Kabaca hatırlatmam gerekirse, Türkiye o kadar sağa gitmişti ki, 70lerin ilk yarısında ve 80lerin sonu-90ların başında olduğu gibi, bir üçüncü mavinin yükselip dengeleri yerli yerine oturtması yönünde maddi bir basıncın doğması, insan iradesinden bağımsız bir rüzgarın esmesi kaçınılmazdı.
Lakin; evet siyaset maddi, nesnel yasalar üstünde, ama ille de insan eliyle yapılır. Maddi temellerin mutlaka insanla bütünleşmesi gerekir. Aynı yazıda işin bu bölümünün neredeyse imkansız göründüğüne de işaret etmiştim. Kılıçdaroğlunun Taksim deklarasyonunu hatırlayan var mı? CHP, Erdoğangillerin hangi OHAL istismarını düzelttirdi? Ya Vatan Partisi? TSKnın Suriyede emperyalizme karşı konum aldığına kim inanır? Lafı burada HDPye, Kürt hareketine hiç getirmeyeceğim. Bugünlerde ağır biçimde mağdur olduğu için değil; onlar Tayyipçilik kotasını çok daha önce doldurup taşırttıkları için, şimdi sürdürdükleri muhalefetin de etki şansı bulunmuyor.
15 Temmuz sonrasında Türkiye siyasetinin bir tür Kemalist Rönesans yaşaması; gerici çürümenin tasfiye edilmesi imkansız olsa bile, hafifletilmesi mümkündü. Türkiyede devlet yönetiminin saçmalık derecesinde keyfi hale gelmesine son verilebilirdi.
Burjuva siyaseti tam anlamıyla yarış alanı olarak belirlediği için, benzer bir düzeltme emperyalizmle ilişkiler açısından beklenemezdi. Ama diğerleri pekala mümkündü. Gericilik-laiklik ve keyfi yönetim-hukuk devleti çelişkileri hafifletilebilirdi. AKPye devam et mesajını veren muhalefetin ta kendisi olmuştur. Bu başlıklara, daha doğrusu doz ayarlamasına emperyalizmin müdahale etmesi hiç gerekmez. Tersine, emperyalizmin Türkiyeden beklediği yönetilebilir bir ülke olmasıdır ve laiklik ile hukuksallık takviye edilmezse istikamet kaostu. Yine bu başlıklara büyük sermaye de müdahale etmez. Ülke nasıl konfora dönecekse öyle dönsün derler
Elbette emperyalizmin ve sermayenin hukuk ve laiklik konusunda tezleri ve eğilimleri var. Tez, hukuksal prosedürlerin zaman kaybı ve yük oluşturması durumunda diktatoryel önlemlerin alınması gerektiği; ve kitlelerin dinci gericilik altında daha kolay yönetilecekleridir. Ama bu tezlerden yalnızca bir eğilim çıkar. Mesele siyaset kertesinde bağlanır.
Bu noktada burjuva muhalefetin sorumluluğunun AKPden daha fazla olduğu da söylenmelidir. Hükümet, laiklikti, Atatürke dönüştü gibi başlıklarda tavize hazır olduğunu baştan açıkça dışa vurdu. Ama baktı ki, zorlayan, takip eden, sıkıştıran çıkmıyor; ayağını frenden çekti. Düzen içi muhalefet aptal olduğundan böyle yapmadı. AKP kapitalizmin çıkarı için pervasızca OHAL istismarına başvururken, muhalefet emperyalizm ve sermayenin yararını daha az düşünüyormuş gibi görünemezdi!
Durum bu kadar basittir ve düzen siyasetinin muhalefet alanı bu anlamda tamamen boşalmıştır. CHPye kamudaki tasfiyelere ona değmiş, öbürüne değmemiş türünden tuhaf bir tashihçilik kalmış görünüyor. Muhalif medya da hangi yetkilinin daha önce Gülencilik yaptığını teşhir etmekle yetiniyor. İki cephede de şu ana kadar kayda değer herhangi bir sonuç alınmadı. Muhtemelen sesin daha yüksek çıkmasına, muhalefetin kendi içindeki Fethullahçı varlığı da engel oluşturuyordur.
Peki, siyaset alanında hal böyle diye, Türkiyenin laiklik ve hukuksallık gereksinimi tükenir mi? Emperyalizm kitlelerin zihninde aklanır mı?
Hiç öyle olmuyor, olmayacak. Başlarken ve daha önce söylemeye çalıştığım gibi bu boşluklar maddi ve nesneldir. Sözünü ettiğim alana sadece düzen dışı sol gözünü dikiyor. Sadece biz oraya bakıyoruz. Sadece bizim cesur davranmak için öznel olanaklarımız var. Sadece biz tutarlı ve ikna edici olabiliriz. Çünkü cesaret de tutarlılık da her şeyden önce sınıfsal bakmayı gerektiriyor.
Türkiye sağın dibini gördükten sonra işçi sınıfına dayanan bir devrimci hareket için yeniden verim vaat ediyor. Tamam, bu imkanı dalga diyerek abartmayalım; ama Türkiyeye bir kızıl rota çizmek pekala mümkündür.
Darbe başarılı olsaydı, pratikte bugünkünden daha fazla baskı yaşanabilirdi tabii. Zaten uygulanamayan darbe bildirisinin sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı da bunun işaretiydi.
Ama 12 Eylülün bile kendisini geçici ve demokrasiyi kurtarma amaçlı olarak sunduğunu hatırlarsak muzaffer bir 15 Temmuzun nasıl olacağını kurgulamak zor olmasa gerek.
Bir kere, emir komuta zinciri zafer yolunda ilerlerken yani yeterli güvence oluşur oluşmaz (!) kurulur, şimdinin direniş kahramanları Türkiyenin nasıl da kötü bir duruma düşürüldüğünden, AKP yöneticilerinin basiretsizliğinden, teokrasi tehlikesinden dem vururlardı. Gülenin kendisi daha birkaç ay önce Türkiyeye laikliğin lazım geldiğini dillendirmemiş miydi?
İkincisi, işkence olmasına yine olurdu, ama işkencenin teşhirini bir politik araç haline getirmezlerdi. Demokrasi mücadelesine soyunan AKP faşistleri, vatan haini mezarlığı açan belediye başkanları, bebeklere tecavüz tehdidi savuran sapıklar, meydanlarda zikir çeken yaratıklar Bunlar bir bütündür. Hatta Fethullahçıları tek tek salsanız, her biri bu parçalardan beterini yapacaktır! Ama organize bir darbe, Tayyip keyfiyetinin karşısına düzeni çıkartırdı.
Üç; yenilen günah keçisi yapılır. Ama aptal değiliz: Roboskiyi bir tarafın diğerinin üstüne yıkması dünyanın en kolay işlemidir. Hrant Dinkin öldürülmesini dönemin kontra örgütü olarak Gülencilere de yıkabilirsin, siyasi otoritesi olarak hükümete de. Rus uçakları için emir vermekle övünen Pensilvanya imamı değil başbakandı Mesele yakın geçmişle hesaplaşma adına bazı göstergeler oluşturmaktır. Darbe aynı yöntemi tersine işletirdi ve tuttururdu.
Dört: Darbeyi deneyen ve püskürten taraflar, eski ittifakı bozdukları günden bu yana, bir iktidar için yeterli güç birikimine sahip olmaktan çıkmışlardı. Somut konuşalım, Erdoğan iktidarını ne Perinçek kurtarabilir ne de IŞİD veya El Nusra. Dolayısıyla bugün her iktidar taban genişletmek, müttefik aramak durumundadır.
Sonuç olarak; Türkiye taşıyamayacağı kadar gericilikle yüklenmiş, siyasetin merkezi çok fazla sağa kaymış durumdadır. Dağıldı, kırılıyor! Bulunan formül asla ve kesinlikle sağcılıktan vazgeçmek değil. Kimse direksiyonu sola kırmayacak, kırmaz, kıramaz. Ama sağcılık en meczup biçimleriyle ve sapkın sağcılara icra ettirilmek yerine toplumda sol olarak algılananlara veya solun desteğiyle yaptırılacak!
Bu tablo darbe başarılı da, başarısız da olsa geçerlidir. Her iki durumda ha bir hafta ha bir ay içinde yumuşama, mutabakat, karşılıklı anlayış laflarının göğü kaplaması zorunluydu. Taksim mitingi ve Saray zirvesi bu anlama geliyor.
Demek ki Üçüncü mavi dalga kaçınılmaz. Daha doğrusu solda CHPcilerin rüyalarının maviye dönmesi kaçınılmaz.
Birincisi ve adını Bülent beyin gömlek renginden alan 1973 dalgasıydı. İkincisi Erdal İnönünün Süleyman Demirelle kurdelasını kestiği demokratikleşme oldu (Altından Sivas katliamı, Hizbullah cinayetleri falan çıksa da!).
Üçüncüsü geçtiğimiz hafta sonu start aldı.
Bizzat Erdoğanın kendisi, tutuklu askere sürün emri verip kafasını tekmeleyen polis, şu ara Demokrasi şölenlerine katılıp düzenin boşluklarına yerleşmekte olduğuna kesin gözüyle bakabileceğimiz IŞİD, çok zamandır TÜSİADı kıskandıran Tayyipçi para babası sürüsü bu değişime direnirler, ama ana akışı değiştiremezler. Pazarlığın ötesini zorladıklarında yeniden ellerinde patlar, tepelerine yıkılır. Motivasyonlarını hafife almayalım. Daha önce Ya iktidar ya hapis diyorduk durumlarını tarif ederken. Artık ya iktidar ya ölüm oldu! Canla başla direnirler...
Direnişin zayıf karnı, sağcılıktan, yani sömürüden, gericilikten, keyfilikten, karanlıktan taviz verilmeyecek olmasıdır. Yani biraz makyaj yapalım diyor maviciler. Ama tutmaz! Sağı sağla dengeleme oyunlarının çıkışı yok.
Çünkü; bir: Bülent ve Erdal beylerin hakkını yemeyelim. Bu yeminli anti-komünist, ama incelikli sosyal-demokratlardan birincisi 12 Martın, ikincisi 12 Eylülün tahribatını düzen içi sınırlarda temizlemekle görevliydiler. Kemal beyin işi sürdürmek!
İkincisi: Her iki dönemde Türkiyede hesaplaşma hakiki zeminlere değiyordu. İlkinde 15-16 Haziranda işçiler daha yeni yürümüştü. TİP çözülmekte idiyse de sol 1965e göre katlanmış olarak oradaydı. Gençliğin devrimci olması normal sayılıyordu 12 Mart faşizmi bununla kavga etmişti. Ecevit bu kavgayı regüle edecekti.
Yirmi yıl kadar sonra, Bahar eylemleri daha yeni yaşanmıştı. Özelleştirme niyeti maden ocaklarında, tersanelerde patlıyordu. Bitti bu iş denmişken gençlik yine sola bakıyordu. Kürt hareketlenmesi dengeleri sarsıyordu 12 Eylül faşizmi bunlarla kavga etmişti ve İnönü, -Demirel önderliğinde ama Demirelin harcı olmayan bir renk katarak- bu kavgayı regüle edecekti.
Her iki örnek düzen içi sol örnekleridir. Lütfen biri bana Taksim bildirisinden bir satır sol göstersin!
Regüle etmeye niyetlenilen kavga İslamcı faşistlerle İslamcı faşistler arasında. Emekçileri, yoksulları, aydınları, gençleri, kadınları, Alevileri ilgilendiren konularda CHPnin ne fikri var, ne de AKPden farklı bir iddiası. Kılıçdaroğlu bombalar uçuşan bir ülkede keyfiliğe son verme, hukuk düzeni gibi sade suya tirit, içeriksiz tezlerle nereye gidebilir?
Sağcılıktan sola giderek kurtulursunuz. Toplumun ilerici damarlarını sömürüyle, karanlıkla hesaplaşmaya çağırırsanız aydına, işçiye enerji verebilirsiniz. Yangın yerinde Bişi olmasıncılık tutmaz. Nasıl Tayyipe Doğu yetmezse, Kılıçdaroğlu mavisine de diğer sol yetmez.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.