15 Temmuz akşamı evde Halk Tv. açıktı ve Tayfun Talipoğlu'nun şiirli, türkülü programını izliyordum. Programın sonlarına doğru bizim de duyabildiğimiz sesler üzerine Talipoğlu, ''bu sesler de ne, bu saate Ankara'da jetler mi uçuyor'' demişti. ''Eskişehir olsa anlarım da, Ankara'da neden?'' diyerek şaşkınlığını da ortaya koymuştu. Garip gelmişti, hemen ardından köprünün bir bölümünün asker tarafından kapatılması, ve sonra bir iki CHP vekilinin attığı tweet ''Beylerbeyi'nde sokağa çıkan askerin trafik polislerini yere yatırdığı, silahlarını aldığı ve sonra gönderdiğini, darbe oldu, ordu yönetime el koydu'' şeklindeki açıklamaları bende darbe oluyor düşüncesine yol açmıştı. Evet, öncekilere benzemez yanları da olsa darbe oluyordu.
Sonra telefonlar başladı: ''Kimdi bunlar, başarıya ulaşırlar, yönetimi ele geçirebilirler miydi?''
Darbe girişiminde bulunanların cemaat merkezli bir yapı olduğu açıktı. YAŞ kararlarıyla tasfiye olacakları ve hatta tutuklanacakları basına yansımıştı. Bir başka ''söylenti'' darbe girişimi öncesi başlayan bir kaç gözaltının 16 ve 17 temmuz günü kitlesel bir gözaltına dönüşeceği şeklindeydi. Böyle bir durum, cemaat kadrolarını zorunlu bir erken davranmaya yöneltmiş olabileceği, bu girişime başta genel kurmay başkanı olmak üzere hiçbir kuvvet komutanının katılmamış olmasının da darbe girişiminin büyük ölçüde ''acemiliklerle'' dolu olmasına da yol açtığı bir kaç saat sonra anlaşılmıştı. Böyle bir girişim, darbeci güçlerin de beklediği farklı güçlerin devreye girmemesi sonucu ''başarısız'' kalmaya mahkum olacaktı. Öyle de oldu. Akşam saatlerinde başlayan kalkışma sabah saatlerinde hemen hemen sonuçlandı. Sürecin tamamını da televizyonlardan izleme fırsatı bulduk.
Bu darbe girişiminin öncekilere benzemiyor oluşu, sosyal medyada ''tezgah'', ''oyun'' ve Tayyip'in yeni bir mağduriyet oyunu'' olarak yorumlandı, azımsanmayacak bir kitle tarafından. O anlarda da katılmamıştım, ortada bal gibi bir darbe girişimi vardı. Sonradan ortaya çıkan bilgiler ışığında bu kakışmanın neden gerçekleştirildiği, barındırdığı acemiliklerin nedenlerini ve kimlerin bu kalkışmada rol aldığını ve sürecin baştan sona nasıl ilerlediğini ortaya çıkardı. Bana göre, çok çok uzun ve gereksiz nitelemeleri de işin içine katarak yapılmaya çalışılan analizlerin kafa karıştırmaktan öte bir anlamı yok. SF'de Borga her zamanki gibi farklı bir şeyler söylemeye ve ''derin analiz'' yaptığı izlenimi yansıtmaya çalışıyor. Söylemeye çalıştıklarının kendisi tarafından anlaşıldığını da sanmıyorum. Olay aslında oldukça ''basit''; 17-25 Aralık 2013 yol ayrımından sonra nihai bir kapışma olacağı belliydi ve bu nihai kalkışma 15-16 Temmuz'da zemin bulmuş ve bu kapışmayı yine Erdoğan ve avanesi kazanmıştır. Olayın en yalın açıklaması budur.
Darbe girişiminin ABD'ye ilişkin yanı, ABD tarafından desteklenmeyen bir girişimin başarılı olamayacağı yönünde. Önemli oranda doğru olmakla birlikte, bu darbe girişiminin ABD tarafından desteklenmediği saptamasına kesinlikle katılmıyorum. Harekat başladığında ve psikolojik üstünlük kalkışmayı gerçekleştirenlerden yana olduğunda, ABD'den yüksek sesli bir karşı duruş gelmemiştir. Cemaatin beklentisi gerçekleşse ve bu kalkışmaya Genel Kurmay başkanı veya Kara Kuvvetleri komutanını dahil edebilselerdi veya bunların dışında kara ordusunun önemli bir kesimini harekata dahil edebilseler muhtemelen çok daha farklı bir tablo ile karşı karşıya kalabileceğimiz gibi, Erdoğan'dan sıtkı sıyrılmış ABD'nin tıpkı Mısır'da Sisi örneğinde olduğu gibi darbecilerden yana bir eğilim göstereceğini tahmin edebilmek hiç zor değil. ABD'nin ''demokrasiden'' yana tavır koyması, pek çoğumuzun da gördüğü gibi böyle bir darbenin daha ilk saatlerde yenilgisinin kaçınılmaz olduğunu anlamasıyla ortaya çıkmıştır. Amerika'nın bugünkü ''demokrasi yanlısı'' tavrı sonuç odaklıdır ve bu yüzden darbe girişimi için ''ABD'nin desteğini alamadıkları için kaybettiler'' saptamasında bulunmanın hiçbir gerçekçi yanı bulunmamaktadır.
Katıldığım bir yorum, bu sonucun Erdoğan'a kitlesini kendi etrafında konsolide etme fırsatı yaratacağıdır. Doğrudur, kalkışmanın ilk gecesinden itibaren kitlenin sokaktan ayrılmamasını istemesinin öncelikli nedeni de budur. Ve bence çok daha önemli bir nedeni, uzun zamandır dağınık ve çeşitli hiziplerin at koşturduğu bir yapı özelliğinde bulunan ve bu haliyle denetlenebilmesi ve dizginlenebilmesinin bir hayli zorluk içeren bir yapı olan TSK'nın karşısına Emniyet dışında bir güç yaratabilme düşünce ve çabasıdır. Erdoğan hep söyleyegeldiğimiz biçimiyle, duraklayamaz, geri adım atamaz. ABD ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından üzerinin çizildiğini, güvenilmez bulunduğunun farkındadır. Buna ek olarak, sırtındaki bagajlarla içeride duraklaması demek yıkılması ve hesap sorulan biri haline gelmesi demektir. Erdoğan bu yüzden hep ''ileri'' hamle yapmak zorunda, toplumsal baskıyı hep arttırmak durumundadır. Bu bastırılmış kalkışmanın da bu yönde kullanılacağından kimsenin kuşkusu olmamalı. Cemaat üzerinden bir cadı başlatılacaktır ve Erdoğan muhalifi olduğu varsayılan pek çok kişi ve kurum da bu süreçten nasibini alacaktır.
Türkiye özellikle 12 Eylül referandumundan sonra çok tehlikeli bir biçimde eğik düzlemde yol almaktadır. Bu süreci sadece Erdoğan'ın kişisel hırs ve hatalarına bağlamak da doğru değildir. Emperyalizme göbeğinden bağımlı Türkiye burjuvazisi ülkeyi yönetememektedir. Türkiye'nin hemen her gün farklı bir krizle karşılaşmasının nedeni budur. Parlamentodaki bütün siyasi partilerin gözlerini AKP ve Erdoğan'a dikmiş bir şekilde çaresizliği oynaması çarenin buralarda ve bu öznelerde olamayacağının bir göstergesidir. Düzen siyaseti içinde kalarak ve sadece Erdoğan karşıtlığına oynayarak Türkiye halklarının lehine bir çözüm beklentisi ummak da bir başka çıkışsızlıktır. Demokrasi ve özgürlük diye diye Türkiye'nin geldiği nokta kaostan başka bir şey olmadığı gibi, bu gidiş, iç savaş da dahil olmak üzere tam bir yıkım projesine doğru adım adım ilerleme potansiyelini içinde taşımaktadır. Bu gidişi düzen partilerinin durduramadığı, durduramayacağı ve sorunların sistemsel ve sınıfsal olduğu göz ardı edilmemelidir.
Evet, sorun sistemsel ve sınıfsaldır. Böyle olduğu için de çözüm sistemsel ve sınıfsaldır. Komünist Parti'nin ''Temmuz Değerlendirmesi''nde belirttiği gibi '' ...Türkiye karanlık güçlerin tepişmesiyle değil, karanlık güçlerin temsil ettiği sınıf egemenliğine karşı emekçi halkın mücadelesiyle düzlüğe çıkabilir.'' Böyle, düzen solu olmaktan öteye gidemeyen CHP ve HDP'den çıkış ve çözüm bekleyenler varsa ve hala bu tür siyaset ve konumlanışın yanlışlığını anlayamadılarsa onlar için yapılacak bir şey kalmamıştır.
Çözüm sosyalizmdir. Burjuvazinin çözümsüzlüğünde çözüm aramak sosyalistlerin işi olamaz ve olmamalıdır. Son cümle olarak yine KP'nin Temmuz Değerlendirmesi'ne dönecek olursak:
''Cemaatin, devlete çöreklenmiş çetelerin, çıkar gruplarının, tetikçilerin ve hatta mafyanın "örgütlü" davranma becerisine sahip olduğu bir ülkede örgüt düşmanlığının halk saflarında nasıl bir boşluk yarattığı bir kez daha anlaşılmış olmalıdır. Ötesine giderek diyebiliriz ki, insanlık ideallerinden, sınıfsız, sömürüsüz bir toplumdan yana olan herkes, kalıcılığı, sürekliliği ve ortak aklı olan bir örgütlülük için çalışmak zorundadır. Bunu yapmamak, bu konudaki tembelliği ya da vurdumduymazlığı meşrulaştırmak, halk düşmanlığıdır. Cemaatten, gericilikten, sermayeden ve emperyalist merkezlerden bağımsız bir sınıf örgütlenmesinin güçlendirilmesi ve yetkinleştirilmesi bir zorunluluktur. Siyasallaştırılmayan halk tepkilerini, örgütlenmeyen kitle çıkışlarını kutsayanlar, "gezi çoğulculuğu" edebiyatı ile hedefsizliği ve şekilsizliği bir hedef haline getirenler, artık derslerini almış olmalıdırlar.''
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.