Kuşatılmış kentlerde bombalanan evlerden bombalanan şehirlere uzanan iç savaş hattı, her geçen gün derinleşiyor.
13 Mart Kızılay Katliamı savaşı yeni bir aşamaya taşıdı.
Cemil Bayık, Kızılay Katliamından 4 gün önce yaptığı açıklamada, savaşı Türkler-Kürtler arasındaki bir savaş olarak tanımladı. Bayık, savaşı ülkenin her yanına yayacaklarını açıkladı.
Baharla birlikte beklenen büyük savaş, 13 Martta başlatılmış oldu. Erdoğan-AKP iktidarı, her şeyden önce ayakta kalmak ve Başkanlığa geçiş için savaşı temel bir strateji olarak benimsiyor. 13 Mart Katliamı sonrasında bu strateji yeni baskı politikalarıyla birlikte güçlendirecek bir imkan da ortaya çıkardı.
Önümüzdeki günlerin ilk işaretleri 13 Mart ve sonrasındaki bu ilk tutumlardan görülebiliyor.
Yeni-Osmanlının Çöküşü ve Savaş
Ülkemizin orta yerine düşen bu savaşı, tarihsel-toplumsal temelleriyle birlikte güncelliğini anlamak için Ortadoğu ve özellikle Suriye merkezli gelişmeler önemli bir rol oynadı. AKP politikalarının kırıldığı noktada, Kürt hareketi Suriyede yeni bir inisiyatif geliştirerek eski durumlarının ötesine geçebildi.
Yaşadığımız bu savaş sürecinin bu yönüne bakıldığında bir kaç noktanın altını çizmek gerekir.
AKP, Arap Baharının ardından Libyadan Suriyeye uzanan emperyalist müdahale sürecini bir fırsat olarak gördü. Dağılacak Suriyenin ardından, Mısırda Müslüman Kardeşlerle birlikte İslamcı bir iktidar hattıyla bölgede hatırı sayılır bir güç olacağını varsayan AKP, mezhepçi-fetihçi bir akını emperyalizmin güdümünde yürürlüğe soktu. Çihatçı çeteler eliyle dahil olduğu savaşa aynı zamanda içerdeki müzakare sürecini adapte ederek, yeni-Osmanlıcılık siyaseti genişlemiş misak-ı milli iddiasıyla somutlandı. Müzakare sürecini içerde kendi hegemonyasını güçlendirme, Kürtleri bölgede de kendi hegemonyasının parçası kılma yaklaşımı etrafında sürdürülürken AKP için işler hiç de fena gitmiyordu. O dönem AKPnin de dile getirdiği ünlü tez, sınırların belirsizleşmesi adı altındaki sınır genişlemesiydi. Kürt-İslam ittifakı ekseninde sınırları aşma iddiası, Ortadoğu ve Suriye gerçekliğindeki gelişmeler etrafında tuzla buz oldu.
Bir yanda Mısırda Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesi, Suriyede Esadın ayakta kalması ve giderek cihatçı güçlerin IŞİDle birlikte ABD ve Batı nezdinde yarattığı risk diğer yandan da Kürtlerin Rojava merkezli oluşturduğu özerk alanlar temelinde tarihsel bir imkana kavuşması AKPyi Suriyenin dışına doğru itti. PYD ve YPGnin IŞİD karşısında sahadaki en önemli güçlerden birisi haline gelmesi, ABD ve Batı ile ittifakını geliştirdi. AKP tüm sınırın Kürt kuşağı haline gelmesini engelleyecek şekilde çihatçılar eliyle bir savaş pozisyonu aldı.
Bugün içeri de taşınan bu savaş, Erdoğanın içerde-dışarıda yaşadığı krizi aşmak için geliştirdiği bir hamle olarak gerçekleşti. İşlemez hale gelen eski paradigma ve starejinin yerine yenisini koyabilecek bir güç ve hegemonyaya sahip olmayan Erdoğan ve AKP iktidarı savaşı yoğunlaştırarak bu krizi aşmaya çalışıyor.
Milliyetçilik ve Gerici Eylem Çizgisi Çözüm Değil
Kürt hareketi de Suriyedeki gelişmelerle birlikte, Ortadoğuyu merkez alan bir siyaset izlemeye başladı. Ortadoğuda, emperyalist müdahalelerin ortaya çıkardığı kaos içinde sınırlar yeniden çizilirken, bunun dışında kalmak istemiyor. Suriyede şimdi federasyon adımıyla ilerletilmeye çalışılan- özerk bölgeler üzerinden Kürtlerin bir biçimde- devletleşmesinin-statü sahibi olmasının ilk adımı olarak görülen gelişmeler içinde Kürt hareketi yeniden konumlanıyor. 21.yüzyılda Kürtler tarih sahnesinde, klasik biçimiyle bir devlet olarak olmasa da belirli sınırlar içinde, kendi statüsü ile yaşama imkanını zorluyor.
Ülkemizdeki savaş, -içerdeki diğer faktörlerle birlikte- bu gelişmelere bağlı olarak Suriye savaşının ön cephesi olarak gelişti. Bu aynı zamanda Rojava ile Diyarbakır sınırını önemsizleştirecek, Türkiyede benzer bir statüyü ortaya çıkartacak bir strateji olarak hayata geçirildi. Demokratik özerklik/özyönetimin inşası olarak tanımlanan kent savaşları sürecinde, bu yönde bir gelişme sağlanamadı. 13 Mart Katliamı, bu askeri çizginin bir devamı olduğu kadar bunun ortaya çıkardığı siyasi-askeri sıkışma karşısında - savaşı yaygınlaştırma adımı olarak gerçekleşti.
Kürt hareketi gerek eylem biçimi gerekse etnik-dar milliyetçi bir yaklaşımla çözümün değil sorunun parçası haline gelmiş durumda. Bugün geliştirilen savaş çizgisi, Kürt sorununun çözümü ve Türkiyenin demokratikleşmesi noktasında bir imkanı işaret etmekten uzak.
Askeri bir çizginin yeni özelliklere sahip olmakla birlikte 30 yıldır yaşanan sürecin de gösterdiği üzere çözümsüzlük olduğu malum. Askeri anlamda Kürt hareketinin tasfiyesi mümkün olmadığı gibi, Kürt hareketinin de askeri olarak kazanması Suriyedeki benzer bir özerk alanlar yaratabilmesi- en azından bugünkü verili durum içinde mümkün görünmüyor. Suriyedeki benzer müdahalelerle durumun değişmesi ise çok da kolay olmayan- başka bir düzleme işaret eder.
Öte yandan bugün Kürt hareketinin izlediği Ortadoğu ve bölge temelli bir çözüm arayışı da gerçek bir çözümü işaret etmiyor. Kürt sorunu, özellikle son dönemde daha çok Ortadoğu bağlamı içinde oturmakla birlikte, Türkiyede kendine has özgünlüklere sahip. Milyonlarca Kürt Batıda büyük şehirler başta olmak üzere ülkenin pek çok yerine yayılmış durumda. Bu anlamda bölge temelli bir çözüm de gerçek bir çözüm olmayacaktır.
13 Mart Katliamı, bu anlamda süreci derinleştiren sonuçlara yol açtı. HDP, bir siyasal özne olmaktan uzaklaşarak, tümüyle etkisizleşti. Sivil halkı hedef alan, savaşı Türkler-Kürtler ekseninde etnik milliyetçi eksene sıkıştıran yaklaşımla AKPnin terör söylemini güçlendiren, Erdoğana otariter adımlar noktasında hareket imkanı tanıdı.
Dolayısıyla süreç de giderek Kürt sorununun çözümü bağlamı dışında, farklı bir güç mücadelesinin alanına giriyor. Kürt hareketinin A.Gül tercihinin de oturduğu bu bağlam, Erdoğan-AKP iktidarının Başkanlığa giden savaş eksenini derinleştiriyor. Savaşın derinleşmesi, giderek etnik temelde gerici bir iç savaş sürecini kuvvetlendirerek ilerliyor.
Sol Politika
Toplumsal muhalefet ve sol ülkenin sıkıştırıldığı bu zeminden çıkarılması noktasında önemli bir sorumlulukla karşı karşıya. 10 Ekimden başlayarak, bombaların, silahların gölgesinde bırakılan halk ve muhalefet güçlerinin zemini, Erdoğan-AKP iktidarının basıncı ile birlikte daraltılıyor.
Sol ve toplumsal muhalefetin etkinliği bugün Kürt hareketinin iç savaşı ekseninde konumlanarak değil etnik milliyetçiliğin ve gerici eylem-saldırı çizgisinin karşısında da durarak gelişebilir. AKPnin savaş politikalarına, Başkanlık arayışına karşı durabilmek de giderek daralan birlikte yaşam imkanlarına sahip çıkabilmek de ancak böyle mümkün olabilir. (13 Mart Katliamına yönelik soldan gelen eleştiriler, solun içinden kimi kesimlerce AKPnin söylemini güçlendirmek olarak yorumlanıyor. Her şeyden önce, sol, devrimciler yaşanan gelişmelere kendi ilkeleri, anlayışları doğrultusunda yanıt vermek durumundadır. Halkı hedef alan, sonuçları itibariyle etnik bir iç savaş zeminini besleyen bir saldırı karşısında sol gerçek bir eleştiri getiremediği noktada, memleketin geleceğinden koparak izleyici-takipci konumuna düşecektir.)
Sol, devrimci siyaset memleketin geleceği için başka bir yol açma sorumluluğu ile karşı karşıyadır. İç savaşın Batıda yaratacağı faşist kalkışmaya karşı birlikte yaşam zeminlerine sahip çıkabilecek, Erdoğanın savaş ve Başkanlık planlarını bozabilecek ve bir bütün olarak sürüklendiğimiz Suriyeleşme sürecini durdurabilmek ancak böyle mümkün olabilir.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.