu seçimle birlikte tasdik edilmiş, daha da yakıcı hale gelmiştir.
Ancak bu sadeleşme, bir sınıf çizgisine ve halkçı karaktere sahip olmadığı sürece bir anlam ifade etmeyecektir. Dolayısıyla, söz konusu cephe, emekçi ve halkçı özellikleri merkezde duran, laik, özgürlükçü, kamucu ve kardeşliği hedefleyen bir zeminde kurulabilir. Türkiyede AKP gericiliğine ve faşizmine karşı mücadelede bir araya getirilebilecek kesimler, birleşik bir sosyalist cumhuriyet hedefi etrafında kenetlenebilir. Doğal olarak, böylesi bir cephenin tutkalı ve siyasal aklı, sosyalistler olmak zorunda, deyim yerindeyse, sosyalist hareket dümene geçmek konusunda etkili girişimlerde bulunmak durumundadır.
***
Bu sadeleşme, AKPnin ve Erdoğanın Saray rejiminin, mücadelenin gerçek hedefi haline geldiğini de göstermektedir. Bu, esasında, uzun zamandır böyleydi ancak sosyalist hareket içinde yürüyen tartışmaların bir sonuca bağlanması mümkün olmadı. 1 Kasım seçimi, aynı zamanda, mücadelenin hedefi olarak AKPyi silikleştiren yaklaşımları da iflasa sürükleyerek bu tartışmayı da kapatmıştır. Aylarca, AKPnin üzerinin emperyalizm ve sermaye düzeni tarafından çizildiğini, AKPyi devirecek bir restorasyon için CHP ve HDPnin seçim başarısına dayanan bir liberal dalganın şişirildiğini, gerek 7 Haziranda gerekse 1 Kasımda geniş güç birliği arayışlarının bu liberal dalgaya teslim olmak anlamına geldiğini, AKPnin ipi zaten çekildiği için mücadelenin hedefinde AKPnin değil, sermaye düzeninin olması gerektiğini söyleyen, AKP karşıtı mücadele ile kapitalizm karşıtı mücadeleyi birbirinden koparan tez, ardında hiçbir inandırıcılık emaresi bırakmadan çökmüştür. AKPnin gerici ve faşizan iktidarı, biraz da bu çöküntülerin üzerinde yükselmektedir.
Bu yaklaşımın sahipleri, çok çetin ve kritik bir uğrakta AKPnin hedef alınması çabalarını zayıflatmış, hedefi silikleştirip muğlaklaştırmış, bu anlamda Türkiye halkının ilerici mücadelesine kabul edilemez bir zarar vermiştir. Çöken bu tezin altında kalmış olanların, şimdi aynı sorumsuzlukla o zaman restorasyonu AKP eliyle yapacaklar diyerek kıvırması ise, eğer bir kötü niyet yoksa, pişkinliğin dik alasıdır. Eğer bir özeleştiri vermeyeceklerse, susmaları en doğrusudur.
***
2013 Haziranıyla başlayan AKPye karşı mücadele dönemi, şimdi yeni bir evreye girmektedir. Gezi Direnişi, ülkenin geleceği ile ilgili konuşma imkanı iktidar ve muhalefetin ortak çabası ile engellenen halkın, kendi iradesini dolaysız biçimde ve kendi eliyle ortaya koyması olarak anlaşılabilir. Bu çaba, ardından gelen üç seçimde kendisini sandık yoluyla ifade etmeye çalışmıştır. Şimdi, en azından bir süreliğine, seçim gündeminin geri çekileceği bir döneme girilmektedir ve bu durumda, tıpkı Gezide olduğu gibi, halkın siyasete dolaysız biçimde müdahale edeceği yeni örnekler araması beklenmelidir.
Bu yeni dönemin görevi ise, en başta dile getirdiğimiz gerçekte yatmaktadır: yenilmedik, ama yenemedik. Demek ki yenebilirdik, hala yenebiliriz. Çünkü halkın AKP karanlığını yenmek için gücü ve becerisi vardır. Bu gücü ve beceriyi korumak, önümüzdeki dönemin daha da yakıcı gündemlerine taşımak, nihayetinde AKPyi bu defa yenip yıkmak hayal değildir.
Çünkü henüz yenememiş olsak da, yenmek için gereken fırsat tekrar doğacaktır.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.