Erdoğan için ya mutlak iktidar, ya çöküş! dönemi başladı
Prof. Dr. Taner Timur yazdı
İki komşu, iki müslüman ülke. Biri Sünni, öbürü Şii. Biri petrol zengini, diğeri değil. Yüzyıllar boyunca aralarında hem savaşmış hem de ticaret yapmışlar. Ve bu arada kültürel alışverişten de geri kalmamışlar. Son iki yüzyıl içinde ise barış içinde yaşıyorlar.
Barış içinde, ama dostluk içinde değil! Özellikle 1979 Mollalar Devrimini izleyen yıllara damgasını vuran Sünni-Şii çatışması aralarına nifak sokmuş. Ayrıca bölge dünya enerji kaynaklarının önemli bir kısmını barındırıyor ve bu da kapitalist metropollerin çatışmaya seyirci kalmamalarına yol açıyor. Çağdaş emperyalizmin gereği bu ve bu cephenin başını da ABD çekiyor. Bazen Başkan konuşuyor, bazen silahlar; ara sıra da savcılar. Emperyalizmin dili bu! Arka planda ise çok-uluslu dev şirketler.
10 YIL İÇİNDE 193 ÜLKEDEN 75'İNE TEK TARAFLI AMBARGO
***
Kuşkusuz Wilsonun torunları bölgeye emperyalizm adına müdahale etmiyorlar. Demokrasi diyorlar; insan hakları diyorlar; özgürlük diyorlar. Barış nutuklarıyla Irakı işgal edip bölgeyi kan gölüne çevirdiklerini unutturmak ister gibi! Uluslararası kapitalizmin savaş kışkırtıcılığı ve bölgesel savaşlar sayesinde ayakta durduğunu gizlemeye çalışarak! Ve gizliyorlar da. Zaten şu günlerde de ABDyi Nobel Barış Ödülü almış bir Başkan yönetiyor. Bu barışçı Başkan yönetiminde Pentagon bütçesi 500 milyar doları aşan rekor düzeylere ulaştı ve ABD dünya silah piyasasındaki payını % 29dan (2006-2010), % 33e (2010-1015) çıkardı. Sadece Suudi Arabistana, yani tarihinde savaş yüzü görmemiş bir ülkeye son on yılda (2004-2014) 75 milyar dolarlık silah satmış. Eğer bu ülke savunma bütçesi itibariyle dünyada Rusyanın arkasında, İngilterenin önünde- dördüncü sırayı işgal ediyorsa kuşkusuz bu da Washingtonun başarısı! Ne var ki Amerika bununla da yetinmiyor; çıkarlarını tehdit eden ülkelere tek taraflı olarak mali ve ticari ambargolar da koyuyor. Nihayet son on yıl içinde dünyadaki 193 ülkeden 75ine tek taraflı olarak ambargo uygulamış bir ülke söz konusu!
***
Ambargo dedik ve böylece asıl konumuza geldik. Son günlerde Türkiyeyi sarsan Zarrab depremi de bir ambargo uygulaması ile başladı. Başlangıcı 1979a kadar uzanan, fakat İran ben de nükleer bir güç olacağım! diyince 2009 yılından itibaren sertleştirilen bir ambargo kararıyla. ABD bu konuda önce BMyi harekete geçirmiş, sonra bununla da yetinmeyerek yine tek taraflı önlemler almıştı.
Peki, Amerikan Kongresinin böyle bir karar almaya hakkı var mı?
Temel hukuk kuralları da, doktrin de hayır! diyor. Ne var ki paranız bir çeşit dünya parası olunca böyle zorba davranışlarda bir sakınca görmüyorsunuz. Kimse de karşı çıkamıyor. Zarar görenler arasında ne hakla diye diyenler; sızlananlar; eleştirenler oluyor, hepsi bu kadar! Üstelik İsraili haritadan silme gibi insanlık dışı amaçlar güdülen hallerde ambargoyu alkışlayanlar da çıkıyor. Yine de mali ve ticari yaptırımlardan zarar gören ülkeler boş durmuyor; kaçamak yollar arıyor ve cezalandırılan ülkeyle gizli bağlar kuruyor. Bunun için de bir takım hırslı ve gözükara iş adamlarına, paravan şirketlere ve koruyucu devlet kurumlarına ihtiyaç doğuyor. İşte İranda Zencani, Türkiyede de Zarrab adları böyle ortaya çıktı, ya da çıkarıldı.
İyi de, kim bu karanlık şahsiyetler? Nasıl güç kazandılar?
BABEL ZENCANİ VE REZA ZARRAB KİMDİR
***
Aslında Babek Zencani ile Reza Zarrab, sosyal köken ve yetişme koşulları itibariyle hayli farklı bir profil sergiliyorlar. Bunlardan Zancani 1974 yılında Tahranda yoksul bir aile ocağında dünyaya gelmiş ve iş hayatına da çok erken yaşlarda başlamış. Bir süre pazarda kıymetli taşlar sattıktan sonra, şoförlüğe başlamış ve sonra da şans ya da açıkgözlük- İran Merkez Bankası başkanının şoförü olmuş. Ve kısa zamanda da Başkanın tam güvenini kazanmış. Onun talimatı ile resmi kurla cari kur arasındaki büyük fark üzerinde spekülasyon yapacak kadar! Bu bilgileri veren Newsweek yazarı (25 Mart 2016), bu ticaret sayesinde, bir sürü genç adam küçük servetler sahibi oldu diyor. Fakat Zencaninin asıl yükselişi Mahmud Ahmedinejadın Cumhubaşkanlığı sırasında, özellikle de 2010 ambargosunu izleyen yıllarda gerçekleşiyor. Kendisi bu dönemde devrim muhafızları (Pasdaran-ı İnkılab) arasına katılıyor.
Reza Zarrab ise dünyaya gözlerini 1983te Tebrizde, en az elli yıllık dış ticaret tecrübesi olan bir Azeri ailede açıyor. Ailenin bir ayağı Türkiyede, diğeri de Azerbaycanda ve Zarrab zamanla İran pasaportuna diğer iki ülkenin pasaportlarını da ekliyor. Fakat genç yaşta İstanbula yerleşiyor ve vatandaşlık aldıktan sonra da Sarraf oluyor. Şansı da, Zencani ile benzer koşullarda, İrana konulan yasaklarla açılıyor. ABD Adalet Bakanlığının, Zarrabın 19 Martta tutuklanmasından sonra Kamusal İşler Ofisi sitesine koyduğu ve İran Merkez Bankası başkanına hitaben Farsça yazılmış 3 Aralık 2011 tarihli mektup son derece açıklayıcı: Mektupta Merkez Bankasının yüce lideri ve değerli memurlarının yaptırımlara karşı oynayacakları rol, yaptırımları akıllıca nötralize etmek, hatta özel yöntemler kullanarak bunları fırsata çevirmek oluyor deniyor ve zaten karanlık operasyonların içinde olan Zarraba da, herhalde büyük bir memnuniyetle, bu mektubu imzalamak kalıyor. Mektup, devamında da yaptırımların artacağını ve Zarrab ailesinin de İslam Devriminin bilge liderinin (Ahmedinejadın) ilan ettiği iktisadi cihad yılına, bunu ahlaki ve milli görev kabul ederek katılacağını söylüyor. Ve genç Zarrab, bu görevi ABDden önce Türkiyede tutuklanana kadar hayli başarıyla yerine getiriyor. Bir yandan Ahmedinejada öbür yandan da Erdoğana biat ederek ve bu arada kendisinin ve başkalarının ceplerini doldurarak.
ERDOĞAN, AMBARGOYU DELMEK İÇİN NE TALİMATI VERDİ
***
Ambargo nasıl delinir? Yanıt basit: İranın ambargo ile legal finans kanallarının dışına itilen ve kara para haline gelen gaz ve petrol gelirlerini aklayarak! Bu ise ancak devlet himayesinin ve devlet finans kuruluşlarının devreye sokulması ile mümkün olabilir. Türkiye zaten 2009da BM ambargosunu tanımamış ve Brezilya ile birlikte karşı oy kullanmış bir ülke; 2010da da bu yaptırımları ağırlaştıran ABD ambargosuna direnme kararı alıyor. Buna teorik olarak hakkı da var. Oysa ABD çok kararlı ve bu niyeti taşıyan ülkeleri devamlı sıkıştırıyor; tehditler savuruyor. Hatta bu amaçla Türkiyeye ABD Hazine Bakanlığına bağlı Terörün Finansmanı ve Finansal Suçlardan sorumlu Bakan Yardımcısı Daniel Glaser başkanlığında bir heyet bile yolluyor. O kadar ki, Katar gazetesi El Cezire-Türk yazarı Selva Torun duyumlarına göre, bu tehditler karşısında bazı banka yöneticileri yurt dışına çıktıklarında tutuklanabileceklerini dahi düşünmeye başlıyorlar. Oysa onların imdadına da kuşkusuz Erdoğandan aldığı talimatla- Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan yetişiyor. Cesur olun! diyor Çağlayan bankacılara; bizi sadece BMnin kararı bağlar. ABDninki değil. ( ) bankaların cesaretli olması lazım. Ve onlar da gerçekten cesaretli, çok cesaretli oluyorlar. O derece ki bu konuda korkuya kapılan ve İrandan ithal ettiği petrolün bedelini ödeyemeyen Hindistanın bile yardımına koşuyorlar. Kısaca herkesi şaşırtan bir cesaret. Bu şaşkınlığı ve Türkiyeyi bekleyen tehlikeyi, El Cezire-Türk yazarı, Zarrab tutuklandıktan sonra -genel kanıyı özetler şekilde- şu acı satırlarla ifade ediyor: Aslında isim, tutuklanma yöntemi ve zamanlaması gibi ayrıntıları bir kenara bırakırsak çatışmanın merkezinde Türk-ABD ilişkilerinin parasal güç dengesinde Türkiyeye yöneltilmiş kızgınlık ve hesap sorma ihtiyacı olduğu açık bir şekilde görülüyor (..) Türkiye kendisinden beklenmeyecek bir parasal başkaldırıyı siyasi ve ekonomik itibar kaybı ile ödemek durumunda bırakacak gelişmeler ile yüzleşmek zorunda kalabilir. Türkiyenin belki de kuşaklar ötesi olumsuz etkileri hissedeceği gelişmelere hazırlıklı olması ve devlet bekası ve istikbali için yeni stratejileri siyasi kamplaşmanın kısır tartışmaların tüketici ortamına kapılmadan üretebilmesi gerekir. İşte İrana altın ihracının hızlanarak, Zarrabın 2014 Nisanında övünerek ilan ettiği gibi, 2011 yılında 53 milyon dolarlık bir değerden, 2014te 6,5 milyar dolara (200 ton altın karşılığı) çıkışının taşıdığı risk bu!
ABD'DEN İLK YANIT 17 ARALIK'TA GELDİ
***
Oysa ortada hiç de gizli kapaklı bir şey yok. Türkiyenin ambargoyu delme operasyonları gerek Türk basınında gerekse dış basında, tarihler ve isimler de verilerek, zaten zamanında bütün incelikleriyle anlatılmıştı. Gerçekten de söylenenler yapılmış ve yasaklar, fırsata çevrilmişti. Ve bu arada da bal tutan parmağını yalar- Zarrab ve koruyucu melekleri milyonlarca dolar içinde yüzmeye başlamışlardı.
Çağlayan, Zarrab ve ortakları dediklerini gerçekten de yapmışlardı. Şimdi ise sıra Amerikaya gelmişti; onların da söylediklerini yapıp yapmayacakları merak konusuydu. Ve ilk yanıt 17 Aralık 2013de geldi. Sonradan FETÖcü adı verilen bir takım polisler, -herhalde sabah namazını kıldıktan sonra- bazı bakanları evlerinde ziyaret etmiş ve orada kasalara ve ayakkabı kutularına istif edilmiş milyonlarca dolar bulmuşlardı. Anlaşılan hazırlıklı idiler; paraları dikkatle saydılar ve kayıtlara geçirdiler. Gerekli açıklamalar yapılsın diye de bakan çocuklarını ve Halk Bankası Genel Müdürünü gözaltına aldılar. Üstelik bunlar yetmiyormuş gibi, bir hafta sonra da Başbakanın oğlu gündeme geldi ve sosyal medyaya yayılan tapeler onun da aynı akıbete uğramaktan babasının ve İçişleri Bakanının çabalarıyla, kıl payı kurtulduğunu ortaya koydu. Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük skandallarından biri ile karşı karşıyaydı.
***
REZA ZARRAB'IN TUTUKLANMASI 17-25 ARALIK'IN DEVAMI MI
17-25 Aralık operasyonu bir darbe miydi? Darbe ise, arkasında hangi güçler yer alıyordu?
Başta zamanın başbakanı Erdoğan olmak üzere tüm AKP sözcüleri evet dediler, bu bir darbedir!. Dost bildikleri ve ne istedilerse verdikleri Gülenci takım ihanet etmiş ve bir darbe tezgâhlamıştı. Şimdi sıra kendilerindeydi; bunun intikamını alacaklardı. Ve aldılar da. Gerçekten de darbeyi izleyen günlerde başlayan ve giderek şiddetlenen cadı avı sonucu Emniyette, Yargıda ve bürokraside sayısız sürgün, meslekten ihraç ve tutuklama olayıyla karşılaştık. O kadar ki, Ergenekon günlerinde nasıl bir takım hasta ruhlar her taşın altında bir Ergenekoncu aradılarsa, bugünlerde de olaya her farklı bakan FETÖcü sayılmaya başladı. Yandaş basında Amerikalı savcı Bhararanın bile paralelci olmakla suçlandığı, FETÖcülerin Amerikan ordusuna bile sızdıkları haberleri yayılıyor!
Oysa gerçek nedir?
Sanıyorum ki, 17 Aralıkı izleyen iki buçuk yıllık sürede yaşadıklarımız bazı gerçekleri gün ışığına çıkardı. Ve Gülencilerin, sanılanın ve iddia edilenin aksine, ne emniyet teşkilatında, ne yargıda, ne de -a fortiori- seçmen nezdinde kayda değer bir güce sahip olmadıkları ortaya çıktı. Görmüyor musunuz bugün emniyet güçleri FETÖcü olarak damgaladığı muhaliflerini eskiden Ergenekoncu olarak yaftaladıklarından çok daha kolaylıkla topluyor ve dört duvar arasına yerleştiriyor. İyi de emniyeti ve yargıyı ele geçirmiş olan FETÖ müfrezeleri acaba nerede? Görünen o ki, kimlerin bedel ödeyeceğini yine eskiden olduğu gibi Erdoğan söylüyor; arkadan yandaş koro çığlığı basıyor ve kolluk kuvvetleri de kendilerine düşeni yerine getiriyor. Bir bildiriye imza atmış akademisyenlerin bile tutuklandığı günlere geldik.
***
Peki, bu durumda 17-25 Aralığı nasıl açıklayacağız? Bu operasyonları yapanlar kimlere güveniyorlardı? Bir darbe yapacak güçleri olmadığını göremeyecek kadar gerçeklerden kopmuşlar mıydı? Hayır; aslında ortada belki gerçekten de bir hükümet devrime planı vardı, ama bu demokratik yollarla, AKP dışlanmadan gerçekleştirilmek istenen bir operasyondu. ABD, Gülenci olsun, olmasın tüm dostlarını, ajanlarını ve de hırsızlıklara evet demeyi içine sindiremeyen tüm doğrucu Davutları harekete geçirmiş, kendisini kandırmış AKP yönetimine bir ders vermek istemişti. Üstelik Erdoğan Suriye krizinde de beklenen kooperasyonu göstermemiş, Hamas, Müslüman Kardeşler ve El Nusra gibi radikal güçlerle tehlikeli ilişkiler kurmuştu. Elbette ki tek taraflı koyduğu ambargoya neden uymadınız! diyecek hali yoktu; bunun için dolaylı bir yol seçmiş, yolsuzlukları suçüstü yakalatmıştı. Sanıyordu ki, en önemli üyeleri evlerinde sakladığı milyonlarca dolarla yakalanmış bir hükümet istifa etmek zorunda kalır ve daha anlayışlı bir ekip işbaşına gelir. Oysa gelişmeler Türkiyede böyle bir kuralın geçerli olmadığını ortaya koydu. AKPli seçmenlerin önemli bir kısmı doğru, çalıyorlar, ama iyi de çalışıyorlar! demiş ve partilerini desteklemeye devam etmişlerdi. O halde başka bir yol bulmak lazımdı. İranlıların Ahmedinejadı iktidardan uzaklaştırarak yaptıkları normalleşmeyi Türkiyeli seçmenler sandıkta gerçekleştirememişti. Bu durumda 17-25 Aralık darbesini derinleştirmek, operasyona bir halka daha eklemek gerekiyordu.
Yoksa 19 Martta Miamide Reza Zarrabın tutuklanması bu ek halkayı mı teşkil ediyor?
***
ERDOĞAN İÇİN YA MUTLAK İKTİDAR, YA ÇÖKÜŞ! DÖNEMİ BAŞLADI
Bu konuda yandaş basında yazılanlar bile böyle bir olasılığın çok güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Öyle ki, Erdoğan ve kendisine yakın bazı yazarlar, 19 Mart olayını küçümsemeye çalışır ve tutuklamaya Türkiyeyi ilgilendirmeyen adi bir olay olarak bakarken, bazıları da, örneğin Sabah yazarı R. O. Kütahyalı gibi, hiç lafı eğip bükmeye gerek yok; diyorlar; ABD'nin başlattığı operasyon çok nettir; hedef Türkiye ve Tayyip Erdoğan; Reza Zarrab yemden ibarettir. Ve bakınız şimdi Türkiye neleri tartışıyor: Zarrab ABDye bir ön pazarlıkla mı gitti, yoksa tuzağa mı düşürüldü? Mahkemede konuşacak mı, susacak mı? Eğer konuşursa neler ifşa edecek? Ve en önemlisi de acaba bu ikinci adli darbe ile iktidarı düşürme mi yoksa hizaya getirme mi hedeflendi?
***
Aslında bütün bu soruların yanıtlarını önümüzdeki günlerde alacağız. Yine de bazı siyasal gelişmelerin bu yönde anlamlı işaretler teşkil ettiğini şimdiden söyleyebiliriz. Darbe söylentilerinin yaygınlaştığı bir ortamda, Erdoğanın, bir yandan Obamayla görüşme yolları ararken öte yandan da Harp Akademilerini ziyaret ederek değerli komutan, kahraman subaylar ve Mehmetçiklerin her birine şükranlarını sunması anlamlı değil midir? Yine bugünlerde bir yandan İsrail ile ilişkileri düzeltmek için toplantılar yapılırken, öte yandan da Moskovaya göz kırpılarak pilotlarını öldüren cihadistin göz altına alınması bir yalnızlıktan kurtulma çabası olarak yorumlanamaz mı? Yine de Erdoğan ihtiyatlı. Binlerce akademisyen için alçaklar!, hainler! gibi sıfatları vicdanı sızlamadan kullanan bu politikacı, sıra Amerikada dolandırıcılıkla suçlanan bir iş adamına gelince, Rıza Bey sıfatını uygun görüyor. Çünkü 19 Mart tutuklamasını en iyi anlayacak durumda olan bizzat kendisidir. Zaten 17-25 Aralık darbesini de daha ilk günlerde çok iyi değerlendirmiş ve bundan böyle ya mutlak iktidar, ya çöküş! döneminin başladığını sezmişti. Başkanlık sistemi adı altında da bunun kavgasına girişti. Ne var ki 17-25 Aralığı tamamlar izlenimi veren 19 Mart darbesi şimdi bütün planları altüst ediyor ve ülke yıllardır süren krizin en tehlikeli aşamasına ulaşmış bulunuyor.
Belki de nasıl İranda Ahmedinejad ve Zencani ile bir dönem kapandı ise, Türkiyede de Zarrabın tutuklanması ile bir devir kapanıyor?. Nihayet Ahmedinejad da Pasdaranı İnkılab adını taşıyan, çoğu devlet ihaleleri ile zengin olan bazar erbabı ve ayak takımına dayanmıyor muydu? Tıpkı Erdoğanın Ahi ruhlu esnafı ve Osmanlı Ocakları gibi. Daha eskilerde de Louis Bonapartın 10 Aralık Derneği; Mussolininin kara gömleklileri ve de Peronun Los Olvidados (unutulmuşlar) ordusu gibi.Oysa 2016 yılında artık kimse bu güçlere dayanarak Türkiyede mutlak iktidar kuramaz; Yeni Türkiye, İleri demokrasi, 2023 hedefleri türküleriyle halkı aldatamaz. edebiyatı ile başkalarının sırtından zengin olanların Mağduriyetedebiyatı ile başkalarının sırtından zengin olanların anti-emperyalist nutukları olsa olsa dudaklarda acı bir tebessüm yaratabilir. Emperyalizmin ancak taşeronu olabilecek güçler, kendilerinde olmayan bir kudret vehmederek gerçek anti-emperyalist güçlere düşmanlık yaparlarsa, kafa tuttukları dev şirketler ve onun emrindeki güçler (politikacılar, askerler, savcılar) karşısında yalnız kalır, diz çöker ve sonunda da onlara yalvarmaya başlarlar. Amerikan emperyalizmi işlerini dev şirketler ve onların yönlendirdiği siyasetçiler eliyle yürütür. Bunlar yetmeyince de dolaplar döner ve savcılar devreye girer. Örneğin Zarrabı tutuklayan Bharara gibi. Sakın kimse yanılıp da bu gibi savcı ve hâkimleri hakkın ve hukukun savunucuları sanmasın! Onlar da emperyal sistemin vazgeçilmez bir parçası ve etkili ajanlarıdır. Sadece talih yüzlerine gülmüş, kendilerine farklı bir rol vermiş, onları çok daha göz alıcı yerlere oturtmuştur.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.